Posts Tagged Trump

BOP-KYG çatışması

Önceki yazımızda güncellenen BOP’a, Trump’ın BOP’una işaret etmiştim. Önceki BOP, ABD’nin belirlediği Büyük Ortadoğu coğrafyasında “sınır ve rejim” değiştirme hedefliydi, “yeni ulus inşa etmeyi” amaçlıyordu. 

Trump’ın BOP’unda, “yeni ulus inşası” yok. Daha doğrusu, önceki gibi bir ulus inşası programı yok, doğrudan ABD’nin üstlendiği bir ulus inşası yok. Ne var peki? Federasyonlar var, konfederasyonlar var, Büyük İsrail var, ABD’nin “esas düşmanlarına” karşı bölgesel (federatif) işbirlikleri var, ittifaklar var. Ve bunların sonuçları olarak elbette yine dolaylı olarak yeni ulus inşası var.

ABD’nin hedefi: Çin-Rusya-İran

ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın sıraladığı o ülkeleri anımsayalım: İsrail, Türkiye, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Körfez ülkeleri, Azerbaycan, Ermenistan… 

Dikkat ederseniz İran (ve de Mısır) yok. Çünkü İran hedef. Dahası listeyi oluşturan coğrafyadan, İran ile birlikte Rusya’nın da hedef alındığı anlaşılıyor. 

Kimi ABD belgelerinden biliyoruz ki ABD’nin “büyük stratejisi”, Çin-Rusya-İran işbirliğini hedef alıyor.

İşte meselenin esası da budur: 

– Trump’ın BOP’u Çin-Rusya-İran’ı hedef alıyor. 

– Trump’ın BOP’u, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol Girişimi’ni (KYG) ve onun sonucu olacak Büyük Avrasya Ortaklığını hedef alıyor. 

– Trump’ın BOP’u, KYG’yi Büyük Ortadoğu coğrafyasında durdurmaya çalışıyor.

Nasıl mı? Madde madde anlatayım:

Enerji-politik tablo

1) ABD, KYG’ye karşı IMEC’i, yani Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru’nu hayata geçirmek istemişti. Aksa Tufanı, o projeyi rafa kaldırmıştı. Trump “Gazze Planı” ile raftan indirmeye çalışıyor.

2) İsrail, doğusundaki Hindistan-Körfez ve batısındaki Kıbrıs-Avrupa hatlarının merkezi yapılmaya çalışılıyor. 

3) Katar gazının hem Suriye’ye hem de İsrail’e ulaştırılması projesi hazırlanıyor.

4) ABD, Irak Kürdistanı bölgesi ile 110 milyar dolarlık enerji anlaşması imzaladı. (Bağdat anlaşmaya karşı çıktı.) ABD Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol alanları için de benzer hazırlığı yapıyor.

5) İsrail, Doğu Akdeniz’de İsrail-Kıbrıs-Yunanistan hattı inşa ediyor. (İsrail medyasında son dönemde KKTC’yi ve adadaki Türk askerini hedef alan haber analizlere ve tehditlere dikkat.)

ABD’nin Zengezur müdahalesi

6) Güçlendirilmiş Azeri gazının bir yandan Suriye ve İsrail’e, diğer yandan da Karadeniz üzerinden LNG gemileriyle Ukrayna’ya ulaştırılması anlaşmaları yapıldı.

7) ABD, Zengezur Koridoru’nu işleterek Kafkasya’ya girmenin peşinde. ABD Büyükelçisi Tom Barrack koridorun ABD’li şirket tarafından 100 yıllığına işletilmesini talep etti. Tarafların ne yazık ki bu talebi uygun gördüğü anlaşılıyor. ABD böylece hem Rusya ile İran’ın arasına hem de Kuşak ve Yol’la entegrasyonu kritik önemde olan Orta Koridora yerleşmiş oluyor.

Paranın akış yönü

Bu tür çok boyutlu meselelerin analizindeki en önemli veriler; boru hatlarının yönü, gemilerin rotası, ticaret koridorlarının konumu ve paranın akış şeklidir. 

Esasa gelirsem: Emperyalist ABD ve ileri karakolu siyonist İsrail, çıkarlarını gözetiyor. Ülkelere demokrasi, toplumlara barış, halklara özgürlük elbette ve gerçekten umurlarında değil. Tersine bu kavramlar, emperyalist ABD’yi bölgeden atarak hayata geçirilebilir. Bu coğrafyada bu kavramların kör-topal kalmış olmasının asıl sorumlusudur emperyalist saldırılar, işgaller, sömürüler… 

Son 150 yıl, Britanya İmparatorluğunun, Çarlık Rusya’sının ve emperyalist ABD’nin çıkarları için bölge halklarını kullanmasının tarihidir aynı zamanda. Tarihi doğru okumak, bugün dünden daha da kritik önemde.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Ağustos 2025

, , , , , , , , , ,

2 Yorum

Yeni Ortadoğu için yeni PKK

Türkiye ve komşularında, Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek önemde görüşmelerin yapıldığı zorlu bir hafta yaşanıyor: Suriye’de ABD ve Fransa’nın gözetiminde Şam ile SDG/YPG görüşmesi, Lübnan’da ABD Büyükelçisi Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma görüşmeleri, Türkiye’de Öcalan’ın mesajı ve açılım görüşmeleri, Irak’ın kuzeyinde PKK’nin silah bırakma töreni…

Dört ülkede yaşanan bu gelişmelerin hepsi birbiriyle ilgili, ABD’nin yürütücülüğünde ilerliyor ve aslında merkezinde İsrail var.

ABD ve Fransa var, Türkiye yok

ABD, 10 Mart’ta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara ile SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi’yi masaya oturtmuş ve bir anlaşma imzalatmıştı. 26 Nisan’da ise PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ile Barzanilerin Suriye kolu ENKS “Kürt Ulusal Konferansı”nı toplamış ve birlikte “ademi merkeziyetçi bir bölge” hedefi belirlemişlerdi.

İşte bu gelişmenin ardından Şam ile SDG yeniden masaya oturdu dün: Suriye Cumhurbaşkanı Şara başkanlığındaki heyetin karşısında, SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi dışında, örgütün Dışilişkiler Eş başkanı İlham Ahmed, Kuzey ve Doğu Suriye Temsilciliği Eş Sözcüleri Foza Yusif ve Abid Hamid Mihbaş yer aldı.

Taraflar arasındaki müzakere, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Fransa’nın Suriye Özel Temsilcisi Jean-Baptiste Febvre gözetiminde yapıldı.

Peki taraflar Suriye’de 2. perdeye neden ihtiyaç duydular? Çünkü SDG 10 Mart anlaşmasının bazı maddelerinde değişiklik istedi, ABD de o değişiklikleri onayladı.

