Posts Tagged BM

BRICS’in kurumlaşma zirvesi

BRICS’in Rusya-Kazan’daki 16. liderler zirvesi, esas olarak örgütleşme, kurumlaşma zirvesi oldu. 

Haklı olarak “BRICS daha önce örgüt ya da kurum değil miydi” diye sorabilirsiniz. Elbette örgüttü, tabii ki kurumdu. Ancak örgüt de kurum da dinamik bir yapıdır. 16. zirve ile kurumlaşma derinleşti, gelişti ve BRICS’in ana hedeflerine ulaşabilme potansiyelini ortaya koyan bir yapı haline geldi.

BRICS’in üç hedefi

BRICS en başından itiabren üç sütun üzerinde yükselmeye çalışıyor: 1) Siyasi ve güvenlik sütunu. 2) Ekonomik ve finansal sütun. 3) Kültürel ve halklararası işbirliği sütunu. 

Bu üç sütun üzerinde yükselerek; 1) üyeleri arasında işbirliğini geliştirmeyi, 2) daha temsili ve adil bir uluslararası düzen inşa etmeyi ve 3) yeniden yapılandırılmış çok taraflı bir sistem oluşturmayı hedeflemektedir. 

İşte 16. zirve, bu hedeflere yaklaşabilecek bir yapıyı oluşturmanın zirvesi olarak tarihe geçecektir. Nitekim Kazan’daki zirvenin teması da şuydu: “Adil Küresel Kalkınma ve Güvenlik İçin Çok Taraflılığın Güçlendirilmesi.”

Yeniden yapılandırılmış güçlü BM

134 maddeli sonuç bildirgesi incelendiğinde, BRICS’in kurumlaşmayı derinleştirdiği görülecektir. Bu köşenin sınırları içinde inceleyecek olursak:

Bildirinin “Daha Adil ve Demokratik Bir Dünya Düzeni İçin Çok Taraflılığın Güçlendirilmesi” ana başlığı altında işaret edilen konulardan şu ikisi öne çıkıyor:

İlki, BRICS’in, BM’nin, Güvenlik Konseyi de dahil reformu desteklediği vurgusu. 15. zirvede de yer alan bu amaç, daha da vurgulanmış görünüyor. Özetle BRICS ülkeleri daha güçlü bir BM istiyor ve bunun Batı‘nın BM’deki hakimiyetinin zayıflatılmasıyla mümkün olacağını öngörüyor.

İkinci önemli konu ise BRICS ülkelerinin, küresel işbirliğinin en önemli aracı olarak G20’yi işaret etmesidir. Küresel Güney ülkelerinin ağırlığının arttığı G20, aynı zamanda ABD’nin tek hakim olduğu G7’yi sınırlandırma işlevine sahip.

Yeni Kalkınma Bankası güçlendiriliyor

”Küresel ve Bölgesel İstikrar ve Güvenlik İçin İşbirliğinin Artırılması” ana başlığı altında öne çıkan konulardan biri ise BRICS Terörle Mücadele Çalışma Grubu’na dair olandır. Zirvede, çalışma grubunun altında, terörle mücadele stratejisine ve eylem planını dayalı, beş alt grup ile Terörle Mücadele Çalışma Grubu Pozisyon Belgesi kabul edildi. 

“Adil Küresel Kalkınma İçin Ekonomik ve Finansal İşbirliğinin Teşviki” ana başlığı altında ise şu konular öne çıktı: BRICS Yeni Kalkınma Bankası’nı güçlendirmek üzere bir yatırım platformu oluşturulması kararlaştırıldı. BRICS Bankalararası İşbirliği Mekanizması, yerel para birimlerinde kabul edilebilir bir finansman mekanizması üzerinde çalışmakla görevlendirildi. BRICS Tahıl Borsası’nın hayata geçirilmesi tasarlandı. 

Ve BRICS ülkeleri, İsrail’in saldırıları, Suriye, Ukrayna başta küredeki hemen tüm sorunlar için de görüş ve tutum açıkladı.

Ortaklık mekanizması

Çok kısaca özetlediğimiz bu mekanizmalar, platformlar, alt gruplar, başta belirttiğimiz “kurumlaşmanın” çapına işaret etmektedir.

Ve asıl önemlisi, BRICS+ da, yeni tip bir ortaklık mekanizmasıyla daha da kurumlaşmaktadır. Önümüzdeki günlerde BRICS’in ortakları olarak 10’un üzerinde ülke resmi olarak açıklanacaktır. 

Öte yandan Rusya ve Putin’i tecrit etmeye çalışan ABD ve müttefikleri için de Kazan Zirvesi tam bir yanıt oldu. 30’dan fazla devlet ve hükümet yetkilisi Kazan’daydı ve Putin’le ikili görüşmeler yaptı. Nitekim Putin’in liderliğinde yapılan BRICS+ etkinliğinin mottosu da şöyleydi: “BRICS ve Küresel Güney: Birlikte Daha İyi Bir Dünya İnşa Ediyoruz.”

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Ekim 2024

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

1 suikast, 3 yalan, 1 mit

İsrail, Hamas lideri İsmail Haniye’den sonra, yerine geçen Yahya Sinwar’ı da öldürdü. Böylece İsrail Hamas liderliğini yoketme suikastlarına bir yenisini eklemiş oldu. 

Her ne kadar ABD Başkanı Joe Biden, dünya kamuoyunu oyalamak için “Sinwar barışa ulaşılmasının engeliydi, bu engel artık yok” dese de, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Gazze’ye operasyonların süreceğini belirtti.

Sinwar suikastı, aynı zamanda ABD-İsrail ikilisinin ikiyüzlülüğünü, kirli savaşını, gri ve kara propagandalarını da ortaya koydu. 

“Sinwar İsraillileri canlı kalkan yaptı” yalanı

İsrail en başından beri Yahya Sinwar’ın İsrailli rehineleri kendisine canlı kalkan yaptığını propaganda ediyordu. Netanyahu hükümeti, böylece hem “rehinelerin kurtarılması için ateşkes” isteyen İsrail kamuoyunu oyalıyor hem de dünyaya Hamas’ı “sivilleri canlı kalkan yapan” bir kötülük organizasyonu gibi göstermeye çalışıyordu. 

Oysa İsrail ordusu ile çatışarak ölen Yahya Sinwar’ın öldürüldüğü evden tek bir İsrailli rehine çıkmadı!

“UNWRA çalışanı yanındaydı” yalanı

İsrail BM organizasyonlarını Hamas ve Hizbullah’ı kollamakla suçluyor. Bu nedenle Gazze’de görev yapan BM Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nı (UNRWA) sürekli hedef aldı. Öte yandan İsrail, yakın zamanda BM Lübnan Geçici Barış Gücü (UNIFIL) üslerini de hedef aldı. Ve İsrail, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i de “istenmeyen adam” ilan etti.

İsrail, Yahya Sinwar suikastı sırasında da UNRWA’yı hedef almayı sürdürdü. Sinwar’ın yanında bir UNWRA çalışanının öldürüldüğünü iddia etti. Böylece dünyaya Hamas-BM personeli işbirliği bulunduğunu göstermiş olacaktı. 

UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini, İsrail’in iddiasının dezenformasyon olduğunu belirterek “Sinwar’ın yanında öldüğü iddia edilen UNRWA personelinin hayatta olduğunu teyit ederim, kendisi şu anda Mısır’da yaşamakta” dedi.

“Sinwar barışı reddetti” yalanı

ABD-İsrail cephesinin Sinwar’la ilgili bir diğer yalanı da “barışı engellediği” iddiasıydı. Oysa barışı engelleyen gerçekte Sinwar değil, Netanyahu’ydu. 

Anımsayalım: İsrail’in Gazze’deki soykırımı seçim öncesi ABD hükümetini sıkıntıya sokunca, ABD Başkanı Biden bir “ateşkes planı” açıklamıştı. Mısır ve Katar’ın da arabulucu olduğu bu ateşkes planının yürürlüğe girmesini Netanyahu sürekli önledi; müzakereleri tıkamak için sürekli yeni şartlar ileri sürdü, her seferinde planı uygulanamaz hale getirecek taleplerde bulundu. 

Öyle ki artık Biden’ın planının yerini bambaşka bir taslak almıştı; Hamas’ın kabul edebileceği bir plan olmaktan çıkmıştı. Sonuç olarak ABD Başkanı Biden’ın ateşkes planını Sinwar değil, gerçekte Netanyahu reddetmişti!

Asıl fail ABD

ABD Başkanı Biden, Sinwar’ın öldürüldüğünden memnuniyet duyduğu açıklamasında bir gerçeği de dile getirdi: İsrail ordusu, ABD istihbaratıyla Hamas lideri Yahya Sinwar’ı öldürebilmişti. 

Konu, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’a soruldu. Sullivan, “Sinwar dahil Hamas liderlerinin çoğunun ABD’nin istihbarat desteğiyle takip ve tespit edildiklerini” belirtti (Amerika’nın Sesi, 18.10.2024). 

Konu basın toplantısında ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Sözcüsü Pat Ryder’a da soruldu. Ryder “Hamas liderlerinin yerlerinin tespitinde genel olarak ABD’nin bilgi ve istihbarat katkısı olduğunu ama Amerikan askerlerinin Sinwar’ın öldürülmesinde doğrudan dahli bulunmadığını” belirtti. 

İşte, gerçek budur ve İsrail’in istediği yerde istediği kişiyi ortadan kaldıracak güçte olduğu bir mitten ibarettir: ABD istihbaratı yoksa, İsrail suikastları yoktur. ABD silahları yoksa, İsrail saldırganlığı yoktur. ABD füze savunması yoksa, İsrail’in demir kubbesi delik deşiktir. ABD veto kartı yoksa, İsrail’in dokunulmazlığı yoktur.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Ekim 2024

, , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

İsrail BM’ye düşman

İsrail, Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü’nü (UNIFIL) bir kaç kez hedef alan saldırılarıyla, artık BM’ye açıkça düşmanlık yürüttüğünü ortaya koydu. 

Zira İsrail, geçen günlerde de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen adam” ilan ederek, tüm dünya ülkelerinin çatı örgütünü karşısına almıştı. 

İsrail öncesinde de Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’nı (UNRWA) defalarca hedef alarak diplomatları öldürmüştü. 

Barış Gücü’nün görevi

BM Lübnan Geçici Barış Gücü’nün (UNIFIL) kuruşulu 1978’e dayanıyor. UNIFIL, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 425 ve 426 sayılı kararlarıyla uluslararası hukuka göre görev yapıyor. UNIFIL’ın görevi, 2006’da alınan 1701 sayılı kararla güçlendirildi. 

46 ülkeden ve 10 binden fazla askerin görev yaptığı UNIFIL, kurulduğu yıldan itibaren görev süresi düzenli yenilenen bir “barış koruma misyonu”dur. Lübnan ile İsrail arasında “Mavi Hat” olarak bilinen sınır boyunca müdahale gücü olarak hareket etme yetkisine sahiptir. 

Üssü işgal etti, ana girişi ve gözlem kulesini vurdu

İsrail ordusu, 10 Ekim’de UNIFIL’ın bir gözlem kulesini hedef almıştı ve iki barış gücü askeri yaralanmıştı. 

İsrail ordusu ertesin gün de, 11 Ekim’de, Lübnan’ın güneyindeki Ras Nakura bölgesindeki UNIFIL komuta merkezinin ana girişini top mermisiyle hedef aldı. İsrail ordusu aynı gün, UNIFIL’ın bir gözlem kulesini de tankla vurdu. İsrail ordusu, Lübnan’ın güneyindeki Ramyah’da bulunan BM üssüne de zorla girdi. 45 dakika süren işgalde 15 barış gücü askeri yaralandı. 

Bu saldırılar planlı bir şekilde yürütülüyor. Zira İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, saldırılardan önce BM Genel Sekreteri’ne seslenerek, “UNIFIL’ı çekmesini” istemişti.

İtalya’dan İsrail’e tepki

UNIFIL’da görev yapan en büyük ikinci grubu, İtalyan askerleri oluşturuyor. İtalya 7 Ekim’den bu yana hep İsrail’den yana tutum alıyordu. Ancak İsrail’in UNIFIL’a saldırması, Roma’nın da tutumunu değiştirmesine neden oldu. 

İsrail, İtalya’dan askerlerini çekmesini isterken, İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto “İtalya ve BM, İsrail’den emir almaz” diyerek tepki gösterdi; İtalya Dışişleri Bakanı Antonio Tajani soruşturma başlatılmasını istedi, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni de “İsrail’in asker çekilmesi talebinin reddedildiğini” ilan etti. 

İspanya-İrlanda’dan AB’ye çağrı

İsrail’in BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i “istenmeyen adam” ilan etmesi üzerine 104 BM üyesi ülke ve Afrika Birliği, Guterres’e destek ve İsrail’e kınama mektubu yayımladı. 

Mektupta Guterres’in “BM Şartı’nda belirtilen amaçlara ulaşılmasında hayati bir rol oynadığı” vurgulandı. 

İsrail’i hedef alan bir diğer girişim de İspanya ve İrlanda’dan geldi. İki ülke, İsrail’in UNIFIL’a saldırması nedeniyle, AB-İsrail Ortaklık Anlaşması’nın sonlandırılmasını istedi. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, BM misyonunun Lübnan’dan çekilmeyeceğini belirterek, İsrail’i kınadı. 

İspanya, Fransa’nın ardından İsrail’e silah sevkiyatının kesilmesini isteyen ikinci Avrupa ülkesi oldu. Yine İspanya, İrlanda ile birlikte geçen aylarda Filistin’i tanıma kararı alarak, Avrupa’da önemli bir süreci başlatmıştı; bu ikiliyi Norveç ve Slovenya izlemişti.

Veto kartı altında ezilen hukuk

İsrail’in BM’yi de karşısına alan bu saldırganlığı, kuşkusuz ABD’nin koruma kalkanı altında yapılıyor. İsrail, ABD’nin veto kartı sayesinde, BM’nin kararlarından korunuyor. 

Diğer yandan İsrail, ABD silahlarıyla saldırıyor ve ABD savunma sistemleriyle korunuyor. Dolayısıyla tabloyu “ABD sponsorluğu yoksa, İsrail saldırganlığı da yoktur” diye özetleyebiliriz. 

Ancak İsrail’in pervasızlığı, en sonunda ABD’ye de yük olacak. ABD zaten BM Genel Kurulu’ndaki oylamalarda artık İsrail’e destek verecek ülke bulamamakta, veto kartı sayesinde durumu idare etmektedir. 

İsrail’in BM’ye saldırıları, BM’de reform tartışmalarını hızlandırabilir. Zira uluslararası hukukun ABD veto kartının altında ezilmesi, giderek Avrupa içinde de tepki topluyor. Ve giderek daha çok Avrupalı, ABD’nin Ukrayna ve İsrail yükünden şikayetçi oluyor.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
15 Ekim 2024

, , , , , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

Küresel düzen savaşsız değişir mi?

Haklı olarak soruluyor: Mevcut küresel düzen II. Dünya Savaşı’yla oluştu, savaşsız değişir mi? 

Tarihte bu tür değişikliklerin büyük oranda savaşla olduğu bir gerçek. Çağımızdaki son değişim ise bir istisna: İngiltere liderliğini ABD’ye savaşsız teslim etti, daha doğrusu iki savaşla güçten düştüğü için savaşsız teslim etmek zorunda kaldı. 

Peki ABD savaşmadan liderliğini bırakır mı?

Savaşsız çözüm yolları

Küresel Güney şu üç yolla savaşsız çözüm arıyor:

1) Kolektivizm: Çin başta Küresel Güney ülkelerinin ekonomi ve siyasi ağırlıkları oranında uluslararası örgüt ve kurumlarda temsiliyet istedikleri ortada. Ama bu Çin’in bir dünya liderliği devri istediği anlamına gelmiyor. Zaten çok kutupluluk, demokratik bir küresel yönetişimi gerektiriyor. Uluslararası düzenin demokratikliği de ülkelerin adil temsiliyetine dayanacaktır. 

Kısacası ABD’nin “tek” liderliğine karşı, çok merkezli bir düzen. İşte bu kolektivizm anlayışı, ABD’yi savaşsız çözüme zorlamaktadır.

2) BM’nin rolü: Küresel Güney ülkeleri, uluslararası düzenin adil ve demokratik dönüşümünde BM’nin merkezi bir koordinasyon rolüne işaret ediyorlar. Bu da ABD’yi savaşsız çözüme zorlayacaktır. 

3) Zamana yayma: Bu büyük küresel dönüşümün savaşsız olması için Çin’in izlediği ağır, zamana yayan, kontrollü ve dengeli yol da önemli bir faktör elbette… 

Artık 193 üye var

BM’de reform çağrıları işte bu şartlarda gelişiyor. 79. BM Genel Kurulu, liderlerin reform çağrılarına sahne oldu.

Çünkü 1945 düzeni artık çalışmıyor, Soğuk Savaş bitti, ABD’nin kısa süreli tek kutuplu dünya hakimiyeti dönemi de bitti. Artık çok kutuplu dünya döneminin başındayız. BM’nin de buna göre dönüşmesi gerekiyor. 

Daha somut söylersek: BM, 1945’te 50 ülkenin bulunduğu bir dünyada ve II. Dünya Savaşı’nın galiplerinin BM Güvenlik Konseyi’nin veto kartlı 5 daimi üyesini oluşturduğu şartlarda kuruldu.

Ancak bugün BM’de 193 ülke var!

Reform ama nasıl?

ABD, “reformun şart olduğu” gerçeğini görüyor ve mecbur kalacağı değişimin kontrolünde olmasını, veto gücünü sürdürebilmeyi hedefliyor. O nedenle de BM Güvenlik Konseyi’nin genişlemesinde; birincisi istediği yeni ülkelerin bulunmasını, ikincisi de yeni üyelerin veto hakkının olmamasını savunuyor. 

Evet, BM’de reform şart ama nasıl? Artık asıl mesele bu… 

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’nin bu “kontrollü reform” çabasına karşı uyarıyor; BM Güvenlik Konseyi’ndeki reformun “suni bir şekilde hızlandırılmaya çalışıldığına” dikkat çekiyor ve “Çin’le birlikte sürecin tehlikeli oyunlara dönüştürülmesine izin vermeyeceklerini” belirtiyor (Sputnik, 25.9.2024)

Lavrov, daha önemlisi, BM’nin bölünmesi yerine ortak mutabakat sağlanmasına çabaladıklarını vurguluyor. 

Reformda iki temel yol

Sonuç olarak çok kutupluluk şartlarında BM Güvenlik Konseyi’nde reform yapılması artık kaçınılmaz. Küresel Güney ülkeleri, ağırlıklarını elbette temsiliyetlerine yansıtacaklar. 

Reformun önünde iki temel yol var: Kolektif Batı’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki konumunu korumaya çalışan yolu ve Küresel Güney’in BM düzenini demokratikleştirmek yani adil temsiliyeti sağlamak isteyen yolu. 

Bu ikinci yol, BM Genel Kurulu’nun yetkisinin genişletilmesine, kararlarda BM Genel Kurulu ile BM Güvenlik Konseyi arasında sıkı bir ilişki olmasına, vetoda nitelikli çoğunluk aranmasına, azınlık vetolarının işlerliğinin ancak BM Genel Kurulu’nda nitelikli çoğunluk tarafından kabulüne dayanmalıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Eylül 2024

, , , , , , , , ,

2 Yorum

Gelecek Paktı ve yeni düzen

BM Genel Kurulu öncesinde düzenlenen “Geleceğin Zirvesi”nde, 143 üyenin evet oyuyla “Gelecek Paktı” kabul edildi. Nedir Gelecek Paktı peki?

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres‘in şu açıklaması yanıta işaret ediyor: “Geleceğin Zirvesi bize az önce kabul edilen bir pakt ortaya çıkardı. Bu pakt sadece acil krizlere çözüm bulma vaadimizi değil, aynı zamanda sürdürülebilir, adil ve barışçıl bir küresel düzen için temel atma vaadimizi de temsil ediyor.” (AA, 22.9.2024).

Böylece Gelecek Paktı ile yeni bir küresel düzen için temel atılmış oluyor. Nasıl bir küresel düzen peki? Sürdürülebilir, adil ve barışçıl. Çünkü mevcut 1945 düzeni artık ihtiyacı karşılamıyor. 

21 Eylül’de Cumhuriyet’te “BM Güvenlik Konseyi’nde reform” başlığıyla ele aldım: “Çok kutupluluk BM Güvenlik Konseyi’nde reformu zorunlu hale getirdi, buradan dönüş yok. Artık mesele bunun nasıl olacağı ve kimleri kapsayacağı. Asıl mücadele de burada yürüyecek.”

İşte o mücadele başladı. 143 üyenin evet oyuyla Gelecek Paktı’nın kabul edildiği müzakerelerde, “BM Güvenlik Konseyi reformu” konusunda bir anlaşma sağlanamadıysa da (AA, 22.9.2024) konu artık gündemdedir. 

Mevcut düzeni kimler istiyor?

Mevcut düzeni ABD ile müttefikleri İngiltere ve İsrail istiyor. Çünkü mevcut düzendeki ABD’nin “keyfi vetosundan” en çok İsrail yararlanıyor. Avrupa devletlerinin bir bölümü bile, özellikle AB’yi “stratejik özerk” yapmak isteyenler de mevcut düzenin değişmesi gerektiğini savunuyor. 

Böyle olduğu için de ABD olası bir değişimi kontrolünde tutmaya, kendi konumunu korumaya çalışıyor. İşte ABD’nin “BM Güvenlik Konseyi genişlesin ama yeni üyelerin veto hakkı olmasın” yaklaşımı bu nedenledir.

Evet, Avrupa’nın ABD’den stratejik özerk olunması gerektiğini savunan ülkeleri de mevcut düzenin değişmesi gerektiğini savunuyor. Bunların başında da Fransa geliyor. 

Fransa’dan yeni düzen çağrısı

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron mevcut düzenin “eksik ve adaletsiz” olduğunu savunarak, yeni bir düzenin inşa edilmesi gerektiğini savundu ve bu yönde çağrı yaptı.

Macron’un iki temel mesajı var: 

– “Avrupa’nın ne tam olarak AB ne de kararlı bir şekilde NATO olmadığı gerçeği hesaba katılmalı. Yeni bir Avrupa örgütlenmesi düşünülmeli.” (Nitekim Paris bu nedenle Avrupa Siyasal Topluluğu’nun inşasını savunuyor.)

– “Yüksek nüfuslu birçok ülke yeterince temsil hakkına sahip olmadığından, uluslararası sistem eksik ve adaletsizdir. Bu nedenle yeni uluslararası düzen inşa edilmeli.” (AA, 23.9.2024)

BM’nin merkezi koordinasyon rolü

Görüldüğü gibi yeni düzen ihtiyacı, artık kaçınılmazdır. Çünkü çok kutupluluk şartlarında, çok kutupluluğa uygun düzen gerekmektedir.  Çünkü ekonomik ve siyasal ağırlığı artan Küresel Güney’in ağırlığına orantılı temsiliyeti şarttır. 

Gelecek Paktı ile birlikte konu artık BM’nin de gündemindir. Dahası BM Küresel Güney ülkelerinin de savunduğu gibi, bu dönüşümün merkezinde olacaktır. 

Geleceğin Zirvesi’nde konuşan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin o role şu sözlerle işaret etmektedir: “BM’nin çok kutuplu dünyamızda, küresel meydan okumalara BM Genel Kurulu düzeyinde yanıt bulma yolunda örgüte üye ülkelerin pozisyonlarını yaklaştırarak merkezi bir koordinasyon rolü oynaması gerektiğine inanıyoruz.” (Sputnik, 23.9.2024)

Sonuç olarak, küresel büyük dönüşüm başladı, savaşsız dönüşüm için ağır, kontrollü ve dengeli ilerliyor. 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk Gazetesi
24.9.2024

, , , ,

1 Yorum

BM Güvenlik Konseyi’nde reform

BM Genel Kurulu başlıyor. BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) reform yapılması, bu yılki genel kurulun önemli konu başlıklarından biri. Genel kurul başlamadan bazı ülkeler bu konuda görüş açıkladılar. 

Nitekim BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de “mevcut çok taraflı kurumların 80 yıl önce oluşturulduğunu, küresel kurumların 21. yüzyıla göre uyarlanması ve güncellenmesi gerektiğini, mevcut sınamalarla mücadele için değişimin şart olduğunu” belirtti (AA, 18.9.2024).

1945 düzeninin sonu geldi

BM Güvenlik Konseyi’nde şu iki temel nedenle reforma ihtiyaç var:

1) Veto yetkisinin kötüye kullanılması, sorunları kangrenleştiriyor. Örneğin ABD’nin İsrail’i koruyan ve bir Filistin Devleti’nin kurulmasını önleyen vetoları, bu sorunun çözümünü engelliyor.

2) 1945 düzeni, II. Dünya Savaşı’nın galiplerinin düzenidir. BMGK’nin beş daimi üyesi, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin, hem galip hem de nükleer güçtür. Ancak dünya değişiyor. Batı’nın ekonomik ve siyasi ağırlığı azalıyor; Asya yükseliyor, Afrika ayağa kalkıyor, Güney Amerika silkiniyor, kısacası Küresel Güney ülkeleri yeni dünyada daha fazla ağırlık kazanıyor. Çok kutuplu yeni bir dünya inşa oluyor. Bu tablonun elbette BM Güvenlik Konseyi’ne yansıması lazım.

ABD “vetosuz yeni üye” istiyor

Peki ABD işaret ettiğimiz bu iki temel gerekçe hakkında ne düşünüyor?

ABD’nin en büyük endişesi veto hakkı. Bu konuda ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas Greenfield açık ve net konuştu: “BMGK’deki veto yetkimizi, çıkarlarımızı gözetmek için kullanıyoruz, bunun için bir mazeret beyan etmeyeceğiz.” (AA, 17.9.2024).

ABD artık karşısında duramayacağı BM Güvenlik Konseyi’nin genişlemesi konusunu da vetoya bakışı temelinde çözmek istiyor. Şöyle ki ABD, BMGK’ye Afrika kıtasından iki yeni üyenin katılmasını istiyor ama veto hakları bulunmaması şartlarıyla! 

Yani ABD vetoyu mazeret belirtmeden sadece çıkarları için kullandığını söylüyor ama yeni daimi üyelere veto hakkı verilmesini istemiyor. Gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Veto hakkı olan ülke sayısının artması, BM Güvenlik Konseyi’ni kilitler!” Oysa uygulamada konseyi kilitleyen, küresel sorunların çözümünü engelleyen asıl veto, kendisininki!

Afrika’sız BM düzeni olmaz

ABD ayrıca, BM Güvenlik Konseyi genişleyecekse, burada Almanya ve Japonya gibi müttefikleriyle, Çin’e karşı denge aracı gördüğü Hindistan’ın olmasını istiyor (AA, 12.9.2024).

Bunun bir sulandırma olduğu ortada. Nitekim BRICS üyesi Güney Afrika Devlet Başkanı Cyrill Methamel Ramaposa, ikinci sınıf daimi üyeliği kabul etmediklerini, mevcut üyelerle benzer haklara sahip olmaları gerektiğini, 1.3 milyar nüfuslu Afrika’nın güvenlik konseyinde temsil edilmediği BM’nin rolünün zayıflayacağını belirtti (Report, 13.9.2024).

Dikkat çekici önerilerden biri de NATO’nun yeni üyesi Finlandiya’dan geldi. Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb’ın BM Genel Kurulu’nda gündeme getireceğini belirttiği öneri şöyle: “BMGK’nin daimi üye sayısı beşten ona çıkarılmalı. Bu yeni beş üyenin biri Güney Amerika’dan, ikisi Afrika’dan ve diğer ikisi de Asya’dan olmalı.” (Harici, 18.9.2024).

Ancak Stubb BM Güvenlik Konseyi’nde hiçbir ülkenin veto hakkının olmamasını istiyor. Hatta Rusya’nın üyelikten çıkarılmasını savunuyor.

Çok kutupluluğa uygun BMGK

Çok kutupluluk BMGK’de reformu zorunlu hale getirdi, buradan dönüş yok. Artık mesele bunun nasıl olacağı ve kimleri kapsayacağı. Asıl mücadele de burada yürüyecek. 

Çünkü Batı biliyor ki buna direnilirse, BM düzeni toptan çökecek. Nitekim Finlandiya Cumhurbaşkanı Alexander Stubb buna işaret ediyor: “Güney Amerika, Afrika ve Asya’dan Küresel Güney ülkeleri sistemde temsil edilmezse, BM’ye sırt çevirecekler.”

Sonuç olarak dünya değişiyor, çok kutupluluğa uygun “geniş BMGK”nin ayak sesleri geliyor ama bizdeki kimi kesimler hâlâ BRICS’e dudak büküyor!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
21 Eylül 2024

, ,

2 Yorum

TÜRKİYE’Yİ ZOR DAVALAR BEKLİYOR

Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitaliy Çurkin, Güvenlik Konseyi’nin 68. oturumunda Suriye’deki kimyasal saldırının büyük bir komplo olduğunu söyledi. Çurkin’in tezine delili ise Türkiye açısından alarm zilleri çaldıracak cinstendi. Rus diplomat, “Mayıs ayında Türkiye’de Sarin maddesi ile yakalanan Suriyeli militanların gözaltına alınmasına ve bazı Suriyeli ve Türk vatandaşların kimyasal silah yapımı için 10 ton bileşim satın almaya kalkışmasına” dikkat çekti.

Bu tezlerin hem de BM toplantısında dile getiriliyor olması, artık Türkiye’nin nasıl bir sorunla karşı karşıya bulunduğunun göstergesidir!

Açık ki AKP Hükümeti, komşularına uyguladığı düşmanlık politikasıyla Ankara’yı bölgede ve dünyada yalnızlaştırmakla kalmıyor, davalar açılmasını gerektirecek noktalara sürüklüyor…

HÜKMETYAR’IN DİZİNİN DİBİNDEN

Kuşkusuz bu tablonun öyküsü, Recep Tayyip Erdoğan’ın “Hikmetyar’ın dizinin dibinde” oturduğu yerde başlıyor. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olacak Recep Tayyip Erdoğan, daha o gün hem ne türden ilişkilere gireceğini göstermiş oldu hem de Türkiye’yi nasıl yöneteceğini…

Bakın burası oldukça önemli. Çünkü Gülbeddin Hikmetyar ABD’nin SSCB’yi çevreleme stratejisinin enstrumanlarındandır, CIA’nın SSCB’ye karşı sahaya sürdüğü piyonlardandır.

Ve Hikmetyar aynı zamanda savaş suçlusudur. Ağustos 1992’de Hikmetyar kuvvetlerinin roket saldırısıyla en az 2 bin sivili öldürdüğü ve yarım milyon insanı da Kabil’i terk etmek zorunda bıraktığı, İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin raporlarındadır.

Her gün ekranlardan yalnızlıklarına “değerli” kavramı ekleyenlerin, yalnızlıklarını ahlaki tutumlarına bağlayanların geçmiş ilişkilerinde, işte bu türden katliam sahipleri vardır!

İKTİDARIN SUÇ DOSYASI

Ankara’nın kabaran dosyalarında nelerin olduğunu kısaca özetleyelim:

1. Yemen’e gönderilen ve bir kısmı Yemen güvenlik kuvvetlerince yakalanan silahlar.

2. Suriye’de savaşması için Libya’dan deniz yoluyla İskenderun’a getirilen teröristler.

3. 2003 Sinagog, Konsolosluk ve Demirbank saldırıları sonrası tutuklanan 63 El Kaide üyesinin tamamının 2011 yılına kadar parça parça serbest kalması ve bunların bir kısmının Suriye’de Şam yönetimine karşı savaşması.

4. Afganistan, Çeçenistan ve Bosna’dan gelen CIA eğitimli cihatçı grupların Hatay üzerinden Suriye’ye savaşmaya gitmesi.

5. Komşu bir devleti yıkmaya çalışan terörist gruplara koordinatörlük yapmak: Bu grupları Antalya’da otellerde ağırlamak, İstanbul’da kapalı toplantılarda örgütlemek, uluslararası tanınırlıkları için Dışişleri Bakanlığı’nı seferber etmek.

6. Suriyeli silahlı terörist gruplara lojistik destek vermek.

7. Artık ABD istihbarat raporlarına bile yansıyan “Nusra’ya kimyasal Türkiye’den gitti” suçlaması.

8. Irak’taki Maliki hükümetini devirmeye çalışmak. Maliki hükümetine karşı darbe yapmaktan mahkûm olan Haşimi’yi Türkiye’de aylarca ağırlamak.

TÜRKİYE’Yİ BELADAN KURTARMAK

İzlenen “düşmanlık” esaslı dış politika, açık ki sürekli suç üretiyor. Ve yalnızca bir kısmını listelediğimiz bu suçlar, dünya dengeleri ABD’nin aleyhine geliştikçe, uluslararası kamuoyunun gündemine sıra sıra gelecektir.

Türk devleti, Rus diplomat Vitaliy Çurkin’in kimyasal suçlamasını, ciddi bir uyarı olarak değerlendirmelidir. Daha doğrusu Türk milleti, Türkiye’nin daha fazla başının belaya girmemesi ve uluslararası davalara konu olmaması için bu soruna artık el koymalıdır.

Zira AKP iktidarı, Türkiye ve bölge için ciddi bir güvenlik sorunudur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Eylül 2013

, , , ,

1 Yorum

ERDOĞAN BATI KARŞITI OLABİLİR Mİ?

Başbakan Erdoğan Batı’ya dair iki önemli açıklama yaptı:

Erdoğan önce BM Genel Kurulu için bulunduğu New York’ta, BM’nin demokratik bir yapı olmadığını savunarak reform istedi: “Nedir bu Güvenlik Konseyi’ndeki kalıcı üyelerin olayı? Bu kaldırılmalı. Dünya bu beş ülkenin kölesi durumunda.”

Erdoğan ardından Makedonya’da emperyalizm eleştirisi yaptı: “Emperyalist güçler arzularından hiçbir zaman vazgeçmiyorlar, vazgeçmeyecekler. Yani ezen ve ezilenler muhakkak olacak. İlk insanla başladı, sonuna kadar devam edecek. Mesele, bunun farkında olmak suretiyle bunu minimize edebilmektir, bu mücadeleyi verebilmektir.”

ERDOĞAN’I BATI İCAT ETTİ

Erdoğan’ın sözlerindeki “ezen ve ezilenler hep olacak” şeklindeki yanlışı bir kenarda tutarak, çizilen Batı karşıtı görüntüyü inceleyelim. Zira daha şimdiden bazı kalemler yeni bir “eksen kayması” tartışması başlattı!

Erdoğan, gerçekten de Batı karşıtı olabilir mi? Erdoğan, ABD’nin sandığından çıktığını, Yahudi lobilerin vizesiyle iktidar olduğunu, Pentagon’un desteğiyle ve AB hayaliyle TSK’yi sindirdiğini, BM üzerinden Rauf Denktaş’ı devre dışı bıraktığını, bölgedeki ABD askeri varlığıyla iktidarını koruduğunu unutabilir mi?

Dokuz yıllık AKP iktidarının Batı’ya mecburiyetini özetlemeye yerimiz yok. Gelin sadece son dönemdeki üç önemli gelişmeye göz
atalım sadece:

ABD İSTEDİ, ERDOĞAN YAPTI

1.) AKP, ABD’nin isteği doğrultusunda Türkiye’de NATO füze radarı kurulmasını kabul etti. Radar, Batı’nın düşman kabul ettiği İran’ı hedef alıyor ve Batı’nın bölgedeki jandarması olan İsrail’i koruyor. Füze radarı dışında Predatör anlaşması, Süper Kobra helikopteri tedariki gibi gelişmelerle, askeri ilişkiler zirve noktasına ulaşıyor.

2.) AKP, ABD’nin isteği doğrultusunda Suriye’ye müdahale ediyor. AKP Suriye muhalefetini Antalya’da, İstanbul’da topluyor, birleştiriyor ve önlerine Beşar Esad’ı yıkma hedefi koyuyor. Başbakan Erdoğan, “Suriye bizim iç meselemiz” deyip, “Alevi – Sünni çatışması” işareti veriyor. Suriye, iç savaş ve NATO müdahalesiyle teslim alınmak isteniyor. BM Güvenlik Konseyi’nden bile Suriye’ye yaptırım kararı çıkamazken, Erdoğan, Obama ile görüşüp, tek başına Suriye’ye yaptırım kararı alıyor! AKP’nin Suriye politikası dünyada ABD’den sonra en çok İsrail’i memnun ediyor.

3.) AKP, Libya’ya NATO müdahalesine onay verdi hatta Türkiye’yi saldırıya karargâh yaptı, abluka için TBMM onayı beklemeden savaş gemilerini Libya karasularına gönderdi. ABD’nin isteğiyle Libya muhalefetini örgütledi, “elden” para verdi. Türk polisleri rejim karşıtlarına askeri eğitim verdi. (AKP’nin yine ABD’nin isteğiyle hâlâ Afganistan’da, Aden Körfezi’nde, Lübnan’da Türk askeri bulundurduğunu da belirtelim)

ERDOĞAN, EN NATO’CU BAŞBAKAN!

Bu üç örnekten de görüleceği gibi Erdoğan uygulama yönünden tam bir NATO’cu! Erdoğan BM’yi demokratik bulmuyor, emperyalizmi eleştiriyor ama uygulamada en NATO’cu lider oluyor.

Tek başına Ergenekon operasyonu örneği bile Erdoğan’ın NATO’culuğunun göstergesidir. Çünkü bu operasyonun hedefi Avrasyacı generalleri temizleyerek, TSK’de yeniden NATO’culuğu hâkim kılmaktır!

Peki, NATO’cu olan birinin, sistem anlamında, Batı karşıtı olması mümkün müdür? (Erdoğan’ın BM eleştirisi, Güvenlik Konseyi’ndeki Rusya ve Çin’i; emperyalizm eleştirisi de Libya’ya saldırıda öne atlayan Fransa’yı mı hedef alıyor yoksa?)

TÜRKİYE PARÇALANIRKEN…

İşin esası başka… Erdoğan emperyalizm ve BM eleştirisi yaptı, bir süre daha da yapacak. Çünkü yeni hedefinin gerçekleşmesi için kendisine oy vermeyen ve temelde Batı karşıtı olan yüzde 50’nin desteğine, en azından itiraz etmemesine ihtiyacı var! Çünkü sırada “bölünme anayasası”, “Öcalan’ı serbest bırakma”, “özerkliği hayata geçirme”, “başkanlık sistemini uygulama” ve “Türk-Kürt federe devletini ilan etme” görevleri var!

Batı sistemi, kendi alt sistemini böyle koruyor. 90’ların ortasından itibaren anımsarsak, Batı; Türkiye’nin milli gümrük duvarını “milliyetçi” parti ile “kurucu” partiye yıktırdı, İsrail’le ilişkileri “muhafazakâr” partiyle geliştirdi, AB’ye adaylık anlaşmasını “ulusalcı” partiye imzalattı, Öcalan’ın idamını “milliyetçi” partiyle engelledi, Müslüman ülkelere saldırıları “muhafazakâr” parti desteğiyle yaptı. Özetlersek, Batı her işi, karşıt görüntülü kuvvetle kotardı.

Ve şimdi Türkiye parçalanırken, Batı karşıtı ve milliyetçi sözlere daha çok ihtiyaç var!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Ekim 2011

, , ,

Yorum bırakın

ABD NÜKLLER ZİRVE’DEN ‘İRAN’A YAPTIRIM’ UZLAŞISI ÇIKARAMADI

ABD Başkanı Obama, 47 ülke liderinin katıldığı Washington’daki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nden istediği sonucu alamadı.

2010’u gayrı resmi olarak “nükleer politik yıl” ilan eden Washington, 12-13 Nisan’da ev sahipliği yaptığı zirveden hemen önce 6 Nisan’da yayımladığı “Nükleer Duruş Değerlendirmesi” adını taşıyan bir raporla nükleer stratejisini yenilemişti. Yine ABD 8 Nisan günü de Rusya ile “Nükleer Silahların Azaltılması Antlaşması”nı imzalamıştı.

Washington Nükleer Zirvesi Çalışma Planı

Washington’daki Güvenlik Zirvesi’nin ana konusu İran’dı. Obama’nın hedefi ise Çin’in desteğini almaktı. Hatta Obama zirveden birkaç gün önce yaptığı açıklamada oldukça umutlu olduğunu, zirvenin ortak bildirisinde gelecek 4 yıl içindeki hedef ve uygulamaların açıkça ifade edileceğini duyurmuştu! Ancak Obama ne zirveden ne de Çin Cumhurbaşkanı Başkanı Hu Jintao ile yaptığı ikili görüşmeden istediği sonucu alamadı!

Bu durum zirve bitiminde yayımlanan “Washington Nükleer Zirvesi Çalışma Planı” başlıklı ortak bildiriye de yansıdı. Bildiride, “dünya ülkelerinin ortak sorumluluk taşıması, etkin uluslararası işbirliğini geliştirmesi ve güçlü güvenlik önlemleri almasıyla” nükleer terörizm tehdidinin azalacağı belirtildi! Genel geçer ifadelerin yer aldığı bildiride ayrıca nükleer güvenliği korunması için yüksek seviyede zenginleştirilmiş uranyum ve plütonyum stokları için 4 yıl içinde sıkı koruma önlemleri alınması istendi!

Hu’dan Obama’ya şart gibi 5 öneri

ABD Başkanı Obama, Çin Cumhurbaşkanı Hu Jintao ile yaptığı ikili görüşmeden de eli boş ayrıldı. Hu Obama’ya Çin-ABD ilişkilerinin daha da geliştirilebilmesi için şart gibi 5 öneri yaptı: Birincisi, ikili ilişkileri doğru yönde kararlılıkla geliştirmede ısrar etmek ve ilişkileri somut adımlarla istikrarlı bir şekilde korumak. İkincisi, birbirlerinin temel çıkarlarına ve hassasiyetlerine saygı göstermek. Bu kapsamda Çin, ABD’nin sözünü tutarak Tayvan ve Tibet sorunlarına titizlikle yaklaşmasını istedi. Üçüncüsü, çeşitli düzeylerdeki temasları korumak. Dördüncüsü, yapıcı işbirliğinin derinleştirilmesi. Beşincisi de, önemli uluslararası ve bölgesel sıcak sorunlar hakkındaki temas ve koordinasyonu güçlendirmek.

Obama’dan “Tek Çin” sözü

Obama da, ikili görüşmede, ülkesinin “Tek Çin” politikasını devamlı izleyeceğini, Çin’in egemenliği ile toprak bütünlüğü ve temel çıkarlarına saygı göstererek, hassas konulara titizlikle yaklaşacağını söyledi.

Çin’den ABD ve İran’a “diyalog ve müzakere” önerisi

Obama karşılık olarak Hu’dan, İran konusunda Çin’le işbirliğini güçlendirmeyi istediklerini belirtti. Çin Cumhurbaşkanı Hu Jintao ise, Pekin’in tarafların diplomatik çabaları sürdürerek, İran nükleer sorununun etkili çözümünü “diyalog ve müzakere” yoluyla aramalarını beklediğini vurguladı.

Rusya: İran’a yaptırım uzlaşısı yok

Rusya Devlet Başkanı Medvedev ise Zirveye katılmak üzere Moskova’dan hareketi sırasında yaptığı açıklamayla ABD ve İsrail’i uyardı. Medvedev, İsrail’in İran’a herhangi bir saldırısının nükleer savaşı tetikleyeceğini ve tam bir küresel felaket olacağını söyledi.

ABD’nin İran’a “yaptırım” talebine de değinen Medvedev, “yaptırımlar ülkeyi felç etmemeli. Bir kez daha tekrarlıyorum, yaptırımlar akıllı olmalı. Aksi durumda sıfır sonuç alma riski var” dedi. Medvedev’in, Çin’in özellikle enerji alanındaki yaptırımlara karşı olacağı şeklindeki soruya yanıtı da ilginç oldu. Rusya lideri, başka ülkelerin de bu konuda uzlaşı sağlayamayacağına dikkat çekti!

Rus Genelkurmay Başkanı’ndan ABD’ye uyarı

Washington’daki zirve sırasında Moskova’da basın toplantısı düzenleyen Rusya Genelkurmay Başkanı General Nikolay Makarov da, ABD’nin İran’a karşı nükleer tehdidinin, mantık dışı olduğunu belirtti. “Kimsenin böyle bir girişimde bulunmaya hakkı yok” diyen General Makarov, bu tehdidin gerçekleşmesinin çok zayıf bir ihtimal olduğunu savundu. General Makarov, dünya toplumlarından İran’ın görüşlerine dikkat etmelerini isterken, İran’dan da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı UAEA ile işbirliğine devam etmesini istedi.

Obama İsrail’i açığa düşürmek zorunda kaldı

Öte yandan ABD Başkanı Obama’nın, Zirve sonrası düzenlediği basın toplantısında İsrail’i, “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması”nı imzalamaya çağırması oldukça önemliydi! İsrail bugüne kadar resmi olarak nükleer silah bulundurduğunu açıklamıyor ve NPT’yi imzalamıyordu. Obama’nın daha önce “Ortadoğu’da nükleer silah sahibi olduğunu açıklayan ilk ülke olmayacağız” diyen İsrail’i açık pozisyona düşürmek zorunda kalması, Çin ve Rusya’nın İran politikalarının sonucu olarak değerlendirilmeli.

FT: Beyaz Saray ve ABD Kongresi karşı karşıya

Diğer yandan İngiliz Financial Times gazetesi, İran’a yaptırımlar konusunun Beyaz Saray ile ABD Kongresi arasında anlaşmazlığa neden olduğunu yazdı. Gazeteye göre Kongre üyeleri, Obama’nın İran’a yaptırımlar konusundaki tasarının hafifletilmesi girişimlerine sert bir şekilde karşı çıkıyorlar! Kongre üyelerinin önümüzdeki günlerde yasa tasarısına son şeklini vereceğini hatırlatan Financial Times’a göre Obama yönetimi “tasarının Dünya Ticaret Örgütü kurallarına ters düştüğünü ve Obama’nın BM içinde yaptırımlara destek koalisyonu kurma çabalarına zarar vereceğini” söyledi.

Fransa: Nükleer Silahlardan vazgeçmeyiz!

Washington’daki zirve sırasında CBS televizyonuna açıklamalar yapan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ise ülkesinin “güvenliğinin garantisi olan” nükleer silahlardan vazgeçmeyeceğini açıkladı. Sarkozy, “bu silahtan ancak, dünyanın istikrarlı ve güvenli olduğuna emin olduğum ölçüde bir gün vazgeçebilirim” dedi.

Nükleerden vazgeçmek istemeyen Sarkozy’nin “İran’a yaptırıma hemen başlanmalı” şeklindeki çağrısı ise Rusya Devlet Başkanı Medvedev’le tartışmasına neden oldu. İki liderin “İran kapışması” Zirve’de tansiyonu yükseltti.

Türkiye’nin arabuluculuk talebi

Başbakan Erdoğan’ın Washignton’da CNN’ye verdiği demeci haber yapan Anadolu Ajansı’na göre ise Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama’nın “İran’a yeni sıkı yaptırımlar getirilmesi gayretini” desteklemeyi reddetti. Erdoğan, Türkiye’nin “İran’ın nükleer heveslerinden kaynaklanan diplomatik çıkmazda” arabuluculuk yapmaya istekli olduğunu kaydetti.

MEHMET ALİ GÜLLER

, , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın