Posts Tagged Aslı Aydıntaşbaş

AKP VE PKK’NİN BÖLGESEL ORTAKLIĞI

17 Şubat günü görüşen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “Suriye’de bütün tarafların şiddeti durdurmaları ve hükümet ile muhalifler arasında diyalog başlatılması üzerinde fikir birliğine vardıkları” açıklandı. Yani Rusya’nın zoru ABD’nin zorunu yendi ve ortaya Lavrov-Kerry mutabakatı çıktı.

Kerry bir mutabakata razı olduklarının işareti geçen zaten hafta vermiş ve “diplomatik çözümden umutlu” olduğunu açıklamıştı.

Lavrov-Kerry mutabakatı ilk sonuçlarını da hemen vermeye başladı:

1. BM, Suriye’yle ilgili hazırladığı raporunda iki tarafı da suçladı!

2. Suriye Ulusal Koalisyonu SUKO Başkanı Muaz El Hatip’in önümüzdeki günlerde hem Washington’a hem de Moskova’ya gideceği açıklandı.

AKP’NİN KÜRDİSTAN BEKÇİLİĞİ

Tam bu süreçte PKK’nin Suriye kolu olan PYD ile Ahmet Davutoğlu’nun koordine ettiği Özgür Suriye Ordusu ÖSO arasında 11 maddelik bir anlaşmaya varılması ise dikkat çekici…

Zira AKP Hükümeti PYD’yi Esad’ın kartı olmakla suçluyor ve Esad-PKK bağı üzerinden Türk kamuoyu nezdinde Suriye politikası için meşruiyet arıyordu. Üstelik PYD ile ÖSO bir süredir başta Resulayn olmak üzere birkaç yerleşim merkezinde şiddetli çatışma da yaşadı. PYD bu süreçte ÖSO içindeki kimi grupların AKP yönlendirmesiyle kendisine saldırdığını açıkladı.

PYD ile ÖSO’nun tüm bunları bırakarak anlaşması ve iki yapının birlikte Kürt bölgesini savunmaya karar vermesi önemli. Anlaşma sonrası Aslı Aydıntaşbaş’a konuşan PYD lideri Salih Müslim iki kritik mesaj veriyor: 1. Kürt bölgesini artık ortak savunacağız. 2. Türkiye ile diyaloga hazırız. (Milliyet, 19 Şubat 2013)

PYD-ÖSO ANLAŞMASININ MİMARI ÖCALAN

Kuşkusuz bu sürecin esas mimarı Abdullah Öcalan’dır. Öcalan bu köşede daha önce de dikkat çektiğimiz şu mesajlarıyla, Suriye’de Erdoğan’a işbirliği önermişti:

Abdülkadir Selvi’nin belirttiğine göre Öcalan, PYD’ye şu mesajı gönderdi: “Diğer oluşumları tasfiye edin. Diğer grupları tasfiye etmek için gerekirse şiddet kullanın. Bunlara vereceğiniz (Esad) enerjiyi, Araplara verin.” (Yeni Şafak, 9 Ocak 2013)

Zaten Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan’a teslim ettiği “açlık grevlerini bitirin” talimatını içeren mektupta da PYD’ye mesaj göndermişti. Öcalan, “6 ili ele geçirmekle sorun çözülmez, hedefiniz demokratik özerklik olsun” demişti! (Hürriyet, 18 Kasım 2012)

PKK’NİN YAKIN KORUMASI: AKP

ABD’nin bir dış müdahaleyi olanaklı bulmadığı, Moskova’nın çözümüne mecbur kaldığı ve bu nedenle “diplomatik çözüm” konusunun fiiliyata geçtiği bir aşamada PKK ile ÖSO’nun “Kürt bölgelerini birlikte koruma” anlaşmasına varması, kuşkusuz bölge karşıtı bir gelişmedir.

Abdullah Öcalan’ın önceki gün görüştüğü kardeşi Mehmet Öcalan’la ilettiği yeni mesajı bu nedenle önemlidir: “Kürtlere, tüm Suriye’de yaşayan halklara söylüyorum, Kürtlerin yaşadığı yerlerde, ekmekten, sudan, yemekten önce, önümüzdeki günlerde olacak büyük şeyler için bunun önüne büyük bentler oluştursunlar. Bunun için büyük güçlerini bu bentlerde kursunlar, uyanık olsunlar. Suriye Kürtlerinin büyük bir zahmetle yaptığı serhıldanı, hürmet ve saygı ile selamlıyorum.” (ANF, 19 Şubat 2013)

Bu mesajdan ne anlamalıyız? Öcalan PYD’ye şu talimatı vermektedir aslında: “Şartlar Şam yönetiminin lehine gelişiyor. Esad yakında kuzeye doğru harekete geçecektir. 2 yıllık boşluktan yararlanarak hâkim hale geldiğiniz yerleşim merkezlerini ve kuzey Suriye’yi savunmaya hazır olun. Bu bölgeyi savunmak için Esad karşıtı tüm güçlerle birlikte hareket edin.”

Yani içeride “Diyarbakır’ı merkez yapma” ortaklığına soyunan AKP ile PKK, Suriye’nin kuzeyinde de artık açık işbirliğine geçmiştir.

Toplamda ilişkilerini şu şekilde tarif edebiliriz: Öcalan ve Barzani, kuzey Irak petrollerinin karşılığında AKP’yi “koruma” olarak tutmuştur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Şubat 2013

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ANKARA’YA BOMBALI MESAJ

Suriyeliler, Suriyeli plakalı bombalı bir araçla sınır kapısına geliyor, aracı patlatıyor ve Suriye’ye geri kaçıyor. Suriye karşıtı AK medya da anında faili saptıyor: Suriye yaptı! Üstelik çok da somut bir delilleri var: Patlayan araç Rus ya da İran yapımı binek tipi bir araçmış! Bu araçları El Muhaberat kullanırmış!

F tipi medyaya göre ise hedef, Suriyeli sığınmacılara moral vermek için sınırın her iki tarafındaki kamplara gidecek olan George Sabra ve Abdülbasit Seyda’nın yer aldığı SUK heyetiydi. Ancak verdikleri 15 dakikalık mola hayatlarını kurtarmıştı. Fail büyük ihtimalle PKK’ydi, çünkü Seyda’nın ortadan kaldırılmasını istiyorlardı.

Merkez medyasının amiral gemisine göre ise hedef SUK değil SUKO’ydu. SUKO Başkanı Muaz El Hatip’in de yer aldığı heyet Türkiye sınırını geçtikten 10 dakika sonra bomba patlamıştı.

Merkez medyanın bir başka kesimine göre ise Suriyeli muhalifler, patlamanın meydana geldiği saatlerde Cilvegözü’ne gelecek olan “bazı komutanlarla” buluşacaktı.

Atlantikçi kesimler ise koro halinde “İmralı süreci hedef alındı” diyordu. Öyle ki, bu aralar “İmralı sürecini hedef alabilir” diye, çıkan sivilcelerini bile patlatmıyorlar!

ÖSO’NUN BOMBA ATÖLYELERİ

Peki, patlama Özgür Suriye Ordusu ÖSO’nun işi olamaz mıydı? Tek fail adayı Şam mıydı?

Patlayan araç, kapının Suriye tarafına çıkıştaki alanda meydana geldiğine göre elbette mümkündü. Ancak Suriye’ye seferin en hararetli savunucu olan Aslı Aydıntaşbaş, sosyal medyada bu kuşkuyu dile getiren kimi gazetecilere anında yapıştırıyordu yanıtı: “Türkiye’den Suriye’ye giden silah, kapılardan değil gizli yollardan gidiyor. Sınır kapısında çok sıkılar.”

Öğrenmiş olduk. Kuşkusuz Aydıntaşbaş’ın niyeti ifşaat değil, ancak belli ki Esad karşıtlığı, dil denetimini yitirtecek denli travmatik hale gelmiş…

Bu arada 16 Ocak’ta Hatay’da, 23 Ocak’ta Gaziantep’te Suriyelilerin kaldığı evlerde meydana gelen patlamaların pek üstünde durulmamasını dikkatinize sunuyoruz. Örneğin BBC, 30 Ocak’ta o evlerden birine girmiş ve “bomba atölyesi” dediği bu yerlerde muhaliflerin savaş hazırlığı yaptığını propaganda mahiyetinde aktarmıştı.

SORUMLU, SINIRI ÖSO’YA EMANET EDEN AKP’DİR

Saldırının arkasından hangi güç çıkarsa çıksın, asıl sorumlu kuşkusuz ülke sınırını kevgire döndürenlerdir. Patlamanın olduğu kapı 4 ay önce Ankara tarafından tek yanlı olarak kapatıldı ve sınır fiilen ÖSO’nun denetimine verildi!

Her ne kadar Başbakan Erdoğan “Sınır kapısı insani yardım dışında giriş-çıkışa kapalıydı” dese de, bölge kaynaklarına göre giriş-çıkış kontrolsüz bir şekilde yapılıyordu. Kaldı ki yukarıdaki haberlere bakılırsa, sınır yolgeçen hanı gibiydi.

Haliyle bu durum, bomba yüklü bir araca kolayca oraya park etme rahatlığı sağlıyordu!

 ‘SURİYE SAHNESİNDEN ÇEKİLEMEZSİN’ MESAJI

Saldırıyla ilgili kamera kayıtlarına yayın yasağı getirilmesi, mutlaka soruşturmanın selametinin ötesinde bir anlam içeriyordur. Bir süre sonra anlaşılacaktır.

Ancak grup toplantısında konuya değinen Başbakan Erdoğan’ın temkinli bir dil kullanmasını, hassas bir olayla karşı karşıya bulunduklarını söylemesini ve fail belirleyenleri uyararak “spekülasyonlar yanlış ve art niyetli” demesini not etmeliyiz.

Çünkü her şeyden önce Cilvegözü patlamasının zamanlaması dikkat çekiciydi, anımsayalım: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, SUKO Başkanı Muaz El Hatip’le görüştü. El Hatip, “diyaloga hazırız” mesajı verdi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Suriye’de diplomatik çözümden umutluyuz” dedi. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, “dış müdahalenin krizi çözmeyeceğini” belirtti. Suriye krizinin çözümü için İran-Mısır-Türkiye görüşmeleri başladı. “Suriye krizi İsrail’e yarıyor” diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtuluş, “demokratik ve bölge içi çözümden yana olduklarını” ilan etti.

Ve tüm bunların ardından Cilvegözü Sınır Kapısı’nda 14 kişinin ölümüne neden olan bir patlama meydana geldi. Yani mesaj netti: Suriye krizi çözülmemeli! Ankara’ya da “Suriye sahnesinden çekilemezsin” deniyordu!

Peki, bu mesajı kim verebilirdi?

Newsweek, CIA’nın Suriye muhalifleriyle Gaziantep’te Ağustos ayında yaptığı bir toplantıyı yazdı geçenlerde. O toplantıda verilen sözlerin tutulmadığını belirten muhalifler, CIA’nın kendilerine ihanet ettiğini söylüyordu.

Demek ABD, lehine çözemediği krizin uzamasını istiyordu!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Şubat 2013

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

OBAMA’DAN SOPA, PKK’DEN HAVUÇ

Dün Pentagon’un havuç olarak Türkiye’nin önüne koyduklarını bugün PKK’nin koyuyor olması, birincisi örgütün ABD’nin stratejik piyonu olduğunu ortaya koyması bakımından, ikincisi de “Büyük Kürdistan’ın” stratejik bir hedef olması bakımından önemi var. Ama daha önemlisi, Türk devletinin ne hallere düşürüldüğünü göstermektedir!

AKP’nin Oslo’da masaya oturduğu üç PKK yöneticisinden biri olan Zübeyr Aydar, havucu Aslı Aydıntaşbaş’la söyleşisinde uzatıyor: “Aslında Suriye’nin Kürt bölgesi de, Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde. Bunları tartışmalıyız. Türkiye’nin Kürtlerle büyümesi lazım.” (Milliyet, 27 Kasım 2012)

Kuşkusuz bu havuç, Obama’nın Erdoğan’a gösterdiği “beyzbol” ve Washington Post’ta dile getirilen “Kürt Baharı” sopasıyla birlikte değerlendirilmelidir.

BARZANİSTAN, KERKÜK HAVUCUYLA İNŞA EDİLDİ

Musul ve Kerkük havucu ilk Turgut Özal’a sunulmuş ve o da bu havucu, “ABD ile hareket edersek, bir koyup üç alacağız” diyerek TSK’ye yedirmeye çalışmıştı.

Bu havuç, 1992’de ABD Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti inşa etmeye başladığında, sık sık Ankara’ya uzatıldı. Washington kimi zaman Kerkük havucuyla, kimi zaman da ekonomik kriz gibi, Gazi provokasyonu gibi, siyasal cinayetler gibi sopalarla bu kukla devleti adım adım oluşturdu.

AKP hükümetleri döneminde ise Kerkük havucuna pek gerek kalmadı. AKP, bir ABD kartı olarak Washington’un “Büyük Kürdistan” stratejik hedefine zaten uyumluydu. BOP eşbaşkanlığı tam da bu “uyum” demekti.

Örneğin son olarak Ahmet Davutoğlu, Bağdat’a cephe açmak üzere Kerkük’e gitmiş ve Araplara karşı Türkmen-Kürt ittifakı arayışına girmişti. Bu kez Kerkük’ün kendisi havuç olmaktan çıkmış, Kerkük’ten döşenecek boru hattı AKP için yeterli olmuştu.

BÜYÜK KÜRDİSTAN’IN 4 AŞAMASI

Zübeyr Aydar’ın Suriye’nin Kürt bölgesini de Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde sayarak AKP’ye göz kırpması, “Büyük Kürdistan” stratejik hedefi nedeniyledir.

Çünkü dört aşamalı Büyük Kürdistan hedefinin ikinci aşaması, Irak’ın kuzeyindeki yapının Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasıdır. Üçüncü aşamada, bu yapının Türkiye ile birleştirilmesi var. İkinci ve üçüncü aşamalar, iç içe ve paralel ilerleyecektir.

Dördüncü aşama ise Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan ermesi ve Türkiye’den kopması aşamasıdır.

ATLANTİK’İN HAYALİ SÖNÜYOR

AKP’nin, “Türkiye’nin ABD’nin kanatları altında büyüyebileceği” iddiası ABD’nin Büyük Kürdistan stratejik hedefi içindedir. AKP’nin PKK’yle müzakerelerinden tutun, savurduğu “Türkiye ya büyüyecek ya da küçülecek” tehdidine kadar her hamlesi, Washington’un planıyla uyumludur.

Ahmet Davutolu bu yüzden “Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak” demiştir. Hakan Fidan bu yüzden “dış politika konusunda dinamik bir süreçte” olunduğunu belirterek, “Türkiyedüzen kurucu roldedir” demiştir.

Davutoğlu’nun “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız.” demesi, bir Atlantik projesi söylemidir.

AKP, bölgede Türk-Kürt ittifakına dayanarak büyüyecek(!) ve Türkiye’yi genişletecektir! Bağdat’a karşı Erbil’le mutabakatı, PKK’yle müzakereleri ve Esad’a karşı “Kürt koridoru” işlevli “tampon bölge” arayışları bundandır.

Ancak, bu plan düne göre artık daha zordur. Nitekim Büyük Kürdistan hedefinin birinci aşaması olan ve Irak’ın kuzeyinde Erbil merkezli kurulan küçük Kürdistan, bugün Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin taarruzu altındadır.

Ne ABD’nin Çin-Rusya cephesini yarması mümkündür, ne de AKP-PKK-Barzani ittifakının İran-Irak-Suriye hattını aşabilmesi…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Kasım 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

GAZETECİLERE NOTLAR

Ergenekon davasındaki bir gazeteci tanıklığı, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım’ın 3 yıldır boşuna boşuna esir tutulduğunu ortaya koydu.

Bu cümlenin yanlış anlaşılmaması için belirtelim elbette: Bizim Deniz ve diğerleri, tüm Silivri esirleri, bu tanıklıktan önce de zaten haksız ve hukuksuz esir tutuluyorlardı…

TAYFUN DEVECİOĞLU

Bizim Deniz, Başbakan Erdoğan’ın kasetlerini yayınlamaktan yatıyor. Tarih elbette bu kasetleri yayınlamayı değil tersine kasetin konusunu mahkum edecek, o ayrı… Ancak Ergenekon davasında tanıklık yapan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu, o kasetlerin kendilerinde de olduğunu, zaten tüm basına e-postayla servis edildiğini, o dönem yayın yönetmenliğini yaptığı Vatan gazetesinin de bu kasetleri haber yaptığını ancak içeriğini yayınlamadığını anlattı.

Bu tanıklık, o kasetleri basın açıklamasıyla duyuran İşçi Partisi yöneticilerini de, o basın açıklamasını haber yapan Aydınlık ve Ulusal Kanal yöneticilerini, bir kez daha aklamış oluyor!

Meslektaşımız Tayfun Devecioğlu, bu açıklamayı daha önce yaptı mı? Ben duymadım… Keşke daha önce de yapsaydı!

ASLI AYDINTAŞBAŞ

Daha önce yapsaydı demişken…

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Silivri’de tutuklu olmasının en büyük kanıtı(!) kendisine ait olduğu iddia edilen Ergenekon belgeleriydi… Perinçek 5 yıldır o bozuk Türkçeyle yazılmış çapsız metnin kendisine ait olamayacağını anlatıyor, metni kendisiyle röportaj yapan gazeteci Aslı Aydıntaşbaş’ın verdiğini söylüyor…

Geçenlerde Perinçek, Aydıntaşbaş’ı davaya tanık olarak getirtti. Aydıntaşbaş belgede kendi el yazısıyla notları olduğu için “o belgeyi ben verdim” demek durumunda kaldı.

Yukarıdaki soruyu bu kez daha vurgulu sormak durumundayım: Ey Aslı Aydıntaşbaş, Türk basınının en militarist kalemi, Suriye’ye savaş ilan eden gazeteci… Neden 5 yıldır çıkıp da “o belgeyi Perinçek’e ben verdim” demedin?

ŞAMİL TAYYAR

Militarizmden bahsetmişken…

Aslı Aydıntaşbaş’la bu alanda yarışan isimlerden biri de gazeteci-milletvekili Şamil Tayyar.

Tayyar, “3 saatte Şam’a varırız” diyor ve Şam’ı Şam’il yapma rüyası görüyor! DSP adaylığından AKP yandaşlığına geçiş hızına göre yapıldığı anlaşılan bu hız hesabı, onun artık “ben buldum, patladı gitti” diyen atıcılar kralı Seyyar Tayyar’ı da geçtiğini gösteriyor!

SELÇUK ÖZDAĞ

Gazetecilikten, daha doğrusu Vakit’ten TBMM’ye transfer olanlardan biri de AKP Manisa Milletvekili Selçuk Özdağ

Özdağ, “Nazım Hikmet’in naaşı Kurtuluş Savaşı topraklarını kirletir” başlıklı yazısını da koyduğu “Vakitsiz Yazılar” kitabını Meclis’te dağıtmış…

Bakalım, Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazan Nazım’ın naaşını diline dolayan Özdağ’ın Meclis’i kirletmesine ses çıkarılacak mı?

AHMET ŞIK

Bir sözümüz de gazeteci Ahmet Şık’a… Kendisi de Ergenekon tertibiyle bir süre esir kalan Şık, hiç de şık olmayan bir işe imza atmış…

Taraf gazetesini eleştiren Ahmet Şık, meseleyi ne yapıp edip Aydınlık gazetesine getirmiş ve her ikisini de aynı kefeye koyma gafletine düşmüş.

Bu özel yeteneğinin üzerinde durmayacağım ama şimdilik şu kadarıyla yetinelim. Yolu Aydınlık’tan geçmiş Cengiz Çandar, Halil Berktay, Oral Çalışlar ve Alper Görmüş üzerinden Aydınlık’a saldırmak hem şık değil, hem ahlaki değil, hem akıl işi değil, hem de doğru değil…

ORAL ÇALIŞLAR

Oral Çalışlar demişken…

Ustamız Hasan Yalçın aramızda olsaydı, Çalışlar’ın şu yazısından kesin müthiş bir teori çıkarırdı. Bizim çapımız yetmez, naçizane şu kadarını söyleyeyim: Dönmek sadece onur gibi, şeref gibi kavramları değil, doğrudan zekâyı da etkiliyormuş!

Aksi takdirde Çalışlar, Lenin ile Erdoğan arasında nasıl bir ilişki kurabilirdi ki?! Zira parayla yazdırsan, yazılmaz!

Bakın Çalışlar dünkü köşesinde ne diyor: “Lenin’e ait ve çokça kullandığımız bir deyim vardı: ‘Devrim yolu Nevski Bulvarı gibi düz ve engebesiz değildir.’ AK Parti’nin Kürt Sorunu’yla ilişkisi, demokrasi konusundaki tercihleri de çok inişli çıkışlı bir yol izliyor.”

AKP yandaşlığına Lenin’i referans gösterebilmek, en çapsızına nasip oldu!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ekim 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ULUDERE KAVGASI – 2

Uludere’de 34 yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan olayın, AKP ve Cemaat kalemşorlarını birbirine düşürdüğünü yazdık dün.

Sevilay Yükselir, Mehmet Baransu’yu Uludere olayını perdelemekle suçladı. Akif Beki de Baransu’yu “Eline çanta tutuşturulmuş, eline kâğıt kalem verilmiş tıfıl kurye, sabiyane akıl” diye niteledi.

Baransu ise Başbakan Erdoğan’ın eski danışmanı Akif Beki’yi “saray soytarısı” diye yaftaladı.

Beki, yanıtında cemaati hedef aldı: “Cemaatin ferdi birey değildir.” Sevilay Yükselir de, Uludere’nin GES Komutanlığı’nın MİT’e devredilmesinin intikamı olduğunu yazdı.

Kuşkusuz, Yükselir’in sözlerini Baransu’ya “Boşver MİT’i, gel tıpkı eski günlerdeki gibi hep birlikte TSK’ye yüklenelim” çağrısı şeklinde de okuyabiliriz.

KİRLİ ÇAMAŞIRLAR DÖKÜLDÜ

Taraflar, Uludere olayıyla birlikte aslında birbirlerinin kirli çamaşırlarını da sergilemiş oldular. Baransu’dan, Erdoğan’ın basın danışmanı aracılığıyla medyaya yaptığı baskıyı öğrenmiş olduk. Beki’den de, Baransu’nun “eline çanta tutuşturulduğunu” öğrenmiş olduk.

Elbette bunları biliyorduk ama bizim bilgimizin dışında kendilerinin de bu gerçeği kayda düşmeleri önemli!

GERÇEK, AYDINLIK’IN MANŞETİNDE

Gelelim, aralayacağımızı söylediğimiz perdeye…

Evet, birbirlerine düştüler çünkü Uludere faciası ile iki taraf da gerçeği perdelemeye çalışıyor. Baransu MİT’i suçlayarak, Yükselir de Genelkurmay’ı suçlayarak, gerçeği gizliyor.

Peki, gerçek ne? Aydınlık gerçeği manşetten duyurmuştu:

İlk Bomba Predatörden: Uludere’de 34 yurttaşımızı öldüren bombaların önce predatörden atıldığı ortaya çıktı. F-16’lar bombalamadan 16-18 dakika sonra olay yerine ulaştı.” (Aydınlık, 8 Ocak 2012)

Predatörleri ateşleme yetkisinin ABD’de olduğunu, Nevada’dan kumanda edildiğini de vurgulayalım.

ORG. ÖZEL’İN ŞİFRELERİ

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in Milliyet’ten Fikret Bila’ya söylediklerinin satır aralarında önemli ayrıntılar vardı. Org. Özel, İncirlik’te konuşlu 4 predatörün 23 Kasım 2011’den beri faaliyette olduğunu ama sadece Irak’ın kuzeyinden istihbarat sağladığını açıkladı.

Org. Özel, söyleşinin başka bir yerinde de Uludere olayının sınır ötesinde, yani Irak’ın kuzeyinde gerçekleştiğini vurguladı! (Milliyet, 5 Ocak 2012)

PREDATÖRLÜ TERÖRLE MÜCADELE

Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’ın 2 Ocak 2012 tarihli “Ne güzel heronlarımız olacaktı” başlıklı yazısı da dikkat çekiciydi:

“Meğerse aylardır arkası kesilmeyen ‘Vay, Heron’dan istihbarat geldi hain subaylar harekete geçmedi’, ‘Vay, Predator koordinatları verdi, Genelkurmay bilginin üstüne yattı’ haberleri sonucunda medya gazıyla oluşturulan ‘süper hızlandırılmış süper sivil’ sistem de buraya kadarmış! Meğerse bizzat ‘Sayın Obama’dan’ istenen Reaper model silahlı Predatorleri satın almış olsak, 35 kişiyi hiç vakit kaybetmeden, gördüğümüz anda, çok daha ‘etkin’ bir biçimde yok edebilirmişiz!

ÜÇLÜ NEREYE BAĞLI?

“Cambaz”ın biri MİT derken, diğeri Genelkurmay diyerek gerçeği perdeliyor. Gerçi MİT’e de TSK’ye de CIA sızması olduğu ortada… Uludere, her iki adresten “dolaylı” kaynaklansa bile, esas adres ABD’dir!

Bitirirken bir ayrıntıya daha dikkat çekelim:

Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, “Mehmet Baransu, Emre Uslu ve Önder Aytaç’ın cemaatin kalemleri olarak algılanmasından rahatsız olduklarını” açıkladı. (Zaman, 9 Ocak 2012)

Acaba bu üçlünün cemaat bağını da aşan, başka bir bağı mı var?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Ocak 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

ORTA SINIF YOK, ÜST VE ALT SINIFLAR VAR

New York’taki eylemleri yerinde izleyen Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş’ın aktardığı notları okuduğumda, aklıma eski bir Bakan’la yaşadığım tartışma geldi. Aydıntaşbaş’ın notlarına döneceğiz ama önce o kısa tartışmayı aktarayım.

AKP’ye karşı “merkez sağ”ı örgütlemeye kalkan eski bir Bakan’a 2005 yılında söylemiştim: “Merkez sağ için orta direk lazım. Orta direk, ekonominin en üst ve en alt dilimlerinin dışında kalan ortadaki üç adet yüzde yirmilik, yani yüzde altmışlık dilimdir. Oysa Türkiye’de artık, yüzde 20’lik bu üç dilim, en alt yüzde 20’lik dilimle en üst yüzde 20’lik dilime eşit mesafede değil ki! En
üstteki yüzde 20’lik dilimle, diğer dilimler arasındaki makas açıldı. Hatta en üst yüzde 20’lik dilimin kendi içinde bile makas açıldı. Dolayısıyla Turgut Özal gibi iktidar şansı olan ‘merkez sağ’ bir parti kurmanız mümkün değil!”

Sonrası malumunuz… AKP’ye alternatif bir merkez sağ parti kurulamadı. Ve bırakınız kurulacak merkez sağ bir partiyi, TBMM’ye girebilmeyi sağlayan mevcutlar bile AKP’ye alternatif olmadılar, olamazlar. Zira AKP’nin alternatifinin, “sistem içi çözüm arayan bir parti” olamayacağı gerçeği ortada. Çünkü sistem içinde artık çözüm yok.

ABD’DE ARTIK SADECE ÜST SINIF VAR

Peki, 6 yıl geriye gidip bu tartışmayı anımsamama neden olan neydi? Doğrudan Aslı Aydıntaşbaş’ın New York eylem notlarından, “Wall Street İşgalcileri” ile sohbetlerinden aktaralım:

“Etrafa bakıp biraz provokatif olmaya karar veriyorum: ‘Burada orta sınıftan kimse yok. Başarılı olmanız için orta sınıf desteği lazım.’ Maryland’den yuvarlak gözlüklü ve daha sonra 2008’de işini kaybettikten sonra mortgage’ını ödeyemediği için evini de kaybettiğini anlatan Erin cevap veriyor: ‘Artık orta sınıf yok ki. Üst ve alt sınıflar var. Ve aşağıdaki herkes üst sınıfı zengin etmek için çalışıyor. Üstelik…’ diye devam ediyor ‘Her hareket ufak başlar. İngilizlere karşı ulusal mücadelemiz de marjinal bir hareket sayılmıştı.’” (Milliyet, 10 Ekim 2011)

Wall Street İşgalcileri’nin en çok kullandığı sloganların “Bu düzen devam etmez” ve “Zenginler zenginleşiyor, fakirler
fakirleşiyor. Eşitlik istiyoruz
.” olduğunu da belirtelim.

WISCONSIN İŞGALİ

İşgalci Erin’in “İngilizlere karşı ulusal mücadelemiz de marjinal bir hareket sayılmıştı” şeklindeki iddiasını bir kenara bırakırsak, bugünün eylemini anlamamız için ABD’deki şu son dönem gelişmeleri anımsamalıyız.

2008 krizinin bir türlü aşılamaması, ABD eyaletleri içinde de büyük tartışma yarattı. Zengin eyaletler, ürettiklerini fakir eyaletlerle artık paylaşmak istemiyor! Bu durum, eyalet meclisleri ile federal meclis arasında çeşitli krizlerle kendini
gösterdi.

Pek çok eyaletin zorunlu bütçe kesintisi uygulaması, ABD’de eylemli muhalefet yarattı. Örneğin “sendikaların toplu sözleşme hakkını ve kamu sektörü çalışanlarının haklarını” budayan yasayı geçiren Wisconsin Eyalet Meclisi, haftalarca işgal edildi. 70 bin kişilik eylemlerde işçiler, öğretmenler, öğrenciler, Wisconsin Üniversitesi asistanları ve yerel işletme sahipleri yer alıyordu.

PAYLAŞILACAK ZENGİNLİK KALMADI

Zenginliğin paylaşıldığı, bu zenginlikten alt sınıflara da pay dağıtıldığı dönem artık geride kaldı! ABD’nin paylaştıracağı bir zenginliği kalmadı… Üstelik ABD, dünyanın en borçlu ülkesi…

Yoksulluk oranı 2011’de yüzde 15,1’e yükseldi; 46,2 milyon ABD’li yoksulluk sınırın altında yaşıyor. Yani her altı ABD’liden biri artık yoksul! Ve her 10 ABD’liden biri de işsiz! (ABD’de işsizlik oranı yüzde 9,2 iken, siyahlar arasında bu oran yüzde 20.) Mississippi, Tennessee, Louisiana, Kentucky, Alabama gibi eyaletlerde sağlık sigortası olmayanların oranı yüzde 20’lere kadar
çıkıyor!

Kısacası Amerikan rüyası bitiyor ve yeni bir “Asya Çağı” başlıyor!

Artık mesele, Türkiye’nin “Küçük Amerika” olmaktan vazgeçmesi ve Asyalı olduğunu anımsamasıdır! Ve Türkiye’ye Asyalı olduğunu da ancak “sistem dışı çözümü olan” Avrasyacı bir parti, İşçi Partisi gösterebilir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Ekim 2011

, ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın