Posts Tagged Nagehan Alçı

YA ERGENEON OLMASAYDI?

Bugün tarihi bir gün.

Birinci önemi şundan: 2001’de başlayan ve 2007’de uygulanan Ergenekon tertibinde kritik bir dönemece gelindi. Özel Görevli Mahkeme kararını verecek.

İkinci önemi şundan: Türk milleti 5 Ağustos’ta Silivri’de kendi kararını ilan edecek!

Bugün siz bu satırları okurken, Özel Görevli Mahkeme ile Türk milletinin kararı tarih önünde mücadele ediyor olacak! O mücadeleyi daha sonra yazacağız.

Gelin bugün şu soruya dayanarak tersine bir tarih okuması yapalım: “Ya Ergenekon davası olmasaydı, bugün kim nerede olurdu? Bu tertip uygulanmasa Türkiye nerede olurdu?”

ERDOĞAN TORUN BÜYÜTÜRDÜ

1. AKP Hükümeti’nin 11 yılı olmazdı! Bu partiyi Cumhuriyet karşıtı odak ilan edebilen Anayasa Mahkemesi, korkmadan gereğini de yapabilirdi! Kapatılmış ve yöneticileri bu kapatma kararı nedeniyle siyasetten men edilmiş AKP, yeniden iktidar olamazdı.

Abdullah Gül diye bir Cumhurbaşkanı, Cemil Çiçek diye bir Meclis Başkanı olamazdı. Recep Tayyip Erdoğan torun büyütüyor olurdu. Üstelik daha mutlu ve stressiz olurdu; Haziran ateşine düşmez, Eylül sendromu yaşamazdı.

Kemal Kılıçdaroğlu, belki en fazla bir dönem daha CHP’nin grup başkanvekili olur fakat asla genel başkan olamazdı.

MHP Washington icazetli iktidarlara gizli ortak olan Devlet Bahçeli’den kurtulur, ülkücüler kan ağlamazdı.

Baraj düşmüş, Meclis milletin tercihini daha doğru yansıtmış olurdu. Meclis’e girmiş ve grup kurmuş İşçi Partisi özellikle dış politikada Türkiye’nin önüne bölgenin yüzünü güldürecek programlar getirirdi. Doğu Perinçek’li, Ferit İlsever’li, Mehmet Bedri Gültekin’li, Erkan Önsel’li bir meclis, Atatürk’ün meclisi gibi olurdu.

Yalçın Küçük Meclis’e girmez, dışarıdan muhalefet ederdi.

2. Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde Org. Necdet Özel diye bir Genelkurmay Başkanı olmazdı. Korgeneral Salih Zeki Çolak, 2019’da Genelkurmay Başkanı olsun diye orgeneral yapılmazdı. Kuvvet komutanları, ordu komutanları, kolordu komutanları hep farklı isimler olurdu.

Yaşar Büyükanıt askeri lojmanlarda daha rahat dolaşırdı ama Hilmi Özkök için hiçbir şey değişmezdi!

YİĞİT BULUT’A DANIŞAN OLMAZDI

3. Gazeteler el değiştirmez, bugün işsiz kalan pek çok gazeteci işini korurdu. Yiğit Bulut Başbakan danışmanı olamazdı. Mehmet Ocaktan TMSF’nin el koyduğu bir gazeteye Genel Yayın Yönetmeni olamazdı. Rasim Ozan Kütahyalı ve Nagehan Alçı köşe yazarı olamazdı. Emre Uslu ve Mehmet Baransu önüne gelen meslektaşına “artistlik” yapamazdı, haddini bilirdi. Ahmet Kekeç ve Salih Tuna yine yazardı ama edepli yazardı.

Turan Özlü Ulusal Kanal’ın Genel Yayın Yönetmeni, Deniz Yıldırım Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni görevlerini sürdürürdü. Yerlerine aşama aşama gelen TGB’nin başkanları Adnan Türkkan ve İlker Yücel, belki de hiç yayıncı olmaz ve tarihe geçecek kitle önderleri olurlardı. Hikmet Çiçek usta gazeteci olarak kimleri kimleri yetiştirirdi. Tuncay Özkan televizyonu elinden çıkarmak zorunda kalmaz, Mustafa Balbay’ın bulunduğu Cumhuriyet daha az savrulurdu. Soner Yalçın pazarları tam sayfa yazmayı sürdürürdü.

4.  Mehmet Haberal uluslararası ününü pekiştirecek ameliyatlara imza atar, Fatih Hilmioğlu YÖK Başkanı olurdu. Mehmet Perinçek Türk tezlerini dünyada en iyi savunan tarihçi olurdu.

Üniversiteler polisin karakolu olamazdı, bilim adamları bilim ölçütlerine göre belirlenirdi, özerk üniversiteler henüz tam kurulamadıysa da yaklaşılmış olurdu. Öğrencilerin üniversitelerde söz hakkı, hatta kim bilir oy hakkı bile olurdu.

Cumhuriyet devrimlerini savunan ve Anayasa’yı uygulayan Rennan Pekünlü’ye değil ceza verilmesi, dava bile açılamazdı. “Kızlı erkekli merdivenlerden iniyorlar” diyen bir il milli eğitim müdürü olamazdı. “Hamilelerin sokakta dolaşması terbiyesizliktir” diyen biri illaki yine olur ama bunu asla ekranlarda söyleyemezdi.

ÖCALAN EŞ BAŞBAKAN OLAMAZDI

5. Hakan Fidan Yenimahalle’nin önünden bile geçemez ve PKK ile Erdoğan adına anlaşmalar yapamazdı. Öcalan “eş başbakan” ya da “başbakan yardımcısı” olamaz, efendi efendi cezasını çekerdi.

PKK Güneydoğu’da otorite olamaz, Barzanistan serpilemez ve yeni bir kukla devletçik Suriye’nin kuzeyinde filizlenemezdi.

6. Hayatımızda Çalık, Sancak, Tamince, Gür isimleri olmazdı. Mücahitler mücahit kalırdı! Sokaklardaki 4×4 görgüsüzlüğü bu denli olmazdı. Zengin daha zengin, fakir daha fakir olmazdı. Milyarder sayımızla övünmezdik.

7. Türk-İş işçi sendikası olmayı sürdürürdü. TMMOB iktidar baskısı altında kalmazdı. “Yetmez ama evetçilik” diye kavram oluşmazdı.

8. Cumhuriyetin bütün kaleleri tek tek zapt edilmezdi ve Cumhuriyet yıkılmazdı.

Siz de bu satırları okuduğunuz şu 5 Ağustos günü Cumhuriyeti yeniden inşa etmek üzere seferber olmazdınız.

Ama oldu! ABD ve AKP tüm bunları dün başardı.

Ama bugün sıra sizde, bizde, hepimizde…

Türkiye’yi yeniden kurmak ve kurtarmak için görev başındayız! 5 Ağustos’ta başladık…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Ağustos 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

PADİŞAHIN FERMANI YIRTILDI

Taksim Gezi Parkı direnişinin tüm Türkiye’ye yayılması, kolluk kuvvetlerine verilen “kalabalığı dağıt” emrinin işe yaramaması, AKP hükümetinin bu dalganın önünde duramaması ve geri adım atmak zorunda kalması, 10 yıldır saltanat sürenlerde büyük korku yarattı.

Çaresizlikleri onları psikolojik savaş uygulamaya yöneltti. İşte ucuz numaralarından bazıları:

STAR YAZI İŞLERİ’NİN TWEETİ

Star “Karanlık tahrik” başlığını kullanmış! Türkiye tarihinin en aydınlık eylemine “karanlık” demek kuşkusuz her şeyden önce bir gazetecilik fiyaskosudur. Gerçi AK Star’ın ilk sahibi Sancak “Erdoğan için aldım” derken, gazete yapmayacağını, iktidara bildiri çıkaracağını zaten ilan etmişti.

Ancak “karanlık tahrik” olduğuna kanıt gösterdikleri şu tweet, Star’ın bildiri bile çıkaramadığını gösteriyor: “Şuan Taksim’deyim, polis gerçek mermi kullanıyor. En az 500 ölü! Şuan 10 polis tepeme bindi, bu twiti çok zor şartlar altına yazıyorum.”

Bir vatandaşın olduğunu iddia ettikleri bu tweetin Taksim’den değil, Star Yazı İşleri’nden atıldığı çok açık! Yoksa en yetenekli cambaz bile tepesinde 10 polis varken tweet atamaz. Kafasına cop, tekme inen birine o şartlar altında tweet attırabilen, ancak çift meslekli bir gazeteci olabilir!

Kaldı ki, ben bütün gün ve gece Taksim Meydanı’ndaydım ve ne tweeter ne de facebook çalışıyordu. Sizlerle paylaştığım tweetleri ve fotoğrafları, Taksim Meydanı’ndan ara ara Galatasaray’ın az ilerisinde bulunan gazetemize geldiğim sıralarda atabiliyordum.

AKP’YE MUHTAÇ KALEMLER

Tabi adece Star başvurmadı bu yöntemlere…

Kimi “vatandaşlara” iki gündür özel tweet attırıldığını yakından biliyoruz. Sahte isimlere açılmış ve sadece belli başlı gazetecileri izleyen kimi “vatandaşlar” sürekli “eylem amacına ulaştı, evinize dönün” mesajları atıyordu!

Korku neler yaptırıyor!

O korkuyu yaşayanlardan biri de Nagehan Alçı’ydı. gece şu tweeti attı: “Bizim evin etrafındaki sokakları sardılar, esnafı tedirgin edip faşist sloganlar atıyorlar bir de utanmadan faşizme karsı omuz omuza diyorlar. Mustafa Kemal’in askerleriyiz ve ordu göreve diye bağırıp etrafı korkutarak şehri esir alanlara soruyorum: bu demokrasi hassasiyeti mi?”

Kuşkusuz “ordu göreve” pankartının sahipleri provokatördü; o zaman bu provokatif pankartlarıyla Ergenekon tertip merkezine hizmet etmişlerdi…  “Ordu göreve” pankartının sahipleri bugün de provokasyonlarına devam ediyorlar; şimdi de Genç Türk adını kullanarak TGB’den rol çalmaya uğraşıyorlar.

Ancak TGB, Genç Türk’ün olası provokasyonunu anında bastırmak için bu yapıyı sürekli göz önünde tutuyordu ve bizim aldığımız bilgiye göre “ordu göreve” pankartı açmaya cesaret edememişlerdi. Tabi tıpkı Star binasından atılan tweet gibi, Nagehan Alçı da bu pankartı yatak odasında asmadıysa!

Peki, Milliyet’in Pazar-başyazarı katına kadar çıkarılan Nagehan Alçı neden böylesi ucuz bir yalana başvurdu? Çünkü tüm ününü AKP’ye yandaş olmanın karşılığında elde etti ve bu saltanatın sürmesi en çok onun için gerekli.

JÖN TÜRK BAKIŞI

Bir başka yazımızda Taksim’deki halk zaferini siyasal ve sosyal yanlarıyla inceleyeceğiz ama bugünlük şu kadarını söyleyerek bitirelim: Böyle bir “başkaldırıyı” şimdiye kadar ne gördüm, ne duydum, ne de okudum!

Kararlı bir halk hareketinin önünde hiç kimsenin duramayacağını gösteren eylemciler, gece boyunca Taksim’i özgürleştirdiler, gece boyunca birlikte keyfini çıkardılar, sabaha doğru alanı süpürdüler, temizlediler ve nöbetçilerini bırakıp, evlere dinlenmeye çekildiler. Çünkü Taksim Halk Harekâtı yeni günde de sürecek!

3 Haziran sabahının ilk Karaköy-Kadıköy vapurundaki manzara aslında her şeyi özetliyordu: Bir üniversite kantinini andıran o vapurdaki gözlerde, zaferin yorgunluğunu, başarının mutluluğunu ve padişah fermanını yırtma cesaretini gördük!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Haziran 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

İŞTE ASIL DARBECİ KAFASI

Başbakan Erdoğan, Öcalan ile BDP heyeti arasındaki görüşmeye dair notların yayımlanmasına köpürdü ve Yıldırım Demirören ile Derya Sazak üzerinden medyayı tehdit etti: “Bu haberi yapamazsınız! Batsın gazeteciliğiniz!”

Öncelikle belirtelim: 12 Eylül’ün “Şu, şu haberler yapılacak” diyen generalleri ile günümüzün “bu haberi yapamazsın” diyen Başbakan Erdoğan’ı zihin kardeşidir!

Gelelim Erdoğan’ın neden itiraz ettiğine…

ANCAK SUÇLULAR KORKAR!

BDP heyetinin Öcalan’la görüşmesi kötü bir şeyse, iktidar neden hukuku hiçe sayarak böyle bir görüşmeye olanak yarattı? Bu görüşme MİT-Öcalan görüşmesinin bir parçası olduğuna göre iktidar, Öcalan’la görüşmekten utanıyor mu?

Utanacakları bir şey yapmıyorlarsa, tersine AKP hükümeti çıkıp görüşmeyi de görüşmenin içeriğini de çatır çatır savunmalı.

Ancak savunmak ne kelime, korkuyorlar! Çünkü yaptıklarının suç olduğunu biliyorlar!

Erdoğan özel temsilcisi Hakan Fidan aracılığıyla Öcalan’la görüşmesini “ben değil, devlet görüşüyor” diye kamufle edemiyor artık. Erdoğangörüşüyoruz ama masaya oturmuyoruz” diyerek pazarlık yaptığını gizleyemiyor artık.

“Bu haberi yapamazsınız” demesi şundan: Çünkü o haberde, yani o notlarda, Öcalan aslında Erdoğan’la vardığı mutabakatın “bir bölümünü” dikte ediyor örgütüne. Erdoğan mutabakatın “kamuoyu hazırlanmadan” deşifre edilmesinden rahatsız!

Çünkü biliyor ki, mutabakat hazmettire hazmettire, alıştıramadan ortaya çıkarsa, milletin ayaklarının altında kalacak!

“Baldıran zehri içtim” demesi ondan…

HANİ DEMOKRATTINIZ?

Medyada “İmralı zabıtlarından” en rahatsız olanlar AK medya ile Gülen cemaati. AK medya rahatsız çünkü “Barışsever” diye pazarlamaya kalktıkları Öcalan portresi, hesaplarını tersyüz etti. Gülen cemaati rahatsız, çünkü “boşaltmak zorunda kaldıkları yere Öcalan’ın talip olduğunu” gördüler.

Merkez medyada “İmralı zabıtlarından” en mustarip olan isim ise Nagehan Alçı! Zira Nagehan Alçı daha iki hafta önce transfer olduğu yeni gazetesinin bu haberini savunmak ile Başbakan Erdoğan’la ters düşmemek arasında kaldı.

Nitekim son yazısında bu sıkışmışlık vardı. Önce yazısının başında Milliyet’in yaptığının habercilik olduğunu savunarak üzerindeki “yeni işyeri” baskısını atmış, ardından da Sol’dan Sağ’a dönen ağabeylerine nal toplatırcasına Erdoğan’a desteğe geçmiş!

Öyle ki, barış sürecine ve Erdoğan’a destek çıkmayanları ahlaksızlıkla hatta daha çok insanın ölümüne yol açmakla suçlamış! (Milliyet, 3 Mart 2013) Neredeyse Erdoğan’a destek vermeyen meslektaşlarını Duran Kalkan’la, Fehman Hüseyin’le bir tutacak!

Hani demokrattınız? Demokrasiden, aynı şeyi düşünmeyen meslektaşınıza iktidarın kanatları altında posta koymayı mı anlıyorsunuz?

Açık söyleyelim: Bu kafa Bushgil kafasıdır!

MUTABAKAT’A DESTEK BÖLGESEL SAVAŞA DESTEKTİR!

2003’ü hatırlayın… O zaman da Bush’un “Irak’a özgürlük götürmesine” destek vermeyenleri Saddam’ın “zulmüne” ortak olmakla ve daha çok insanın ölmesine yol açmakla suçluyorlardı!

Sonuç ortada: 1 milyon Iraklı Müslüman katledildi!

Bush’un Irak’ı işgal planının adı Irak’a özgürlük götürmekti; Erdoğan’ın Öcalan’la Kürt Koridoru mutabakatı ise “Barış” oldu!

Biri CIA’nın perdesidir, diğer de MİT’in…

Onlarca nedeni bir yana bıraksak bile, zabıtlarda yer alan Öcalan’ın “çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum; Suriye var, İran var” sözleri, “Barış’ı değil, Savaş’ı getireceklerini” tek başına kanıtlar!

Barış adı altında Kürtleri Ortadoğu’da ateşe sürüyorlar! Barış adı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimini yıkıyorlar! Barış adı altında Türk-Kürt federasyonu inşa ediyorlar! Barış adı altında komşularının topraklarına göz dikiyorlar! Barış adı altında Türk ve Kürt’ü, bölgede Fars ve Arap’la karşı karşıya getiriyorlar! Barış adı altında Savaş tezgahlıyorlar!

Asıl bu gerçeğe rağmen susanlar ve çıkarları için Erdoğan’a destek verenler ahlaksızdır ve daha çok insanın ölümüne yol açacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Mart 2013

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ÇATIRDAYAN KOALİSYONUN KALEMŞORLARI

Aydınlık yazı işleri, Nazlı Ilıcak’la Şamil Tayyar’ın sokak kavgasını “seviyesizlik” diye nitelemiş. Birbirine “namussuz, şerefsiz, ahlaksız” diye bağıranları sadece “seviyesizlikle” nitelemek de Aydınlık’ın seviyesidir, gurur duyduk.
Ilıcak, Tayyar’ın 28 Şubat’ta MİT’le ortak çalıştığını, DSP’nin kapısını aşındırdığını ancak 15 yıl sonra anımsayabilmiş… Tayyar bu, durur mu? Ağza alınmayacak kelimeleri sıraladıktan sonra “Emin Şirin’le ilişkiniz başladığında Kemal Ilıcak sağ mıydı? Kemal bey niye öldü?” diye sormuş.
Her yerleri dökülüyor… Meslektaşlarımız olmalarına mı hayıflansak, yoksa milletin vekili olmalarına mı?
SEVİYESİZLİKTE BÜYÜK YARIŞ
Yalnız seviyenin tek sahipleri Nazlı Ilıcak ve Şamil Tayyar değil elbette. Tıpkı onlar gibi eskiden birlikte, omuz omuza TSK’ye saldıran Sevilay Yükselir ile Yıldıray Oğur da, MİT olayından sonra seviyelerini yarıştırmaya başladılar.
Örneğin Taraf’ın yayın koordinatörü Yıldıray Oğur “Birisi her düğünün halaycıbaşısı teyzeye söyleyebilir mi, Taraf yasadışı dinleme kayıtlarını haber yapmıyor!” diyerek gönderdi Yükselir’e…
Yıldıray Oğur sonra da en zayıf yerinden vurdu Sevilay Yükselir’e: “4 yıl öncesine kadar Fatih Altaylı ile Türk Silahlı Kuvvetleri saatini sunan bu hanım ne zaman demokrat oldu kaçırdım ben?”
Sevilay Yükselir de, muhatabını “psikolojik savaş” yürütmekle suçladı.
Bu arada, Altaylı demişken… Sevilay Yükselir, Altaylı’nın Orhan Pamuk’un sevgilisi Karolin Fişekçi ile yaptığı programı “seviyesiz” bulup ona seslenirken, inceden şöyle bir ifşaatta bulunuyor:
“Zira daha iki üç ay önce, benzer bir hatun ortalara dökülüp, senin (Fatih Altaylı) hakkında da abuk sabuk bir yığın iddiada bulunmuş ve kapı kapı dolaşıp, ben dâhil bütün gazetecilere, televizyonculara, ‘Fatih Altaylı ile gazetedeki ofisinde şunu yaptık. Bunu yaptık. Seviştik. Sevgili olduk. Bana çanta aldı. Ayakkabı aldı. Mailleştik. Telefonlaştık. Beni golf sopasıyla dövdürttü’ filan diye bir yığın hikâye anlatmıştı.”
MİTÇİLER, EMNİYETÇİLER
Taraf’ın bavullusu Mehmet Baransu örneğin, Sabah’ın özel istihbarat müdürü Abdurrahman Şimşek’i MİT’çi olmakla itham ediyor.
Sevilay Yükselir de Baransu’nun aniden “Emniyetin maşası” olduğunu anımsıyor!
Yükselir, cemaatin diğer baloncusu Emrullah Uslu’ya da “zavallı” diye sesleniyor ve onun yalnızca “bel altı saldırmakla” bilindiğini savunuyor.
Ancak hiçbirisi uluslararası çapta çirkinleşen Nagehan Alçı’nın eline su dökemedi, dökemiyor. Alçı, Ahmet Kekeç’le yaptığı TV programında, mesleğini unutarak şöyle sesleniyordu NATO’ya: “NATO’yu kınıyorum. Neden Usame Bin Ladin’e yapılan nokta vuruşunu Kaddafi’ye de yapmıyorsunuz?”
NATO Nagehan Alçı’yı dinlemiş midir bilinmez ama bir süre sonra ABD nokta vuruşuyla Kaddafi’nin konvoyunu vurmuş ve Kaddafi, insanımsı canlılar tarafından işkenceyle, hunharca katledilmişti!
GEMİYİ İLK KİM TERKEDECEK?
Bunlar, bir dönemin “gazetecileri” maalesef… Benzerlerinden daha bir düzine kadar var.
Aydınlık, “Ergenekon’u halka bunlar anlattı”, “kavga gerçek yüzlerini ortaya çıkardı” demişti dün. Ekleyelim: Ancak inişe geçen kuvvetin araçları birbirine düşer, çirkinleşir, seviyeyi düşürür.
Irak’a saldıran ABD askeriyle birlikte çıkışa geçen “iktidar koalisyonu”, silahlı dayanağının Irak’tan çekilmesiyle birlikte çatırdamaya başladı, inişe geçti.
Ve AKP – Cemaat koalisyonu çatırdadıkça, kalemşorları birbirine girmeyi sürdürecek.
Bakalım, gemiyi ilk hangisi terk edecek?
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Şubat 2011

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

TUTUKLATTIRAN GAZETECİLER

Bir “çalışan gazeteciler günü” daha geride kaldı…

Elimde, çalışmalarına kelepçe vurulmuş gazetecilerin çıkardığı “tutuklu gazete” var…

Öğretmenim Turan Özlü şöyle haykırmış “tutuklu gazete”de: “Silivri bozkırında toplama kampındayız. Hâlâ bilmeyenler varsa öğrensin! Silivri’de bir yargılama yapılmıyor. Hapishane içinde numaralı Özel Görevli Mahkemeler var. Ama hukuk yok.”

Bir diğer öğretmenim Hikmet Çiçek de tokat gibi yanıt vermiş “neyle suçlandıklarını bile bilmiyorlar” diyenlere: “’Suçumuzu’ biliyoruz: AKP’nin temsil ettiği faşist diktatörlüğe karşı olmak. Gerisi teferuattır.

SİSTEMİN SONU GÖZÜKÜYOR

Değerli arkadaşım Deniz Yıldırım ise en önemli gerçeği göstermiş görmeyen gözlere: “Haber yazmanın kahramanlık sayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bu gazetecilerden çok, sistem için bir kriz durumudur. Çünkü gerçekler hakim sınıfların düşmanı haline geldiyse, o sistemin sonu gözükmüş demektir.

Hasan Yalçın’ın en iyi öğrencilerinden değerli meslektaşımız Soner Yalçın, bize bir sırrını vermiş ve dünyanın en güzel hapishanesini bizlerle paylaşmış, sonra da eklemiş: “Memleketimde mapuslukta geçer aydın olmanın yolu...”

Doğan Yurdakul ağabey ise iddianameleri okumamızı, dokunanı yakan sözcükleri yazı işleri duvarına asmamızı öğütlemiş.

Mustafa Balbay, “Medyanın susturulması doğada oksijenin bitmesi demektir. Böyle bir ortamda en güçlü canlı bile ayakta duramaz” uyarısı yapmış.

Tuncay Özkan, üyesi olmaktan tam dört yıldır tutuklu olduğu örgütü arıyor, soruyor hepimize…

Değerli arkadaşım Barış Pehlivan, 100 yıl sonraki meslektaşına tarihi bir mektup bırakmış.

Yine değerli arkadaşım Barış Terkoğlu da, önemli bir gerçeğe parmak basmış: “Tarih göseriyor ki, yazarın ısrarı sürdükçe her karanlık tünelin sonun gelmesi kaçınılmaz.”

Yalçın Küçük’ten Ragıp Zarakoğlu’na, Müyesser Yıldız’dan Nedim Şener’e… Tutuklu gazetecilerin, tutuklu gazetesi…

Biliyorum, “başlık yanlış”, “Tutuklattıran gazeteciler demişsin ama tutuklu gazetecileri yazmışsın” diyeceksiniz…

Tutuklattıranlardan da örnek vereceğim çünkü, bir “çalışan gazeteciler günü”nü daha geride bırakırken.

ÇİFT MESLEKLİLER

Örneğin Star’dan Ahmet Kekeç, Genelkurmay Karagahı’nda Hıfzı Çubuklu’yu ziyaret edenlerin izini sürmüş dün. Kekeç, Çubuklu’yu ziyaret eden E. Anayasa Mahkemesi Üyesi Abdullah Nemci Özler ile Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun yargılanmasını istemiş! Kekeç, AKP kapatma davasını açan E. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın da yargılanmasını talep etmiş!

Gazeteciyi savcı yapmışlar, o da Genelkurmay Karagâhı’nı ziyaret etmeyi suç saymış!

Yeni Şafak’tan Salih Tuna da savcılık yapanlardan… Ömer Çavuşoğlu’na açılan soruşturmayı gereksiz bulup, soruşturma açan meslektaşına mesaj yollamış. “Sempatik deli” bulduğu  Çavuşoğlu’nun yerine Rıdvan Dilmen’in yargılanmasını istemiş, sırf Bakan Erdoğan Bayraktar’ı istifaya çağırdığı için…

Genelkurmay Karargâhı’nı ziyaret etmek suç ama Bakan Bayraktar’ın “Trabzonspor’umuzun kupasını almak için çok ince ayar bir çalışma yapıyoruz” demesi düşünce özgürlüğü…

Akşam’dan Nagehan Alçı ise “çalışan gazeteciler günü” olmasından herhalde, yargılama ya da tutuklama talebi yerine uyarıyla yetinmiş. Alçı, Hanifi Avcı’nın tutuklanmasından sonra Ergenekon davasına karşı farklı tutum aldığı ve şimdi de Em. Org. İlker Başbuğ’un tutuklu yargılanmasına karşı çıktığı için meslektaşı Mustafa Akyol’u uyarmış!

DIŞARIDA OLMANIN AĞIRLIĞI

Bir “çalışan gazeteciler günü” daha geride kalırken aklımda tek düşünce vardı… İçeride olanların bizden daha özgür olduğunu biliyordum ama dışarıda kalmayı hakedecek ne gibi bir eksikliğim olabilirdi acaba? Yurdumun ve halkımın çıkarlarını savunurken, neyi eksik bırakmıştım?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Ocak 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

OLUŞTURULMUŞ GAZETECİ

ABD’nin Irak’a harekâtı sırasında “iliştirilmiş gazeteci” kavramı ortaya atılmıştı. Bu gazetecilerin görevi özetle, savaşa Pentagon’un gözünden bakmaktı… Biz de bir kavram ortaya atıyoruz: Oluşturulmuş gazeteci. Onlar da olaylara AKP’nin gözünden bakmakla görevliler.

Bugün bu türün nadide bir örneğini anlatacağız, Nagehan Alçı’yı.

AKP döneminin “oluşturulan” bu örneği, bir başka oluşturulmuş gazeteci Rasim Ozan Kütahyalı ile evlenerek geniş kitleler tarafından tanındı. İkilinin evliliği, ikiliyi de büyüttü. Rasim Ozan Kütahyalı, Deniz Gezmişlere Taraf gazetesinde küfrederek başladığı gazetecilik yolculuğunu, aynı anda iki gazetede köşe ve dört televizyonda program yaparak geliştirdi. Nagehan Alçı da bu evlilikten sonra iki televizyonda birden program yapmaya başladı.

ATATÜRK DİKTATÖR, ERDOĞAN DEMOKRAT

Nagehan Alçı, geçenlerde Atatürk’e diktatör diyerek ününe ün kattı. AKP’nin yarattığı siyasi iklimde cüret bulan bu tür gazeteciler, Atatürk’ü diktatör ilan ederken, Erdoğan’ı da demokrat buluyorlar kuşkusuz.

Nagehan Alçı, faşizm olarak adlandırılacak tüm dönem uygulamalarını “demokratikleşme” olarak görüyor. Ne de olsa, bu iklim ona ve türdeşlerine – şimdilik – demokrat, gerçek gazetecilere ise faşistçe davranıyor. (Bu “şimdilik” lafımı lütfen not ediniz ve günü gelince anımsayınız).

REZİLLİK

Nagehan Alçı konuşulmayı çok sevmiş olmalı ki, yeniden gündeme gelecek bir “rezilliğe” imza attı. Boyalı gazetelerde mutlaka görmüşsünüzdür, haber şöyleydi: “Nagehan Alçı, Adnan Hoca’nın iltifatları karşısında ne yapacağını şaşırdı.

İçiniz kaldırır ve haberin devamını okursanız, oluşturulmuş gazetecimizin kendine yakışır bir pasla bu “iltifatları” başlattığını görürsünüz.

Beyaz TV’de “İslam ve cinselliğin” konuşulduğu programda Negahan Alçı, Adnan Oktar’a şu çok “önemli” soruyu yöneltiyor: “Neden hep sizi güzel kadınlarla sohbet ederken görüyoruz?

Cemaatini hep genç ve yakışıklı erkeklerle dolduran Adnan Oktar bu soru karşısında durur mu, almış pası ne de olsa. Yüzünü beğenmediği kadınlarla da “zeki olmaları” koşuluyla sohbet ettiğini belirten Oktar, bu konuda seçici davrandığını söylüyor.

Yanıttaki pespayeliğe mi yanarsınız, İslam’ın hangi çapsızlar tarafından ekranlarda anlatıldığına mı yanarsınız, yoksa bu ülkede bu adamın arkasından gidilebilmesine mi?

HOCA’NIN TATLI KEDİSİ

Oktar aldığı pası “gol” yapmaya niyetli; Nagehan Alçı’ya da izleyicilerin gözü önünde “iltifat” yapmaya kararlı. Adnan Oktar Nagehan Alçı’yı “Türkiye’nin en akıllı gazetecilerinden birisiniz” diye pohpohlayarak ceza sahasına giriyor, gole hazırlanıyor ve şutu çekiyor: “Tatlı bir kediye benziyorsunuz aslında…

Adnan Oktar, canlı yayında Nagehan Alçı’nın gözlerinde bir tepki görememiş olmalı ki, gollerine devam ediyor. Şimdi burada sıralamaya gerek olmayan cümlelerle, Nagehan Alçı’yı uzun uzun ne kadar güzel bulduğunu anlatıyor.

O cümleleri dinlerken, aklıma Rasim Ozan Kütahyalı geliyor… Bir başka oluşturulmaya çalışılmış ama becerilememiş gazeteci Helin Avşar’a verdiği röportajdaki fotoğraflar canlanıyor belleğimde. Türk röportajına yeni bir soluk diye sunulan o pespaye görüntülerde Helin Avşar, Kütahyalı’nın düğmelerini teker teker açıyor ve şuh bir şekilde konuğuna sokuluyordu, yapışıyordu…

Kim bilir, bu da AKP türü yeni dönem evliliğidir belki de…

Şimdi siz mutlaka Adnan Oktar’nın bu iltifatları karşısında Nagehan Alçı’nın ne dediğini merak etmişsinizdir. O cümleyi de aktaralım: “Aman hocam şimdi yazarlar, çizerler”

Kısacası sistem çürüdü, artık kokuyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Kasım 2011

, , ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN’IN SİLAHLI GAZETECİLERİ

Biz, Washington’un yalnızca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı cepheye sürdüğünü sanmıştık, yanılmışız. Meğer Washington, Enis Berberoğlu’yla birlikte Hürriyet’i de cepheye sürmüş!

Başbakan Erdoğan’ın ABD gezisine katılan Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu’nun rütbe hakettiği yazısına dikkat ediniz:

Beşar Esad devrik Libya lideri Kaddafi’den mülhem, her bitik diktatörün cebindeki son kartı oynamaya hazırlanıyor: İç savaş çıkararak ömrünü uzatmayı deniyor. (…) İran ve Irak menşeli silah sevkıyatının kesilmesi bu yüzden hayati önem taşıyor. Türkiye’nin atacağı bazı ek ticari ve hatta askeri adımlar da söz konusu olabilir.”

İŞARETİ ERDOĞAN VERDİ

Berberoğlu’na “Esad’ın iç savaş planladığını” nereden çıkardığını sormayacağız. Başbakan Erdoğan, ABD’den önce Mısır’da “alevi – sünni çatışması” diyerek işareti vermişti. “Askeri adımlar söz konusu olabilir” sözleri de New York’ta kulağına üflendi
herhalde!

Berberoğlu’nun bu sözlerini misyonuna bağlayabiliriz ancak gazetecilik mesleğinin en alt sınırının neresi olduğunu anlamak için şu sözünü de not düşelim: “Obama görüşmesinin ardından anlık istihbaratın kalitesi artabilir.

ABD’nin 2007 yılından beri TSK’yi “anlık istihbarat” ile oyaladığı yetmezmiş gibi, Berberoğlu “ama kalitesi artabilir” diyerek yeni bir hendek daha kazıyor!

Değil AKP tabanında, yandaş basında bile Suriye konusunda tereddütler yaşanırken, itiraz sesleri yükselirken, neden Enis Berberoğlu ve Hürriyet savaş mevsizine girdi acaba?

TSK KARŞITI AMA MİLİTARİST!

Türkiye’de gazeteciliğe can çekiştiriliyor. Türkiye’nin hemen tüm kurumları gibi basın da çözülüyor, çöküyor.

İşte üç farklı kesimden üç tipik örnek:

Gazeteci kimliği ile silah tutanların en ünlüsü Mehmet Ali Birand’dır. Birand NATO’nun Libya’yı bombalamaya başladığı günlerde şöyle akıl veriyordu:

Eğer biri tarafından öldürülmezse, hava müdahalesi Kaddafi’yi devirmeye yetmeyebilir. İşte o zaman da, bölgenin başına
çok daha büyük bir sorun olacaktır.”

Nagehan Alçı, “yorumculuk” yaptığı ekrandan şöyle sesleniyordu NATO’ya, Bin Ladin operasyonundan hemen sonra:

“NATO’yu kınıyorum. Neden Usame Bin Ladin’e yaptıkları operasyon gibi bir operasyonu da Kaddafi’ye yapmıyorlar?!”

Gazeteci değil, sanki Erdoğan’ın savaş kabinesinde harekat başkanı! Üstelik TSK düşmanlığı yapabilmek için “sivilleşme” kelimesini dilinden düşürmeyenlerden. Ama işte bu sözleri nasıl da ele veriyor zihniyetlerini: Sivilcilikleri, TSK karşıtlığından, yoksa en militarist onlar aslında!

Her dönemin adamı olan Mümtaz’er Türköne ise en çarpıcı fikri ortaya koyanlardandı. Mümtaz’er, TSK karşıtlığını sergileyebilmek için, Öcalan’ı paşa yapmayı bile önermişti!

KKTC UMURLARINDA DEĞİL

Enis Berberoğlu dışında sadece Mehmet Ali Birand’ı, Nagehan Alçı’yı ve Mümtaz’er Türköne’yi aktardık cenahlarının temsilcileri olarak. Ama köşeler, ekranlar benzerleriyle dolu. Bıraksanız, Suriye’den girip, İsrail’i geçip, Mısır’ı da alacaklar.

Ama Dağlık Karabağ işgal altındaymış, umurlarında değil; KKTC için yazdıkları “ver kurtul” makalelerinin mürekkebi ise hâlâ
ıslak!

Bush’un “iliştirilmiş gazetecileri” vardı… Bizimkiler de Erdoğan’ın silahlı gazetecileri!

MehmetAli Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Eylül 2011

, , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın