Posts Tagged Açılım
Öcalan’ın CHP ısrarının anlamı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 04/12/2025
TBMM Komisyonu’nun 24 Kasım’da İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmesinin kritik önemde olduğunu söylediler ama Öcalan’la ne konuştuklarını bırakın kamuoyuna açıklamayı, TBMM Komisyonu’nda bile ele almadılar. Komisyon toplantısını ertelediler, dahası araya DEM’in bir İmralı ziyaretini daha koydular.
Evet, Komisyon toplanmadan önce DEM heyeti bir kez daha Öcalan’la görüştü. Heyetin açıklamasına göre Öcalan “darbe mekaniği” riskine dikkat çekti.
Halbuki TBMM Komisyonu’nun ziyareti sonrasında AKP’li Şamil Tayyar da bu yönde bir mesaj olduğunu iddia etmiş, Öcalan’ın “Bahçeli’ye karşı bir darbe uyarısı” olduğunu gündeme getirmiş ama bizzat Bahçeli tarafından yalanlanmıştı.
TBMM Komisyonu toplantısının geciktirilmesinden ve araya DEM’in yeni bir İmralı ziyaretinin eklenmesinden anlamamız gereken nedir? Öcalan’ın mesajları, kamuoyu tarafından daha rahat sindirilebilmesi için devletin üst katlarında inceltiliyor mu?
Öcalan’ın siyasal mutabakat beklentisi
Evet, Öcalan’ın TBMM Komisyonu heyetine ne söylediğini devlet biliyor, iktidar biliyor, hatta Kandil biliyor ama TBMM Komisyonu ve kamuoyu bilmiyor.
Öcalan’ın mesajları, DEM’li heyet üyesi Gülistan Koçyiğit’in ağzından kamuoyuna parça parça aktarıldı sadece. Belli ki parça parça olması da bir çeşit rahat sindirilmesi için. Koçyiğit’in aktardığına göre “Öcalan’ın temel arayışı siyasal mutabakat.”
Hangi siyasal mutabakat bu peki? Öcalan’ın siyasal mutabakattan kastının, CHP’nin AKP, MHP ve DEM’le uyumlu bir “açılım” ortağına dönüşmesi elbette. Nitekim DEM’li Koçyiğit’in İmralı’daki görüşmeden aktardığı şu değerlendirme de buna işaret ediyor: “Öcalan’ın CHP’yi önemsediğine, bu süreçte mutlaka olması gerektiğine dair değerlendirmeleri malum. Bu görüşmede özel olarak CHP’nin gelmemesine dair bir değerlendirmesi oldu ve ‘keşke CHP de gelseydi’ dedi.”
PKK’nin iki şartı
TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyareti, taraflarca süreci ivmelendirecek bir adım olarak pazarlandı. Ama sonuçlarına bakılırsa, tersine TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyareti, bir nevi “2. Habur” etkisi yaratmış durumda.
O sonuçlardan biri TBMM Komisyonu’nun Öcalan’la görüşmesinin ardından Kandil’den gelen “kırmızı çizgi”ydi: Önce KCK Eş Başkanı Bese Hozat “İktidarın sürece dönük yaklaşımı çok zayıftır; aslında kararsızdır” dedi, ardından da PKK’li Amed Malazgirt “Bizden bu kadar, adım atma sırası Türkiye’de. Öcalan serbest bırakılmadıkça başka adım atmayacağız” dedi.
Bahçeli, Bese Hozat’ın “af istemiyoruz” sözlerine tepki gösterdiyse de, bu daha çok Cumhur İttifakı tabanına olumsuz etkisini sönümlendirme amaçlı görünüyor. Zira diğer mesaj, PKK’nin “Öcalan’ın serbest bırakılması” şartı yerinde duruyor.
Açılıma entegrasyon düğümü
“Darbe mekaniği” tartıştırılıyor ama asıl önemli konu olan SDG’nin entegrasyonu ve Öcalan’ın bu konuda nasıl bir tutum alacağı konusu geçiştiriliyor. Hatta şu gelişmelere bakılırsa, Ankara ile SDG arasında dolaylı bir müzakere yürütüldüğü bile söylenebilir:
Suriye’deki özerk yapının Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Amed, DEM tarafından İstanbul’daki bir konferansa davet edildi ve DEM, onaylanması için AKP’yle görüşüyor. Diğer yandan İlham Ahmed’in Mazlum Abdi’yle birlikte Barzanilerin Kızey Irak’taki konferansına katılabilmesinin de Ankara’nın onayıyla mümkün olduğu belirtiliyor.
SDG komutanı Mazlum Abdi’nin açık açık “Öcalan’la görüşmek için Türkiye’ye gelmek istediğini” söylemesi de Ankara-SDG müzakerelerinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Bahçeli’nin “SDG Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına ve Şam’la imzaladığı 10 Mart mutabakatına riayet etmeli” mesajı ile onu tamamlayan AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “SDG, 10 Mart Anlaşması’na uyarsa terör örgütü olmaktan çıkar” mesajı ise Ankara’nın SDG’yle müzakereyi nereye evirmek istediğine işaret ediyor.
Özetle Türkiye’deki açılım, Suriye’deki entegrasyona düğümlenmiş durumda.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Aralık 2025
Öcalan’ın himaye çağrısının anlamı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 01/12/2025
TBMM Komisyonu’nun İmralı’da Öcalan’la görüşmesinin üzerinden bir hafta geçti ama henüz Türkiye o görüşmeye dair “resmi gerçekleri” bilmiyor. Çünkü komisyonun bu gündemle yapacağı toplantı ertelendi.
Ancak İmralı’da neler konuşulduğu parça parça açıklanıyor. Örneğin AKP’li Şamil Tayyar’ın belirttiğine göre, Öcalan “Türkiye Suriye Kürtlerine hamilik yapmalı” demiş!
Tanıma çağrısı
Peki Öcalan, Türkiye’den, daha doğrusu Erdoğan-Bahçeli ikilisinden Suriye Kürtlerini kime karşı korumasını (hamilik) istiyor? ABD’ye karşı mı, İsrail’e karşı mı? Yoksa Araplara karşı mı? Yoksa aslında Türkiye’ye karşı mı?
ABD ve İsrail zaten Suriye Kürtlerinin hamisi durumunda. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ve İsrail’e karşı Suriye Kürtlerini korumasına gerek yok. Suriye Kürtlerinin yine ABD-İsrail ilişkisi nedeniyle aslında Araplara karşı da korunmaya ihtiyacı yok. Geriye Türkiye kalıyor.
Çağrının anlamı şudur: Öcalan “Türkiye, Suriye Kürtlerini himaye etmeli” derken, aslında Ankara’dan PKK/YPG/SDG’nin özerk bölgesini tanımasını istiyor!
1960’larda Irak-İran Kürtlerine hamilik projesi
Öcalan’ın çağrısı özünde bir ABD projesi zaten: “Türkiye himayesinde Kürdistan” projesi. Washington açısından Türkiye himayesinde Kürdistan, Büyük Kürdistan’a giden ve Türkiye’yi küçülten projenin albenili bir ambalaja sarılmış ön aşamasıdır. ABD ve Türkiye’deki işbirlikçileri bunu ABD’nin Ortadoğu’daki planlamalarına paralel olarak kimi zaman “Musul ve Kerkük’ü almazsak, Diyarbakır’ı veririz” diyerek, kimi zaman “Türkiye büyümezse küçülür” diyerek sunarlar.
ABD bu proje yi 1960’larda, “Türkiye Irak ve İran Kürtlerine hamilik yapmalı” diyerek Ankara’ya teklif edildi. Senato Üyesi Sadi Koçaş 1977’de yazdığı anılarında anlatmıştı: “ABD AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde, ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım’ isteğinde bulundu.” Amiral Vedii Bilget 24 Şubat 1987’de Cumhuriyet’te doğruladı bunu: ABD, 1965 yılında, Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için Başbakan Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı.
1990-2010’larda Irak Kürtlerine hamilik projesi
1986 yılında Türkiye’ye gelen ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, “Türkiye himayesinde Kürdistan” projesini güncelleyerek yeniden Ankara’ya sundu. Kenan Evren ve Turgut Özal kabul etti, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ karşı çıktı. ABD’nin Irak’a 1991’de saldırısı sırasında, Turgut Özal bu projeyi “bir koyup üç alacağız” diyerek Türk Ordusu’na yutturmaya çalıştı.
Sonra ABD’nin 2003 Irak işgali geldi ve plan, bu kez ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) merkezi konularından biri oldu. BOP Eşbaşkanı Erdoğan, “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir merkez yapacağız” dedi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson projeyi “Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz” diyerek pazarladı.
ABD’nin “our boys”u Kenan Evren 2007’de sahneye çıktı ve “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” dedi. Erdoğan zaten daha 1990’larda eyalet sistemini savunuyordu ve 12 Eylül 2010 referandumunun akşamında yaptığı konuşmada, “Federal meclis, federal konsey”e işaret etti!
Günümüzde Irak-Suriye Kürtlerine hamilik projesi
Suriye’de Beşar Esad yönetimi devrildi ve proje bu kez Irak ve Suriye Kürtlerini kapsayarak yeniden Türkiye’nin önüne kondu. Açılımın aynı takvimle başlatılması bundandır.
Devlet Bahçeli’nin Halep, Musul ve Kerkük’e plaka dağıtması, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” demesi, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önermesi, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap” ittifakı ile ümmete işaret etmesi, ve şimdi de Öcalan’ın “Türkiye Suriye Kürtlerine hamilik yapmalı” demesi. Hepsi birbirinin bütünleyeni…
Türkiye’yi büyüterek küçültme projesi
Öcalan’ın “Türkiye Suriye Kürtlerine hamilik yapmalı” çağrısı, Ankara’nın Irak’taki Barzani bölgesi gibi, Suriye’deki “Öcalan-Abdi bölgesini” tanıması içindir. Bunu kamuoyuna yutturabilmek için de “Türkiye’yi Kürtlerle büyütmek, genişletmek” diye pazarlıyorlar.
Mesele şu ki “Türkiye büyümezse küçülür” sopasına taktıkları “Türkiye’yi Irak ve Suriye Kürtleriyle genişletme” oltası, aslında ve son tahlilde “Türkiye’yi büyüterek küçültme” projesidir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Aralık 2025
Kılıçdaroğlu’nun misyonu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/11/2025
AKP-MHP-DEM koalisyonu oluşmasının yansımalarından biri de DEM’in “gerçek” siyaset yapma tarzının ortaya çıkmaya başlamış olmasıdır.
“Öcalan sürece karşı çıkan medyanın dilinden rahatsız, AKP’nin elinde yargı gücü var, sustursun bu gazetecileri” çağrısı yapan Pervin Buldan’ın “otoriter AKP rejimiyle” uyumlu tarzı, bunun tipik bir örneğiydi. Şimdi buna “İmralı’ya milletvekili göndermeme” kararı aldığı için kimi DEM yöneticilerinin “CHP’yi not etme” üsttenciliği ve dahası Van’da olduğu üzere CHP binasına saldırı eklendi!
Siyasi akıl sorunu
DEM’liler CHP’yi Kürt düşmanlığıyla suçluyor. Oysa DEM’lilerle seçim işbirliği yaptığı için terörle suçlanan ve tutuklanan CHP’li belediye başkanları var!
AKP ve MHP, daha dün DEM’lileri terörist ilan etmişken, MHP DEM’in kapatılmasını savunmuşken, Cumhur İttifakı CHP’nin DEM’le seçim işbirliği yapmasını “demlenmek” diyerek lekelemeye çalışmışken, bugün DEM’in CHP’ye karşı bu saldırgan tutumu alması, en hafifinden siyasi nezaketle bağdaşmaz.
Ama ötesinde bir “siyasi akıl” sorununa da işaret eder. Örneğin DEM Grup Başkanvekili, iktidar koalisyonuna yamanmış olmanın özgüveniyle CHP’ye “tarih sizi yazacak” diye sesleniyor. Oysa tarih DEM’in AKP’yle üç kez açılım yapıp, üç kez pişman olmasını yazdı. Ve tarih, DEM’in hiçbir şey olmamış gibi dördüncü kez açılıma soyunup AKP’den medet ummasını da yazıyor.
İkiyüzlü siyaset
AKP ve MHP’nin CHP’yi “Öcalan’la görüşmüyor” diye hedef alabiliyor olması ise bir yönüyle mizahın ama bir yönüyle de psikolojinin konusudur. CHP’yi aynı anda hem terörle işbirliği yapıyor diye yargılayıp hem teröristle görüşmüyor diye suçlayabilmek, ancak tutarsızlığın bir siyaset yapma tarzı olmasıyla mümkündür.
Şiraze öyle kaymılş ki CHP’nin Öcalan’la İmralı’da görüşmeme kararını, “CHP iktidara gelmiş olsaydı Selahattin Demirtaş’ı da serbest bırakmazdı” diyerek suçlamaya kalkanlar bile var.
Seçimde “CHP demleniyor, CHP DEM’le ittifak yapıyor, Demirtaş’ı serbest bırakacak, Öcalan’la iş tutacak” diye kara propaganda yapanlar, seçimden sonra o suçlamalarını bizzat kendileri hayata geçirdi. Yetinmeyip, o suçlamalara ortak olmaya direnen CHP’yi hedef alıyor şimdi.
Erdoğan’ın bölme taktiği
Doğrudan söyleyelim: Bu anlayıştan, Cumhur İttifakı’ndan açılımla demokrasi bekleyen, daha önceki açılımların sonuçlarını yaşar. AKP-MHP iktidarı gitmeden ülkeye ne demokrasi gelir, ne barış, ne çözüm ne de özgürlük…
Erdoğan, iyi bir taktisyen, iyi bir oyun kurucu. İhtiyaç olursa açılım açar, ihtiyaç kalmazsa açılımı kapar, açılımcıları içeri atar. Erdoğan rakiplerini bölerek, rakiplerinin bölünen parçalarından müttefik yaparak iktidarını sürdürür.
Erdoğan milliyetçileri böldü; MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti var. Öyle ki MHP, AKP’siz siyaset yapamaz hale geldi. Erdoğan’a Öcalan’ı asması için ip atan Bahçeli, koçbaşı yapılarak, Erdoğan’ın taktik ihtiyacı için Öcalan’ı “kurucu önder” sayıp TBMM’ye muhatap etti.
Kılıçdaroğlu’nun İmralı çıkışı
Erdoğan şimdi de CHP’yi bölmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık fiili “Erdoğan’ı iktidarda tutma” dönemi kapanınca ve Özgür Özel yönetiminde CHP birinci partiye dönüşünce, saray düğmeye basmıştı; dört koldan operasyonlar sürüyor.
O kollardan biri de Kılıçdaroğlu ne acı ki. Kılıçdaroğlu henüz kayyım atanamadı gerçi ama CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı aldığı gün kararı eleştirerek “CHP İmralı’ya gitmeli” yayını yapması, misyonunu sürdürdüğüne işaret ediyor. Ki Kılıçdaroğlu daha önce “İmralı meşru bir organ değil” demişken, “devlet Öcalan’la görüşmez” demişken, “Öcalan’la masaya oturmam” demişken!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Kasım 2025
İmralı ısrarının nedeni
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 22/11/2025
İş öyle bir noktaya getirildi ki TBMM Komisyonu İmralı’ya gitmezse, sanki süreç duracak! Öyle ki MHP lideri Bahçeli, “Komisyon İmralı’ya gitmezse, ben giderim” diyerek Komisyon’a rest bile çekti.
Peki Komisyon’un neden ille de İmralı’ya gitmesi isteniyor? Komisyon’un İmralı’da Öcalan’la görüşmesinden ne umuluyor?
Komisyon’daki DEM periyodik olarak Öcalan’la zaten görüşüyor ve onun görüşlerini kamuoyuna açıklıyor. Devlet görevlileri Öcalan’la zaten görüşüyor ve içeriğini saraya aktarıyor. Dolayısıyla Öcalan’ın görüşleri hakkında taraflar bilgi sahibi. Hatta Öcalan’ın görüşleri telekonferans yoluyla Kandil’e bile ulaştırılıyor.
O zaman bu ısrar neden? CHP’nin ve Komisyon’da bulunan birer üyeli partilerin mi Öcalan tarafından bilgilendirilmesini istiyorlar? Elbette hayır. TBMM Komisyonu’nu Öcalan’ın ayağına götürerek, “kurucu önder” payesi verdikleri Öcalan’ı, “meşru siyasi aktör” mertebesine yükseltmek istiyorlar.
AKP-MHP-DEM Komisyonu
TBMM Komisyonu’nun İmralı’ya gidip gitmemeyi konuşacağı ve oylayacağı oturumu kapalı yapması bile çok şey anlatıyor. Milletin Meclisinin Komisyonu, milletten gizleyerek, kapalı oturumda İmralı’ya gitmeyi ele aldı ve kabul etti.
51 üyeli Komisyon’un karar alabilmesi için, CHP’nin talebiyle kabul edilen nitelikli oy, yani 31 oy gerekiyor. Ki o zaman da CHP’ye nitelikli oy konusunun bir şey çözemeyeceğini anlatmaya çalıştık. AKP’nin 22, DEM’in 5 ve MHP’nin 4 oyu var ve 31 ediyor. Yani istedikleri her kararı alabilecek durumdalar. Öyle de oldu ve AKP-MHP-DEM, Öcalan’a gitmekte ittifak etti.
Açılımın asıl amacı
CHP İmralı’ya gitmeme kararı aldı. Kapalı toplanma kararı aldığı için Komisyon toplantısına da katılmadı.
CHP’nin bu kararı doğru ama eksik. Çünkü CHP, hatalı bir kararla, kendisine darbe yapanların komisyonuna girerek, yeni açılıma “kısmi meşruiyet” verdi.
Israrla belirttik, bu komisyon bir AKP-MHP-DEM projesidir. CHP’yi komisyona meşruiyet sağlaması için istiyorlardı. Yoksa CHP’nin görüşlerinden yararlanmak ya da demokrasinin gereği diye değildi.
Kaldı ki ortada bir demokrasi projesi zaten yoktu. İktidar, düne kadar TBMM’den atılmasını istediği, terörist dediği DEM’lilerle, Öcalan’la ve PKK’yle açılımı, birbirini bütünleyen, ikisi iç biri dış üç nedenle istiyordu:
1) CHP ile DEM’in belediye seçiminde yaptığı ittifakın tekrarlanmasını önlemek. 2) Erdoğan’ın dördüncü kez Cumhurbaşkanı olabilmesi için DEM’in oyuna ihtiyacı var. DEM’siz bir yeni anayasa mümkün değil çünkü. 3) Esad’ın devrilmesi sonrasında ABD Suriye’yi şekillendirme üzerinden Ortadoğu’da yeni bir düzen kurmaya çalışıyor. Ankara bundan pay kapma peşinde.
Kimlik siyasetlerine karşıyım ama daha iyi anlatabilmek için belirteyim: “Etnik kimliği Kürt, ulusal kimliği Türk olarak” ya da “Kürt kökenli Türk olarak” veya “Kürt alt kimlikli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak” ya da “Türkiye Kürt’ü olarak” aylardır anlatmaya çalışıyorum: 23 yıldır her açılımı siyasal konumlarını güçlendirmek için yaptılar. Ne barış, ne çözüm, ne demokratikleşme, ne de özgürlük arayışındalar. Bu nedenle her açılımları fiyaskoyla sonuçlandı, her açılımları terörü büyüttü, her açılımları Türk ile Kürt’ü daha çok karşı karşıya getirdi. Son açılım güneydoğuyu savaş alanına çevirdi ne yazık ki…
CHP Komisyon’u terketmelidir
CHP aslında tam da bu projenin gereği olarak iktidarın saldırısı altında; partisi kapatılmaya ve kayyımlarla yönetilmeye çalışılıyor, belediye başkanları tutuklu, 15 milyon dilekçeli cumhurbaşkanı adayı tutuklu…
Ülkenin ana muhalefet partisinin tasfiye edilmeye çalışıldığı şartlarda açılım sürecinin iddia ettikleri gibi “demokratikleşme” hedefiyle yapılıyor olması elbette mümkün değildi. CHP bu nedenle 31/51 oylamasında da görüldüğü üzere, hiçbir etkisinin olamayacağı bu komisyona baştan girmemeliydi.
Hata etti girdi. Ama artık bu komisyonun amacının çözüm, barış, demokratikleşme olmadığını görmüş olmalı. CHP bu nedenle ABD sponsorlu bu AKP-MHP-DEM projesine destek vermeyi bırakmalı ve komisyonu terketmelidir.
Gerçek demokratikleşme ve çözüm, ancak AKP-MHP sonrasında mümkündür.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Kasım 2025
Öcalan’dan Erdoğan’a iki mesaj
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 08/11/2025
ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmet el-Şara’yı 10 Kasım’da Beyaz Saray’da “ağırlamaya” hazırlanıyor.
Kuşkusuz Beyaz Saray’a kabul edilmek, ağır taleplerin masada olduğu anlamına geliyor. Nitekim aynı gün Washington’da İsrail-Suriye güvenlik görüşmelerinin beşincisi yapılacak. Trump Şara’dan yıl sonuna kadar İsrail’le normalleşmesini istiyor.
ABD, ağır taleplerini kabul ettirebilmek için “yaptırım” kartını kullanıyor. Washington BM Güvenlik Konseyi’nden ziyaret öncesinde HTŞ terör örgütü liderleri durumundaki Suriye Cumhurbaşkanı Şara ve Suriye İçişleri Bakanı Hattab’a uygulanan yaptırımları kaldırmasını istedi. ABD’nin talebi kabul edildi.
Şam’a ABD üssü
İsrail-Suriye normalleşmesi, ABD’nin inşa etmeye çalıştığı “yeni Ortadoğu düzeni” açısından kritik önemde. ABD’ye göre İsrail’in Suriye’yle normalleşmesi, Türkiye’yle normalleşmesinin de kolaylaştırıcısı olacak çünkü.
Öte yanda İsrail Suriye’de işgalci durumunda. Üstelik sadece daha önce işgal ettiği Golan Tepeleri ie sınırlı değil bu işgal. Beşar Esad’ın devrilmesini fırsat bilen İsrail, Suriye’nin güneyinde yeni yerler işgal etti. Aylar önce ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, bu yeni işgal edilen toprakların 400 kilometrekareyi geçtiğini açıklamıştı. Bu topraklarda artık İsrail’in 10 adet askeri üssü de bulunuyor.
İşte ABD Şara’dan, bu işgale rağmen İsrail’le normalleşmesini istiyor. Haliyle bu Şara’yı içeri-dışarı dengesini gözetmeye zorluyor.
Yeni gelişme ise şu: ABD Şam’da Mezze Hava Üssüne askeri birlik konuşlandırarak yeni bir üs kuruyor. Üssün ABD için üç önemli hedefi olacak:
1) Üs, İsrail ile Suriye araasındaki saldırmazlığı denetleyecek.
2) İsrail’in talebiyle askerden arındırılmış Suriye’nin güney bölgesinin kontrolünü sağlayacak.
3) Şam yönetimini sürekli baskı altında tutacak.
Şara’ya SDG sopası
Şara’nın ABD ziyareti öncesinde bazı SDG komutanları uluslararası basına açıklamalar yaptılar. Bu söyleşilerde ana mesajın “Şam’la savaş kapıda” olduğu görülüyor.
Bu mesajlar bir yönüyle Beyaz Saray’da tavize zorlanacak Şara’ya “sopa” anlamına geliyor aslında, CENTCOM kaynaklı “YPG/SDG tehdidiyle Şara’ya şartları kabul ettirme” anlamına geliyor.
Suriye’nin idari yapısı konusunda Ankara ile Washington arasında görüş ayrılığı var. Ankara “üniter Suriye” istiyor ve İdlib’de destekleyerek cumhurbaşkanı olmasını sağladığı Şara’yı “üniter Suriye”ye zorluyor. Washington ise SDG’nin özerkliğini savunuyor. Bunu “Federasyon olmayan ama federasyona yakın Suriye” talebiyle formüle ediyor.
Bu çelişki, Türkiye’deki açılım sürecini etkileyen bir düğüm durumunda. Çünkü Öcalan Türkiye’deki “toprak/devlet, federasyon, hatta özerklik” taleplerinden vazgeçti ama Suriye’de “özerklik/devlet” istiyor.
‘Şara’yla değil Kobani’yle görüş’
Abdullah Öcalan, yeğeni ve DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan aracılığıyla, kritik dönemeçte olan Suriye konusunda Erdoğan’a, Bahçeli’ye ve Türk devletine iki temel mesaj verdi:
1) Suriye’nin iç işlerine karışma: “Suriye meselesi Suriye ile çözülmelidir. Türkiye devleti de Suriye’nin müstakil bir devlet olmasından kaynaklı olarak daha hassas yaklaşmalıdır. Oranın iç işlerine çok müdahil olmamalıdır.”
2) Şara’yla değil Kobani’yle görüş: “Eğer bir ilişki geliştirilecekse, orada Kürtlerin yetkilileri, siyasetçileri ve öncüleri vardır. Ahmet el-Şara’dan ziyade Mazlum Kobani ile görüşülebilir, İlham Ahmed ile görüşülebilir.” (Cumhuriyet, 7.11.2025)
Öcalan’ın Erdoğan’a bu iki mesajı, son tahlilde şu anlama gelir: PKK’nin Ankara’ya “barış/çözüm” şartı, Suriye’de SDG’nin özerkliğini tanımasıdır.
İktidar cephesinde yaşanan “Komisyon İmralı’ya gitmeli – gitmemeli” tartışmasını bu mesajlarla birlikte ele almak gerekir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Kasım 2025
Çözümün önündeki iki engel
Posted by Mehmet Ali Güller in Politika Yazıları on 30/08/2025
Açılıma karşı olduğunu söyleyeni hemen sıkıştırmaya çalışıyorlar: “Barışa karşı mısın yani?”, “PKK silah bırakmasın mı yani?”
Açılıma karşı olmak, barışa karşı olmak anlamına elbette gelmiyor, hele PKK’nin silah bırakmasından memnun olmamak anlamına hiç gelmiyor. Bu tür propagandalar, açılımcıların üçkağıtçılığıdır.
Peki açılıma neden karşıyım?
1) Aynı aktörler, beşinci (2007-2009, 2010-2011, 2012, 2013-2015, 2025) kez açılım yapıyor. Farklı sonuç alınması olası mı? Problemin kaynaklarının probleme çözüm bulması olası mı?
2) İktidarın meselesi hiçbir zaman Kürt sorununa çözüm olmadı. Tersine, açılımlar taktik amaçlarla yapıldığı için, hatta daha büyük sorunlar doğurdu. (Son açılımın sonucundaki hendek savaşını anımsayın.)
3) İktidarın açılımcılığı, sorun çözmenin değil, iktidarını sağlamlaştırmanın, Türkiye’yi ABD’nin Ortadoğu düzeniyle uyumlaştırarak dış desteği sürdürebilmenin aracıydı. İktidarın açılımcılığı, aynı zamanda ulusal-devleti aşındırmada müttefik cephesi inşa etme taktiğiydi.
Açılımın ABD’nin yeni düzeniyle ilgisi
4) Son açılım ise içeride yeniden cumhurbaşkanı olabilmenin yolunu açabilme ve dışarıda ABD’nin yeni Ortadoğu düzeninden pay alabilmenin yoludur.
İsrail’in Filistin, Lübnan, Suriye ve İran’a saldırdığı ve Suriye’de Esad rejiminin yıkıldığı zeminde, ABD yeni bir Ortadoğu düzeni inşa etmeye çalışıyor. İsrail merkezli bu düzenin temel hedefi İran’dır. ABD ve İsrail, İran’ı Azerbaycan-Ermenistan hattı üzerinden kuzeyden, Türk-Kürt-Arap ittifakı ile batısından kuşatmak istemektedir.
İktidarın açılımı Türk-Kürt-Arap söylemiyle, Safeviye karşı Yavuz-Kürt İdris ittifakına atıfla, Suriye’deki gelişmelere paralel şekilde ve içeride Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcıları gibi Lübnanvari bir idari yöntem alıştırmasıyla ele alıyor olması, esasa işaret etmektedir.
Kısacası açılımın aktörlerinin esas amacı, ABD’nin İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu düzeni inşasına uygun şekilde hazırlanmaktır.
Türk ve Kürt ırkçılığı
Bu köşede sürece dair yazılar yazdım, Youtube kanalımda geniş yayınlar yaptım. Aynı yazıya, aynı yayına iki uçtan gelen “zıt suçlamalar”, çözümün önündeki iki engel grubun kim olduğuna işaret ediyor.
Örneğin kendimi “Kürt kökenli Türk vatandaşı” diye tanımlamama Kürt ırkçısı “Kürt kökenli diye bir şey yok, ya Kürtsün, ye değilsin” diye, Türk ırkçısı da “Kürt kökenli diye bir şey yok, bu ülkede yaşıyorsan Türksün” diye tepki gösteriyor. Yani “Kürt kökenli Türk vatandaşlığım” Kürt ırkçısını da Türk ırkçısını da rahatsız ediyor.
Boy, budun, klan, kavim, kabile, etnisite, ulus tarihsel olarak çeşitli toplum düzenleri içindeki sosyolojik kategorilerdir. Çağımızın ana sosyolojik kategorisi ulustur. Hatta feodalite aşılırken, devrimlerle önce ulusal devletler kurulmuş; uluslar onu izlemiştir. (Massimo d’Azeglio’nun “İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmalıyız” sözü, bu tarihselliğin özüdür)
Ulusal devletler inşa olurken, tarihsel, toplumsal, ekonomik vb. nedenlerle, içlerindeki en büyük/güçlü/ileri olan etnik grup, ulusal devlete rengini vermiştir. Örneğin Frankların Fransa’ya rengini vermesi, diğer etnik grupların Fransız olmasını engellememiştir. Çünkü ulusal kimlikler, siyasal ve kültürel kimliktir, çatı kimliktir, etnik kimlik değildir.
Bizim coğrafyamızda da Türk etnik grubu tarihsel nedenlerle Türk devrimine rengini vermiştir. Buna ah vah etmenin bir anlamı yok. Türk, Kürt, Çerkes başta 24 etnisite, Türk ulusal kimliği adı altında birleşmiştir. (Şartlar başka türlü olsaydı, devrime Kürtler rengini verseydi, “Türk kökenli Kürt vatandaşı” olunacaktı bugün örneğin.)
Bu konuları tartışmayı sürdüreceğiz ama kısa bir izin istiyorum. Bugünden itibaren 15 kişilik bir gazeteci grubu olarak Çin’in Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesine bir inceleme gezisi yapacağız. Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi hükümetinin davetlisi olarak, Çin’in İstanbul Başkonsolosluğu, Türkiye-Çin Dostluk Vakfı ve Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi koordinasyonunda yapacağımız bu gezi, gündemimiz açısından da yararlı bir gözlem olacaktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Ağustos 2025
Öcalan aktif siyasete hazırlanıyor
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 14/08/2025
Öcalan’ın “PKK’ye silah bırakma ve kendini feshetme” çağrısında bulunduğu 27 Şubat 2025 tarihli açıklamasının Kürtler açısından en önemli mesajı şuydu: “Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olmamaktadır.”
Peki vazgeçilen ayrı devlet, federasyon, idari özerklik hatta kültürel özerklik yerine ne önerdi Öcalan? “Devlet ve toplumla bütünleşme” dedi.
PKK’nin silah bırakması, kendini feshetmesi, ayrı devletten, federasyondan, idari özerklikten, kültürel özerklikten vazgeçmesi ve “devlet ve toplumla bütünleşmek” istemesi, elbette çok çok olumlu bir gelişmedir.
Peki “demokratik entegrasyon” dedikleri bu “devlet ve toplumla bütünleşme” nasıl gerçekleşecek?
Demokratik entegrasyondan kim ne anlıyor?
Bir kere demokratik entegrasyonun aktörler tarafından aynı şekilde anlaşılmadığı görülüyor. Örneğin PKK yöneticilerinden Helin Ümit’e göre “demokratik entegrasyon, kolektif hakların tanınması” anlamına geliyor.
Oysa “kolektif hakların tanınması”, bütünleşmeden ziyade “ayrı olarak tanınmaya” işaret ediyor. Diğer PKK ve DEM aktörleri de “demokratik entegrasyonu”, kendi bakış açılarına göre formüle ediyorlar. Ve çoğu, meseleyi Öcalan’ın 27 Şubat’ta ortaya koyduğu “devlet ve toplumla bütünleşme” perspektifinin çok dışında anlamış görünüyor.
Peki sorun gerçekten de takipçilerinin Öcalan’ı anlama sorunu mu acaba? Yoksa “demokratik entegrasyon”, sürecin ilerleyebilmesi için muğlak bırakılmaya çalışılan bir konu mu aslında?
Öcalan’ın Londra örneği
30 Mayıs tarihli “düzeltilmeden” sızdırılmış İmralı notları, konuya bir ölçüde açıklık getiriyor.
DEM heyetinin de kafası karışmış olmalı ki Öcalan’a soruyorlar: “Yani entegrasyon öz yönetime dayanıyor, değil mi?”
Öcalan’ın yanıtı şöyle: “Demokratik kurumlaşmaya dayalı. Kurumlar demokratik olacak. Sempatizanlarımız hangi kurumlaşmada yer alırlarsa mutlak güç olurlar. Kayyum atama, asla olmaz. (…) Londra belediyesi seçimle geliyor. Güvenliği ve her şeyi belediye başkanlığına bağlıdır. İskoçya örneğini verelim. Yerel meclis, milli takımı ve birçok özgün mekanizması var ama 300 yıldır Britanya ile birlikte yaşıyor.”
Görüldüğü üzere Öcalan’ın 30 Mayıs’ta örneklerle anlattığı türden entegrasyon/bütünleşme ile 27 Şubat’ta söylediği çok farklı.
Özerklik değil yerel demokrasi
Mesele bu zaten. Sürecin her iki tarafı, AKP-MHP tarafı da PKK-DEM tarafı da “örtük amaçlara” sahip, her iki taraf da “perdeleme” yapıyor ve her iki taraf da şeffaflıktan uzak. Süreci, tıpkı öncekiler gibi, hendek savaşı benzeri daha kötü sonuçlara gebe bırakma potansiyeli de işte buradan kaynaklanıyor: Tarafların örtük hedefleri.
Örneğin Öcalan düzeltilmeden sızdırılmış 21 Nisan tarihli İmralı notunda aynen şöyle söylüyor: “Burada strateji şu olmalı: Türkiye federasyondan çok çekiniyor. Bilerek özerklik demiyorum, yerel demokrasi diyorum. Ama bu da dünyanın her tarafında özerkliktir. Londra örneği böyledir, önemlidir. Seçilen belediye başkanı dışında ayrıca vali yoktur. Yerel polis, yerel yapılar belediyeye bağlıdır.”
Devam ediyor Öcalan meseleyi açmaya: “Yeni paradigma böyle şekilleniyor. Federasyonla vb. ilgisi yok. Bunun demokratik toplumun sınırlarıyla alakası var. Topluma alan tanıyacağız. Hem yasalarda hem anayasada sıkı ifadesi olacak.”
Bahçeli ve Öcalan
Şu günlerde çok tartıştığımız TBMM Komisyonunun da esas amacının ne olması gerektiğini 30 Mayıs’ta belirtmiş Öcalan: “Bahçeli dedi ki ’Gelsin Meclis’te konuşsun, DEM Parti’ye önderlik etsin. Umut hakkı uygulansın’ Bunları gözeterek komisyon çalışması başlatılsın.”
Yani Öcalan doğrudan Meclis’te siyaset yapmaya hazırlanıyor. Zaten yine bu görüşmede yeni parti kuracağını da söylüyor: “DEM’i de yeni bir kongreye götüreceğim. Demokratik Cumhuriyet Partisi çerçevesinde örgütleyeceğim.”
Kısacası, yola Necip Fazıl toplantılarında birlikte başlayanlar, yolu birlikte tamamlama niyetindeler özetle…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Ağustos 2025