Posts Tagged CHP
Altı Ok devrim programıdır
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 12/08/2024
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Altı Ok’taki devletçilik okunun renginin değişeceğini belirtti. Devletçilik okunun çevreciliğe işaret etmesi için yeşil ve kadın-erkek eşitliğine işaret etmesi için mor renklerle yenileneceği belirtiliyor.
Bunu Altı Ok’un sulandırılması olarak görenler, Özel’e tepki gösteriyor.
CHP özelleştirmecidir
Altı Ok’un devletçilik okunun renginin değiştirilmesinde hiçbir problem yok, çünkü “yeni CHP” zaten devletçi değildir. CHP özelleştirmeci bir partidir. Üstelik Kemalist devletin inşa ettiği Kamu İktisadi Teşekküllerin (KİT) bir kısmının özelleştirmesinden doğrudan sorumludur.
Demirel-İnönü Hükümeti’nin (1991-1993) sattıklarından bazıları şunlardır: İpragaz, Şekerbank, Şeker Sigorta, Türk Traktör, Çukurova Elektrik, Netaş, Gima, Gaziantep’ten Niğde’ye toplam 12 çimento fabrikası, Sümer Holding’in 291 mağazası ve 40 arsası.
Çiller-Karayalçın Hükümeti’nin (1993-1995) sattıklarından bazıları şunlardır: AEG-ETİ, İstanbul Demir Çelik, Sivas Demir Çelik, Teletaş, Güneysu, Toros İlaç, Çanakkale Seramik, Fruko-Tamek, Pancar Motor, Konya Şeker Fabrikası, Adıyaman Çimento Fabrikası, Havaş, Çinkur, Köyteks, Turban Turizm, Kars’tan Bursa’ya toplam 29 yem fabrikası, Ankara’dan Ağrı’ya toplam 12 et kombinası, Adana’dan Trabzon’a toplam 28 SEK,
Çiller-Baykal Hükümeti’nin (1995-1886) sattıklarından bazıları şunlardır: Diyarbakır’dan Kastamonu’ya 6 SEK, 9 ORÜS işletmesi, Sümerbank, Sümer Holding’in kalan 88 mağazası.
Atatürk’ün devletçiliği
Tablo budur ve CHP bu tablodan pişman değildir. CHP her ne kadar programında hâlâ devletçi yazsa da devletçi değildir, serbest piyasacıdır, özelcidir, özelleştirmecidir.
Bu çelişki nedeniyle de parti programındaki devletçilik maddesi şu hale getirilmiştir: “CHP’nin devletçiliği, devletin halka hizmet için yapılanmasını, katılımcı yönetimi, demokratik hukuk devletini öngörür.” (CHP Programı, s.15.)
Halbuki devletçilik bunlar değildir; katılımcı yönetim, demokratik hukuk devleti başka şeydir. Devletçilik iktisadi bir konudur. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1931 Programı, Devletçilik ilkesini şöyle açıklar: “Ferdi faaliyeti ve çalışmayı esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde -özellikle iktisadi alanda- devleti fiilen alakadar etmek önemli esaslarımızdandır.”
Ve Atatürk 1937 yılında şu değerlendirmeyi yapar: “Türkiye’nin uyguladığı devlet sistemi, … sosyalizmden alınmış alelade bir nakil değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğma, Türkiye’ye has bir sistemdir. … Kişisel girişimi desteklemek, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve yerine getirilmemiş vazifelerini gözönünde tutarak vatanın iktisadiyetini devletin eline bırakmak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kısa bir zaman içerisinde … kişisel ve özel girişimin yüzyıllarca başarmaya muktedir olmadığı şeyi yapmayı başarmıştır.” (Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak Yayınları, s.266.)
Altı Ok bayrak değildir
Asıl sorun şuradadır: Altı Ok, CHP’nin bayrağı ya da logosundan ibaret değildir. Altı Ok Türk Devrimi’nin programıdır, o nedenle bu programın ilkeleri hem Anayasa’ya hem de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programına girmişti.
Ancak CHP’nin devrimci barutu tükenirken, önce Anayasa’dan çıkarıldı, 90’ların başından beri de partinin programından fiilen çıkmış ve sembol olarak bayrağında kalmış oldu. Dolayısıyla “Yeni CHP” liderliğinin, devletçilik okunun rengini değiştirmek istemesi, zaten değişmiş olan bir anlayışı resmiyete dökmekten başka bir şey değildir.
Ve önemle belirtelim: Altı Ok, Türk Devrimi’nin programı olarak, bugün de ihtiyaçtır. “Yeni CHP” o programdan vazgeçmiş olsa bile Türk ulusu o programı yeniden cisimleştirecektir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Ağustos 2024
MOSSAD’ın AKPxCHP operasyonu
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 08/08/2024
İsrail istihbaratçılığı CIA’nın, CIA istibaratçılığı da Nazi istihbaratçılığının üzerinde şekillenmiştir. Yani İsrail, emperyalist ABD’den, ABD de Nazilerden öğrenmiştir. Böylece kirlilikte birbirlerini aşmışlardır…
Bu mirasın günümüzdeki versiyonu şu: İsrail’in Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye’yi öldürmesi, İran’ı bir açmazda bırakıyor. Çünkü İsrail bu saldırısıyla İran’ı savaş tuzağına çekmeye çalışıyor. İran yanıt vermezse, İsrail öldürmüş ve kazanmış oluyor. İran yanıt verirse, İsrail onu savaş tuzağına çekerek ve ABD ile karşı karşıya getirerek yine kazanmış oluyor.
İran nisan ayında bu açmaza düşmemek için çok akıllıca hareket etmiş ve hem savaş çıkarmayacak küçüklükte ama hem de İsrail’in dokunulmazlığını delecek büyüklükte ölçülü bir yanıt vermişti. Ama o durumda da CIA ve MOSSAD ile bölge ülkelerindeki aparatları devreye girmiş; İran’ın doğru düzgün yanıt veremediğini, kağıttan kaplan olduğunu, acizlik gösterdiğini propaganda etmişti.
Katz’ın tuzağı
İsrail bu açmazlı-tuzaklı operasyonlarını sadece sahada İran’a değil, diplomaside de Türkiye’ye uyguluyor. Ve ne yazık ki amacına ulaşabiliyor. Ribbentrop’tan çok Goebbels’ten öğrendiği anlaşılan İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz, üstelik aynı tuzağı iki kez kurarak istediği sonucu alabiliyor.
İlkinde Katz, CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu mesajına ekleyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldı. Katz’ın istediği oldu ve sosyal medyada AKP’liler İmamoğlu’nu hedef aldı, İsrail’in Erdoğan’a karşı İmamoğlu’nu desteklediğini savundu, CHP’yi Filistin’in mücadelesinin karşısında gösteren yayınlar yaptı. İmamoğlu ise Katz’a, Erdoğan’ı da savunan bir yanıt vererek, tuzaktan kurtulmaya çalıştı.
Aynı tuzağa ikinci kez düşüldü
İlkinin başarılı olduğunu gören İsrail Dışişleri Bakanı Katz, göstere göstere aynı tuzağı ikinci kez kurdu. Bu sefer İmamoğlu’na ek olarak, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile CHP Gençlik Kolları’nın sosyal medya hesabını da ekleyip yine Erdoğan’ı hedef alan bir mesaj paylaştı.
Ve AKP, sırf CHP’ye karşı fırsat doğdu diye, aynı tuzağa bir daha atladı. AKP’li hesaplar yine sosyal medyada İmamoğlu ve Yavaş’ı İsrail’in “adamları” gibi gösteren yayınlar yaptılar, yine CHP’yi Filistin karşıtı gösteren propagandalara başvurdular. Daha vahimi bu kez AKP Gençlik Kolları da resmi olarak tuzağa atlayıp CHP Gençlik Kollarına karşı harekete geçti, mesajlar attı. Özetle sırf CHP’ye karşı fırsat diye İsrail’in istediğini yaptılar.
Sonuçta ne oldu peki? İsrail, muhalefet ile iktidarı istediği gibi karşı karşıya getirdi. İktidar, tuzağı fırsat görüp muhalefetin İsrailci olduğunu propaganda etmeye çalıştı. Muhalefet de tuzağa düşmemek için Erdoğan’ın arkasına dizildi.
AKP’nin mahkeme propagandası
Aslında gerçek ne peki? Birini anlatalım:
Güney Afrika, kimsenin yapmadığını, yapamadığını yaptı ve Gazze’de soykırım başladığında İsrail’i “soykırımcı” diye Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet etti. İsrail Şubat 2023’te “mahkemeyi tanımadığını” açıkladı ama nafile. Mahkeme Ocak 2024’teki ilk ara kararında İsrail aleyhine kararlar aldı, devamı da geldi.
Kısacası “ABD’ye rağmen mahkeme bir şey yapamaz” denilirken, mahkeme çok kutupluluğun da rüzgarıyla önemli işlere imza atmaya başladı. Bunun üzerine AKP hükümeti mayıs ayında, “davaya müdahil oluyoruz” propagandasına geçti.
Hatta geçen ay Washington’da yapılan NATO zirvesi sırasında, Erdoğan basın toplantısında şunu bile söyledi: “İsrail’i Lahey Adalet Divanı’na Güney Afrika ile şikayet ettik.” (AA, 12.7.2024).
Doğru değildi, Güney Afrika tek başına şikayet etmişti ve Türkiye, aylar sonra davaya müdahil olma kararı almıştı. Daha doğrusu “müdahil oluyoruz” demişti ama olmamıştı! Çünkü, daha yeni, 3 Ağustos günü, TBMM Adalet Komisyonu Başkanı ve AKP Milletvekili Cüneyt Yüksel, “Türkiye, İsrail’e karşı soykırım davasına müdahil olmak için resmi başvurusunu birkaç gün içinde yapacak” diyordu (AA, 3.8.2024).
Tabana “İsrail’i Güney Afrika’yla birlikte mahkemeye şikayet ettik” diyorlardı ama gerçekte aylardır davaya müdahil bile olmamışlardı. Ancak sonunda dün Lahey’de müdahillik başvurularını yapabildiler!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Ağustos 2024
CHP’nin Batıcılık sorunu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 11/07/2024
AKP, Batı’yla pazarlık için bile olsa Türkiye’nin bir ayağını Doğu’da / Güney’de tutmaya çalışıyor; CHP ise Türkiye’nin bir ayağının orada olmasına tahammül bile edemiyor, iki ayağın da Batı’da olmasını savunuyor.
Kemal Kılıçdaroğlu CHP’sinin çok temel sorunu olan bu durum, Özgür Özel CHP’si için de geçerliliğini koruyor. AKP’yi “eksen kayması” ile suçlayan çizgi, kendisini daha da net ifade ediyor artık: Washington ve Brüksel’e doğrudan “Ben AKP’den daha Batıcıyım” mesajı veriyor. Sıkıntı şu ki bu çizgi, birinci parti konumuna yükselerek önüne iktidar olma yolu açılan CHP’nin seçmen tarafından yeniden ikinci parti konumuna düşürülmesi riski taşıyor.
Neo-Abdülhamitçi AKP
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyareti ve ardından Rusya’daki BRICS+ toplantısında verdiği mesajlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Astana’da Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesine katılması ve sonrasında bu örgüte tam üye olarak katılma istediğini dile getirmesi önemli.
Kuşkusuz yıllardır AKP’nin “neo-Abdülhamitçi” çizgisini eleştiren biri olarak elbette bu mesajların Kürel Güneyci bir tutuma denk düşmediğini, Erdoğan’ın bu mesajları Batı’yla ilişkilerinde bir pazarlık kartı olarak kullanmaya çalıştığını biliyorum.
Zaten asıl üzerinde durmak istediğim de AKP’nin tutumu değil, CHP’nin tutumu. Zira CHP’nin tutumu, ne yazık ki AKP’nin neo-Abdülhamitçiliğinin bile gerisinde!
CHP’nin ŞİÖ karşıtlığı
Önce CHP’nin diplomat kökenli milletvekili Namık Tan’ın tepkisi geldi. Hakan Fidan’ın Çin ziyaretinden ve “tek Çin, çok kutupluluk” özetli mesajlarından büyük rahatsızlık duyduğu görülen Tan, işi ABD’nin argümanlarıyla Uygurculuk yapmaya kadar vardırdı ne yazık ki…
Ardından pek çok CHP’li, Türkiye’nin BRICS ve ŞİÖ gibi örgütlere katılma çabasının yanlışlığını savunan çıkışlar yaptılar.
İçeriği bakımından en vahimi ise CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in sözleri oldu. AKP’yi eleştiren Özel “Türkiye’nin AB tam üyelik hedefinin kağıt üzerinde bırakılmasını kabul edemeyiz” dedi. Sanki AKP farklı bir politika izlese, Türkiye AB kapısından içeri sokulacakmış gibi!
AB ile ŞİÖ’yü karşılaştıran Özel, “Doğu’da halk fakir, Batı’da 10 kat zengin var” dedi ve Avrupa’yı demokrasinin beşiği, emeğin merkezi ilan etti!
Oysa Özgür Özel bunları söylerken Fransa’da bir akademisyen Gazze’yi savunduğu için “terör propagandasından” gözaltına alınıyor, üniversitelerde Filistinlileri katleden İsrail eleştirileri yasaklanıyor, Avrupa başkentleri Rusya’nın malvarlığına çökmekle kalmamış, edebiyatından müziğine 200 yıllık bir Rus kültürüne karşı faşizm uyguluyor ve neoliberal ekonomilerin ağır yükü yine Avrupalı işçilerin sırtına bindiriliyordu.
Asya yükseliyor, Avrupa inişte
Uzun uzun örnekler vermeye gerek yok, zira dış politikayı belirleyen asıl parametre bunlar değildir; şu sorunun yanıtıdır: Türkiye’ye tehditler nereden geliyor?
Yanıtları da ortada: Terörü destekleyen, darbe yapan, yaptırım uygulayan, finans operasyonları düzenleyen, parasını ödeyip satın aldığınız silaha el koyan, size sattığı silahların yedek parçalarını vermeyen, Akdeniz’de, Karadeniz’de ve güneyinizde size karşı konumlanan Batı’dır, Doğu ya da daha çok ifade edildiği şekliyle Küresel Güney değildir.
Diğer yandan AB üyeliğinin bir masal olduğu, Türkiye’nin hiçbir zaman bu birliğe üye yapılmayacağı, Brüksel’in Türkiye’yi Avrupa ile Ortadoğu arasında bir tampon olarak gördüğü, bu durumu sürdürebilmek için de Türkiye’yi AB kapısında tuttuğu gerçeği bu kadar çırılçıplak ortadayken, CHP Genel Başkanı’nın hâlâ AB üyeliği hedefini dış politikasının merkezine koyabilmesi, Türkiye’nin kurucu partisi açısından tam bir gaflettir!
10 gündür Çin’de ŞİÖ’nün yeşil kalkınma forumlarını izleyen, ŞİÖ üyesi ülkelerin yöneticilerinin birbirlerine deneyimlerini aktardığı çarpıcı konuşmalarını dinleyen, Asya’yı birleştiren ŞİÖ’nün 26 üyesinin dayanışmasını yakından gören ve ŞİÖ üyesi ülkelerin gazetecileriyle birlikte yuvarlak masa toplantılarına katılan bir gazeteci olarak önemle belirteyim: Yeni bir dünya kuruluyor. Asya yükselişte, Avrupa inişte. Bu gerçeği görmeyen ve hâlâ Batı diyenler, siyaseten intihar ediyordur.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Temmuz 2024
CHP NASIL KAZANIR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/01/2014
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP’nin HSYK teklifiyle ilgili görüş alışverişinde bulunmak üzere önceki gün bir grup hukukçu ve gazeteciyle kahvaltıda buluştu.
KANADOĞLU’NUN CHP’YE GÜÇBİRLİĞİ TAVSİYESİ
Bu buluşmada Onursal Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu’na çok önemli bir uyarıda bulundu:
“Bu iktidarın sizin tarafınızdan ortadan kaldırılması lazım. Yani bu seçimi kazanmaya mecbursunuz. Bu nedenle evvela sandık güvenliğinin sağlanması lazım. İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’na bağımlı seçim hiç güvenli olmaz. İkincisi güç birliği. Yasalar müsaade etmediği için yurttaşa düşüyor. Üçüncüsü ise taraflar kavga ediyorsa birini destekler gibi görünmemekte yarar var. Ayrıca, kahraman olmayan kişilerin belirli olaylarda kahraman haline getirilmesi de yanlıştır. Bu zor gidiş ya sizin başarınızla ortadan kalkacak ya da Türkiye daha karanlık yere gidecek.” (Milliyet, Serpil Çavikcan, 14 Ocak 2014)
Gerçi sözleri oldukça açık ama biz vurgulamak ve cümlenin öznelerini yerlerine koyarak yeniden inceleyelim. Kanadoğlu, Kılıçdaroğlu’na şunları söylüyor:
1) Türkiye AKP iktidarından kurtulmalıdır. Bunu CHP başarabilir ve seçimleri kazanmalıdır. Ancak seçim güvenliği sağlanmadan olmaz.
2) CHP seçim kazanmak istiyorsa, mutlaka “güçbirliği” yapmalıdır. Yasalar izin vermediği için, güçbirliğini yurttaşlar sağlamalıdır.
3) CHP, AKP-Cemaat kavgasında taraf tutamaz. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Zekeriya Öz’ü kahraman haline getirmesi yanlıştır.
4) Bu kötüye gidişi ya CHP engelleyecek ya da Türkiye daha da karanlığa yuvarlanacaktır.
KILIÇDAROĞLU’NUN OYALAMA TAKTİĞİ
En sonuncusundan başlayalım: CHP bu gidişi engelleyemezse, daha doğrusu engelleyecek ittifakları kurmaktan kaçınırsa, kuşkusuz işimiz zor olacak ama Türkiye karanlığa yuvarlanmayacak! Çünkü Türk milleti, Kılıçdaroğlu CHP’sine mahkûm değildir ve geçen yüzyılın başında Mustafa Kemal’le yükselttiği aydınlanma mücadelesini bu yüzyılın başında mutlaka kazanacaktır!
Umarız CHP, Türkiye’nin “tek şansı” olduğunu düşünerek kibirli davranmaz ve Sabih Kanadoğlu’nun “güçbirliği” önerisinin ne kadar yakıcı bir ihtiyaç olduğunu görerek hareket eder.
Zira edindiğimiz izlenimlerden anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu yönetimi güçbirliği görüşmesi yaptıkları adresleri oyalamayı tercih ediyor. “Nasılsa oylarını bize verirler” diye düşünerek, güçbirliği “istermiş gibi görünmeyi” ve zamana oynamayı tercih ediyor.
Bu CHP’nin kendisi için hem tarihi bir hata hem de telafisi zor bir “taktik” olacaktır! Bu nedenle sadece Sabih Kanadoğlu’nun değil, tüm CHP’lilerin yönetimi uyarması ve güçbirliği baskısı yapması gerekiyor.
İKTİDAR OLMAK MÜMKÜN
Rakamlar ortada…
CHP başta İşçi Partisi olmak üzere bazı milli güçlerle ittifak yapmazsa, en fazla yine ana muhalefet partisi olur, iktidar değil!
Kılıçdaroğlu yönetimi artık şu düşünceden kurtulmalıdır: “İP’in yüzde 3-4, DSP’nin yüzde 1 oyu nasılsa bize gelir. Bu partilerin tabanları sağduyuludur, ‘AKP kazanmasın’ diye kendi partilerine değil, bize verirler!”
Uyarıyoruz: CHP’ye oy verenler de sağduyuludur ve artık şunları söylemeye başlamıştır, duyuyoruz: “Kaç seçimdir yanlış olmasına rağmen baraj korkusuyla oyumuzu İP’ye değil, CHP’ye veriyoruz. Ama CHP, oylarımızın hakkını vermiyor! Asıl etkili muhalefeti İP yapıyor!”
CHP bu sese kulak vermeli ve gözünü ana muhalefet olmaya değil, iktidar olmaya dikmelidir. Güçbirliği ile bu mümkündür! Hele de AKP güç kaybediyorken, Erdoğan’ın iktidarı sallanıyorken…
Aksi takdirde Türkiye yine kazanır ama kaybeden CHP olur!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Ocak 2014
RİCCİARDONE’NİN CHP BAŞARISI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 09/12/2013
Hürriyet’in Washington temsilcisi Tolga Tanış, çeşitli temaslardan edindiği verilere dayanarak şu çok önemli saptamayı yapıyor: CHP’nin ABD ziyareti, asıl Amerikan diplomasisi için başarıdır.
Tanış saptamasının gerekçesini de açıklıyor: “Geçmişte kendisine sert biçimde muhalefet etmiş bir siyasi partinin yeni liderini ağırlamaları, o partinin tabanı düşünüldüğünde Amerika için de önemli bir kamu diplomasisi hamlesidir.” (Hürriyet, 8 Aralık 2013)
Tolga Tanış, başka önemli bilgiler de paylaşmış: Daha önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in çok uğraştığını ama Deniz Baykal’ı Washington’u ziyarete ikna edemediğini, ABD’nin şimdiki Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin ise Kemal Kılıçdaroğlu’nu bu ziyarete ikna ederek büyük başarıya imza attığını öğreniyoruz. Nitekim bu nedenle Riccardone’nin 2014’te ABD Dışişleri Bakanlığı’nda üç numaralı koltuğa oturabileceği de artık Washington’da konuşuluyormuş.
CHP AÇISINDAN ESAS TEHLİKE
Biz de 28 Ekim’de bu köşede, “Ricciardone CHP’den ne istedi” diye sormuş ve Kılıçdaroğlu’nun ABD Büyükelçisi’yle bir otel odasında 2,5 saat baş başa görüşmesini devlet geleneklerine ve ciddiyetine aykırı olduğu için eleştirmiştik.
Aynı yazıda, bazı öngörülerde de bulunmuştuk. Örneğin “Ricciardone istedi, Kılıçdaroğlu ABD’ye gidecek” demiştik. Başka öngörülerimiz de vardı, adım adım gerçekleşmesinden korkuyoruz…
Kuşkusuz bu yazıyı, Tanış’ın verilerini okuduktan sonra, “biz demiştik” diye yazmıyoruz…
Derdimiz, tüm bu olguları analiz ederek, CHP’yi, CHP’lileri esas tehlike için uyarmak! Başlayalım:
ABD’YE BİAT ETMEMENİN KARŞILI: KASET
1) Jeffrey’in Baykal’a ve Riccardone’nin Kılıçdaroğlu’na baskılarına bakılırsa, ABD’ye ziyareti kabul etmek, aslında bir ölçüde biat etmeyi kabul etmektir.
Baykal, bu gerçeği iyi bildiği için direndi, fakat sürdüremedi; kaset komplosuna teslim oldu!
2) Kılıçdaroğlu’nun Washington ziyaretinin bir Amerikan diplomasisi başarısı görülmesi, aslında tabanı anti-Amerikancı olan bir partiyi yörüngeye almanın başarısıdır.
3) Kılıdaroğlu ABD’ye çağrılarak, CHP’ye yeni seçenek mesajı verilmiş olmuyor. Tersine, ABD’nin bölgesel çıkarlarına itiraz etme potansiyeli taşıyan bir parti Atlantik yörüngesine sokularak, hem törpüleniyor hem de asıl seçeneğe karşı bir terbiye sopası olmaya zorlanıyor.
4) ABD için Kılıçdaroğlu yönetimindeki yeni CHP’nin değeri, iktidar seçeneği olmasında değil, iktidarın önündeki dikenli yolu düzleştirme potansiyeli taşımasındadır.
5) CHP’nin Atlantik yörüngesine oturtulmasının ABD açısından en önemli pratik yararı ise, onun böylelikle Arslanlı Yol’dan çıkarılabileceği gerçeğidir. Zira Washington yönetimi çok iyi bilmektedir ki, kendisi için asıl tehlike, çıkarlarının karşısındaki asıl barikat, Arslanlı Yol’dur!
CHP OLMASA DA, ARSLANLI YOL VAR!
Fakat ABD’nin hesap edemediği bir gerçek vardır: Arslanlı Yol vardır ve CHP olmasa da vardır.
Arslanlı Yol, Haziran Halk Hareketini’nin programlı halidir. Haziran’da “hükümet istifa” denilmişti; Arslanlı Yol’da ise Atatürk ve Türk Bayrağı’nda birleşilerek milli demokratik devrim programına işaret edilmektedir!
Türkiye bu yola girmiştir, mecburdur, geri dönüşü yoktur. Zira tersi, Türkiye’nin yok olmasıdır. Bu nedenle CHP olsa da, olmasa da, Arslanlı Yol kazanacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Aralık 2013
YIKILAMAYAN İKİKALE: İP ve FENERBAHÇE
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 05/11/2013
Aziz Yıldırım, açık ara farkla yeniden Fenerbahçe’ye başkan seçildikten sonra durumu özetledi: “3 Temmuz’la hesaplaştık.”
Evet, Yıldırım 3 Temmuz’la hesaplaşmıştı ve kazanmıştı!
Neydi 3 Temmuz?
3 Temmuz, 10 yıldır Cumhuriyet kurumlarını, kalelerini teker teker ele geçiren AKP rejiminin spora da el atması ve Fenerbahçe’ye operasyon yapmasıydı.
3 Temmuz tertibi sonrasında yandaş kalemlerin Ergenekon-Fenerbahçe ilişkisi kurması bile, operasyonun ana hedefini gösteriyordu.
FENERBAHÇE CAMİASI TEK VÜCUT OLDU
Ancak Fenerbahçe kulübü, başkanıyla, yönetimiyle, kongre üyeleriyle, taraftarlarıyla tertibi doğru okudu ve doğru yerde mevzilendi. Fenerbahçeli tribünler her 34. dakikada, aslında 3 Temmuz’la hesaplaştı. Fenerbahçeli taraftarlar Gezi eylemlerine katılarak, aslında 3 Temmuz’la hesaplaştı.
Fenerbahçe, bir tertiple içeri alınan Aziz Yıldırım’ın arkasında sonuna kadar durdu ve nihayet geçen hafta sonu onu yeniden seçerek 3 Temmuz’la hesaplaşmayı kazandı!
Fenerbahçe’yi kutluyoruz.
ERDOĞAN, YILDIRIM’A YANIT PEŞİNDE
Aziz Yıldırım’ın “3 Temmuz’la hesaplaştık” dediği konuşmasındaki şu cümlenin altını özellikle çiziyoruz: “Fenerbahçe’nin neferleriyiz. Çocuklarımıza, bizden sonra geleceklere bu Fenerbahçe’yi, Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda teslim edeceğiz. Bunun dışında kimse bir şey beklemesin.”
İşte 3 Temmuz bu Cumhuriyet kararlılığıyla, Cumhuriyet karşıtlarının mücadelesiydi. Erdoğan’ın Fenerbahçe Kongresi sırasında Aziz Yıldırım’ın yaptığı konuşmaya Kızılcahamam Kampı’ndan yanıt yetiştirmesi ve “sen kendini çevre bakanı mı sanıyorsun” demesi, işte bu mücadelenin yansımasıdır.
İP, TERTİBİ TERSİNE ÇEVİRDİ
AKP’nin yıkamadığı kurumların başında İşçi Partisi gelmektedir. Genel Başkanı’ndan başlayarak en üst düzey yöneticilerine dalga dalga tertip düzenlenmiş fakat İşçi Partisi sendeleyeceğine, daha hızlı koşmuştur.
Artık soru şudur: Peki İşçi Partisi ve Fenerbahçe’nin gösterdiği bu kararlı direnişi, neden diğer kurumlar, örneğin TSK, örneğin CHP, örneğin Yargı, örneğin Medya gösteremedi!
Kuşkusuz pek çok neden sayabiliriz. Bunlardan biri de kurumların önderlerinin tutumudur.
YILDIRIM DİRENDİ, BÜYÜKANIT TESLİM OLDU
Açalım:
İşçi Partisi, başta Doğu Perinçek olmak üzere parti önderliği direndiği için daha sağlam direnebildi.
Fenerbahçe camiası, kulüp başkanı Aziz Yıldırım direndiği için dik durabildi.
Aynı kararlılığı örneğin Deniz Baykal gösteremedi ve ahlaksız bir kasete teslim oldu. Örneğin Yaşar Büyükanıt direnemedi. Hatta tertiplerin işini kolaylaştıran üst düzey komutanlar da oldu!
Sonuç olarak artık şu saptamayı yapabiliriz: Cumhuriyet’i yeniden inşa edecek kararlılık, işte bu anlayış farkından kaynaklanarak uygulanacak!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Kasım 2013
HAKAN FİDAN PROJESİ OLARAK HDP
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 03/11/2013
Abdullah Öcalan’ın İmralı tutanaklarında yer alan şu sözleri, MİT-Öcalan ilişkisinin en somut ifadesidir: “Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının 7 Şubat MİT’e darbesi. Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘MİT Müsteşarı Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)
Öcalan’ın Hakan Fidan’a destek olması hem PKK hem de MİT açısından ibretliktir ve daha önemlisi, Öcalan’ın Erdoğan’a yazdığı biat mektubuyla birlikte değerlendirildiğinde, PKK tarihi için kritik bir dönemeçtir.
Artık açıkça saptayabiliriz: İmralı’dan çıkan her siyasi mesaj, bir Hakan Fidan mesajıdır. Onun talebi dâhilinde ve AKP’nin ihtiyaçları doğrultusundadır.
BDP, ÖCALAN’IN EMRİNE DİRENDİ
HDP için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Doğrudur, BDP’den HDP’yi kurmasını isteyen Öcalan’dır, ama projenin sahibi Hakan Fidan’dır.
Öcalan, kendisini 21 Temmuz’da ziyaret eden Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan’la PKK ve BDP’ye şu mesajı gönderir: “Gidin tartışın benim önerimi; bir kısmınız orada, bir kısmınız burada olmasın, yerel seçimde BDP’li milletvekilleri HDP’ye geçsin.” (Radikal, 1 Ağustos 2013)
Ancak hem PKK hem de BDP içinde Öcalan’ın, daha doğrusu Hakan Fidan’ın HDP projesine karşı çıkanlar olur. Hatta BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Doğu’da BDP ile gireceğimiz kesin ama Batı’da BDP mi olur, HDP mi olur, henüz kararlaştırmadık” der. (ANF, 1 Ağustos 2013)
Netice: Öcalan’ın “hepiniz HDP’ye geçin ve HDP’yle seçime girin” emri dinlenmez. Demirtaş yönetimi, “Seçimlere Doğu’da BDP, Batı’da HDP ile girilecek” orta yolunu bulur.
PKK VE BDP’DE İÇ ÇARPIŞMA
Bu süreçte hem PKK’de hem de BDP’de çatlaklar oluşur.
Öcalan, PKK içinde Cemil Bayık’ın Murat Karayılan’ın yerine geçmesine direnemeyeceği için mecbur kalmıştır. Zira Bayık, Karayılan’ın uyum gösterdiği MİT-Öcalan sürecine mesafeli duran kesimdendir.
BDP içinde de çarpışma yaşanır. Demirtaş’ın adayların belirlenmesi noktasında PKK’nin bir kanadı ve Parti Meclisi ile karşı karşıya gelmesi, kongre çağrısının reddedilmesi ve istifasının konuşulması parti için kritik bir dönemeçtir.
HDP’NİN DÖRT HEDEFİ
Peki, Fidan ve Öcalan’ın “BDP’yi Türkiyelileştirerek HDP’ye aktarma” projesi aslında nedir? Neyi hedeflemektedir?
1. HDP projesi, aslında Erdoğan’ın Gezi’yi bölme ve etkisizleştirme projesidir.
Halk hareketine karşı Öcalan’ı devreye sokan MİT, ona “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” çağrısı yaptırmış ve PKK ile BDP’yi, soğuk durdukları Gezi’ye yönlendirmişti. Erdoğan, Apo posterleriyle meydanı bölmeyi ve Türk bayraklı büyük kitleyi alandan soğutmayı hedeflemişti.
Halk hareketi yeniden canlanacağı için proje yürürlüktedir. Nitekim Eylül ayında eşzamanlı olarak İmralı, Kandil ve BDP, Gezi’ye ve Gezi’deki geniş kitleye göz kırpmıştır.
2. MİT bu projeyle, Haziran Halk Hareketi’ne katılarak devrimcileşen büyük kitlenin doğal yatağına akmasını önlemeyi ve kitleyi en sonunda etkisizleştirecek sahte yataklara kanalize etmeyi hedeflemiştir. O kitlenin önüne “alın size sol” denilerek sahte bir havuz konulmuştur.
3. MİT’in “BDP artı Türk Solu” şeklinde projelendirdiği HDP’nin bir diğer hedefi de CHP’dir. Nitekim HDP Kongresi’nden sonra yerel seçimlerde İstanbul’da CHP-BDP ittifakı olabileceği dillendirilmiştir.
Hiçbir gerçekliği olmayan bu sözde ittifak ile CHP’nin devrimci, solcu, Kemalist kesimleri hedef alınmıştır. CHP’nin devrimci kanadının sistem için tehlikeli olabilecek bir ittifaka, örneğin İşçi Partisi ile bir ittifaka soyunmasındansa, BDP ile ittifak söylentileri içinde eritilmesi, tipik bir Gladyo operasyonudur.
4. Erdoğan ve MİT bir taşla bir kaç kuş vurmayı planlamaktadır. HDP ile Türk Solu’nu yutmayı, CHP’nin devrimci kesimlerini oyalamayı ve Halk Hareketini etkisizleştirmeyi hedefleyen MİT, aynı zamanda son tahlilde kanatlarını kırarak PKK’yi de daha biat eder hale getirmeyi planlamaktadır.
Doğuda güçlü ve Batı’da AKP’ye dalgakıran olacak bir PKK, Erdoğan için en önemli müttefiktir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Ekim 2013
RİCCİARDONE CHP’DEN NE İSTEDİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/10/2013
İstanbul’un değişik semtlerinde CHP’nin “Korumakta kararlıyız” pankartları asılı…
Güçlü bir mesaj, samimi bir niyet ve önemli bir irade beyanı…
Ya pratik?
ADAY BÖLMEMELİ, BİRLEŞTİRMELİ
“Korumakta kararlıyız” pankartı iki gündür yazdığım Adana yazılarını aslında daha anlamlı kılıyor.
Adana’da Aytaç Durak krizi yaşandığını yazmıştım ilk gün. Çok sayıda ve parti içinde çeşitli konumda olan CHP’lilerle görüştüğümü ve aldığım izlenimin şöyle olduğunu belirtmiştim özetle: CHP’lilerin bir bölümü Aytaç Durak’ın, bir bölümü de mevcut belediye başkanvekili Zihni Aldırmaz’ın CHP’den aday olması gerektiğini savunuyor.
Yazım nedeniyle beni Zihni Aldırmaz’ı desteklemekle suçlayan CHP’li okurlar oldu. Hatta Aytaç Durak’ı savunduğumu iddia eden CHP’liler bile vardı.
Oysa her iki adaydan birini desteklemediğim gibi CHP’li de değilim.
Bu köşenin düzenli okurları bilir: Bilimsel sosyalistim, İşçi Partiliyim ve bu benim en önemsediğim kimliğimdir!
ADAY KAVGASIYLA CUMHURİYET KORUNMAZ
Aslında iki günün sonunda ortaya çıkan bu tablo CHP’nin uzun yıllardır içinde bulunduğu gerçeği özetliyordu: CHP, pratikte ülkenin kurucu partisi olan CHP değildi artık.
Aytaç Durak CHP’li değil. Üstelik bugüne kadar pek çok partinin üyesi oldu ama bir tek CHP’li olmadı. Zihni Aldırmaz da CHP’li değil. Ama her ikisi de CHP’nin Adana’da üstünde kavga ettiği isim durumundalar…
Yazılarımdan sonra telefonla arayan, e-posta atan CHP’lilerin bir bölümü Aytaç Durak’ın mutlaka CHP’den aday gösterilmesi gerektiğini, başka türlü AKP’yi yıkamayacaklarını savunuyor. Zihni Aldırmaz’ın Durak’tan devraldığı belediyeyi batırdığını iddia ediyorlar. Hatta daha vahimi, Aytaç Durak’çı CHP’liler bazı Adana ve Seyhan CHP yöneticilerini, Zihni Aldırmaz’dan ihale almakla suçluyorlar.
Zihni Aldırmaz’ın CHP’nin adayı olması gerektiğini savunanlar ise çok daha ağır şeyler iddia ediyorlar.
Arada “biz gerçek CHP’liyiz, ne Durak ne de Aldırmaz bizim adayımız değildir” diyenler de var ama azınlıktalar…
Gelin şimdi bu tabloyu, yazının başında yer verdiğim “korumakta kararlıyız” pankartındaki mesajla yan yana koyun!
Aday kavgası veren CHP, Cumhuriyeti nasıl koruyacak?
RİCCİARDONE İSTEDİ, KILIÇDAROĞLU ABD’YE GİDİYOR
Adana’da bunlar yaşanırken, Ankara’da daha vahim şeyler yaşanmaktadır…
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla bir otel odasında baş başa 2,5 saat görüşebiliyor!
Bu görüşmenin ertesinde;
1. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, yapmayacağı belirtilen ABD’ye ziyaretini artık yapacağı açıklanıyor.
2. Kılıçdaroğlu, haftalardır “ben gelmem, siz davet edin” diyen Mustafa Sarıgül’ü CHP’ye davet ediyor.
CHP CUMHURİYETİ KORUYABİLİR Mİ?
Kuşkusuz Ricciardone’nin Kılıçdaroğlu’nu sadece bu iki konuda ikna etmesi için 2,5 saat görüşmesi gerekmiyordu! Bu kadar zamana mutlaka başka şeyler de sığmıştır!
Peki, Francis Ricciardone CHP Genel Başkanı’ndan başka neler istemiş olabilir? Bazı tahminlerde bulunalım mı?
1. CHP-MHP-İP ittifakından uzak durun!
2. Süheyl Batum Anayasa Komisyonu’nda oyunbozanlık yapmasın. AKP’nin yeni Anayasa çıkarmasına yardımcı olun.
3. AKP-PKK müzakereleri biraz sıkıntıya girdi. Ulusalcı kesimlerin bu müzakereye karşı olmasının törpülenmesi CHP’nin sorumluluğundadır.
4. AKP’nin paketi mecburen eksik çıktı. CHP bu paketi geliştirmeli. Tıpkı türban, Dersim ve askerlik süresi konularında olduğu gibi başka konularda da AKP’nin yolundaki mayınları temizleyin.
Artık sormalıyız: Bu durumdaki bir CHP, Cumhuriyeti koruyabilir mi? Atatürkçülerin, Kemalistlerin, Ulusalcıların, Milliyetçilerin, Halkçıların, Solcuların yanıtını araması gereken soru artık budur!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Ekim 2013
ADANA’DA CHP-MHP-İP İTTİFAKI MÜMKÜN MÜ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 27/10/2013
Adana’daki siyasi atmosferi aktarmaya başlamıştık dün. CHP’deki Aytaç Durak krizini ve yerel Ekspres gazetesi salonunda atan siyasi nabzı özetlemeye çalışmıştık. Bugün de sürdürüyoruz…
Ancak bugün önce sokaklardayız…
ZİHNİ ALDIRMAZ ADAY OLACAK MI?
Adanalı genel olarak Büyükşehir Belediye Başkanvekili Zihni Aldırmaz’dan memnun. Aytaç Durak’tan sonra görevi vekâleten sürdüren Aldırmaz’ın yaptıkları, doğrusu benim de dikkatimi çekti.
Hatta Adana’ya gönül vermiş bir büyüğümüz durumu şöyle özetledi: “Zihni Aldırmaz’ın 3 yıllık başkanvekilliği, aslında Aytaç Durak’ın 20 yıldır bir şey yapmadığını göstermiş oldu!”
Peki, başarılı bulunan Zihni Aldırmaz yeniden aday olacak mı? İşte burası karışık görünüyor…
Zira Aldırmaz MHP’li. Fakat dün de dikkat çektiğimiz gibi MHP Adana’da adayını ilk saptayan parti ve o aday Zihni Aldırmaz değil.
Değişik siyasal partilerden insanlarla görüştüm. Çoğu da Zihni Aldırmaz’ın kendi partisinden aday olmasına sıcak bakıyor. MHP’liler Aldırmaz’ın şimdiki aday yerine daha doğru aday olduğunu savunuyorlar. CHP’liler Aldırmaz’ın CHP kökenli olmasa da CHP’ye yakışır bir siyasetçi olduğunu belirterek, adaylığına sıcak bakıyorlar.
Aslında bu durum ortaya ilginç bir sonuç çıkarıyor. Ama sona bırakacağız…
MHP, İTTİFAKA CHP’DEN DAHA SICAK
Adana’daki en dikkat çekici temaslarımdan biri, tesadüfen hem CHP’nin hem de MHP’nin sözü geçen etkili ikili ismiyle aynı ortamda bulunmam sırasında gerçekleşti. Haliyle “AKP nasıl yıkılır” sorusu etrafında şekillendi sohbet…
Ben daha önce bu köşede yazdığım CHP-MHP-İP ittifakının tek gerçekçi çözüm olduğu konusu üzerinde durdum. Yüzdeleri, yaratacağı sinerjiyi, AKP’nin belediyelerinin üçte ikisinin bu ittifaka geçeceğini anlattım…
Açık söyleyeyim şaşırdım: Zira CHP-MHP-İP ittifakının gerçekçiliğine, Adana’da MHP’li etkili isim, CHP’li etkili isimden daha sıcak baktı.
Görüşleri özetleyeyim: CHP’li etkili isme göre Türkiye bir uçurumda ve AKP karşıtı olan herkes CHP’ye gelmeli. Gerisi zaman ve enerji kaybı…
MHP’li etkili isim ise CHP’nin bu temennisinin gerçekçi olmadığını, AKP’ye karşı izlenecek tek çizginin, güçlü adayın etrafında birleşmekten geçtiğini savundu. Yani herhangi bir ilde MHP’nin adayı güçlüyse onu, CHP’nin adayı güçlüyse onu desteklemek gibi…
GÜÇLÜ ADAYDA BİRLEŞME
CHP’nin 20 yıldır bu çizgiyi izleyerek güç birliği formüllerine hep sırtını döndüğünü belirterek, MHP’li etkili ismin görüşleri üzerinde durdum.
Kategorik olarak “güçlü adayda birleşme” fikrini desteklediğimi ama bunun gerçekleşebilmesinin tek ölçütünün, genel merkez düzeyinde anlaşmaktan geçtiğini savundum.
Zira bu model yerelin inisiyatifine bırakıldığı zaman, yerel çelişmelerin etkisi önce çıkacak ve “güçlü adayda birleşme” büyük ölçüde gerçekleşmeyecekti.
Bu verimli tartışmayı, yolu sık sık İstanbul ve Devlet Bahçeli’yle görüşmek için Ankara’ya düşen etkili MHP’liyle sürdürmeye karar verdik.
ÜZERİNDE ANLAŞILACAK İSİMLER MUTLAKA VARDIR
Artık başta belirttiğimiz meseleye, yani Zihni Aldırmaz’ın hem MHP’de hem de CHP’de olumlu aday şeklinde değerlendirilmesinin ortaya çıkardığı somut sonuca gelebiliriz…
O sonuç şudur: CHP, MHP, İP için illerde her zaman üzerinde anlaşılacak, ortak paydası en büyük olan isimler mutlaka vardır!
Bakın aslında “CHP-MHP-İP ittifakı mümkün mü” sorusu bile bu sonuçta ortaya çıkmaktadır: Adana’da doğru ve güçlü adayda birleşilebilir! O aday edindiğim izlenimlere göre Zihni Aldırmaz’dır…
Benzer durum eminin başka illerde de geçerlidir.
Bakın bu tabloyu birkaç büyükşehirde hızla ortaya çıkarabilmek, parti genel merkezlerine “ittifak” baskısını artıracaktır. En kötü ihtimalle, kritik bazı büyükşehirlerde bu modelle AKP’li belediyeler yıkılabilecektir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Ekim 2013
HALKÇI-MİLLİYETÇİ CEPHE
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/08/2013
Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer yazdı: CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey 3 Ağustos günü yanlarında yardımcıları da olduğu halde özel bir görüşme yapmışlar. Çakırözer’e göre Kılıçdaroğlu’nun makamında yapılan görüşmenin konusu seçim ittifakıydı…
Kılıçdaroğlu özetle “ortak mücadele şart ama ittifak olmaz” demiş. Ancak Çakırözer’e göre Kılıçdaroğlu’nun 3 çekincesi var:
1. “Cephe tipi bir bloklaşma AKP’yi alternatifsiz hale getirebilir.”
2. “MHP’nin bugünkü yönetimine bir ittifak konusunda güvenmek zor. AKP’ye can simidi, stepne oluyorlar.”
3. “Olası bir ittifak modelinin ‘Kürt sorunu’ konusuna çözüm önerisi sunamayacağı şeklinde bir kaygıya sahibiz.” (Cumhuriyet, 12 Ağustos 2013)
Her üç çekincenin de geçerli olmadığı ortada, şimdilik üzerinde durmuyoruz ama bu haber dolayısıyla esas konuya dair fikirlerimizi belirtmeliyiz.
TÜRKİYE AKP’DEN NASIL KURTULUR?
Nedir esas mesele? Türkiye’nin AKP hükümetinden nasıl kurtulacağıdır…
Bu sorunun yanıtı da, Türkiye’nin önüne bir hükümet seçeneği çıkarabilmekten geçmektedir ve üzerinde durulması gereken asıl konu artık budur.
Bir hükümet seçeneği yaratabilmek, şu gerçeklerden hareket etmeyi gerektirir:
1. AKP’yi devirecek bir hükümet seçeneği, en önemlisi, AKP’nin tabanından da oy alabilmelidir.
2. AKP’yi devirecek ve Türkiye’yi yeniden birleştirecek bir hükümet seçeneği Kürtlerden de oy alabilmelidir.
3. AKP’yi devirecek bir hükümet seçeneği, ancak mevcut partilerin bir ittifak, bir birliktelik, bir cephe oluşturabilmesine ya da ortak hareket edebilmesine bağlıdır. (Nasıl ve hangi modelle yapılacağının yanıtı, kuşkusuz ne yapılacağında birleştikten sonra verilebilecektir. Biz şimdilik “cephe” diyeceğiz.)
4. AKP’yi yıkacak ve Türkiye’yi birleştirecek bir cephe, ancak halkçı-milliyetçi ana çatısı altında olabilir.
AYNI KÖKTEN GELİYORUZ
Türkiye’nin AKP’yi yıkacak hükümet seçeneği halkçı-milliyetçi bir cepheden geçecekse, gelin o zaman önce o cephenin özelliklerine bakalım:
1. Türkiye’nin halkçıları ve milliyetçileri aslında aynı kökten gelmektedir ve 150 yıl öncenin devrimcileridir.
2. Halkçı çatısının altında fiilen sol sosyalistlerden sol Kemalistlere oradan da ulusalcılara kadar uzanan geniş bir yelpaze vardır.
3. Milliyetçi çatısı da ulusalcılardan başlayarak kendisini toplumcu Türkçü, sağ milliyetçi diye niteleyen kesimlere kadar uzanır.
4. Halkçı-milliyetçi cephe hem sol hem de sağ kesimlerden oy alır.
5. Halkçı-milliyetçi cephe muhafazakâr kesimleri de yanına çeker.
CHP-MHP-İP ORTAKLIĞI AKP’Yİ DEVİRİR
Peki AKP’nin karşısına bir hükümet seçeneği oluşturabilecek bu halkçı-milliyetçi cephe hangi siyasal dinamiklerden oluşmaktadır, hangi partiler bu cepheye dahil olabilir?
1. Halkçı-milliyetçi cepheyi oluşturacak asıl aktörüler CHP, MHP ve İşçi Partisi’dir.
2. Her üç partinin son seçimlerdeki oy toplamı yüzde 40’a yakındır. Ancak bu üç partinin oluşturacağı bir cephenin alacağı oy, tek tek aldıkları oyların toplamından çok daha fazladır.
3. CHP, MHP ve İşçi Partisi’nin kuracağı bir cephe, son anketlerde oranı oldukça yüksek çıkan kararsızların karar vereceği adres olacaktır.
4. Gezi dinamiğini sandığa kurban etmemenin ve sandıklara bölmemenin tek yolu, CHP-MHP-İP ittifakıdır.
5. Halkçı-milliyetçi cephe, aynı zamanda yurtsever bir cephedir. “Yurtsever cephe”, ayrılıkçı olmayan ve büyük çoğunluğu birlikten yana olan Kürt’ümüzün de esas adresi olacaktır.
CEPHE, TEK KURTULUŞ SEÇENEĞİ
Üstelik CHP, MHP ve İşçi Partisi’nin yan yana gelerek kuracağı bu halkçı-milliyetçi cephe, “demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını” da sonbaharda gösterecek cephedir.
Haziran halk hareketinin sonbaharda yeniden dirileceğini işaret eden gelişmeler ortadadır. İşte o sonbahar halk hareketinin Türkiye adına daha somut başarılar elde etmesinin yolu da halkçı-milliyetçi bir cephe inşa etmekten geçmektedir.
Ne Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne Devlet Bahçeli’nin ne de Doğu Perinçek’in başka seçeneği yoktur. Zira bir tek bu seçenek, yani bir tek halkçı-milliyetçi cephe, dışarıda komşularına düşmanlaştırılan ve içeride milleti ikiye bölünen bir Türkiye’yi yeniden düzlüğe çıkarır…
Her üç partinin tabanı da, partilerinin yönetimlerini bu cepheyi kurmaları için zorlamalıdır. Geç kalmadan ve iş işten geçmeden…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ağustos 2013