Öcalan’ın mesajı ve silah bırakma

Suriye’de bu görüşme olurken, aynı gün Öcalan’ın yedi dakikalık görüntülü mesajı servis edildi. PKK’ye yine silah bırakma talimatı veren Öcalan “Son günlerde bölgede yaşanan gelişmeler, attığımız bu tarihi adımın önemini ve aciliyetini açıkça teyit ediyor” dedi. 

Öcalan’ın bu açıklamasının servis edilmesinden önce DEM heyeti önce Öcalan’la, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmüştü. 

Türkiye’de bu görüşmeler yapılırken, Irak’ın kuzeyinde de PKK’nin silah bırakma töreni için hazırlık yapılıyordu. DEM Parti, 11 Temmuz’da Süleymaniye’de bir grup PKK’linin silah bırakacağını açıkladı.

Burada kritik konu, bizzat Öcalan’ın talimatıyla, PKK’nin zaten ana gövdesinin parça parça Irak’tan Suriye’ye geçtiği gerçeğidir.

Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma planı

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi sıfatıyla Şam’daki Şara-Abdi görüşmesinde gözetmenlik yapmadan önce, Lübnan’ın başkenti Beyrut’taydı. Barrack Beyrut’a, “Hizbullah’ı silahlansızlandırma planı”yla gitmişti.

Lübnan basınına bakılırsa, Barrack temaslarından bir sonuç alamamış görünüyor. Zira Lübnanlı yetkililer kendisine özetle “İsrail‘in geri çekilmesi ve silahın devletin tekelinde toplanması adımları eşzamanlı olmalı” mesajı verdiler.

İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu

Görüleceği üzere bölgedeki tüm bu gelişmeler birbiriyle bağlantılıdır ve yürütücüsü de ABD’dir.

ABD, “İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu” dizayn etmeye çalışıyor. Washington’a göre İran bu projenin önündeki engel. Bu nedenle bölgede İran’a karşı bir Türk-Kürt-Arap ittifakı oluşturmaya çalışıyor. 

Arka planda ise daha küresel bir strateji var: ABD, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru’nu (IMEC) hayata geçirmeye çalışıyor. İsrail, bu koridorda merkezi bir rol oynuyor. Trump, “Gazze Planı” üzerinden İsrail’in rolünü daha da yükseltmeye çalışıyor.

ABD açısından İran’ın etkisizleştirilmesi, Çin’in önünün kesebilmesinin ve IMEC’in hayata geçirebilmesinin kolaylaştırıcısı durumunda….

Kısacası ABD barış diyerek savaşı örgütlüyor, silah bırakma adı altında “silahlıları” yeni cepheye transfer ediyor. Yani PKK, ABD için artık SDG’dir.

Ankara ise bu gelişmeler karşısında “ikili bir yol” izlemeye çalışıyor. “Planın içinde kalarak planı çıkarlara uyarlayabilmek” diye özetlenecek bir taktik bakış bu…  

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Temmuz 2025

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Trump’ın silah bağı

NATO’nun son liderler zirvesini, “kısa bildiri, yüksek savunma” diye özetleyebilmek mümkün. 

Kısa sonuç bildirileri, nadiren her şeyin yolunda olduğuna ama genellikle işlerin yolunda olmadığına işaret eder. Lahey’deki zirve de işlerin NATO açısından pek yolunda olmadığına işaret etti.

Öncelikle NATO, son yıllarda sonuç bildirilerinde sürekli yer alan bazı konuları, bu yıl sonuç bildirisine almayarak, bu alanlarda geri adım attığını göstermiş oldu. Ki o konulardan bazıları, NATO 2030 stratejik konseptinin de önemli başlıklarıydı. Bu nedenle Trump’ın ikinci döneminin bu ilk NATO liderler zirvesinde, “NATO stratejisinden geriye çekilmeye“ işaret edebiliriz. 

Çin bu kez bildiride ‘baş rakip’ değil 

Örneğin Çin, daha önceki NATO belgelerinde, “kurallara dayalı düzeni tehdit etmekle” suçlanıyordu, “mücadele edilecek baş rakip” görülüyordu. Lahey’deki sonuç bildirgesinde Çin yok. 

NATO liderlerine göre, NATO’ya karşı iki tehdit var: Rusya ve terörizm. Üstelik Rusya “acil tehdit” olmak yerine “uzun vadeli tehdit” olarak görülüyor.

NATO liderler zirvesinin son yıllardaki değişmez Asya-Pasifik ortak-konuklarının bu kez zirvede olmaması önemliydi. Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ABD’nin Çin’e karşı Asya-Pasifik stratejisinde temel dayanakları olan ülkelerin liderlerinin yokluğu ve yerine dışişleri bakanlarının yan oturumlardaki varlığı dikkat çekiciydi.

Ukrayna NATO desteğini kaybediyor

NATO liderler zirvesinin bir diğer çarpıcı farklılığı da Ukrayna meselesiydi. Zelenski bu yıl daha önceki ilgiyi göremedi, üstelik öncesinde “Rusya, NATO topraklarını hedef alacak, Rusya’ya karşı NATO’yu savunuyoruz” gibi iddialarda bulunmasına rağmen. 

Evet, daha önce baş konuk olarak ağırlanan Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski bu yıl zirvenin hiçbir resmi toplantısına katılamadı. 

Diğer yandan sonuç bildirisinde de Ukrayna’ya daha hafif bir destek açıklanmış oldu. Üstelik ifade, NATO’nun kurumsal desteği yerine, NATO ülkelerinin tercihsel desteğine işaret eder nitelikteydi. 

Ayrıca NATO-Ukrayna Konseyi de bu yıl liderler düzeyinde değil, dışişleri bakanları düzeyinde ve çalışma yemeği formatında yapıldı.

Ve en önemlisi: Rusya’nın müdahalesinden önce başlayan ve sonuç bildirilerinde her yıl yer alan “Ukrayna’nın NATO üyeliğine” atıf yapılması, bu yıl kesintiye uğradı!

NATO’nun babacığı

Zirvenin en önemli sonucu, ABD Başkanı Trump’ın isteğiyle NATO ülkelerinin savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarmayı kabul etmeleriydi. 

NATO Genel Sekreteri Rutte’nin, Trump’ın isteğini gerçekleştirmek için nasıl çalıştığını ve ülkelerin nasıl kabul ettiğini Trump’a müjdelemesi, Trump’ın da Rutte’nin müjdesini zirve öncesi sosyal medyasında paylaşması, öncelikle ikilinin çapsızlığına işaret ediyordu. Öyle ki bu çapsızlığı, Rutte’nin Trump’ın küfürbazlığını “Babacık sert bir dil kullanmak zorunda” diyerek savunması türünden bir başka çapsızlık izledi. 

Buna ek olarak NATO aile fotoğrafı çekimi sırasındaki tokalaşmalar ve mimikler de Atlantik’te ciddi bir “devlet adamı erozyonu” yaşandığına işaret ediyordu.

Trump’ın iki yönlü taktiği

Evet, NATO liderleri, Trump’ın baskısıyla, savunma harcamalarını Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 5’ine çıkarmayı kabul etti. Karara göre bunun yüzde 3.5’u doğrudan askeri harcamaları, yüzde 1.5’u da altyapı savunma harcamalarını oluşturacak. 2029’da gözden geçirilecek hedefe, 2035’te ulaşılacak. (Bazı ülkeler açısından bunun kağıt üzerinde kalacağını şimdiden söyleyebiliriz.)

Peki Trump neden NATO ülkelerinin savunma harcamalarını yüzde 5’e çıkarmalarını istedi? NATO neden silahlanıyor? Büyük savaşa mı hazırlanıyor? 

Daha ziyade Trump’ın ABD ile Atlantik müttefikleri arasındaki bağı, silah bağıyla korumak istediğine işaret ediyor bu karar. Böylece ABD silah şirketleri hem NATO ülkelerine silah satacak, hem de ABD “silah bağı” üzerinden Avrupa üzerindeki denetimini sürdürecek. 

Sonuç bildirgesinde yer alan “savunma sanayi işbirliği” ve “savunma ticareti önündeki engellerin kaldırılmaı” maddesi, kuşkusuz en çok ABD şirketlerine yarayacak. Zira savunma payını yüzde 2’den yüzde 5’e çıkaracak NATO ülkelerinin çoğu, bu artışı ancak ve ancak ABD silahı alarak artırabilir. Çoğunun fabrika kurup, kısa zamanda kendi silahlarını üreterek savunma payını artırabilmesi mümkün değil. 

Trump da böylece bir taşla iki kuş vurmuş olacak.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Haziran 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Savaşın 7 sonucu

ABD’nin İsrail’den 9 gün sonra 22 Haziran’da İran’a saldırmasını, 22 Haziran akşamı Tele1’de, 23 Haziran’da Sputnik’te, 24 Haziran’da CGTN Türk’te ve kişisel youtube kanalımda, “ABD İsrail’e ’çıkış kapısı’ açtı” diye yorumladım.

Çünkü İsrail 9 gün boyunca hedefine ulaşamamış, tersine İran füzeleri İsrail kentlerinde büyük yıkım yaratmıştı. Sonucu olarak Trump bir ABD saldırısıyla İsrail’e çıkış kapısı açmak istemişti.

Kuşkusuz aslında Trump kendisine de çıkış kapısı açmak istiyordu; zira Trump yönetimi ile kurulu düzen arasındaki çatışma derinleşirken, Trump ile Trump yönetimi arasındaki çelişkiler de belirmeye başlamıştı. (Bu ve başka etkenler nedeniyle mevcut ateşkes hem kırılgandır hem de barışın garantisi değildir.)

Sonucu İran füzeleri belirledi

1) 12 günün sonunda ABD’nin ateşkes çağrısı yapmasına neden olan en belirleyici etken, İran’ın füzeleriydi. Atlantik propaganda aygıtları günlerdir ”havai fişek” muamelesi yapsa da İran füzeleri İsrail kentlerinde büyük yıkım yarattı. Üstelik bu köşede 16 Haziran’da ”İsrail’in doğrudan ve dolaylı müttefikleri” başlığı altında incelediğim gibi, İran füzeleri, Atlantik’in üç hat üzerinde kurduğu ABD, İngiltere ve Fransa savunmalarını geçerek her gece İsrail’i vuruyordu.

2) İran füzeleri, Atlantik’in propaganda aygıtlarını da vurdu: İsrail nokta atışla İranlı generalleri vurabilirken, “İran’ın soba borusundan attığı havai fişeklerin yere bile düşmediği” propagandası Türkiye’de de, Ortadoğu’da da ne yazık ki etkili oldu. Ama propagandayla gerçekleri tamamen gizleyebilmek elbette mümkün değildi. Türkiye’de pek çok yorumcu gazete ve televizyonlarda İran’ın nasıl mahvolduğunu anlatırken, İsrail’in en büyük ticaret kentinin belediye başkanı İran füzelerinin getirdiği yıkım karşısında ateşkes istemek zorunda kalıyordu. 

Rejim ve iç cephe meselesi

3) İsrail’in ve bazı ABD’li yetkililerin ilk günlerde dile getirdiği “İran’da rejim değişikliği” hedefi elbette gerçekçi değildi. Ne yazık ki bu propagandanın en iyi müşterileri “sünni mezhepçiler” oldu. Oysa İran’ı, İran halkının dayanıklılığını ve en önemlisi İran toplumunun bir savaş karşısındaki “iç cephe bütünlüğü” oluşturma dayanışmacılığını tanımıyorlardı. Önemle altını çizdim defalarca: Hamaney’in değil, tersine Netanyahu ile Trump’ın siyasi kırılganlıkları vardı; zira ülkelerinin yarısıyla kavgalılar.

4) Bölgemizin en önemli sorunu İsrail siyonizmi değil, ABD emperyalizmidir. Zira ABD emperyalizmi olmasa, eski ABD Başkanı Biden’ın “ileri karakol” dediği, Almanya Başbakanı Merz’in “pis işlerimizi yapıyor” dediği İsrail’in değil İran’a, Gazze’ye bile saldırması mümkün olmayacak. ABD İsrail’e sadece silah, istihbarat ve para vermiyor, daha önemlisi onu BM başta pekçok uluslararası platformda koruyor.

Amerikancılık ve mezhepçilik sorunu

5) ABD emperyalizmiyle işbirlikleri nedeniyle, Ortadoğu’daki pek çok ülke, kendisini dolaylı olarak İsrail cephesinde buldu. Topraklarındaki ABD üslerinden kalkan füzeler ve uçaklar, İsrail’in İran’a saldırganlığını kolaylaştırdı, İran’ın İsrail’e yanıtına savunma yaptı. Kısacası, Amerikancılık yaparak İsrail’e karşı gerçekten konumlanmak olası değildir.

6) Dincilik ve mezhepçiliğin, bölgemizdeki bu tür cepheleşmelerde işe yaramadığı da bir kez daha görülmüş oldu. Sünni mezhepçiliğin Şii alerjisi, Türkiye’den Suudi Arabistan’a pek çok kesimi ne acı ki İsrail siyonizminin yanına konumlandırdı; İsrail füzelerine sevindiler, İran füzelerini küçümsediler. Arap-İslam rejimlerinin ABD’yle işbirlikleri nedeniyle İsrail’in safına düşmeleri dışında, İhvan gibi Türkiye de dahil pek çok ülkenin bölge siyasetinin merkezine koyduğu İslamcı örgütlerde çatlak oluştu. İhvan’ın merkezi İran’ı desteklerken, Suriye kolu bu tutuma karşı çıktı ve “hem İsrail’e hem İran’a karşı çıktıklarını” ilan etti.

Türkiye’nin çıkarması gereken ders

7) Ve en önemli sonuç: ABD İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu haritası çizmeye çalışıyor. Bu fiilen 1990’da başlamış stratejik bir hedeftir. ABD ve İsrail bugün İran’a saldırabildi, çünkü öncesinde Suriye’deki Esad yönetimi engelini aşabildiler. ABD ve İsrail 15 yıl boyunca Suriye’ye saldırabildi, çünkü öncesinde 20 yıl boyunca Irak’ı vurabildiler.

Türkiye başta tüm bölge ülkeleri bu denklemleri iyi okumalıdır. Ve Türkiye başta tüm bölge ülkeleri, ABD-İsrail’in adım adım yürüttüğü bu stratejiyi kısmen Irak’ta ve esas olarak Suriye’de kolaylaştırma yanlışına bir daha düşmemelidir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Haziran 2025

, , , ,

Yorum bırakın

Trump, İsrail’e çıkış kapısı açtı

İsrail İran’a 13 Haziran’da saldırdı, ABD ise 9 gün sonra 22 Haziran’da…

Trump’ın neden 9 gün beklediği, saldırının asıl amacını ortaya koyuyor: Trump, 22 Haziran’da İran’a saldırarak, İsrail’e bir “çıkış kapısı” açtı. 

İran’ın füzeleri önce propaganda aygıtını vurdu

İsrail 13 Haziran’da İran’a saldırı başlattığında ve İran’ın önemli askeri liderlerini vurduğunda, Atlantik propaganda aygıtları dünya kamuoyuna servise başladı: İran bir kaç gün içinde yerle bir olacaktı ve Tahran’da rejim değişikliğinin önü açılacaktı.

Oysa bu gerçek değildi, havai fişek diye küçümsedikleri İran füzeleri, üstelik Ortadoğu’daki ABD, İngiltere ve Fransa savunma hatlarını yara yara İsrail kentlerini vurmaya başladığında, propagandanın yerini gerçekler almaya başladı: En son İsrail’in en önemli ticaret kentlerinden Hayfa’nın belediye başkanı ateşkes çağrısı yapıyordu! 

Füze restleşmesi İsrail’e daha çok zarar veriyor

İsrail, 9 günde İran’ı rejim değişikliğine götürecek yıkımı başlatamadığında ve tersine kendi kentlerinde yıkımlar yaşadığında, devreye hamisi ABD girdi. 

İşte Trump’ın 9 gün sonra İran’a saldırmasının nedeni budur. Ama amacı da şudur: 

ABD’nin İran’a karşı “ucu açık bir savaşa” girme “lüksü” yok ve Trump, saldırıyla aslında İsrail’e bir çıkış kapısı açmak istedi. Zira İsrail-İran füze restleşmesinin uzaması, İran’dan çok İsrail’e zarar verecekti. 8 yıl süren İran-Irak savaşı da göstermişti ki İran halkı dayanıklıydı ve ABD-İsrail saldırısı karşısında İran halkı kenetlenmişti. Ama İsrail halkı, düşen her füzeden sonra Netanyahu hükümetinin yasadışı saldırılarına daha çok karşı çıkacaktı.

Sorumlu ve sorumsuz devletler

Üstelik arada şöyle bir fark da vardı: ABD ve İsrail devletleri uluslararası hukuku yok sayarak, sivil katlederek, küresel savaş tetikleyerek ne ölçüde sorumsuz devlet olduklarını sergilediyseler, İran devleti ise tersine haklı ve ölçülü yanıtlarıyla savaşı genelleştirmemeye çalışarak o kadar sorumlu davrandı.

İsrail’e dolaylı istihbarat desteği sağlayan Kürecik Radarına ses etmeyen AKP medyası kalemşorlarının günlerdir “Hani Çin, hani Rusya, neredeler, neden İran’ı savunmuyorlar?” sorularının yanıtı da bu “sorumlu devlet” anlayışı içindedir: Savaş, hele de çağımızın nükleer yokedici savaşı, bilgisayarda oyun oynamaya benzemez. Beijing de Moskova da 3. dünya savaşını tetikleyecek hamleler yapmaktan özenle kaçınan sorumlu bir tutumla pozisyon almaktadır.

Ateşkes olası mı?

Peki Trump’ın açtığı kapı işe yarayacak mı? 

ABD’nin İran’ı hedef alan 22 Haziran saldırısına, İran 23 Haziran’da yine “ölçülü” yanıt verdi, Katar’daki ABD üssünü vurdu.

Ölçünün çıtanın üstünde olması savaşı genelleştirebilir, önce Ortadoğu’ya sonra küreye yayabilir. Ölçünün çıtanın altında kalması ise emperyalist-siyonist ortaklığı daha da azgınlaştırabilir. 

İşte bu dengeler içinde İran’ın verdiği yanıt ve yanıtı tıpkı İsrail’e her füze saldırısında olduğu gibi halkın zarar görmemesi için önden duyurması, İsrail’den önce Trump’a çıkış kapısı açtı: 

Trump, İran’a teşekkür ederek “barışa hazır olduklarını” duyurdu; “Tanrı ABD’yi, İsrail’i, İran’ı, Ortadoğu’yu korusun” dedi. Hatta İsrail-İran ateşkesi için anlaşma sağlandığını bile iddia etti. 

Oysa Tahran yönetiminden böyle bir anlaşmayı doğrulayan bir yanıt gelmedi. Tersine İran bu sabah da yanıt hakkını kullanarak bazı İsrail kentlerini füzelerle vurdu.

Peki bu ne demek? İran ateşkese ve barışa karşı mı? Hayır, tersine Tahran her seferinde “savaşı İsrail başlattı, onlar durursa savaş zaten biter” diyor. O nedenle bu yanıt, emperyalizmin müzakere masası kazıklarını gören İran’ın, açılan kapının suratına çarpmaması için eliyle tutma önlemidir.

Dolayısıyla bir ateşkes ve ardından bir barışın olası olup olmadığının yanıtı Tahran’da değil, Tel Aviv’de ve Washington’dadır.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
24 Haziran 2025

, ,

Yorum bırakın

Beyaz Saray’da Pakistanlı komutan

Yakın zamanda bölgemizde Hindistan-Pakistan savaşı vardı. Şimdi de İsrail-İran savaşı sürüyor. Hindistan’ın İsrail’le çok özel ilişkileri var, Pakistan da İran’a açıktan destek açıkladı. 

Öte yandan Pakistan, SSCB’ye karşı Afganistan savaşında ABD’nin çok özel bir müttefikiydi. Ama geride kalan yıllar içinde Pakistan’ın Çin’le çok derin bir ilişkisi oluştu. ABD’yi fazlasıyla rahatsız edecek düzeyde stratejik bir ilişki bu.

Bu girişi neden mi yaptım? Çünkü Beyaz Saray’da çok ilginç bir görüşme vardı.

Trump’ın özel misafiri

ABD Başkanı Donald Trump, Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir ile Beyaz Saray’da görüştü.

Bu görüşme pek çok yanıyla ilginç. Zira ABD Devlet Başkanı, bir başka ülkenin siyasi lideriyle değil, askeri lideriyle görüşüyor. Üstelik o asker Genelkurmay Başkanı değil. 

Görüşmede Trump’a iki isim eşlik etti: ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Beyaz Saray Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff. 

Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir’e ise bir isim eşlik etti: Pakistan İstihbarat Servisi (ISI) Başkanı Korgeneral Asım Malik. Malik aynı zamanda Pakistan Ulusal Güvenlik Danışmanı.

İlginç konular

Katılımcılar kadar konuşulan konular da ilginç. 

Pakistan Silahlı Kuvvetleri Halkla İlişkiler Servisi’nin yaptığı açıklamaya göre Trump ile Münir şu konuları ele almış: “İran-İsrail çatışması, Pakistan-Hindistan gerilimi, Pakistan-ABD ilişkileri, terörle mücadelede işbirliği.”

Tamam, bir devlet başkanının, bir başka ülkenin kara kuvvetleri komutanıyla görüşüyor olması tek başına yeterince ilginç ama yine de bu işaret edilen konular elbette şu süreçte konuşulması “normal” konular, denilebilir. Ancak ya şunlar? 

Pakistan Silahlı Kuvvetleri Halkla İlişkiler Servisi’nin açıklamasında Trump ile Münir’in şu konuları da ele aldığı belirtiliyor: “Ticaret, ekonomik kalkınma, maden ve mineraller, yapay zeka, enerji, kripto para birimleri ve yeni teknolojiler” (AA, 19.6.2025)

Bir devlet başkanı, bir başka ülkenin kara kuvvetleri komutanı ile neden ekonomi konuşur, neden ticaret konuşur, neden maden konuşur, hatta neden kripto para konuşur? Bunda bir tuhaflık yok mu? 

Ziya ül-Hak’ın darbesi

Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Asım Münir’in ABD ziyareti ve Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’la görüşmesi, bana Ziya ül-Hak’ı anımsattı. “İslamcı general” denilen Pakistan Genelkurmay Başkanı Ziya ül-Hak, 5 Temmuz 1977’de darbe yaparak Zülfikar Ali Butto’yu devirmiş ve Pakistan’ı iki yıl sonra Afganistan’da SSCB’ye karşı ABD’nin özel operasyon üssüne dönüştürmüştü. 

Bu süreçte CIA, Pakistan İstihbarat Servisi ISI ile özel bir işbirliği yürütmüş, Suudi Arabistan’dan Mısır’a, pek çok ülkeden mücahit getirerek onları birlikte Pakistan’da eğitip Afganistan’a sevketmişlerdi.

Uzun dört yıl

Züya ül-Hak’ın bir darbeyle ülkesini ABD stratejisine eklemlemesi, coğrafyamızın çok özel bir kesitinde ve tarihin çok önemli bir anında olmuştu. 

Öyle ki bu kesiti “uzun dört yıl” diye isimlendirebiliriz: Pakistan’da darbe (1977), SSCB’nin Afganistan’ı işgali (1979), İran’da Humeyni’nin Şah’ı yıkması (1979), Türkiye’de darbe (1980), İran-Irak savaşı (1981).

Bu uzun dört yıl, sonucu günümüze kadar uzanan derin değişimler doğurmuştu. 

ABD askerlerle daha kolay çalışıyor

Elbette doğrudan Ziya ül-Hak – Asım Münir benzetmesi yapmıyorum. Zira Pakistan İsrail’e karşı İran’ı destekliyor ve Münir de Beyaz Saray’daki görüşme öncesinde ülkesinin bu tutumunu açıklamasında sergiledi.

Ama yine de ABD Başkanı’nın Beyaz Saray’da Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmesi, üstelik ancak bir devlet başkanıyla görüşülecek türden konuları görüşmüş olması, elbette ilginç ve dikkat çekicidir. Dahası dikkatle izlenmelidir.

Çünkü ABD açısından Pakistan’ın pozisyonu kritik önemde. Pakistan’ın Çin, İran ve Hindistan ilişkileri, hatta Azerbaycan ve Türkiye ilişkileri ABD açısından çok boyutlu önemde. 

Unutulmamalı: Pakistan Başbakanı İmran Han “kendisine Amerikancı bir darbe yapıldığını” savunmuştu ama yerine gelen Şahbaz Şerif de Çin’le iyi ilişkileri sürdürdü, sürdürüyor. Görünen o ki hangi parti seçimle gelirse gelsin, Çin’le işbirliğini sürdürecek. 

ABD, işte böyle zamanlarda özellikle askerlerle çalışmak ister!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
21 Haziran 2025

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’nin yeni harita niyeti

Mesele ne rejim meselesidir ne de nükleer meselesidir. Mesele harita meselesidir, mesele İngiltere ve Fransa yerine, yüzyıl sonra bölgenin haritasını ABD’nin çizmek istemesi meselesidir.

Beyaz Saray’daki anlaşma

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Beyaz Saray’daki koltuğuna 10 gün önce oturan Donald Trump’la görüşmek üzere Washington’a gitmeye hazırlanıyordu. Uçağa binmeden önce havalimanında şöyle dedi: “Hamas ve Hizbullah’a düzenlediğimiz saldırılarla Ortadoğu’nun haritasını yeniden çiziyoruz. Ancak Başkan Trump ile yakın çalışarak, haritayı daha da iyi bir şekilde yeniden çizebileceğimize inanıyorum” (AA, 2.2.2025).

ABD Başkanı Trump, Netanyahu ile Beyaz Saray’da görüşmesinden bir gün önce Oval Ofis’te gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtlıyordu. Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhak edilip edilmeyeceğine dair bir soruya şu yanıtı veriyordu: “İsrail toprak bakımından kesinlikle küçük bir ülke. Bakın masam Ortadoğu olsun, bu elimdeki harika kalem de, hatta kalemin üst kısmı da İsrail” (AA, 3.2.2025).

Barrack’ın misyonu

Trump, dedesi Lübnan göçmeni olan işadamı arkadaşı Tom Barrack’ı Ankara’ya ABD Büyükelçisi olarak gönderdi ve onu aynı zamanda ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi yaptı. Barrack Suriye’de cumhurbaşkanı Şara ve SDG Komutanı Mazlum Abdi’yle görüştü. Ve kamuoyuna sürekli “Yüzyıl önceki anlaşmalar ve haritalar” yanlıştı mesajı verdi, “Kürtlere haklarının verilmediğini” savundu, Lozan’ı hedef aldı. 

Özetle ABD Büyükelçisi Tom Barrack, bu söyledikleriyle aslında Ortadoğu’da Kürtler ve Yahudiler lehine yeni harita çizilmesini fiilen savunmuş oldu. Öyle ki Barrack “İsrail’in Suriye’de 400 kilometrekarelik tampon bölge kontrolü ele geçirdiğini” söyleyerek “harita çizmeye başladıklarını” bile söylemiş oldu.

İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu

İşte İsrail’in İran’a saldırısı bunun içindir, Ortadoğu’da yeni harita çizmek içindir.

ABD, 90’lar ve 2000’lerde Irak’a karşı, 2010’lar ve 2020’lerin ilk yarısında Suriye’ye karşı ”yeni harita çizme” saldırıları yaptı. Şimdi de İran’a karşı “yeni harita çizme” saldırısı başlattı.

Çünkü Washington “İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu” inşa etmek istiyor: İsrail’in genişlediği, Ortadoğu’da enerji ve ticaret yolu merkezi olduğu, Arapların İsrail’i tanıdığı ve gücünü kabul ettiği, Kürtlerin İsrail’e müttefik yapıldığı bir Ortadoğu… 

Peki bu hayata geçer mi? 

ABD’de İran yarılması

İran, büyük Atlantik propagandasına rağmen, Irak ya da Suriye olmadığını sahada gösteriyor. Öte yandan dünya ve küresel güç mücadelesinin yönü değişiyor. 

Ve ABD’de bu konuda “iç cephe bütünlüğü” yok: ABD halkının çoğunluğu Ortadoğu’da yeni bir macera istemiyor. ABD Kongresi Trump yönetiminin İran’a karşı savaşa dahil olmaması için yasaklayıcı bir tasarı çıkarıyor. ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, Trump’ı yalanlayarak “İran’ın nükleer silah üretmediğini” açıklıyor. İran konusunun Trump’a seçim kazandıran MAGA cephesini böldüğü belirtiliyor… 

Türkiye ne yapmalı?

35 yılda Irak, Suriye ve İran… 

İran engeli aşılırsa bu sıranın nasıl takip edeceği ortada. Ankara’nın Irak ve Suriye hatalarını İran’da tekrarlaması, kendi felaketimiz olacaktır.

Türkiye bu gerçeği görerek stratejik pozisyon almalıdır. Tarafsızlık masalı, ABD ve İsrail’e taraf olmaktır fiilen; Türkiye yarını düşünerek bugün komşusu İran’dan taraf olmalıdır. Taraf olarak, İsrail’e dolaylı istihbarat sağlayan Kürecik Radarı ile İncirlik Üssü’ne el konulması bile yeterli olacaktır. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Haziran 2025

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Netanyahu ve Trump’ın attığı zarlar

ABD ve İsrail, İran’ın nükleer programını durdurmayı, Tahran yönetiminin ileride nükleer silah elde etmesini engellemekten çok, İran’ı rejim değişikliğine götürecek bir dış basınç olarak görüyorlar.

Washington ve Tel Aviv’in bu amaçla işbölümü yaptığı anlaşılıyor. ABD müzakere yoluyla, İsrail askeri yolla İran’ın nükleer programını durdurmaya çalışıyor. Üstelik Netanyahu yönetimi, İsrail halkının bir bölümünün de karşı olduğu bu saldırıya meşruiyet sağlayabilmek için, İran’ın elindeki zenginleştirilmiş uranyumla bir kaç gün içinde, bir düzine nükleer silah yapabileceğini iddia ediyor!

Oysa gerçek şu: İsrail’in nükleer silahları var ama İran’ın yok. İsrail’in nükleer silahları olduğunu nükleer fizikçi Dr. Vanunu’nun MOSSAD operasyonuna mal olan açıklamalarından ve hatta bazı ABD belgelerinden biliyoruz. İran’ın nükleer silahı olmadığını da yine ABD belgelerinden biliyoruz.

Trump‘ın sözlerinin anlamsızlığı

ABD, Obama döneminde İran’la nükleer anlaşma yapmış ama daha sonra Beyaz Saray’a yerleşen Trump, İsrail’in de isteğiyle o anlaşmadan çekilmişti. Aynı Trump, başkanlığının ikinci yılında, çekildiği anlaşmayı yeniden yapmak için İran’la masaya oturmuş durumda ve altıncı oturum bu pazar günü Umman’da yapılacaktı.

Açık ki ABD yönetimi açısından bu müzakereler, İsrail’in saldırısını perdeleme aracıydı. 

Trump’ın 12 Haziran gece saldırısından önce “İsrail saldırabilir” diyerek aslında İran’ı İsrail’e karşı uyardığı iddiası, bir anlam ifade etmiyor. Hatta Trump’ın birbirini tutmayan tüm sözlerinin de anlamı yok; İsrail’den İran’a saldırmamasını sosyal medya mesajıyla isteyen de o, İran yanıt verdiği takdirde İsrail’i koruyacağını söyleyen de o, hatta saldırıdan sonra “İranlı şahinler sert konuşuyordu, hepsi öldü” diyerek İranlı yetkilileri tehdit eden de o, Tahran yönetimine “gelip masaya oturmazsan daha kötüsü olacak” diyen de o… 

ABD’nin asıl rolü

Trump yönetimi ile ABD kurulu düzeni arasındaki çelişmelerden ve hatta Trump ile Trump yönetimi arasındaki çelişkilerden hareketle ABD’nin bu saldırıdaki sorumluluğunu görememek, hatta ABD’nin bu saldırıda hiçbir rolünün olmadığını iddia edebilmek, en hafifinden siyasi saflıktır.

İsrail bu saldırıyı ABD desteğiyle, ABD istihbaratıyla ve ABD olanaklarıyla yaptı: 200 İsrail uçağının aynı anda İsrail’den hareket etmesi pek olası değil, belli ki bazıları önceden bölgedeki ABD üslerinde konuşlandı. Daha da önemlisi, ABD sayesinde bölge ülkelerinin hava sahasını kullanabildi.

Trump’ın İran yönetimine karşı “ABD dünyanın en güçlü ve en öldürücü silahlarını yapar. İsrail’in elinde bu silahlardan çok var, daha fazlası da yolda” demesi, zaten tek başına her şeyi açıklıyor.

Avrupalıların iki yüzlülüğü

Ya Avrupa’ya ne demeli? İkiyüzlülükte sınır tanımıyorlar: İsrail’i kurban ilan ediyorlar, kendisini savunma hakkı olduğunu söylüyorlar. Bu “çok demokrat” Avrupalılar, İran’ın İsrail’e yanıt hakkına karşı da “itidal çağrısı” yapıyorlar! 

İsrail’i “kurban” gibi göstermeye çalışmak da nihayetinde bir insanlık suçudur. Çünkü kurban dedikleri İsrail, Filistinlilere soykırım yapıyor, Lübnan’ı bombalıyor, Yemen’i vuruyor, Suriye’yi işgal ediyor ve İran’a saldırıyor. 

Ama çok liberal Avrupalılara göre İran saldırgan, İsrail savunmada! 

Bölge ülkeleri ne yapmamalı?

Netanyahu hükümeti de Trump yönetimi de kendi ülkelerinde, ülkenin yarısıyla kavgalı durumdalar. Trump yönetimi, her ne kadar İsrail’in ABD’den ayrı İsrailcilik yapmasını istemiyorsa da, İran karşıtlığında çıkarları örtüşüyor.

Gazze’de Hamas’ın zayıflamasını, Lübnan’da Hizbullah’ın gerilemesini ve Suriye’de Esad yönetiminin yıkılmasını, tarihi bir fırsat olarak görüyorlar. Ve bu fırsatı, öncelikle İran’da bir rejim değişikliği zemini oluşturmakta kullanmaya çalışıyorlar. Rejimi değişen bir İran’ın da üçe bölünebileceğini hesaplıyorlar. 

Bölge ülkeleri tarihi bir tutum alma kararıyla karşı karşıyadır. ABD ve İsrail’in hesaplarına aldanarak, dahası bu hesaplardan kendilerine pay düşeceğini varsayarak, bir yandan itidal çağrısı yapıp bir yandan da ABD-İsrail’in İran’ı vurmasından memnun olup kazanç bekleyenler, yarın kendi rejim ve sınırları konusunda bedel ödemek zorunda kalabileceklerini mutlaka göz önünde bulundurmalıdırlar!

Bir zarı Netanyahu, diğer zarı Trump attı ama yere kaç kaç düşecekleri belli değil çünkü… 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Haziran 2025

, , , , ,

Yorum bırakın

Trump-Musk çatışmasının analizi

ABD Başkanı Donald Trump ile onun en önemli destekçisi Elon Musk arasındaki çatışmayı izliyorsunuzdur. Taraflar gittikçe birbirine daha ağır şekilde saldırıyor. 

Musk, Trump’ın azlini ve yerine ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in getirilmesini savunan bir sosyal medya mesajını onayladı. Dahası, azil gerekçesini de ortaya koydu: “Trump Epstein dosyalarının içinde.” Epstein’ın seks ticareti merkezli suç dosyalarının bazıları işte bu nedenle mühürlüydü!

Musk ayrıca sosyal medyasında yeni bir parti anketi yaparak, Cumhuriyetçi Parti’ye 2026 uyarısı da yaptı. 

Trump ise “aklını kaçırmış” dediği Musk’ı, şirketleriyle yapılmış milyarlarca dolarlık federal sözleşmeleri çekmekle tehdit etti. Hatta Trumpçılar açıkça Güney Afrika doğumlu Musk’a “ülkeden kovulması ve şirketine el konulması” sopasını gösterdiler. 

Peki Trump ile Musk arasındaki bu çatışma, pek çok yorumcunun dile getirdiği gibi iki zenginin ego savaşı mı? Ben bu çatışmanın, sınıfsal bir çelişme olduğunu, dolayısıyla ideolojik boyutu bulunduğunu, dahası Bush’un son döneminde başlayan ve 2008 kriziyle tetiklenen “Amerikan iç savaşının” devamı olduğunu düşünüyorum. 

Musk’ın iki partiyle dansı

Öncelikle belirtelim: Trump-Musk ilişkisi tamamen sınıfsal, çıkarsal ve pragmatiktir. Musk 2016’da Hillary Clinton’a oy vermişti. Ama çıkarları birleşti ve Musk, oy vermediği halde 2016’da seçimi kazanan Trump’ın ekonomi danışma kurulunda yer aldı. Ama Trump Paris İklim Anlaşması‘ndan çekilince 2017’de istifa etti. 2020 seçiminde de Joe Biden’a oy verdi. Yani Cumhuriyetçi olmaktan çok Demokrattı. 

Çıkarları 2024’te yine Trump’la birleşti. Musk’ın başını çektiği tekno-dijital neoliberaller, Trump’ı destekledi. Musk, Trump’ın seçim kampanyasının üçte ikisini cebinden verdi, seçildiğinde neredeyse ondan çok sevindi. Ama bir yıl olmadan yine çıkarları çelişti.

Ekonomik çıkar çatışması

Trump ile Musk arasındaki kopuşu sağlayan olay, Trump yönetiminin vergi indirimi yasasıydı. Musk “yasa tasarısının kendisine bir kez bile gösterilmediğinden” yakındı. Bu yasayla “bütçe açığının 2.5 trilyon dolara çıkacağını” ileri sürdü. 28 Mayıs’ta katıldığı bir TV programında, yasa tasarısının başında bulunduğu Devlet Verimlilik Dairesi (DOGE) çabalarını baltalayacağını savundu. Ve 31 Mayıs’ta görevi bıraktı.

Ama bu vergi indirimi yasası, nedenden çok sonuçtu. Trump şu sözleriyle nedene kısmen işaret ediyordu: “Elon yıpranıyordu, ondan gitmesini istedim, herkesi kimsenin istemediği elektrikli arabaları almaya zorlayan yetkiyi elinden aldım. Bunu yapacağımı aylardır biliyordu. Bu yüzden de çıldırdı.”

Yani mesele esas olarak hangi kesimin ekonomik çıkarının kollanacağıydı. 

Musk’ın başını çektiği sınıfın ihtiyacı

Trump, “Elon yıpranıyordu” diyor ama Musk’ın DOGE uygulamaları ile aslında kendisi yıpranıyordu. Musk’ın başında olduğu DOGE, mali sermaye (finans kapital) sınıfının içinde yeni saldırgan kesimi oluşturan dijital/tekno-neoliberallerin ihtiyacına göre devleti yeniden biçimlendirmenin aracıydı. 

6 Şubat’ta bu köşede şöyle demiştik: “Son 20 yılda adım adım semirerek ABD’nin en büyük sermaye grubu haline gelen ve bugün Trump’ın arkasına dizilen bu kesim, Amerikan devlet aygıtını kendi çıkarlarına göre yeniden biçimlendirmeye çalışıyor. Trump-Musk sağcılığı üzerinde şekillenen bu girişim ise kaçınılmaz olarak ABD içindeki güç mücadelesini sertleştirecektir.”

Bugün artık oradayız: Sertleşme, Trump’ın Musk’ı taşıyamayacağı yere geldi.

Trump’a darbe olasılığı

Kasım 2026’da ABD’de kritik bir seçim var: Senatonun üçte biri ve Temsilciler Meclisinin tamamı değişecek. 

Trump, Musk’ın başını çektiği mali sermaye sınıfının saldırgan dijital/tekno-neoliberalleri ile seçimde desteğini aldığı orta sınıf arasında sıkışmış durumda. 2024’ü kazanmasında Musk’ın etkisi vardı ama Cumhuriyetçilerin Musk’ın yönetime maliyeti artan uygulamaları ile 2026’yı kazanması riskli.

Dolayısıyla Trump, dijital/tekno-neoliberaller ile orta sınıfın oyunu isteyen Cumhuriyetçiler arasında bir seçim yaptı. Mesele şu ki bu kaçınılmaz seçim, Trump’ın azli ve JD Vance’in başkanlığı riskini de içeriyor. Bu ”iç darbe” olasılığı, Trump’ı “kurulu düzencilerle” belli konularda uzlaşmaya zorlayabilir önümüzdeki süreçte.

Son tahlilde birbirlerini yemeleri iyidir, Küresel Güney’in yararınadır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
9 Haziran 2025

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’nin hakimiyet dönemi bitti

ABD Başkanı Donald Trump, West Point Askeri Akademisi’nde önemli bir konuşma yaptı. Trump, “ABD’nin başka ülkelere silah gücüyle ‘demokrasi yerleştirme‘ politikasına son verdiğini” açıkladı: “Askerlerimiz kendi ülkemizle hiçbir bağlantısı olmayan ülkelere gönderildi. Orada devlet inşası ile uğraşmak zorunda bırakıldılar. Ama şimdi bunların hepsi geride kaldı, artık o tür hataları tekrarlamayacağız.”

Trump, ABD ordusunun bu şekilde birkaç yanlış savaşa itildiğini, bunun da hem ABD’ye büyük maddi kayıpları getirdiğini, hem de çok sayıda insan hayatına mal olduğunu belirtti. 

Trump, ABD ordusunun görevinin silah zoruyla devlet kurmak olmadığını, ülkenin güvenliğini sağlamak olduğunu belirtti. ABD Başkanı Trump, bu kararıyla ABD ordusunun uluslararası arenada yeniden saygı ve prestij kazanacağını kaydetti.

Vance’in dile getirdiği gerçek

Peki Trump bu kararı gerçekten de o politikayı yanlış bulduğu için mi, başka ülkelere demokrasi götürmeyi ahlaki saymadığı için mi aldı? Yoksa ABD’nin bu tür operasyonlara artık gücünün yetmediğini gördüğü için mi aldı?

Yardımcısının aynı gün yaptığı bir başka konuşma, aslında bu soruya yanıt veriyor. 

ABD Başkan Yardımcısı James David Vance, “ABD’nin tartışmasız hakimiyet döneminin bittiğini” açıkladı. ABD Deniz Harp Okulunun mezuniyet töreninde konuşan Vance, “Bu nedenle artık ucu açık çatışmalara girmeyeceklerini” söyledi. 

ABD Başkan Yardımcısı Vance, “çatışmalardan artık bir bedel ödemeden çıkmayı varsayamacaklarını”, bu nedenle “savunma alanında teknolojik atılım yapmak zorunda olduklarını” belirtti.

Amerikan hegemonyasının sonu

Vance’in sözleri, uzunca bir süredir anlatmaya çalıştığım, 2018’de de Amerikan Hegemonyasının Sonu ismiyle bir kitapla işaret ettiğim yakın gelecek, işte geldi… 

ABD artık dünyanın “efendisi” değil. Öyle Irak’taki gibi dünyaya “ya bendensiniz, ya düşmanımsınız” diyebilme lüksü yok. Tersine ABD küresel liderliğinin erozyona uğradığı gerçeğini kabul ederek, ona göre yeniden konumlanıyor. Trump’ın Atlantik dünyasında şaşkınlık uyandıran bazı politikalarının esas nedeni de bu. 

ABD hegemonyasının zayıflaması, çok kutuplu dünya inşasını kolaylaştırıyor; çok kutuplu dünya inşası da ABD hegemonyasının zayıflamasını hızlandırıyor. 

Ve ABD hegemonyasının zayıflaması, Atlantik dışı dünya ülkelerine yarıyor. Bu gerçeği gören ülkeler, işte bu yeni duruma göre pozisyon alıyorlar. 

Devrimci cumhuriyet

Türkiye de bu gerçeğe göre konumlanmalıdır. Türkiye’nin çok taraflı politika izleme şansı bugün düne göre daha fazladır, yarın bugüne göre çok daha fazla olacaktır. 

Bu durum, Türk siyasetine de yansıyacak: Yarın BOP eşbaşkanlarının, Atlantikçilerin, NATO’cuların, Amerikancıların, katıksız Batıcıların, neoliberalizme bağlananların değil; bağımsızlıkçıların, antiemperyalistlerin, kamucularındır… 

Tansu Çiller’in ifadesiyle “son sosyalist devleti yıktık” diyerep kutladıkları, Abdullah Gül’ün ifadesiyle “devletin içindeki Sovyetler Birliği çöküyor” dedikleri, kısacası Menderes’ten Demirel-Özal’a, Çiller’den Erdoğan’a, elbirliğiyle Atlantik’te batırdıkları cumhuriyetimizi yarın “devrimci bir cumhuriyet” olarak yeniden kurmanın arifesindeyiz aslında bugünlerde… 

Cumhuriyetçiler, işte bu bilinçle dün “Cumhuriyetçiler Kurultayı”nı yaptılar Ankara’da. Şimdi sıra bunu bir kuvvete dönüştürmekte… 

Adım adım… 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
26 Mayıs 2025

, , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın