Posts Tagged Mehmet Bedri Gültekin

GİZLİ ÖRGÜTÜN 114 KANITI

Erdoğancılar “paralel devlet” ve “emniyet ve yargı içindeki cunta” diyerek bir gizli örgüte işaret ediyorlar. Bu örgütün üst yapısının 30 kişiden oluştuğunu ve altındaki yüzlerce kadroyu yönlendirdiğini belirtiyorlar.

Erdoğancıların işaret ettiği bu örgüt, F tipi örgüt de denilen Cemaat’tir. Ancak bu örgüt, Erdoğanların da içinde olduğu örgütün aslında sadece bir parçasıdır. Bugün örgüt birbiriyle mücadele eden iki yapıya bölündüğü için, biri diğerine işaret etmektedir.

Ergenekon sanıklarından eski İşçi Partisi Genel Başkanvekili Mehmet Bedri Gültekin, işte bu ikiye bölünen örgütün bütününün resmini çekti: “Tayyip-Gül ve Gülen Örgütü.”

ÖZAL’DAN ÇİLLER’E, ÇİLLER’DEN ERDOĞAN’A

Gültekin’e göre bu örgüt ABD’nin NATO ülkelerinde kurduğu Gladyo’dur ve 80’lerde Evren ve Özal’ın, 90’larda Çiller’in ve 2000’ler de Erdoğan, Gül ve Gülen’in örgütü olmuştur. ABD’nin Türkiye’deki siyasi temsilcisi, bu örgütün de koordinatörü olmuştur.

Mehmet Bedri Gültekin, Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Tayyip, Gül ve Gülen Örgütü” isimli kitabında, bu örgütün Ergenekon tertibi sırasında oldukça çok suç işlediğini ancak geride de çok fazla kanıt bıraktığını belirtiyor.

Gültekin, tam 114 kanıt saptamış durumda!

Gültekin bu kanıtları sınıflandırmış ve ortaya Emniyet, MİT, Yargı ve Basın içindeki ilişkiler ağını, yani özel örgütü ortaya çıkarmış!

GROSSMAN-EDELMAN LİDERLİĞİNDEKİ ÖRGÜT

Biz bugün sizler için kitaptan bir özet yapacağız ve Ergenekon tertibini yapan bu örgütü 114 kanıttan bazılarıyla anlatacağız:

Bugün Gülen ile Erdoğan ve Gül arasında arabuluculuk ve mektup alışverişi görevini yapan Fehmi Koru, 28 Ocak 2008’de Kanal 7’de ve 2 Şubat 2008’de Yeni Şafak’ta şöyle dedi: “Operasyonun düğmesine 5 Kasım 2007’de Washington’da, Oval Ofis’te Bush-Erdoğan görüşmesinde basıldı.” Bu tertibin merkezinde ABD’nin olduğunu tek başına gösteren kanıttır.

Nitekim düğmeye basıldıktan ve Erdoğan Türkiye’ye döndükten sonra, Ocak 2008’de ilk ciddi tutuklama dalgası başlamıştır.

Özal’dan Çiller’e, ondan da Erdoğan, Gül ve Gülen’e devredilen özel örgütün tepe yönetimi de belli. Örneğin Eski FBI ajanı Sibel Edmonds’a göre eski ABD Büyükelçileri Grossman ve Edelman ile onlara bağlı eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür, Türkiye’deki oluşumun en önemli liderlerindendi. (Vatan, 3 Ağustos 2009)

Ergenekon tertibi sırasında bu liderliğe bağlı 35 kişilik bir CIA ekibinin Türkiye’ye geldiği ve işleri koordine ettiği ortaya çıktı. Hatta Wikileaks’in yayımladığı ABD kriptolarında Emniyet’teki bir ekibin kendilerine rapor verdiği de belgelendi.

İSRAİL’DE YETİŞTİRİLEN EKİP

Yavuz Donat daha 11 Temmuz 2003’te Sabah gazetesinde, Çiller’den Erdoğan’a devredilen bu örgütü yazdı: “Doğrudan Başbakan’a bağlı. İçişleri ve Adalet Bakanlarının bilgileri dâhilinde. Bütün ‘iç güvenlik birimleri’ de bu organizasyonun içinde. Çalışmalar gizli.”

Erdoğan’ın eski yardımcısı Abdüllatif Şener de bu örgütü somut bilenlerden. Şener 18 Kasım 2009’de Show TV’de örgütü deşifre etti: “Dinlemeleri bizzat Erdoğan’ın başında olduğu ekip yönetiyor. TİB’deki düzenlemeleri odacısına kadar Ulaştırma Bakanı ile birlikte yaptılar. Ekipler İsrail’de özel olarak yetiştirildi.”

Bu örgütün Emniyet ve Yargı içinde de birimleri var. Bugün Erdoğanların çarpıştıkları için “gizli örgüt” diye işaret ettiği işte bu birimlerdir ve örgüt daha Özal tarafından yönetilirken, Fethullah Gülen Cemaati üzerinden yapılandırılmıştır. Uzun yıllara dayandığı için de, özellikle Emniyet içinde kökleşmiştir.

KOALİSYONUN GAZETESİ: TARAF

Mehmet Bedri Gültekin, örgütün basın ayağını da kanıtlarıyla deşifre etmiştir. Örneğin Gültekin’e göre Aslı Aydıntaşbaş çok özel bir rol oynamıştır. Zira Doğu Perinçek’te çıktığı iddia edilen Ergenekon Temel Belgesi’ni aslında ortaya çıkaran ve incelemesi için Doğu Perinçek’e veren, bizzat Aydıntaşbaş’tır. Fakat Aydıntaşbaş, Perinçek aylarca manşetlerden suçlanırken sessiz kalmış, ancak yıllar sonra tanık olarak Silivri Mahkemesi’ne çağrıldığı zaman bu önemli gerçeği açıklamıştır.

Gültekin’e göre Taraf gazetesi, Ergenekon tertiplerinde kullanılmak üzere özel olarak çıkarılmıştı. Nitekim yandaş kalemşorlardan Nuh Gönültaş, bu gerçeği içeriden bilenlerdendir ve 17 Aralık 2012’de sosyal medyada şöyle anlatmıştır: “Taraf gazetesi Ergenekon için kurulan bir koalisyon için yayıma başlamıştır. Koalisyon kurulurken yapılan pazarlıkların çok çetin geçtiğini yakından biliyorum. Taraf’ın yaptığı yayınları hiç kimse yapamazdı. Özel bir görev yaptı.”

SAVCININ ABD ADINA YAPTIĞI SUÇLAMA

Peki, “Tayyip, Gül ve Gülen Örgütü” neden Bush’un düğmeye basmasıyla Ergenekon operasyonunu yaptı?

Bakın Gül’ün “bulun bir savcı” demesiyle göreve getirilen Zekeriya Öz, operasyonun merkezinde İşçi Partisi’nin, yani Aydınlıkçıların olduğunu ATV’de söylemişti. Bir diğer savcı Cihan Kansız’ın sorgulama sırasında Aydınlıkçılara söylediği şu sözler, Ergenekon tertibinin gerekçesini fazlasıyla ortaya koyuyor: “Kafkasya’dan Kuzey Irak’a uzanan coğrafyada, Orta Asya’ya açılan kapı eşiğinde Amerika’nın önüne bir terör hattı oluşturmak amacıyla yayın yapıyorsunuz.”

Evet, Aydınlıkçılar yayınlarıyla, İşçi Partisi siyasetleriyle ve TSK uygulamalarıyla ABD’nin bölgedeki çıkarlarının tam karşısında duruyor ve engelliyordu!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Ocak 2013

Yorum bırakın

YA ERGENEON OLMASAYDI?

Bugün tarihi bir gün.

Birinci önemi şundan: 2001’de başlayan ve 2007’de uygulanan Ergenekon tertibinde kritik bir dönemece gelindi. Özel Görevli Mahkeme kararını verecek.

İkinci önemi şundan: Türk milleti 5 Ağustos’ta Silivri’de kendi kararını ilan edecek!

Bugün siz bu satırları okurken, Özel Görevli Mahkeme ile Türk milletinin kararı tarih önünde mücadele ediyor olacak! O mücadeleyi daha sonra yazacağız.

Gelin bugün şu soruya dayanarak tersine bir tarih okuması yapalım: “Ya Ergenekon davası olmasaydı, bugün kim nerede olurdu? Bu tertip uygulanmasa Türkiye nerede olurdu?”

ERDOĞAN TORUN BÜYÜTÜRDÜ

1. AKP Hükümeti’nin 11 yılı olmazdı! Bu partiyi Cumhuriyet karşıtı odak ilan edebilen Anayasa Mahkemesi, korkmadan gereğini de yapabilirdi! Kapatılmış ve yöneticileri bu kapatma kararı nedeniyle siyasetten men edilmiş AKP, yeniden iktidar olamazdı.

Abdullah Gül diye bir Cumhurbaşkanı, Cemil Çiçek diye bir Meclis Başkanı olamazdı. Recep Tayyip Erdoğan torun büyütüyor olurdu. Üstelik daha mutlu ve stressiz olurdu; Haziran ateşine düşmez, Eylül sendromu yaşamazdı.

Kemal Kılıçdaroğlu, belki en fazla bir dönem daha CHP’nin grup başkanvekili olur fakat asla genel başkan olamazdı.

MHP Washington icazetli iktidarlara gizli ortak olan Devlet Bahçeli’den kurtulur, ülkücüler kan ağlamazdı.

Baraj düşmüş, Meclis milletin tercihini daha doğru yansıtmış olurdu. Meclis’e girmiş ve grup kurmuş İşçi Partisi özellikle dış politikada Türkiye’nin önüne bölgenin yüzünü güldürecek programlar getirirdi. Doğu Perinçek’li, Ferit İlsever’li, Mehmet Bedri Gültekin’li, Erkan Önsel’li bir meclis, Atatürk’ün meclisi gibi olurdu.

Yalçın Küçük Meclis’e girmez, dışarıdan muhalefet ederdi.

2. Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde Org. Necdet Özel diye bir Genelkurmay Başkanı olmazdı. Korgeneral Salih Zeki Çolak, 2019’da Genelkurmay Başkanı olsun diye orgeneral yapılmazdı. Kuvvet komutanları, ordu komutanları, kolordu komutanları hep farklı isimler olurdu.

Yaşar Büyükanıt askeri lojmanlarda daha rahat dolaşırdı ama Hilmi Özkök için hiçbir şey değişmezdi!

YİĞİT BULUT’A DANIŞAN OLMAZDI

3. Gazeteler el değiştirmez, bugün işsiz kalan pek çok gazeteci işini korurdu. Yiğit Bulut Başbakan danışmanı olamazdı. Mehmet Ocaktan TMSF’nin el koyduğu bir gazeteye Genel Yayın Yönetmeni olamazdı. Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı köşe yazarı olamazdı. Emre Uslu ve Mehmet Baransu önüne gelen meslektaşına “artistlik” yapamazdı, haddini bilirdi. Ahmet Kekeç ve Salih Tuna yine yazardı ama edepli yazardı.

Turan Özlü Ulusal Kanal’ın Genel Yayın Yönetmeni, Deniz Yıldırım Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni görevlerini sürdürürdü. Yerlerine aşama aşama gelen TGB’nin başkanları Adnan Türkkan ve İlker Yücel, belki de hiç yayıncı olmaz ve tarihe geçecek kitle önderleri olurlardı. Hikmet Çiçek usta gazeteci olarak kimleri kimleri yetiştirirdi. Tuncay Özkan televizyonu elinden çıkarmak zorunda kalmaz, Mustafa Balbay’ın bulunduğu Cumhuriyet daha az savrulurdu. Soner Yalçın pazarları tam sayfa yazmayı sürdürürdü.

4.  Mehmet Haberal uluslararası ününü pekiştirecek ameliyatlara imza atar, Fatih Hilmioğlu YÖK Başkanı olurdu. Mehmet Perinçek Türk tezlerini dünyada en iyi savunan tarihçi olurdu.

Üniversiteler polisin karakolu olamazdı, bilim adamları bilim ölçütlerine göre belirlenirdi, özerk üniversiteler henüz tam kurulamadıysa da yaklaşılmış olurdu. Öğrencilerin üniversitelerde söz hakkı, hatta kim bilir oy hakkı bile olurdu.

Cumhuriyet devrimlerini savunan ve Anayasa’yı uygulayan Rennan Pekünlü’ye değil ceza verilmesi, dava bile açılamazdı. “Kızlı erkekli merdivenlerden iniyorlar” diyen bir il milli eğitim müdürü olamazdı. “Hamilelerin sokakta dolaşması terbiyesizliktir” diyen biri illaki yine olur ama bunu asla ekranlarda söyleyemezdi.

ÖCALAN EŞ BAŞBAKAN OLAMAZDI

5. Hakan Fidan Yenimahalle’nin önünden bile geçemez ve PKK ile Erdoğan adına anlaşmalar yapamazdı. Öcalan “eş başbakan” ya da “başbakan yardımcısı” olamaz, efendi efendi cezasını çekerdi.

PKK Güneydoğu’da otorite olamaz, Barzanistan serpilemez ve yeni bir kukla devletçik Suriye’nin kuzeyinde filizlenemezdi.

6. Hayatımızda Çalık, Sancak, Tamince, Gür isimleri olmazdı. Mücahitler mücahit kalırdı! Sokaklardaki 4×4 görgüsüzlüğü bu denli olmazdı. Zengin daha zengin, fakir daha fakir olmazdı. Milyarder sayımızla övünmezdik.

7. Türk-İş işçi sendikası olmayı sürdürürdü. TMMOB iktidar baskısı altında kalmazdı. “Yetmez ama evetçilik” diye kavram oluşmazdı.

8. Cumhuriyetin bütün kaleleri tek tek zapt edilmezdi ve Cumhuriyet yıkılmazdı.

Siz de bu satırları okuduğunuz şu 5 Ağustos günü Cumhuriyeti yeniden inşa etmek üzere seferber olmazdınız.

Ama oldu! ABD ve AKP tüm bunları dün başardı.

Ama bugün sıra sizde, bizde, hepimizde…

Türkiye’yi yeniden kurmak ve kurtarmak için görev başındayız! 5 Ağustos’ta başladık…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Ağustos 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

MİT’TEN MİT’E ÖCALAN

Mehmet Bedri Gültekin’in İmralı’dan bugüne Abdullah Öcalan’ı incelediği çok önemli çalışmasını Aydınlık şu vurguyla öne çıkarmıştı: “Dün ‘Kemalistlerle yürüyelim’ diyordu, bugün Fethullah Gülen’e selam gönderiyor.

Kuşkusuz 1999-2013 arası süreç için çok doğru ve önemli bir saptama.

Biz bu saptamayı derinleştirmek için Öcalan’ın 14 yılından ziyade 40 yılına odaklanacağız bugün…

1. MİT’İN YAN KURULUŞUNDAKİ OFİS BOY

Başbakan Erdoğan’ın “akil adamı” Avni Özgürel, 60’lı yıllarda yer aldığı derneğin kullandığı “komünizm karşıtı materyallerin” kendilerine MİT tarafından ulaştırıldığını belirtiyor. Özgürel, bu yayınları veren kuruluşlardan birinin de Refik Korkut’un Fikir Ajansı olduğunu söylüyor. Ankara’daki bu ajansa sık sık gittiğini anlatan Özgürel “bizim yaşlarda bir genç vardı” diyor:

“Ajansa gittiğimde onu hep orada görüyordum. 1966, 1967 yıllarında ajansta gördüğüm o genç, hayal meyal hafızamda kalmış. Yıllar içinde Abdullah Öcalan’ın resimlerini medyada gördüm ama insanlar yaşla birlikte değişiyor tabii. Ancak 1993’te Öcalan’la yüz yüze geldiğimizde bende bir takım çağrışımlar oldu.”

Avni Özgürel Panorama’nın Genel Yayın Yönetmeni olarak Bekaa’da görüştüğünde bunu Öcalan’a sorar. Öcalan, “Doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım” der.

Öcalan 1966, 1967 yıllarında Ankara Tapu Kadastro Lisesi’nde okumaktadır. Gelelim Fikir Ajansı’na…

Bu ajansa ve Refik Korkut’a dair çok önemli bir bilgi şu: 27 Mayıs’ta Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur’un kasasında çıkan örtülü ödenek hesabı kayıtlarında, Korkut’a Ağustos 1959’da 28 bin lira ödendiği yer almaktadır!

2. ÖCALAN MİT’LE ANLAŞARAK SERBEST KALDI

Abdullah Öcalan 1972 yılında MİT’le anlaştı. Gelin bu saptamayı Uğur Mumcu’nun Kürt Dosyası isimli çalışmasından okuyalım: “Yıl 1972. Günlerden 31 Mart Cuma. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapılan boykotta gözaltına alınanlar arasında Urfalı bir öğrenci vardı. Adı Abdullah, soyası Öcalan’dı. Şafak Bildirisi’ni SBF’de dağıtmak suçuyla 7 Nisan günü gözaltına alınmış ve 27 Nisan günü tutuklanmıştı. Askeri Savcı Baki Tuğ 22 öğrenci hakkında dava açtı. En ağır ceza Abdullah Öcalan ile Metin Yalçın’a istenmişti. Askeri Savcı Baki Tuğ, duruşma sırasında görüş değiştirdi, ‘Öcalan’ın Şafak bildirisi dağıtmak suçundan aklanmasını, boykota katılmak suçundan cezalandırılmasını’ istedi. Öcalan sadece boykota katılma suçundan üç ay hapis cezası aldı.”

Tuğ’a görüş değiştirten ise Öcalan’ın MİT’le anlaşmayı kabul etmesiydi!

3. KAMER ÖZKAN’IN EVİ

Abdullah Öcalan’ın PKK’yi kurma hazırlıklarını yaptığı toplantıların bir kısmı Ankara Dikmen’de Kamer Özkan’ın evinde yapılıyordu. Yıllar sonra kimi PKK’liler, Kamer Özkan’ın aslında MİT ajanı olduğunu iddia ettiler.

4. KESİRE YILDIRIM VE PİLOT NECATİ’NİN KİMLİĞİ

Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978’de evlendiği Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu artık biliniyor. Öcalan ve Kesire Yıldırım’ı evlendikten üç ay sonra Ankara’dan Diyarbakır’a götüren isim ise ordudan ayrılma Pilot Necati’ydi.

ÖCALAN EN BAŞA GERİ DÖNDÜ

Öcalan Suriye’ye geçtiğinde ise artık Suriye istihbarat servisi Muhaberat’ın kontrolündeydi. Bu durum 1991 yılına kadar sürdü.

ABD’nin Ortadoğu’ya geldiği 1991 yılında ise PKK, CIA’nın denetimine girmeye başladı. 1991-1999 yılları arasını örgütün iki başlı dönemi olarak değerlendirebiliriz.

ABD 1999’da Öcalan’ı Türkiye’ye (MİT’e) teslim ederek bu iki başlılığa bir son vermeyi ve örgütü tamamen kontrol etmeyi hedefledi. Ecevit’in “neden bize verdiler, anlamadık” dediği buydu. Fakat Türk Ordusu araya girdi ve Öcalan’ın MİT’e verilmesini engelledi. TSK, 1999-2004 yılları arasında Öcalan’ı denetimine alarak terörü en aşağı seviyeye indirdi.

Ancak Washington’un Türk Ordusu’na tertipleri sırasında bu beş yıllık sürece darbe vurulmuş oldu. İmralı’daki Öcalan adım adım TSK’den MİT’e devredildi. Önce Emre Taner’in sonra Hakan Fidan’ın kontrol ettiği Öcalan ise ABD’nin AKP hükümetine uygulattığı bölge politikalarında kullanılmaya başlandı.

Sonuç olarak Öcalan 1966 yılında başladığı yere geri döndü. MİT’ten MİT’e süren bu 48 yıllık operasyon ise binlerce ölüme, silaha harcanan milyarlarca dolara ve Türkiye’nin Türk-Kürt diye ayrışmasına neden oldu.

Böylece MİT’i yönlendiren CIA, ABD’nin Türkiye’nin önüne ilk defa 1965’te getirdiği “Federe Kürt Cumhuriyeti” planını adım adım uygulatmış oldu!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Nisan 2013

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

SİLİVRİ TANIKLIĞI

Silivri’nin dışarıdan kuşatıldığı, içeriden yarıldığı 13 Aralık günü oradaydım… O gün bir milattı; o günle, ertesi gün Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın Taraf’tan istifa etmesi arasında kuşkusuz bir tarihi bağ vardı. Tarih bu iki günü hem Taraf’ın hem de davanın çöktüğü gün olarak mutlaka yazacaktır!

O günü Ulusal Kanal canlı yayımlayarak büyük bir görev yaptı. Biz o günü dava salonunda yaşayanlar, dışarıda ne olduğunu kantinde açık olan Ulusal Kanal ekranlarından öğrendik.

O nedenle dışarıyı değil, içeriyi yazacağım bugün sizlere; kişisel notlarımı aktaracağım…

EN KIDEMLİSİ HİKMET ÇİÇEK

Sanıklardan önce duruşma salonunda yerimizi almıştık. Bizlerle aynı bölüme sıkışmaya çalışan CHP milletvekilleriyle sohbet ediyorduk ki, sanıklar salona girmeye başladı. En önlerinde Hikmet Çiçek’in olması, mahpushane kıdeminden olsa gerek…

Hikmet ağabey, peşine taktığı “örgüt üyeleriyle” salona girdi ve izleyicileri selamladı… O anı sizlere aktarabilecek kadar güçlü ve edebi bir kalemim yok maalesef; olsa da anlatamazdım herhalde, ancak yaşanır! İnsanların gözleriyle birbirine sarıldığı o anlara kelimeler yetmez.

Geçmeden belirteyim. Hikmet ağabey sakal bırakmış. Duruşmalardan men cezası aldığı için kesmemiş bir süre… Fikret Akfırat hariç biz gazeteci çıraklarının tamamı yeni imajını beğendik, “sakalını kesme” dedik. Yirmi yıla dayanan hapisliğin ona kazandırdığı “olağanüstülüğe” üniforma olmuş sakalı…

Ha unutmadan, müthiş bir kitaba imza atmaya hazırlanıyor. Yakında…

SANIKLARIN OTURMA PLANI

Mehmet Bedri Gültekin, Turan Özlü ve Erkan Önsel üçlüsü, her zamanki gibi tıraşlı, bakımlı, pırıl pırıl halleriyle salondaydılar. Hep aynı yere, yani sanık sıralarının en önündeki koltuklara oturdular yine.

Ancak “kare as” bir eksikti… Savunmasından korkulan Doğu Perinçek, duruşmalardan men edilmişti bildiğiniz gibi… Ancak Ulusal Kanal o gün Perinçek’in savunmasını da veriyordu ve o gür ses, zaman zaman kantindeki televizyondan duruşma salonundaki kulaklarımıza haykırıyordu!

Gültekin, Özlü ve Önsel üçlüsünün hemen sağında ise en kıdemli üç asker vardı her zamanki gibi: İlker Başbuğ, Hasan Iğsız ve Hurşit Tolon

Bu salona ne zaman gelsem, hep bu tabloyla karşılaşırım; en önde üç İşçi Partili ve üç TSK mensubu… Tüm sanıkların temsilcileri gibi…

Bu oturma planı biraz da Hababam Sınıfı gibidir… Sınıfın en muzip öğrencileri olarak Hikmet Çiçek ve Tuncay Özkan, arkalardadır, sürekli hareket halindedir ve yer değiştirirler sık sık…

İŞÇİ PARTİLİLER ZIPKIN GİBİ

Diğer İşçi Partililerden Deniz Yıldırım ve Mehmet Perinçek zımba gibiydi. Deniz yoğun spor yapıyormuş, ondan böyle zıpkın gibi; Mehmet’e de getirdiğim selamları aktardım…

İkisi de yoğun entelektüel faaliyetlerini sürdürüyorlar; bir bilim adamı ve bir gazeteci, Silivri’de gün be gün pişiyor, büyüyor, ustalaşıyor…

Muzaffer Tekin her zamanki gibi şık ve zarifti ama dimdikti! Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur da öyle; sanki duruşmadan sonra operasyona çıkacakmış gibi diriydi… Denk getirip de İstanbul ve Ankara kitap fuarlarında, kitabının ilgiyle karşılandığı notunu aktaramadım kendisine. Buradan ileteyim… Ha bir de şu notu aktarayım: Ağabey izninle, kimi okurlarının kitaplarını ben imzalıyorum yerine, gururla!

Oktay Yıldırım’ı da göremedim… Tıpkı Perinçek gibi o da duruşmalardan men cezası almıştı…

AVUÇLAR GÜNEŞE DOĞRU

Hâkim, avukatların büyük direnişi karşısında sık sık duruşmaya ara verdiğinden, her arada bir Ergenekon kahramanıyla selamlaşma, kısa bir hal hatır sorma fırsatı yakaladık. Hasan Ataman Yıldırım’la, Mustafa Dönmez’le, İbrahim Şahin’le, Fikri Karadağ’la, salondan çıkarıldıkları koridora bakan gazeteci bölümünden, uzanarak küçük sohbet fırsatları bulduk.

Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay’la avuçlarımızı güne bakan çiçeği gibi açarak selamlaştık…

DEVRİMCİ ATILIM GÜNÜYDÜ

13 Aralık’ta sadece sanıklar değil, avukatlar da birer Ergenekon kahramanıydı… Hasan Basri Özbey ve Celal Ülgen gibi kıdemlilerinden, Ümit Kaplan ve Sedef Ünal gibi en gençlerine kadar hepsi, tek yürek, Türkiye’yi savunuyorlardı…

Zeynep Küçük ve İrem Çiçek ise adeta babalarını savunmuyor, onlara kalkan oluyor, tertipten hesap soruyorlardı!

Dışarıda on binler ve içeride yüzler, o gün Türkiye’nin yeni bir devrimci atılımına önderlik ettiler…

Biz tanıktık. Göreceksiniz!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Aralık 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

SİLİVRİ’DEKİ ZAFER İŞARETLERİ

Özel Büro isimli internet sitesi, Kürt mafyasına karşı mücadele etmek için 1 milyon motorize ekip kuracakmış. Tamamı silahlı ve telsizli bu hareketli birlik, mafyayı çökertecekmiş.

İnsan duyunca gülümsüyor haliyle ve aklına şu soru geliyor. Hadi 1 milyon kişiyi buldunuz, hadi oldu da 1 milyon silahı da buldunuz. Peki, 1 milyon telsizi ve motoru nasıl buluyorsunuz?

Bir motor firmasının kulağa fısıldadığı reklam maksatlı balon değilse, bir deli saçmasıdır en fazla.

Ama yok, biri ciddiye almış, bir gazeteci! 2006 yılında haber yapmış, şimdi o haberini de Ergenekon davasında tanık olarak mahkemeye anlatıyor. Mahkeme de, Ergenekon örgütünü ortaya çıkaran(!) bu müthiş haberi her ayrıntısıyla inceliyor.

Öyle ki, sanıkların tanığa yönelttiği sorular ve tanığın sorular karşısında “hatırlamıyorum” kaçamağına sarılması, mesleğimiz açısından üzücüydü. Duruşmayı birlikte izlediğimiz Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ümit Zileli’yle, mesleğimiz adına utandık!

AYDIN KUCAKLAŞMASI

Evet, dün Silivri’deydim. Türkiye’nin en aydınlık yüzlerinin, en birikimli siyasetçi, gazeteci, akademisyen ve askerlerinin topluca yargılandığı, daha doğrusu onların yargılayanları yargıladığı salondaydım.

Sabah henüz duruşma başlamadan önceki o kısa zamanı büyük kucaklaşmalar dolduruyor. Sanıklar, izleyicilerle kucaklaşıyor. Ama ne kucaklaşma…

İnsanların birbirine dokunmadan nasıl kucaklaşabildiklerini, insanların gözleriyle nasıl anlaştığını ancak Silivri’de öğrenebilirsiniz.

Hele ilk arada Doğu Perinçek ile Tarık Akan ve Rutkay Aziz’in gözleriyle ve sözleriyle kucaklaşmaları görülmeye değerdi. Ayrıntıları Aydınlık muhabiri Sezim Özadalı’nın haberinden okuyacaksınız…

SİLİVRİ’DEKİ ÖĞRETMENLERİM

Ya benim kucaklaşmalarım?

Doğu Perinçek’le kucaklaştım önce… Değerli ustam, Silivri duruşmalarında bile “öğretmeye” ara vermedi. Önceki günkü yazımda yanlış kullandığım bir kelimeyi anımsattı, doğrusunu söyledi. Büyük öğretmenlerin o aydınlatan yüzü ve kalemi, rotamız olmayı, ufkumuzun ötesini bize göstermeyi her şart altında sürdürüyor…

Değerli gazeteci ustalarımdan Hikmet Çiçek, eleştirilerini sıraladı, tavsiyelerde bulundu; her zamanki gibi çok yararlanacağım…

Mehmet Bedri Gültekin, Turan Özlü, Erkan Önsel’le kucaklaştık sonra… Arguvan’dan selam getirdim Bedri ağabeye, eski mücadele arkadaşlarından… Erkan ağabey eczacı ya, her şart altında eczacılık yapıyor, kullandığım ilaçların dozajıyla ilgileniyor…

Mehmet Perinçek’le sarıldık sonra… Motorize ekip masalı anlatılırken kürsüde, o akademisyen titizliğiyle okuyor ve çalışıyordu oturduğu yerde… Birlikte ilk gözaltına alındığımız o eski günlerde, Beyazıt’ta, “çıkınca ilk yapacağımız” şey aynıydı. Yapmıştık da… Şimdi bir daha yapacağız!

Oktay Yıldırım, Levent Göktaş, Mustafa Balbay’la kucaklaştık sonra… İnsan ilk tanışmada nasıl kucaklaşır ki? Düşünün işte…

Sonra en deneyimli Ergenekon sanığı Muzaffer Tekin’le kucaklaştık… Güzel tesadüf; Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıldönümünde…

KAZANACAĞIZ!

Bugün size Ortadoğu’yu, Suriye’yi, Irak’ı, bölgeye yönelik ABD planlarını yazmadım.

O planlara direnecek isimlerin yargılandığı Silivri’yi yazdım. Çünkü Silivri’deki direniş, kazanacağımızı işaret ediyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Temmuz 2012

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın