Posts Tagged CHP

CHP, TSK KARŞITLIĞINDA ÖNE GEÇTİ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Asker Açılımı, “Bedelli askerlik gündemimizde yok” diyen Başbakan Erdoğan’ın şak diye bedelli ilan etmesinden daha tehlikeli! TSK’yi vurma konusunda ana muhalefetin iktidara göre bir adım önde olduğunu teslim etmeliyiz.

Bildiğiniz gibi Erdoğan, 30 yaşından büyüklerin askerlik yapmamalarının bedelini 30 bin lira olarak belirledi. Kuşkusuz bu TSK’ye yönelik Ergenekon operasyonunun devamı niteliğindedir. Hedef profesyonel ordu yaratıp TSK’yi küçültmek ve halk ordusunu bitirmektir!

Bu yalın gerçeği görüp de savunmaya geçmesi gereken CHP ise özellikle Kılıçdaroğlu’nun başa geçmesinden itibaren askere daha büyük saldırıya geçti!

Örneğin Kılıçdaroğlu 30 yaşa 30 bin bedelini bir sosyal demokrat olarak “haksızlık” diye değerlendirmiş: “Haliyle parası olan askerlik yapmasın, olan yapsın sonucu çıkıyor. Bu kamu vicdanına sığmaz.”

İşte o vicdanı sözde rahatlatmak adına Kılıçdaroğlu ağzındaki baklayı çıkarıyor: “Meclis aşamasında parası olmayanlar için önerge vereceğiz. Parası olmayanların da yararlanması için değişiklik önereceğiz.

Yani Erdoğan 30 yaşından büyüklere 30 bin lira bedel karşılığında askere gitmeme olanağı sunarken, Kılıçdaroğlu bir adım daha öne çıkıp, parası olmayanın da bundan yaralanmasını istiyor. Askerliği toptan kaldırın, rahatlayın beraberce!

MHP’NİN VATAN BEDELİ: 600 TL

MHP ise daha da ilginç bir öneriyle güya TSK’yi savunuyor. “Haksızlığın” giderilmesi için askerlik yapanlara da 600 lira maaş ödenmesini istiyor! Türkeş milliyetçilerinin literatüründe, bedelli askerliğin alternatifi, para karşılığı askerlik yapmak oluyor! Halk ordusu, vatan sevgisi, şehitlik, hak ve ödev gibi kavramların yerini 600 lira alıyor! Bir nevi profesyonel ordu…

Nitekim MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, daha çok insanın bu kıyaktan yararlanması için bedelin aşağıya çekilmesini istiyor ve yeni bir askerlik sistemi öneriyor!

KILIÇDAROĞLU’NUN ASKER AÇILIMI

Kılıçdaroğlu’nun, Fikret Bila’nın “askerliği nasıl yaptınız” sorusuna yanıtı ibretlik: “Ben kısa dönem yaptım. Tabi kısa dönemde ne kadar askerlik olacak ki?”

Kısa dönem askerliğin askerlik bile olmayacağını tecrübe eden Kılıçdaroğlu, 12 Haziran seçimleri öncesinde ne vaat etmişti, anımsıyor musunuz? İşte o tarihi sözler: “Askerlik süresini dokuz aya indireceğiz, aşamalı olarak altı aya kadar indireceğiz, daha küçük ama daha profesyonel olacak. Çocuğunuz üniversitede okurken yaz tatillerinde gidecek askerliğini yapacak, mezun olunca da askerliği bitmiş olacak.”

Staj kabilinde askerlik öneren Kılıçdaroğlu’nun niyeti, gençlerin askerliğini hızla bitirmesi değil, askerliği bitirmektir. Bunun sayısız kanıtı vardır:

Kemal Kılıçdaroğlu “Bedelli askerliği gündeme getiren biziz.” dedi; “Orduyu terörle mücadelenin dışına çıkaracağız. Ordu kışlasında onurlu görev yapacak.” dedi; TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi’nin değiştirilmesini teklif etti; Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanmasını istedi; 27 Mayıs’ı eleştirdi; 28 Şubat’a teslim olduğu için Refahyol hükümetini bile eleştirdi!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Kasım 2011

 

, , ,

Yorum bırakın

BAYKAL, ERDOĞAN’I ALTI OKÇU İLAN ETTİ

Atatürk’ün partisinin lideri, Atatürk ilkelerine karşı odak olduğu Anayasa Mahkemesi’nce hükme bağlanan partinin genel başkanını, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, altı okçu ve Atatürkçü ilan etti. Zira altı ok, bir süredir “babaannelerinin resmi gibi asılı duruyordu” Atatürk’ün partisinde…

Farkındayım, biraz karışık oldu. Hemen açalım:

Başbakan Erdoğan, KCK operasyonları konusunda şöyle konuşmuştu: “Bu ifadelerim sebebiyle beni ‘devletçi, milliyetçi’ diye ifade edenler varsa, bu ifadeleri kullanmak devletçilikse, milliyetçilikse evet, devletçiyim, milliyetçiyim.”

ALTI OK ORTADA KALDI

Erdoğan’ın bu açıklamasına CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal şu yanıtı verdi: “Başbakan ‘Ben devletçi ve milliyetçi bir anlayıştayım’ diyor. Bir süre önce de laik bir anlayışta olduğunu söylüyordu. Başbakan artık ‘6 ok’a sahip çıkmak için herhangi bir eksik bırakmamıştır. Herhalde Cumhuriyetçiliği ve Halkçılığı reddedecek değildir.”

Elbette Baykal, bu sözleri ironi olarak söylüyor ve Erdoğan’ın altı okçuluğuna inanmıyor. Ancak Baykal’ın Erdoğan’a yönelik ironisi, kendisinin de altı oku, “babaannesinin duvarda aslı resmi” gibi değerlendirmesi nedeniyle çifte ironi halini alıyor.

Erdoğan’ın 12 Eylül halkoylamasından bir gün önce CHP’yi “altı oktan sapmakla” suçlaması ise ironiye bile ironi yaptırıyor.

Durun, ironiler daha bitmedi. CHP yönetimi, eski lideri Bülent Ecevit’i anlatmak üzere partiden kimseyi bulamıyor. Ve Ecevit’i CHP’lilere, Süleyman Demirel anlatıyor. Ecevit’in Atatükçülüğünü anlatmak, siyasi hayatının büyük bölümünü Atatürk’ün partisi CHP’ye vurarak geçiren Demirel’e nasip oluyor.

SOSYAL DEMOKRASİ: ALTI OK’UN REDDİ

Atatürk’ün ölüm yıldönümünde mizah gibi olan bu gelişmeleri bırakalalım ve CHP’yi bu hallere düşüren sapmaya odaklanalım: Sosyal demokrasi. Oldukça geniş bir konuyu bu sütunda kıcasa özetlemek gerekirse:

Avrupa’da emekçi hareketi içinde ortaya çıkan ama 1900’ların başında dönüşüme uğrayan sosyal demokrasi, geçen yüzyılda emperyalizmin sol eli haline geldi. 20. yüzyıl boyunca sosyal demokrat partiler ezen – ezilen saflaşmasında ezenin yanında saf tuttular. Örneğin, yüzyılında başında Avrupa sosyal demokratları, Sovyet devrimcilerini Kemalistleri destekledikleri için eleştirdi. Keza İstanbul’daki sosyal demokrat parti de Kurtuluş Savaşı’na saldırıyordu.

Nitekim, Atatürk hiç “sosyal demokrat” olmadı! Kemalist Devrimin önderleri programlarını Altı Ok’ta özetlediler: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik.

CHP’NİN KARŞI-EVRİMİ

Altı Ok 1961’de anayasadan çıkarıldı ve sosyal demokratçılık ülkemize 1960’larda girdi. Turan Güneş ve Deniz Baykal’ın liderliğini yaptığı mülkiye cuntası, teorilerini Ecevit’e de benimsetti. Ve CHP önce ortanın solu, sonra da sosyal demokrat oldu.

Öyleki, Ecevit 1970 yılında yazdığı kitapta artık şöyle diyordu: “Atatürk Devrimleri altyapı devrimleri değildir; üstyapı değişiklikleridir. Bu değişiklikler yüzeysel gelişme ve biçimsel çağdaşlaşma getirmiştir.”

İşte Baykal’ın 1990’larda kendisini siyaseten Mendereslere, Özallara bağlaması bu çizginin devamıdır. Ve o çizgi 1995, 1999 ve 2002 seçimlerinde güçbirliği çalışmalarına “hayır” deyip, Çillerleri, Erdoğanları Türkiye’de iktidar yapmıştır. Ve o çizgi, 2007’de de, Cumhuriyet mitinglerine sırtını dönerek iktidarı reddetmiş ve halk hareketini söndürmüştür.

“Altı Ok” günümüzde iktidar ile anamuhalefet partileri arasında mizah unsuru olmuş, ortada kalmıştır. Neyse ki Türkiye’nin, Altı Ok’un günümüzün de kurtarıcı programı olduğunu bilen,  devrimci öncüleri hâlâ vardır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Kasım 2011

, , , ,

Yorum bırakın

PARLAMENTARİZMİN ÇÖKÜŞÜ

Yüzde 10 barajının düşürülmesi taleplerine itirazın temeli hep aynıdır: İstikrarsızlık olur! Koalisyonlardan, yüzde 15-20 bandında oy alan partilerin zayıf iktidarlar oluşturduğundan yakınılır…

İşte son genel seçim: İktidar yüzde 50, ana muhalefet yüzde 26 oy aldı. Yani sistemin, rejimin iki motoru yüzde 76 ile “istikrar” oluşturdu!

Peki, öyle mi?

Seçimlerin üzerinden neredeyse bir ay geçti ama hâlâ parlamento tam olarak toplanamadı. Mazbatasını alıp milletvekili olan ama yemin edemeyen milletvekilleri var… Meclise giren ama yemin etmediği için yasama çalışmasına katılamayan bir ana muhalefet partisi var… “Mevcutlarla yasama yapılır” diyen bir iktidar var…

Mafyalaşan Rejim

Bu durum, Türkiye tarihinde ilk kez yaşanıyor. Doğrusu bu tablo, sağlıklı bir ülkede asla yaşanmaz! Bu durum, Türkiye’de parlamentarizmin çöktüğünün ispatıdır! İşte “mafyalaşan rejim” dediğimiz, tam da budur. Rejimin hukuksal temellerinin ortadan kalktığı, yeni bir rejime yeni bir “hukuk” yaratılmaya başladığı bir döneme girmiş bulunuyoruz.

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in uzun zamandır dile getirdiği, “muhafaza edilecek bir Cumhuriyetimiz değil, yeniden kurulacak bir Cumhuriyetimiz vardır” tezinin, geniş kitleler nezdinde de ete kemiğe büründüğü somut bir durumla karşı karşıyayız artık!

Mafyalaşan rejim, TSK’ya, devrimci ve ulusal kuvvetlere yönelik operasyonunu, “parlamentarizmin çöktüğü” şu koşullarda daha da genişletiyor. Rejimin her alanına karşı taarruza geçiyor. Şimdi şike bahanesiyle spor dünyası ve ekonomisi düzenleniyor, ardından meslek odalarına sıra gelecek, sonrasında da demokratik kitle örgütlerine…

Rejimin muhafızlarının, mafyalaşan rejime karşı tam direnmediği, rejim içinde rejim oyunlarıyla çareler aradığı arkada kalan dönem, bu bakımdan öğreticidir. Üniversite yönetimlerinin düşürülmesi, YÖK’ün ele geçirilmesi, sendikaların etkisizleştirilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ele geçirilmesi, ders olmalıdır.

Bekçilik Değil Devrim Görevi

Mafyalaşan rejim, yeni siyaset biçimiyle, idareyi de mafyalaştırmakta ve aslında tek elde toplamaktadır; Bakanla müsteşar arasına siyasi bir komiser yerleştirmek, başka nasıl okunmalı?!

12 Eylül Anayasası’nın bile meşru bulmadığı bu mafyalaşan rejim, şimdi kendisine yapacağı yeni bir Anayasa ile “meşruiyet” kazandırmaya çalışacak. Mafyalaşan rejim, “İstanbul ve Diyarbakır başkentli, Türk-Kürt Federe Devleti’nin” anayasasını oluşturacak. Yani BOP’un…

Çünkü BOP, üç İsrail’dir; Büyük İsrail’dir, Büyük Kürdistan’dır ve Küçültülmüş Türkiye’dir.

Sürece “parlamentarizmin çöktüğü” koşullarda verilecek tek yanıt vardır: Devrim! Tıpkı, aynı durumla karşılan Mustafa Kemal’in, önüne koyduğu somut görev gibi…

Mehmet Ali Güller
9 Temmuz 2011
Aydınlık Gazetesi

, , ,

Yorum bırakın

SEÇİM ANALİZİ 2: OYLAR MAĞDURA DEĞİL GÜÇLÜYE GİDER!

İlk seçim analizimizde, Türkiye’yi içine sokacağı zorluklardan hareketle, seçimlerin iki önemli sonucu üzerinde durmuştuk: Dış politika açısından; Erdoğan’ın “Ankara kazandı, Şam kazandı” demesini ve iç politika açısından; AKP-CHP-BDP arasında “Yeni Anayasa” ittifakı oluşturulacağının işaretinin verilmesini incelemiştik.

İkinci seçim analizimizde ise Ergenekon sürecinin ve mağduriyet konusunun seçime nasıl yansıdığını inceleceğiz:

‘ASKER KONUŞURSA, AKP BÜYÜR’ YALANI

Türkiye’de AKP’nin başarısına ve seçimlere yönelik “seçmen mağdura oy verir” diye bir “teori” üretildi…

Bu “teori”nin çok sayıdaki sözcüsüne göre:

2002 seçimlerini AKP almıştı çünkü mağdurdu; Kemalist rejim AKP liderini seçim yasaklısı ilan etmişti, ayrıca türban nedeniyle mağdurlardı… AKP, 28 Şubat oldu diye seçimi kazanmıştı…

Yine bu “teori”nin çok sayıdaki sözcüsüne göre:

2007 seçimlerini AKP almıştı çünkü yine mağdurdu; Kemalist yargı üzerine gidiyordu, asker darbe yapmaya çalışıyordu, askerin darbe istemeyen kanadı bile AKP’yi azarlıyordu, üstelik türban nedeniyle hâlâ mağdurlardı… AKP, 27 Nisan muhtırası verildi diye seçimi kazanmıştı…

CHP işte 12 Haziran 2011 seçimlerine AKP’nin sözde bu mağduriyet kartlarını elinden alarak girdi; türbanı çözdü(!), askeri hizaya getirdi… Diğer yandan AKP yargıyı zaten adım adım kontrol altına alıyordu, orada da mağduriyet kalmıyordu… Peki ya sonuç?

Tüm mağduriyetleri elinden alınan AKP oylarını yüzde 50’ye çıkardı!

Çünkü “seçmen mağdura oy verir” teorisi tam bir yalandı. Seçmen güçlüye, güçlü gözükene, güçlü gözüktürülene oy verirdi. Ki bunu anlamaları için çocukluklarına dönüp, mahallede zayıftan yana değil güçlüden yana durdukları günleri hatırlamaları yeterliydi… Çünkü toplumsal eğitimimiz böyleydi! Hatta bir bölümü, Erdoğan korkusu nedeniyle neleri yazamadığını düşünerek de bu yanlışı görebilirdi… Aslında sadece Erdoğan’ı neden desteklediklerini “samimiyetle” yanıtlayarak da, gerçeğe ulaşabilirlerdi…

Her neyse, biz teorinin yanlışlığı üzerinde duralım…

AKP’Yİ 28 ŞUBAT DEĞİL, ABD İKTİDAR YAPTI

Gelin bu mağduriyet teorisini önce 2002 seçimlerinde çürütelim:

AKP, 28 Şubat oldu diye 2002’de iktidar olmadı, Erdoğan seçim yasaklısı yapıldı diye Başbakan olmadı! Tersine 1997’deki 28 Şubat, 1999’da Ecevit’i iktidar yaptı.

Ki bu teoriye göre 28 Şubat mağduriyeti bir partiyi iktidar yapacaksa, o parti AKP yerine Saadet Partisi olmalıydı; bir lideri Başbakan yapacaksa, o lider Erdoğan yerine Erbakan olmalıydı!

Erdoğan’ı AKP’ye lider yapan, onu daha 1996’da Erbakan’ın yerine hazırlayan ABD’dir. AKP’yi 2002’de Türkiye’de iktidar yapan, Irak’a girmeye hazırlanan ABD silahlı kuvvetleridir!  Erdoğan’ın, seçim yasağını kaldırtmak üzere, Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’le görüştürülmesini Pentagon’dan, Wolfowitz’den mektupla istediği; yasaklı Erdoğan’ın, ABD girişimlerinden sonra Cumhurbaşkanlığı’nda ve Genelkurmay Karargâhı’nda başbakan gibi ağırlandığı; Baykal’ın desteğiyle yasa değiştirilip, Siirt seçimlerinin yenilenip, Erdoğan’ın milletvekili seçtirildiği gerçeğinin üzerinden atlanarak “teori” üretilemez!

2007 SEÇİMLERİNİ, AKP’Yİ İNDİR(E)MEYENLER KAYBETTİ

Gelin şimdi de AKP’nin yine mağduriyet nedeniyle 2007 seçimlerini kazandığı yalanını çürütelim:

Önce o günleri anımsayalım: 2007 baharında Türkiye ayakta, milyonlar Cumhuriyet mitinglerinde AKP’yi protesto ediyordu. Türkiye tarihinin bu en büyük halk hareketi, AKP’yi baş aşağı götürüyordu. Dahası, 27 Nisan açıklaması, Cumhuriyet mitinglerinin daha da kitleselleşmesine güç vermişti!

Ancak… Sezer-Baykal ikilisi, halk hareketinin gücünü –belki kendilerini de silip süpüreceği korkusundan- kullanmadı, TBMM’de 367 sandalye cambazlığıyla Cumhuriyet’i koruyacaklarını sandılar! Ardından Dolmabahçe mutabakatı, TSK’nın 27 Nisan’ın arkasında duramaması, Cumhuriyet mitingleri kürsüsüne “ne darbe ne şeriat” anlayışının hâkim kılınması, o mitinglere katılan milyonlara kürsüden “solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye oy versin” denilmesi, AKP’yi kurtardı!

Kısacası AKP, 22 Temmuz 2007 seçimlerine mağdur olarak değil, tersine Cumhuriyet kalesindeki geri çekilmeler nedeniyle güçlenerek, güçlü gözükerek girdi ve yüzde 47 oy aldı!

Öte yandan Eylül’de açıklanacak Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davası sonucunun, gizli ellerin devreye girmesiyle –üstelik kapatamama kararıyla- Temmuz sonuna alınması, AKP’yi 30 Ağustos stratejisinde daha da güçlendirdi!

Mağduriyeti değil gücü kullanan AKP de, TSK’ya karşı Ergenekon operasyonunu başlattı! Cumhuriyet kalesi, “hukuk” dedikçe, AKP operasyonun çapını büyüttü; “aman asker konuşmasın, AKP’yi mağdur etmesin” denildikçe, AKP Türk Ordusu’na baskısını artırdı… “Militarizm karşıtlığı” ile “asker karşıtlığını” birbirine geçirerek uygulanan psikolojik savaş, Türkiye’yi esir aldı!

Adım adım operasyonların hangi boyuta geldiği artık ortada!

2010 HALK OYLAMASINI, ŞURA’DA TSK’YA BOYUN EĞDİREN AKP KAZANDI

Ya 12 Eylül 2010 halk oylaması sonucunu ne belirledi? AKP yine mağdur olduğu için mi yüzde 58 oy çıkardı?

Hayır, tersine AKP 30 Ağustos terfilerine müdahale edebildiği için, Yüksek Askeri Şura’da TSK’ya boyun eğdirebildiği için halk oylamasına güçlü girebildi ve kazandı! Buna bir de kuşkusuz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “genel af” söyleminin MHP saflarında yarattığı çekinceyi ve kaybettirdiği oyları eklememiz gerekiyor…

AKP GÜÇLÜ GÖZÜKTÜKÇE OYUNU ARTIRDI

Gelelim 12 Haziran 2011 seçimlerine…

AKP hangi mağduriyetle girdi bu kez seçimlere? AKP türban mağduru mu, asker mağduru mu?

CHP bu mağduriyetleri güya teker teker almadı mı? İlk seçim analizimizde altını çizmiştik: CHP AKP’nin güya türban ve dini mağduriyetini ortadan kaldırmak için türbanı üniversitelere soktu, “cemaatlere saygılıyız” dedi, “laiklik tehlikede değil” dedi, “tekke ve zaviyelerin kapatılması yanlıştı” dedi… CHP AKP’nin asker mağduriyetini gidermek için 27 Mayıs’ı eleştirdi, 27 Nisan’ı kötüledi, 25. maddayi kaldıracağını ilan etti, profesyonel askerliğe ve bedelli askerliğe evet dedi, askerliği 6 aya indireceklerini taahhüt etti, gençlere staj kabilinde askerlik yapma sözü verdi…

Hepsinden önemlisi CHP askere “sus, sakın konuşma” dedi: CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Genelkurmay’ın balyoz davasına ilişkin açıklamasını doğru bulmadıkları ilan etti. Bir ay sonra Harp Akademileri Komutanı Org. Balanlı tutuklandığında ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu çıkıp Genelkurmay’a “sakın ola ki herhangi bir tepki vermeyin, kendi kışlanızda oturun” dedi!

İşte AKP’nin hem türban hem de asker mağduriyeti giderilmişti…

Sonuç ne oldu peki?

AKP yüzde 50’ye çıktı!

Çünkü mağduriyeti giderelim derken, aslında AKP güçlendirilmişti.

Arkasına ABD’yi alan AKP, orduya boyun eğdirebilen, generali içeri atabilen, aydını mahkemelerde süründürebilen, yargıyı ele geçirebilen, emekçi hareketini şiddetle bastırabilen, kısacası “güçlü” bir profil sergilemiş oldu… Buna bir de İsrail’e sözde posta koyan bir hükümet görüntüsü eklendiğinde, AKP daha da güçlü bir görüntü sergilemiş oldu.

Kısacası, AKP mağdur olduğu için değil, güçlü gözüktüğü için oy aldı!

Keza BDP de, mağdur olduğu için değil, “güçlü” durduğu için seçimlerde başarı elde etti ve neredeyse milletvekili sayısını iki katına çıkardı. Silahlı siyasetin etkisi ortada… BDP’nin YSK’nın kararı karşısında Türkiye’yi içine soktukları savaş görüntüleri ile YSK’ya kararlarını geri aldırtmaları, seçimlere girerken en büyük kozları oldu! Aynı durum karşısında tam ters tavır takınan ÖDP’nin ise hali ortada…

Not: Üçüncü seçim analizimizde, partileri kurumsal yapıları ve dayandıkları sınıflar ile sosyo-ekonomik tabakalar üzerinden inceleyeceğiz…

Mehmet Ali Güller
14 Haziran 2011

, , , , ,

Yorum bırakın

TSK’YI HEDEF ALMAK, CHP’YE OY GETİRİR Mİ?

CHP’nin 12 Haziran seçimlerine dönük en “çarpıcı” vaadi, askerlikle ilgili olanlardı:
“Bedelli askerliği gündeme getiren biziz, bir sefere mahsus olarak bedelli askerlik için kanun teklifi verdik, çıkaracağız bunu. Askerlik süresini 9 aya indireceğiz, aşamalı olarak 6 aya kadar indireceğiz, daha küçük ama daha profesyonel olacak. Çocuğumuz üniversitede okurken yaz tatillerinde gidecek askerliğini yapacak, mezun olunca da askerliği bitmiş olacak. Arzu eden de erkenden yapacak. Orduyu terörle mücadelenin dışına çıkaracağız. Ordu kışlasına onurlu görev yapacak”.[1]
Kılıçdaroğlu bu vaadi açıkladıktan sonra, “bedelli askerlik” yasa teklifini de TBMM Başkanlığı’na verdi!
CHP İLE AKP’NİN SÜRE YARIŞI
Kuşkusuz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TSK’ya yönelik bu hamlesi, ABD-AKP ikilisinin 8 yıllık uğraşıyla boy ölçüşecek nitelikte. Ne de olsa askerliği “bitirmeye” yönelik süre azaltma yarışında, AKP en fazla 12 aya inebilmişti!
Kılıçdaroğlu’nun torbasında TSK’nın itiraz ettiği her şey var; bedelli askerlik var, süre indirimi var, profesyonel ordu var!
Ama burada asıl önemli olan, bu unsurlarının, “bir paketin unsurları niteliğinde” uyumlu olması! Ordu teröristle mücadele etmeyecekse, -ne demekse- kışlasında onurlu görev yapacaksa, profesyonel olacaksa, zaten bir gencin kaç ay askerlik yaptığının da bir önemi kalmaz; üniversitede okurken, yazları askerliğini tamamlar!
Tek sorun, üniversiteli gencin yazları askerliğini tamamlarken, stajlarını tamamlayamaması ve okulunu uzatmasıdır! Parası olanın da parayı bastırıp askerlik yapmaması, zaten “sosyal demokrasi”nin gereğidir!
Bu paketin ilk unsurlarını da anımsayalım: Kılıçdaroğlu koltuğa oturur oturmaz ilk olarak 27 Mayıs’ı eleştirdi; 28 Şubat’a teslim olduğu için Refahyol hükümetini eleştirdi; Genelkurmay Başkanı’nın Milli Savunma Bakanı’na bağlanmasını istedi.
CHP’NİN ASKERLİK AÇILIMI
Kılıçdaroğlu bu “askerlik açılımı”nı sırf seçimlerde oy toplamak için mi yaptı? Eğer evet ise o zaman CHP’lilerin yüzleşmesi gereken denklem şudur: Oy almak uğruna TSK’nın yapısını bozmak, doğru mudur? (Ki bunun oya dönüşeceği de muamma)
Oysa “Halk Ordusu” özelliğine sahip TSK’yı profesyonelleştirmeyi NATO bile sağlayamadı! İzmirliyle Hakkâriliye aynı ranzayı paylaştıran; zenginle fakir genci aynı sıraya sokup, yürüten; mühendisle çobanı aynı karavanadan doyuran bu sistemden neden rahatsızlık duyuluyor?
Bugüne kadar Türk Ordusu, NATO içindeki en özel konumunu, çeşitli branşlardaki birincilik derecelerini, başka orduların kendisine gıpta etmesini, profesyonel ordu olmaktan kaynaklanan özellikleriyle mi sağladı?
Paralı askerlerin, Irak’ta korkudan palmiyeleri ateşe verdiğini, Kabil’in dışına çıkmamak için rüşvet dağıttığını da mı duymadınız hiç?
Ya da…
Çanakkale’de “ölmesi emredilen” Mehmetlerimiz maaş mı aldı? Kıbrıs’a çıkartma yapan askerlerimiz prim mi kazandı?
Nedir bu profesyonel askerlik tutkusu?
“Türk Ordusu hizadan çıktı” diyen ABD’nin Ergenekon tertibi TSK’yı yeterince yıpratmışken, bir de iç cephe açılmasına gerek var mı?
CHP, askerlik süresini kısaltarak alınacak bir avuç oy yerine, neden AKP’yi alaşağı edecek ve Kılıçdaroğlu’nu başbakan yapacak “güç birliği” meselesine sıkı sıkıya sarılmıyor?
MEHMET ALİ GÜLLER


[1] “Kılıçdaroğlu’ndan bedelli hamlesi, 12 Mart 2011: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/17252699.asp, (Son erişim: 15 Mart 2011)

, ,

Yorum bırakın

ERTUĞRUL GÜNAY AKP’YE ‘AK DEĞİL KARANLIK’ DEDİĞİ GÜNLERİ ÖZLÜYOR MU?

Tarih: 13 Mayıs 2004
Yer: İnciraltı Crowne Plaza – İzmir
Demokrasi Kültürünü Geliştirme ve Yaygınlaştırma Derneği DEMKÜLDER, “Günümüz Sosyal Demokrasi Anlayışı ve Türk Sosyal Demokrasi Paneli” düzenlemektedir.
Doğu Perinçek’ten Murat Karayalçın’a, Mümtaz Soysal’dan Tarhan Erdem’e, Masum Türker’den Celal Doğan’a, Erol Tuncer’den Hurşit Güneş’e çeşitli isimler 12-13 Mayıs 2004 tarihinde, toplam dört oturum halinde düzenlenen panelde “Sosyal Demokrasi” konusunu tartışmaktadırlar…
Konuşmacılardan biri de AKP’nin Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dır.
Gerçi Günay o tarihte, henüz AKP’li değildir.
Neden mi yakın tarihte böyle bir yolculuğa çıktık?
Açıklayalım:
AKP, AKP ANITINA KARŞI!
Bildiğiniz gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kars’taki “İnsanlık Anıtı”na “ucube” demiş ve yıkılmasını istemişti.
Oysa Mehmet Aksoy imzalı anıt, bizzat AKP’li Kars Belediyesi tarafından 2004 tarihli “öyle bir heykel yapalım ki, sınırın ötesinden, Ermenistan’dan görünsün” talebi üzerine yapılmıştı…
Üstelik henüz tamamlanmayan 35 metrelik ve 700 tonluk bu heykele karşı, MHP “yıkılsın” kampanyası da yürütüyordu? Erdoğan’ı “heykel düşmanı” durumuna sokan bu öfkesinin sebebi, acaba dönemin AKP’li Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu’nun, sonradan CHP’ye geçmesi miydi? Ya da “komşularla sıfır sorun” temelli yapılan icraatların, seçimlere beş ay kala, rafa kaldırılması ihtiyacı mıydı? Sorular çoğaltılabilir…
Ama bizim konumuz başka…
Erdoğan’ın 8 Ocak günü yaptığı bu çıkış, büyük tepki topladı. Öyle ki, en sadık Erdoğan kalemşörleri bile durumu kurtarabilmek adına, konuyu “Başbakan heykel konusunda fikir belirtemez mi” gibi sıradan bir polemiğe sokmaya çabaladılar… Ama gerçek bütün sadeliğiyle ortadaydı. Konu Erdoğan’ın beğenileri değildi, tersine beğenmediği bir konuda, padişah gibi “tez yıkıla” hükmü verebilmesiydi… Öyle ki, konuya en uzak bakanlığın başındaki Ahmet Davutoğlu bile kendisini padişahın sadrazamı sanıp ikinci bir “yıkılsın” hükmü verebiliyordu…
Ancak her şeye rağmen tepkiler büyüdü…
GÜNAY, BAŞBAKAN’A NEDEN KALKAN OLDU?
İşte bu tepkilerin tam ortasında AKP’li Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ortaya çıktı ve “Başbakan heykele değil, heykelin yerine ve ortama ucube dedi” diyerek “yumuşatıcılık” görevine soyundu. Koskoca bakanı, üstelik kameralar önünde yaşanmış ve kanıtlı bir olayı bu denli “yok saymaya” götüren nedenler neler olabilirdi?
Bu çıkış, ya Erdoğan’ın talebi gereğiydi, ya AKP’nin toplumdaki balık hafızaya olan güveni nedeniyleydi ya da Ertuğrul Günay’ın seçimler yaklaşırken üstü çizilme endişesine karşı kendiliğinden üstlendiği Başbakan’a kalkan olma görevi gereğiydi… Kim bilir?
Günay’ın bu “yumuşatıcı” rolünün üzerinden iki gün geçti ki, Başbakan bir açıklama yaptı ve “sağa sola çekmeye gerek yok, ucube ifadesini heykel için kullandım” dedi!
Erdoğan’ın bu açıklamasının nedeni, Ertuğrul Günay’ı boşa düşürmek değilse eğer, herhalde yüzde 58 sonrası oluşan tabloya duyulan güvendi… Erdoğan, takiyeye gerek duymadan daha açık ilerliyordu nede olsa…
Peki, Ertuğrul Günay kendini bu duruma nasıl sokmuştu?
GÜNAY’A GÖRE AKP, AK DEĞİL KARANLIK!
Sorunun yanıtına geleceğiz ama önce yazımızın başında anımsattığız 13 Mayıs 2004 gününe dönelim.
Uçak rötarı nedeniyle panele biraz da geç kalan Ertuğrul Günay başlıyor konuşmaya… Genel bir değerlendirme yaptığı sırada şöyle söylüyor Günay:
“Kendisini, çok ustalıklı bir imaj yaratmayla da, AK Parti diye niteleyen bu parti, biraz Fikret’in şiirindeki, Zulmeti Beyza’ya benziyor: ‘Aksa eğer, bir beyaz karanlık…’ Yani, gitgide ülkenin üzerine çöken ve biraz göz gözü görmemeye, ne olduğunu gizlemeye dönük; bir beyaz karanlık. Böyle bir siyasal yapı”.
Acaba bu konuşmayı yaptıktan çok değil üç yıl sonra bakan olan Ertuğrul Günay, kendisini AK Partili mi, yoksa AKP’li mi saymıştır? Ne dersiniz?
Neyse, bizi ilgilendirmeyen bu sorunun yanıtını bırakıp, Ertuğrul Günay’ın konuşmasını anımsamaya devam edelim. Günay, bakın “seçmenlerin aslında neye oy verdiğini” açıklamaya çalışırken, şimdiki partisi “beyaz karanlığı” neyle suçluyor:
CUMHURİYET VE DEMOKRASİ KARŞITI, ŞERİATÇI PARTİ HANGİSİ?
“… 1989’da İzmir’in ya da İstanbul’un ya da Ankara’nın daha kırsal ya da kentlerin çevresi sayılabilecek olan yoksul kesimlerinde, biz oy alırken, bize Ümraniye’de ya da Altındağ’da oy verirken, inanmış, sosyal demokrat oldukları için vermediler. Ya da sosyal demokrasiyi bilimsel olarak bildikleri, özümsedikleri kişiselleştirdikleri için vermediler. İnandılar, getirdiler oylarını verdiler. 95’te Refah Partisi’ne veya bu seçimde AKP’ye oy verirken de, birden bire o insanlar, yine aşağı yukarı aynı sosyal sınıflardan gelen insanlar, bu kez cumhuriyet karşıtı, demokrasi karşıtı ve şeriatçı falan olmadılar…”
Neymiş, aslında karanlık olan AKP, kendisine imaj için AK Parti dedirtiyormuş…
Neymiş, AKP cumhuriyet karşıtı, demokrasi karşıtı, şeriatçı bir partiymiş…
Hani, demin sormuştuk ya, “Peki, Ertuğrul Günay kendini bu duruma nasıl soktu?” diye… Gelin bu sorudan da, yanıtında da vazgeçelim ve şu yeni soruyu soralım:
Ertuğrul Günay bu ‘beyaz karanlık’ durumdan nasıl kurtulur?
İstifa mı dediniz?
MEHMET ALİ GÜLLER

, ,

Yorum bırakın

KILIÇDAROĞLU’NA ÇAĞRI: AŞİRET REİSİNE DEĞİL, KÖYLÜNÜN AYAĞINA GİT!

Yeni CHP”nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yeni Radikal”in, “Savaşma Konuş” kampanyasına destek imzası atmış! 15 Kasım 2010 tarihli “Yeni Radikal”, birinci sayfadan duyurduğu bu habere şu başlığı koymuş: “‘Anneler ağlamasın’ diye imzasını attı”.

Kılıçdaroğlu, nihayet “analar ağlamasın” diye “Kürt açılımı” başlattığını söyleyen Başbakan Tayyip Erdoğan’la buluşmuş oldu!

Bildiğiniz gibi “Yeni Radikal”, “Savaşma konuş diyen 500 bin radikal arıyor”du. Kılıçdaroğlu Radikal’in bu kampanya için bulduğu ilk siyasi parti genel başkanı oldu. Kampanya, özet olarak tarafları (PKK ve TSK)! silah bırakmaya davet ediyor!

DEĞİŞİM Mİ, BAŞKALAŞMA MI?

Murat Yetkin’in önce CNNTürk’teki programına, sonra da Radikal’deki sayfasına konuk olan Kemal Kılıçdaroğlu, dikkat çeken değerlendirmelerde bulunmuş yine…

Kılıçdaroğlu, “Yeni CHP”yi, “değişimin ve dönüşümün adresi” olarak tarif etmiş. Ancak Kılıçdaroğlu’nun birkaç aylık sürece sığdırdığı şu “açılımlar”, “değişim ve dönüşümün”, “başkalaşma” anlamına geldiğini ortaya koyuyor:

1. YENİ CHP’NİN DİN AÇILIMI

Kılıçdaroğlu, 2007 yılında kanunla çözülen türban konusunu, hiç yeri ve zamanı değilken, Türkiye’nin kucağına bırakıverdi. 12 Eylül halkoylaması sırasında “türbanı biz çözeriz” diyerek öne atlayan Kılıçdaroğlu, AKP’nin ekmeğine yağ sürdü. “Laikliğin bekçisi”nin bu yeni tutumu, öyle bir rüzgar yarattı ki, türban üniversiteye “YÖK mektubu” ile, ilkokula da, “ailelerin ‘özgür’ tercihi” ile giriverdi. Kamuya ve TBMM’ye giriş sırası, ülkenin yeni gündemi oluverdi!

Kılıçdaroğlu, AKP’yle yarışmanın buradan geçtiği hayaline kapılarak, açılımı ilerletti. Önce “cemaatlere saygılıyız” dedi, ardından da “Türkiye’de laiklik tehlikede değildir” saptaması yaparak, irticayı mest etti! (Ardından irtica Kırmızı Kitap’ta tehdit olmaktan çıktı!)

“Yeni Radikal”e konuşan Kılıçdaroğlu, “Bülent Ecevit’in ‘dine saygılı laiklik’ ilkesini geri getirecekmiş”!

O saygı, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın, “hocaefendi”nin huzuruna çıkmasına sebep oldu; ardından da cemaatin, hükümet desteğinde devlet kurumlara yerleşmesine…

Ecevit’i ve Kılıçdaroğlu’nu aynı çizgiye getiren ise aynı ideolojik çizgidir; yani sosyal demokrasi…

CHP devrimcilikten koptukça, sosyal demokratlığa sarıldı… İşte sosyal demokrasi de, en sonunda CHP’ye türbanı “bireysel haklar ve özgürlükler” temelinde ele aldırıp, bu noktaya getirtti…

1950’lerden beri tahrif elden laiklik; “din ve devlet işlerinin ayrılması” gibi bir tanımdan, “dine saygılı laiklik” katına başkalaştı!

CHP, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik tanımı olan “din ve dünya işlerinin ayrılması” anlayışından koptukça, Türkiye gericileşti!

2. YENİ CHP’NİN DARBE AÇILIMI

Kılıçdaroğlu, Erdoğan’la yarışacağı ikinci kulvarın ise “darbe karşıtlığından” geçtiğine inandı. Burada “darbe karşıtlığı” diye sunulanın, ne yazık ki, “asker karşıtlığı” olduğu kısa sürede ortaya çıktı.

“Darbe karşıtlığı” yapacağım diye “27 Mayıs” ve “27 Nisan” eleştirisi yapan Kılıçdaroğlu, en sonunda TSK’nın iç hizmet kanununu değiştirmeyi de gündemine aldı. Sanırsın, ABD’nin “bizim oğlanları” 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, o kanun olmasa yapamayacaktı!

Kılıçdaroğlu, bununla da yetinmeyip, “halk ordusu” biçimindeki TSK’nın yapısal değişikliği için AKP’ye omuz verdi!

3. YENİ CHP’NİN SİYASİ AÇILIMI

Kılıçdaroğlu’nun “Dersim’i CHP bombaladı” diye Cumhuriyet tarihine saldıran Erdoğan’a yanıtı oldukça anlamlıydı. “Ben o zaman daha doğmamıştım” savunması yapan Kılıçdaroğlu, bir bakıma Erdoğan’ın suçlamasına destek vermiş oluyordu.

Oysa Erdoğan, İnönü diyerek Atatürk’e, CHP diyerek de aslında Cumhuriyet’e açıktan saldırıyordu!

Dersim’deki süreci bir bütün olarak çözümlemeden, uygulamadaki kimi yanlışlıklar üzerinden yapacağınız siyaset, işte sonuç olarak gelip, Cumhuriyet düşmanlarıyla müttefik olmanıza yol açıyor!

Kılıçdaroğlu’nun bir diğer “siyasi açılımı” da “genel af” çağrısı oldu!

Ama ille de “AB Açılımı”!

Bakalım “egemenliği milletten alıp, Brüksel’e devretme” anlamı taşıyan AB’cilik, Kılıçdaroğlu’nu Derviş ve ekibiyle buluşturmanın ötesinde, daha nerelere savuracak?!

Kılıçdaroğlu’nun benimsediği “yeni siyasi çizgi” özetle şöyle: “2D’ye karşı, 2Y”.

Yani, din ve darbe konularını AKP’nin elinden alıp, yoksulluk ve yolsuzluk üzerinden vurmak! Kılıçdaroğlu, “aslı varken kopyasını kim ne yapsın” temel tezini unutarak, bunun, AKP’yi yenmenin formülü olduğunu sanıyor!

KILIÇDAROĞLU, AŞİRETLERE DEĞİL KÖYLÜYE YÖNELMELİ

Yeni Radikal’den öğrendiğimize göre Kılıçdaroğlu, “Sosyalist Enternasyonal” toplantısı için Paris’e gidiyormuş; dönünce de, Şanlıurfa’da AKP’ye vekil vermiş İzol aşiretinin düğününe katılacakmış!

İşte CHP’nin 50 yıllık değişiminin vardığı ve “yeni CHP” olarak başkalaştığı zirve tam da burasıdır! CHP, Türkiye’deki feodal yapıyı tasfiye etme programını yani toprak reformunu uygula(ya)mayarak, her şartta aşiretlerle birleşmiştir; aşiret düğünlerine gitmiştir!

Zaman zaman “devrim” kelimesini kullanan Kılıçdaroğlu’ndan, aşiret reisinin ayağına değil de, Diyarbakır’ın Bismil köylerinde ağalığa karşı Türk Bayrağı ile mücadele eden, bu uğurda şehit veren, köyünün ismini “Cumhuriyet Köyü” olarak değiştiren “gerçek efendisinin” ayağına gitmesini istiyoruz!

MEHMET ALİ GÜLLER

,

Yorum bırakın

CHP DERVİŞ’TEN NE BEKLER?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Kemal Derviş’le iki saatlik özel bir görüşme yapması herkesi şaşırttı! Derviş’in “Bize destek olmanızı bekliyoruz” diyen Kılıçdaroğlu’na “Ne isterseniz emrinizdeyim” dediği kamuoyuna yansıdı. (Milliyet, 16 Ekim 2010)

Aslında Kılıçdaroğlu’nun Derviş’le buluşmasından şaşırılacak bir şey yok. Çünkü Derviş, CHP’de yeni dönemde etkin pozisyonlara getirilen ekip üyeleri nedeniyle, zaten CHP’nin en tepesinde!

DERVİŞ EKONOMİYİ ÇÖKERTTİ

Atlantik merkezli 2001 krizinin sözde çözüm mimarı olarak ABD’nin ülkemize ihraç ettiği Derviş, anımsanacağı gibi “en yetkili bakan” olarak Türkiye’yi serbest piyasa ekonomisiyle bütünleştirmek adına kamu ekonomisini ortadan kaldırdı! Bununla yetinmeyen Derviş, önce DSP’yi böldü, ardından da AKP’yi iktidara getiren 3 Kasım 2002 seçimlerinin önünü açtı. Bu arada altını çizmekte yarar var; Derviş DSP’yi bölerken birlikte parti kurma sözü verdiği ekibi de yüzüstü bıraktı ve CHP’ye geçti!

Derviş bir dönem milletvekilliği yaptıktan sonra, Türkiye’den ayrıldı ve BM Kalkınma Programı’nın başkanlığına getirildi. Derviş şu anda, ABD’de, Demokrat Parti’nin kontrolü altındaki Brooking Enstitüsü’nün “küresel ekonomi ve kalkınmadan sorumlu” genel başkan yardımcılığını yapıyor.

Derviş’in 2001 krizi sonrası ekonominin başına geçtiğinde kurduğu ekibin önemli isimleri, Kılıçdaroğlu döneminde CHP’de etkili pozisyonlara getirildiler.

DERVİŞ’İN HAZİNE MÜSTEŞARI: FAİK ÖZTRAK

Örneğin Faik Öztrak! CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, 22 Temmuz 2007 genel seçimleri öncesinde milletvekili adayı olurken bile CHP tabanında ciddi soru işaretleri taşıyan bir isimdi. Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” çerçevesinde birlikte çalıştığı isimlerden biri olan Faik Öztrak o dönemde Hazine Müsteşarı olarak atanmıştı.

Öztrak bu görevinin ardından TÜSİAD-Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırma Forumu direktörlüğü yaptı. Öztrak’ın dikkat çeken bir diğer çalışması da Avrupa Politikaları Çalışmaları Merkezi için yazdığı Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğini savunduğu makalelerdi…

Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşmasında AB üyeliğini bir çağdaşlaşma projesi olarak savunmasında Öztrak’ın büyük rolü var.

Öztrak’ın AB savunuculuğunun temelini aslında dünya sermaye piyasalarıyla bütünleşme çizgisi oluşturuyor. Bakınız Faik Öztrak 2004 İktisat Kongresi’nde ne diyor: “Türkiye’nin uluslararası sermayenin alıştığı boyutta bir oyun alanına kavuşacağının en önemli teminatlarından bir tanesidir Avrupa Birliği üyesi olmasıdır”.

Acaba diğer teminatlar neler?

Bu konuda bir ipucu Öztrak’ın, CHP’nin AKP dönemi en önemli başarısı sayılan 1 Mart tezkeresine bakış açısı olabilir mi acaba? Öztrak 12 Eylül 2006 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde “1 Mart dersleri” başlıklı makalesinde tezkerenin reddini her iki ülkenin, Türkiye ve ABD yetkililerinin hatalarına bağlıyor!

Aslında Öztrak’ın ekonomik duruşunu anlamamızı sağlayacak en önemli özelliği, 2008 yılında Mustafa Koç, Ferit Şahenk ve Zeynep Göğüş’le birlikte Bildergberg toplantısına katılmış olmasıdır…

İşte bu özelliklere sahip Faik Öztrak, Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’sinde önce PM üyesi, sonra MYK üyesi ve Genel Saymanı oldu!

DERVİŞ’İN DÜŞÜNSEL TAKIMINDAN HURŞİT GÜNEŞ

Derviş’in ekibinde yer alan ikinci önemli isim de Hurşit Güneş’tir.

İktisatçı Hurşit Güneş, CHP’nin Altı Ok’u reddeden 70’lerdeki ideologlarından Turan Güneş’in oğludur. Güneş, Kemal Derviş’in Asaf Savaş Akat, Deniz Gökçe, Taner Berksoy’la birlikte “düşünsel takım”ında yer almaktadır.

Hurşit Güneş sonuna kadar serbest piyasacıdır! 19 Eylül 2008 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde, üstelik serbest piyasacılığın çöktüğünün görüldüğü günlerde bakın nasıl savunuyor Güneş sistemi: “Piyasa ekonomisi bir genel sistem olarak elbette tercih edilmeli. Çünkü ekonomiye canlılık, dinamizm sağlar”.

Güneş’in ekonomi Nobel’i getirmese de ekonomi çevrelerinde büyük ilgi gören bir analizi var.  Rusya’da 500 bin hayat kadını olduğunu, bunun yüzde 10’unun Türkiye’de bulunduğunu “hesaplayan” Güneş şu sözleriyle ekonomide çığır açtı: “50 bin kadının her birinin Rusya’ya ayda 1000 dolar gönderdiğini hesaplarsak ayda 50 milyon dolar, yılda 600 milyon dolar ediyor. Dışarıya 600 milyon ne parası ödüyoruz? O… parası yolluyoruz. Nasıl Almanya’dan işçi dövizlerimiz geliyor 1.5 milyar dolar. Geliyor ama onun yarısı kadar parayı da Nataşalara ödüyoruz. Bizim ekonomistler konuşuyor, ‘Efendim, işçi dövizlerimizi yazdık, açık şu kadar oldu’. İşçi dövizlerini yazıyorsun ama Nataşa’nın parasını yazmıyorsun. Onu da düş içinden bakayım. O zaman denge değişiyor tabii. Ama bunu konuşmuyoruz, konuşmamız lazım”.

Güneş, artık yeni CHP’nin Parti Meclisi PM üyesidir!

CHP’nin ekonomi politikalarının AKP’den farklı olmayacağının, ABD ve AB nezdinde en önemli teminatı, Öztrak ve Güneş’in CHP’deki etkili konumlarıdır.

DERVİŞ YIKICIDIR!

CHP’lilerin, Haziran 2011 gibi Türkiye’nin en önemli dönemecine girilirken, “Ne isterseniz emrinizdeyim” diyen Derviş’ten, ne partilerine ne de Türkiye’ye bir hayır beklememesi gerekir!

Çünkü Derviş, “yıkıcılığın” sembolüdür.

Normalde Kılıçdaroğlu’nun, “Ne isterseniz emrinizdeyim” diyen Derviş’ten sadece “gölge etmemesini” istemesi gerekmektedir!

MEHMET ALİ GÜLLER

, ,

Yorum bırakın

KILIÇDAROĞLU TAYYİP ERDOĞAN’IN KULVARINDA

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın mevzilendiği siyasal-ideolojik zemine konuşlanmayı hedefleyen açıklamalarını sürdürüyor.

12 Eylül halkoylamasının hemen ardında AB’ye çıkartma yapan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’la yarışı, Erdoğan’ın kulvarında yapmayı kabul etmiş görünüyor!

Gürsel Tekin ile başlayan “Çarşaf Açılımı”, halkoylaması mitinglerinde “türbanı biz çözeriz” iddiasına dönüşmüş, “cemaatlere saygılıyım” teslimiyetiyle devam etmiş ve “Laiklik tehlikededir diyemem” ile de zirve yapmıştı.

KILIÇDAROĞLU, AKP ÖNÜNDEKİ CHP ENGELİNİ KALDIRIYOR

Kılıçdaroğlu’nun son bombası ise AKP’yi çok rahatlattı. CHP Genel Başkanı, AKP’ye “Genel seçimi beklemeden, Anayasa’yı hemen değiştirme” teklifi yaptı.

Kılıçdaroğlu, Hürriyet Gazetesi’nden Fatih Çekirge’ye şunları söyledi: “Biz Türkiye’de demokrasinin önünü açan bir partiyiz, yani AKP bir şeyler yapacak CHP de buna karşı çıkacak, böyle bir şey yok artık. CHP Türkiye’nin ve demokrasinin önünü kapatmaz tam tersine önünü açar, yardımcı olur, yol gösterir. Biz yeni anayasa için seçimi beklemeden çalışmaya hazırız”. (Hürriyet Gazetesi, 25 Eylül 2010)

AKP’nin önceki değişiklik paketini “demokratik” olmayan yöntemlerle yürüttüğünü, adeta sayısal çoğunluğu üzerinden siyasi partilere ve topluma dayattığını unutan Kılıçdaroğlu, “yeni anayasa” çalışmasında CHP’ye de yer verileceğini düşünüyor olmalı..! Oysa AKP “federatif anayasa” konusunda zaten BDP ile uzlaştı; Erdoğan ve kurmayları, CHP engelinin de kalkmasıyla, derin bir nefes aldı.

KILIÇDAROĞLU, CHP’NİN OLUMLU MİRASINI REDDEDİYOR

Kılıçdaroğlu’nun muhalefet yapmayı Erdoğan’ın istediği kulvarda yapma hamlesi, aynı zamanda Baykal dönemi CHP’nin ağır bir eleştirisine de dönüşüyor.

AKP’nin “Kürt Açılımı”na engel olmakla suçladığı CHP’nin yerini, Kılıçdaroğlu ile “genel af” diyen CHP aldı.

AKP’nin “Türban”ın önünde engel gördüğü CHP’nin yerini, Kılıçdaroğlu ile “türbanı biz çözeriz” iddiasındaki yeni CHP aldı.

AKP’nin dincileşmenin önünde engel gördüğü CHP’nin yerini, Kılıçdaroğlu ile “cemaatlere saygılı, laikliğin tehlikede olmadığını” düşünen, yeni bir CHP aldı.

AKP’nin “yaptığımız her kanunu Anayasa Mahkemesi’ne götürüyorlar, demokrasinin önünde engeller” diye suçladığı CHP’nin yerini, Kılıçdaroğlu ile “AKP bir şeyler yapacak CHP de buna karşı çıkacak, böyle bir şey yok artık. CHP Türkiye’nin ve demokrasinin önünü kapatmaz tam tersine önünü açar, yardımcı olur, yol gösterir” diyen yeni CHP aldı.

CHP’NİN SORUNU DEVRİMCİLİKTEN VAZGEÇMESİ

Baykal’ın CHP’si seçim yasaklısı Erdoğan’ı Başbakan yapmıştı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de Erdoğan’ı Başkan yapacak!

Sorun isimlerde değil aslında, sorun CHP’nin Atatürk devrimciliğini terk etmiş olmasında!

61 Anayasası’ndan Atatürk’ün “Altı Ok”u çıkarılıp, yerine emperyalizmin sol kolu işlevini gören Batı Avrupa Sosyal Demokrasisi’nin “sosyal devlet” ilkesi konulduğundan beri, CHP adım adım devrimcilik mevzilerinden çıkıp, rakip mevzilere yerleşiyor!

Haliyle, rakibin mevzisinde hem rakibe benziyor, hem de aslında rakibin sahtesi olduğu için, rakibe sürekli yeniliyor!

 

,

Yorum bırakın

KILIÇDAROĞLU TAYYİPLEŞMEYE DEVAM EDİYOR

Kılıçdaroğlu Tayyipleşiyor” başlıklı yazımıza, bazı CHP’li dostlarımızdan tepki geldi. Tepkilerin ortak noktası, “Erdoğan’a alternatif olarak beliren Kılıçdaroğlu’na saldırmak siyasi bir yanlıştır” şeklinde…

CHP’li dostlarımıza söylediğimizi sizlerle de paylaşalım:

Birincisi; Kılıçdaroğlu’na saldırmadık, demokratik hakkımızı kullanarak, eleştirdik. İkincisi; Kılıçdaroğlu’nu eleştirmek demek, köprüleri atmak demek değildir. Kılıçdaroğlu’nun politikalarını doğu bulursak över, yanlış bulursak yereriz.

KILIÇDAROĞLU: LAİKLİK TEHLİKEDEDİR DİYEMEM

Ama gelin görün ki, Kılıçdaroğlu, AB çıkartması boyunca övgüyü değil, yergiyi hak eden “açılımlara” imza attı! Kılıçdaroğlu Almanya durağının son gününde de laiklik açılımı yaptı!

Kılıçdaroğlu Almanya’da, bir gazetecinin sorduğu “laikliğin tehdit altında olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi:

“Hayır, bugün için Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz”. (İsmail Küçükkaya, Laiklik tehlikededir diyemem, Akşam Gazetesi, 22 Eylül 2010).

Kaldı ki, bir gün önce, “cemaatlere saygılıyım, yeter ki siyasallaşmasınlar” diyen Kılıçdaroğlu, elbette laikliğin tehlikede olmadığını düşünecektir! (İsmail Küçükkaya, Kılıçdaroğlu’ndan cemat açılımı, Akşam Gazetesi, 21 Eylül 2010)

Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasını, halkoylaması mitinglerinde yaptığı “Türbanı biz çözeriz” sözleriyle birleştirerek okumamız gerekiyor.

RECEP BEY’İN LAİKLİK AÇIKLAMALARI

Gelin “Kılıçdaroğlu Tayyipleşiyor” iddiamızın “Recep bey” köşesindeki olgularını anımsayalım önce. Yer yetmezliği nedeniyle sadece bir bölümünü anımsatıyoruz:

“Elhamdülillah şeriatçıyız”. (Milliyet, 21 Kasım 1994)
“Yılbaşına karşıyım”. (Sabah, 19 Aralık 1994)
“İçki yasaklansın”. (Hürriyet, 1 Mayıs 1996)
“Bütün okullar İmam Hatip yapılacak”. (Cumhuriyet, 17 Eylül 1994)
“Sadece imamlar resmi nikâh kıysın”. (Milliyet, 9 Mayıs 1995)
“Ben Millet Meclisi’nin de dua ile açılmasından yanayım”. (Milliyet, 8 Ocak 1996)
“Ben İstanbul’un imamıyım”. (Hürriyet, 8 Ocak 1995)
“Cumhurbaşkanı’nın imam hatipli olacağı günler yakındır”. (5 Şubat 1996)

“Bir tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, millet isterse tabii ki gidecek be” diyen Erdoğan daha sonra bu vurgusunun kaynağını da ifade ediyordu: “Ben Müslüman’ım diyenin aynı zamanda laikim demesi mümkün değil”.

CHP’li dostlarımızdan “ama bunlar Erdoğan’ın ‘değiştim’ dediği dönemden önceki sözleri” yanıtı gelir diye, sonraki dönemden de birkaç “inci” anımsatalım istedik.

Erdoğan AİHM’in türban kararına da şöyle tepki gösteriyordu: “Sana mı kaldı türban konusunda karar vermek, bu ulemanın işidir. Ulema ne diyorsa o olur”.

Erdoğan, Danıştay’ın türban kararına da şu tepkiyi gösteriyordu: “Efendi sen kim oluyorsun, buna mecelle (şeriat hukuku) karar verir”.

Ve “türban, velev ki siyasal sembol olsun…” şeklindeki meydan okuması…

Yeri gelmişken belirtelim. Doğru, Erdoğan 2002 seçimlerinden sonra “değiştim” demişti; hatta “ben gelişerek değiştim” demiş ve liberallerin gönlünde taht kurmuştu. Ama sonra, yani başbakanlığının dördüncü yılında da “ben hiçbir zaman değişmedim. İslami fikirler değişmez” demişti!

Daha geçenlerde Amerikan Wall Street Journal’a röportaj veren Başbakan Erdoğan, “Bir insanın hem Müslüman hem laik olamayacağı düşüncesinde bir değişiklik olmadığını” ilan ediyordu!

SOSYAL DEMOKRATLARIN ATATÜRK’E LAİKLİK TANIMI KAZIĞI

Şimdi “Kılıçdaroğlu Tayyipleşiyor” saptamamıza kızan CHP’li dostlara soruyoruz. Yukarıda sadece bir bölümünü anımsattığımız sözlerin sahibinin iktidar olduğu bir ülkede, sizce de “Laikliğin tehlikede olmadığını” iddia etmek gerçekçi midir?

Dediğimiz gibi, biz olgularla ilgileniriz!

Ve CHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturan bir isimden, o koltuğun ilk sahibi olan Mustafa Kemal’in “laiklik” anlayışını sürdürmesini isteriz. Kılıçdaroğlu, eğer 1950’den beri tahrif edilen ve “laiklik, din ile devlet işlerinin ayrılmasıdır” diyerek özünden koparılan “sosyal demokrat laikliği” savunacak olursa, zaten varacağı yer diğerlerinden farklı olmayacaktır.

Sosyal demokratların sağcılarla en büyük uzlaşması ve Atatürk’e attığı en önemli kazık, “laiklik” tanımında yapılan bu tahrifattır!

Atatürk’ün kendi el yazısıyla “medeni bilgiler” kitabına düştüğü notta belirttiği laiklik “din ile dünya işlerinin” birbirinden ayrılması iken, devrimciliği bırakıp sosyal demokratlığa geçen CHP’de bu tanım, tıpkı DP ve AP’de olduğu gibi “din ile devlet işlerinin ayrılması” haline dönüştürülmüştü!

DÜNYA İŞLERİ BAŞKA, DEVLET İŞLERİ BAŞKA

İmam Hatiplerin açılması, Atatürk’ün yıktığı ortaçağ kurumları olan “cemaatlere” özgürlük tanınması, şeyhlik, müritlik gibi Cumhuriyet yurttaşlığıyla bağdaşmayan ortaçağ ilişkilerine, oy uğruna yeniden dönüş yolu açılması, işte bu tahrif edilen Laiklik anlayışı nedeniyledir.

Dini, dünya işleri yerine, devlet işlerinden ayırdınız mı, geriye “gardırop Atatürkçülüğü” yapan zevatın “batıcı” çizgisi kalır!

Dini, dünya işleri yerine, devlet işlerinden ayırdınız mı, laiklik bir tek Çankaya Köşkü ile Genelkurmay Başkanlığındaki resepsiyonlarda uygulanan, salt bir “türban karşıtlığına” dönüşür! Cemaatler, şeyhler, tekkeler, dergâhlar ve her türden ortaçağ kurumu ve ilişkileri “dünya işleri” içinde yerini alır ve durumunu sağlamlaştırır. Bir de bakarsınız ki, bu ilişkiler toplum içinde öyle başat hale gelmiş ki, cumhuriyet yurttaşlığı ilişkisine yer kalmamış!

Ve bu ortaçağ kurumlarının ve onların koalisyonuyla iktidar olanın, masum görünen her talebi, Cumhuriyeti içten içe bitirir!

Nasıl mı?

HÜKÜMETTEN CEMAATE, CEMAATTEN SOKAĞA

Geçenlerde bir grup değişik cemaatlere mensup olan “işçi”lerle, ekonomik durum üzerine bir sohbet yaptım. İşçilerden biri şöyle dedi: “Aslında işsizlik diye bir sorun yok. Kadınlar çalışıyor diye erkekler iş bulamıyor. Kadınları işten çıkarıp, erkekleri işe alınca sorun çözülür”.

Hükümetten cemaat yönetimine, oradan da müride uzanan sürecin sonucu bu! “Her kadın üç çocuk doğursun” diyen, “ben kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum” diyen birinin iktidar olduğu bir ülkede, siz kalkıp da işsizliği, kadınları sosyal yaşamdan çekerek çözmeye programlanmış bir ülkede, “laikliğin tehlikede olmadığını” iddia edebilir misiniz?

Laikliği, dünya işlerinden değil de devlet işlerinden ayrı tutarsanız sadece, dersiniz elbette! Çünkü kadının sosyal yaşamdaki yeri, devletin değil dünya işlerinin içindedir!

CHP Genel Başkanlığı, bırakın Anadolu’yu, İstanbul’daki işyerlerinde, iş saatlerinin aşamalı olarak namaz saatlerine göre programlandığını bilmiyor mu örneğin? Kuşkusuz biliyor, ama nasılsa, iş saatleri konusu, devlet işi değil dünya işi içinde yer alıyor!

İşte Kılıçdaroğlu, bu tahrif edilmiş laiklik anlayışına uygun olarak konuşuyor: “Cemaatlere saygılıyım, yeter ki siyasallaşmasınlar”. Yani demeye getiriyor ki Kılıçdaroğlu, “cemaatler dünya işleri içinde olsun ama siyasallaşmayıp, devlet işlerine karışmasınlar”.

Nakşibendî tarikatı müridi Turgut Özal, cemaatlerin siyasallaşmayan modeli midir? İskenderpaşa Dergâhı’nın müridi Recep Tayyip Erdoğan, cemaatlerin siyasallaşmayan modeli midir?

Siyasallaşmayan cemaat olabilir mi? Kılıçdaroğlu, İslam tarihini hiç mi bilmez! Erdoğan’ın “Türban, velev ki siyasal simge olsun…” şeklindeki meydan okumasından da mı hiçbir şey anlamaz?!

Anlar elbette anlar da, devrimci CHP yerine sosyal demokrat CHP’nin içine düştüğü tutumdan kendini kurtaramaz. Sonunun hüsran olduğunu bile bile, 60 yıldır uygulanan yönteme sarılır:

DP-AP imam hatip açarak oy mu kazanıyor, biz daha çok açalım; AP kuran kursu açarak oy mu kazanıyor, biz daha çok açalım; AKP çarşafı ön plana çıkararak oy mu kazanıyor, biz de çarşaf açılımı yapalım; AKP türbanı kaşıyarak oy mu topluyor, biz de türbanı savunalım; AKP cemaatlerden kuvvet mi topluyor; biz de cemaatlere saygılı olalım; AKP Fethullah Gülen’le işbirliği mi yapıyor; biz de Fethullah Gülen’e saygı duyalım…

Bu durumda, Kılıçdaroğlu, Tayyipleşmiyor da ne yapıyor?

MEHMET ALİ GÜLLER

,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın