Posts Tagged Açılım

Öcalan’ın CHP ısrarının anlamı

TBMM Komisyonu’nun 24 Kasım’da İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmesinin kritik önemde olduğunu söylediler ama Öcalan’la ne konuştuklarını bırakın kamuoyuna açıklamayı, TBMM Komisyonu’nda bile ele almadılar. Komisyon toplantısını ertelediler, dahası araya DEM’in bir İmralı ziyaretini daha koydular. 

Evet, Komisyon toplanmadan önce DEM heyeti bir kez daha Öcalan’la görüştü. Heyetin açıklamasına göre Öcalan “darbe mekaniği” riskine dikkat çekti.

Halbuki TBMM Komisyonu’nun ziyareti sonrasında AKP’li Şamil Tayyar da bu yönde bir mesaj olduğunu iddia etmiş, Öcalan’ın “Bahçeli’ye karşı bir darbe uyarısı” olduğunu gündeme getirmiş ama bizzat Bahçeli tarafından yalanlanmıştı.

TBMM Komisyonu toplantısının geciktirilmesinden ve araya DEM’in yeni bir İmralı ziyaretinin eklenmesinden anlamamız gereken nedir? Öcalan’ın mesajları, kamuoyu tarafından daha rahat sindirilebilmesi için devletin üst katlarında inceltiliyor mu? 

Öcalan’ın siyasal mutabakat beklentisi

Evet, Öcalan’ın TBMM Komisyonu heyetine ne söylediğini devlet biliyor, iktidar biliyor, hatta Kandil biliyor ama TBMM Komisyonu ve kamuoyu bilmiyor. 

Öcalan’ın mesajları, DEM’li heyet üyesi Gülistan Koçyiğit’in ağzından kamuoyuna parça parça aktarıldı sadece. Belli ki parça parça olması da bir çeşit rahat sindirilmesi için. Koçyiğit’in aktardığına göre “Öcalan’ın temel arayışı siyasal mutabakat.”

Hangi siyasal mutabakat bu peki? Öcalan’ın siyasal mutabakattan kastının, CHP’nin AKP, MHP ve DEM’le uyumlu bir “açılım” ortağına dönüşmesi elbette. Nitekim DEM’li Koçyiğit’in İmralı’daki görüşmeden aktardığı şu değerlendirme de buna işaret ediyor: “Öcalan’ın CHP’yi önemsediğine, bu süreçte mutlaka olması gerektiğine dair değerlendirmeleri malum. Bu görüşmede özel olarak CHP’nin gelmemesine dair bir değerlendirmesi oldu ve ‘keşke CHP de gelseydi’ dedi.”

PKK’nin iki şartı

TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyareti, taraflarca süreci ivmelendirecek bir adım olarak pazarlandı. Ama sonuçlarına bakılırsa, tersine TBMM Komisyonu’nun İmralı ziyareti, bir nevi “2. Habur” etkisi yaratmış durumda.

O sonuçlardan biri TBMM Komisyonu’nun Öcalan’la görüşmesinin ardından Kandil’den gelen “kırmızı çizgi”ydi: Önce KCK Eş Başkanı Bese Hozat “İktidarın sürece dönük yaklaşımı çok zayıftır; aslında kararsızdır” dedi, ardından da PKK’li Amed Malazgirt “Bizden bu kadar, adım atma sırası Türkiye’de. Öcalan serbest bırakılmadıkça başka adım atmayacağız” dedi.

Bahçeli, Bese Hozat’ın “af istemiyoruz” sözlerine tepki gösterdiyse de, bu daha çok Cumhur İttifakı tabanına olumsuz etkisini sönümlendirme amaçlı görünüyor. Zira diğer mesaj, PKK’nin “Öcalan’ın serbest bırakılması” şartı yerinde duruyor.

Açılıma entegrasyon düğümü

“Darbe mekaniği” tartıştırılıyor ama asıl önemli konu olan SDG’nin entegrasyonu ve Öcalan’ın bu konuda nasıl bir tutum alacağı konusu geçiştiriliyor. Hatta şu gelişmelere bakılırsa, Ankara ile SDG arasında dolaylı bir müzakere yürütüldüğü bile söylenebilir:

Suriye’deki özerk yapının Dış İlişkiler Sorumlusu İlham Amed, DEM tarafından İstanbul’daki bir konferansa davet edildi ve DEM, onaylanması için AKP’yle görüşüyor. Diğer yandan İlham Ahmed’in Mazlum Abdi’yle birlikte Barzanilerin Kızey Irak’taki konferansına katılabilmesinin de Ankara’nın onayıyla mümkün olduğu belirtiliyor.

SDG komutanı Mazlum Abdi’nin açık açık “Öcalan’la görüşmek için Türkiye’ye gelmek istediğini” söylemesi de Ankara-SDG müzakerelerinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Bahçeli’nin “SDG Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına ve Şam’la imzaladığı 10 Mart mutabakatına riayet etmeli” mesajı ile onu tamamlayan AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in “SDG, 10 Mart Anlaşması’na uyarsa terör örgütü olmaktan çıkar” mesajı ise Ankara’nın SDG’yle müzakereyi nereye evirmek istediğine işaret ediyor.

Özetle Türkiye’deki açılım, Suriye’deki entegrasyona düğümlenmiş durumda.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
4 Aralık 2025 

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

Öcalan’ın himaye çağrısının anlamı

TBMM Komisyonu’nun İmralı’da Öcalan’la görüşmesinin üzerinden bir hafta geçti ama henüz Türkiye o görüşmeye dair “resmi gerçekleri” bilmiyor. Çünkü komisyonun bu gündemle yapacağı toplantı ertelendi. 

Ancak İmralı’da neler konuşulduğu parça parça açıklanıyor. Örneğin AKP’li Şamil Tayyar’ın belirttiğine göre, Öcalan “Türkiye Suriye Kürtlerine hamilik yapmalı” demiş!

Tanıma çağrısı

Peki Öcalan, Türkiye’den, daha doğrusu Erdoğan-Bahçeli ikilisinden Suriye Kürtlerini kime karşı korumasını (hamilik) istiyor? ABD’ye karşı mı, İsrail’e karşı mı? Yoksa Araplara karşı mı? Yoksa aslında Türkiye’ye karşı mı? 

ABD ve İsrail zaten Suriye Kürtlerinin hamisi durumunda. Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ve İsrail’e karşı Suriye Kürtlerini korumasına gerek yok. Suriye Kürtlerinin yine ABD-İsrail ilişkisi nedeniyle aslında Araplara karşı da korunmaya ihtiyacı yok. Geriye Türkiye kalıyor.

Çağrının anlamı şudur: Öcalan “Türkiye, Suriye Kürtlerini himaye etmeli” derken, aslında Ankara’dan PKK/YPG/SDG’nin özerk bölgesini tanımasını istiyor!

1960’larda Irak-İran Kürtlerine hamilik projesi

Öcalan’ın çağrısı özünde bir ABD projesi zaten: “Türkiye himayesinde Kürdistan” projesi. Washington açısından Türkiye himayesinde Kürdistan, Büyük Kürdistan’a giden ve Türkiye’yi küçülten projenin albenili bir ambalaja sarılmış ön aşamasıdır. ABD ve Türkiye’deki işbirlikçileri bunu ABD’nin Ortadoğu’daki planlamalarına paralel olarak kimi zaman “Musul ve Kerkük’ü almazsak, Diyarbakır’ı veririz” diyerek, kimi zaman “Türkiye büyümezse küçülür” diyerek sunarlar.

ABD bu proje yi 1960’larda, “Türkiye Irak ve İran Kürtlerine hamilik yapmalı” diyerek Ankara’ya teklif edildi. Senato Üyesi Sadi Koçaş 1977’de yazdığı anılarında anlatmıştı: “ABD AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde, ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım’ isteğinde bulundu.” Amiral Vedii Bilget 24 Şubat 1987’de Cumhuriyet’te doğruladı bunu: ABD, 1965 yılında, Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için Başbakan Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı. 

1990-2010’larda Irak Kürtlerine hamilik projesi

1986 yılında Türkiye’ye gelen ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, “Türkiye himayesinde Kürdistan” projesini güncelleyerek yeniden Ankara’ya sundu. Kenan Evren ve Turgut Özal kabul etti, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ karşı çıktı. ABD’nin Irak’a 1991’de saldırısı sırasında, Turgut Özal bu projeyi “bir koyup üç alacağız” diyerek Türk Ordusu’na yutturmaya çalıştı. 

Sonra ABD’nin 2003 Irak işgali geldi ve plan, bu kez ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) merkezi konularından biri oldu. BOP Eşbaşkanı Erdoğan, “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir merkez yapacağız” dedi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson projeyi “Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz” diyerek pazarladı.

ABD’nin “our boys”u Kenan Evren 2007’de sahneye çıktı ve “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” dedi. Erdoğan zaten daha 1990’larda eyalet sistemini savunuyordu ve 12 Eylül 2010 referandumunun akşamında yaptığı konuşmada, “Federal meclis, federal konsey”e işaret etti!

Günümüzde Irak-Suriye Kürtlerine hamilik projesi

Suriye’de Beşar Esad yönetimi devrildi ve proje bu kez Irak ve Suriye Kürtlerini kapsayarak yeniden Türkiye’nin önüne kondu. Açılımın aynı takvimle başlatılması bundandır. 

Devlet Bahçeli’nin Halep, Musul ve Kerkük’e plaka dağıtması, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” demesi, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önermesi, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap” ittifakı ile ümmete işaret etmesi, ve şimdi de Öcalan’ın “Türkiye Suriye Kürtlerine hamilik yapmalı” demesi. Hepsi birbirinin bütünleyeni…

Türkiye’yi büyüterek küçültme projesi

Öcalan’ın “Türkiye Suriye Kürtlerine hamilik yapmalı” çağrısı, Ankara’nın Irak’taki Barzani bölgesi gibi, Suriye’deki “Öcalan-Abdi bölgesini” tanıması içindir. Bunu kamuoyuna yutturabilmek için de “Türkiye’yi Kürtlerle büyütmek, genişletmek” diye pazarlıyorlar. 

Mesele şu ki “Türkiye büyümezse küçülür” sopasına taktıkları “Türkiye’yi Irak ve Suriye Kürtleriyle genişletme” oltası, aslında ve son tahlilde “Türkiye’yi büyüterek küçültme” projesidir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Aralık 2025 

, , , , , , ,

2 Yorum

Kılıçdaroğlu’nun misyonu

AKP-MHP-DEM koalisyonu oluşmasının yansımalarından biri de DEM’in “gerçek” siyaset yapma tarzının ortaya çıkmaya başlamış olmasıdır. 

“Öcalan sürece karşı çıkan medyanın dilinden rahatsız, AKP’nin elinde yargı gücü var, sustursun bu gazetecileri” çağrısı yapan Pervin Buldan’ın “otoriter AKP rejimiyle” uyumlu tarzı, bunun tipik bir örneğiydi. Şimdi buna “İmralı’ya milletvekili göndermeme” kararı aldığı için kimi DEM yöneticilerinin “CHP’yi not etme” üsttenciliği ve dahası Van’da olduğu üzere CHP binasına saldırı eklendi!

Siyasi akıl sorunu

DEM’liler CHP’yi Kürt düşmanlığıyla suçluyor. Oysa DEM’lilerle seçim işbirliği yaptığı için terörle suçlanan ve tutuklanan CHP’li belediye başkanları var!

AKP ve MHP, daha dün DEM’lileri terörist ilan etmişken, MHP DEM’in kapatılmasını savunmuşken, Cumhur İttifakı CHP’nin DEM’le seçim işbirliği yapmasını “demlenmek” diyerek lekelemeye çalışmışken, bugün DEM’in CHP’ye karşı bu saldırgan tutumu alması, en hafifinden siyasi nezaketle bağdaşmaz. 

Ama ötesinde bir “siyasi akıl” sorununa da işaret eder. Örneğin DEM Grup Başkanvekili, iktidar koalisyonuna yamanmış olmanın özgüveniyle CHP’ye “tarih sizi yazacak” diye sesleniyor. Oysa tarih DEM’in AKP’yle üç kez açılım yapıp, üç kez pişman olmasını yazdı. Ve tarih, DEM’in hiçbir şey olmamış gibi dördüncü kez açılıma soyunup AKP’den medet ummasını da yazıyor.

İkiyüzlü siyaset

AKP ve MHP’nin CHP’yi “Öcalan’la görüşmüyor” diye hedef alabiliyor olması ise bir yönüyle mizahın ama bir yönüyle de psikolojinin konusudur. CHP’yi aynı anda hem terörle işbirliği yapıyor diye yargılayıp hem teröristle görüşmüyor diye suçlayabilmek, ancak tutarsızlığın bir siyaset yapma tarzı olmasıyla mümkündür.

Şiraze öyle kaymılş ki CHP’nin Öcalan’la İmralı’da görüşmeme kararını, “CHP iktidara gelmiş olsaydı Selahattin Demirtaş’ı da serbest bırakmazdı” diyerek suçlamaya kalkanlar bile var. 

Seçimde “CHP demleniyor, CHP DEM’le ittifak yapıyor, Demirtaş’ı serbest bırakacak, Öcalan’la iş tutacak” diye kara propaganda yapanlar, seçimden sonra o suçlamalarını bizzat kendileri hayata geçirdi. Yetinmeyip, o suçlamalara ortak olmaya direnen CHP’yi hedef alıyor şimdi.

Erdoğan’ın bölme taktiği

Doğrudan söyleyelim: Bu anlayıştan, Cumhur İttifakı’ndan açılımla demokrasi bekleyen, daha önceki açılımların sonuçlarını yaşar. AKP-MHP iktidarı gitmeden ülkeye ne demokrasi gelir, ne barış, ne çözüm ne de özgürlük… 

Erdoğan, iyi bir taktisyen, iyi bir oyun kurucu. İhtiyaç olursa açılım açar, ihtiyaç kalmazsa açılımı kapar, açılımcıları içeri atar. Erdoğan rakiplerini bölerek, rakiplerinin bölünen parçalarından müttefik yaparak iktidarını sürdürür. 

Erdoğan milliyetçileri böldü; MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti var. Öyle ki MHP, AKP’siz siyaset yapamaz hale geldi. Erdoğan’a Öcalan’ı asması için ip atan Bahçeli, koçbaşı yapılarak, Erdoğan’ın taktik ihtiyacı için Öcalan’ı “kurucu önder” sayıp TBMM’ye muhatap etti.

Kılıçdaroğlu’nun İmralı çıkışı

Erdoğan şimdi de CHP’yi bölmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu’nun 13 yıllık fiili “Erdoğan’ı iktidarda tutma” dönemi kapanınca ve Özgür Özel yönetiminde CHP birinci partiye dönüşünce, saray düğmeye basmıştı; dört koldan operasyonlar sürüyor.

O kollardan biri de Kılıçdaroğlu ne acı ki. Kılıçdaroğlu henüz kayyım atanamadı gerçi ama CHP’nin İmralı’ya gitmeme kararı aldığı gün kararı eleştirerek “CHP İmralı’ya gitmeli” yayını yapması, misyonunu sürdürdüğüne işaret ediyor. Ki Kılıçdaroğlu daha önce “İmralı meşru bir organ değil” demişken, “devlet Öcalan’la görüşmez” demişken, “Öcalan’la masaya oturmam” demişken!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Kasım 2025

, , , , , , , , ,

2 Yorum

İmralı ısrarının nedeni

İş öyle bir noktaya getirildi ki TBMM Komisyonu İmralı’ya gitmezse, sanki süreç duracak! Öyle ki MHP lideri Bahçeli, “Komisyon İmralı’ya gitmezse, ben giderim” diyerek Komisyon’a rest bile çekti. 

Peki Komisyon’un neden ille de İmralı’ya gitmesi isteniyor? Komisyon’un İmralı’da Öcalan’la görüşmesinden ne umuluyor? 

Komisyon’daki DEM periyodik olarak Öcalan’la zaten görüşüyor ve onun görüşlerini kamuoyuna açıklıyor. Devlet görevlileri Öcalan’la zaten görüşüyor ve içeriğini saraya aktarıyor. Dolayısıyla Öcalan’ın görüşleri hakkında taraflar bilgi sahibi. Hatta Öcalan’ın görüşleri telekonferans yoluyla Kandil’e bile ulaştırılıyor.

O zaman bu ısrar neden? CHP’nin ve Komisyon’da bulunan birer üyeli partilerin mi Öcalan tarafından bilgilendirilmesini istiyorlar? Elbette hayır. TBMM Komisyonu’nu Öcalan’ın ayağına götürerek, “kurucu önder” payesi verdikleri Öcalan’ı, “meşru siyasi aktör” mertebesine yükseltmek istiyorlar. 

AKP-MHP-DEM Komisyonu

TBMM Komisyonu’nun İmralı’ya gidip gitmemeyi konuşacağı ve oylayacağı oturumu kapalı yapması bile çok şey anlatıyor. Milletin Meclisinin Komisyonu, milletten gizleyerek, kapalı oturumda İmralı’ya gitmeyi ele aldı ve kabul etti.

51 üyeli Komisyon’un karar alabilmesi için, CHP’nin talebiyle kabul edilen nitelikli oy, yani 31 oy gerekiyor. Ki o zaman da CHP’ye nitelikli oy konusunun bir şey çözemeyeceğini anlatmaya çalıştık. AKP’nin 22, DEM’in 5 ve MHP’nin 4 oyu var ve 31 ediyor. Yani istedikleri her kararı alabilecek durumdalar. Öyle de oldu ve AKP-MHP-DEM, Öcalan’a gitmekte ittifak etti. 

Açılımın asıl amacı

CHP İmralı’ya gitmeme kararı aldı. Kapalı toplanma kararı aldığı için Komisyon toplantısına da katılmadı. 

CHP’nin bu kararı doğru ama eksik. Çünkü CHP, hatalı bir kararla, kendisine darbe yapanların komisyonuna girerek, yeni açılıma “kısmi meşruiyet” verdi. 

Israrla belirttik, bu komisyon bir AKP-MHP-DEM projesidir. CHP’yi komisyona meşruiyet sağlaması için istiyorlardı. Yoksa CHP’nin görüşlerinden yararlanmak ya da demokrasinin gereği diye değildi.

Kaldı ki ortada bir demokrasi projesi zaten yoktu. İktidar, düne kadar TBMM’den atılmasını istediği, terörist dediği DEM’lilerle, Öcalan’la ve PKK’yle açılımı, birbirini bütünleyen, ikisi iç biri dış üç nedenle istiyordu: 

1) CHP ile DEM’in belediye seçiminde yaptığı ittifakın tekrarlanmasını önlemek. 2) Erdoğan’ın dördüncü kez Cumhurbaşkanı olabilmesi için DEM’in oyuna ihtiyacı var. DEM’siz bir yeni anayasa mümkün değil çünkü. 3) Esad’ın devrilmesi sonrasında ABD Suriye’yi şekillendirme üzerinden Ortadoğu’da yeni bir düzen kurmaya çalışıyor. Ankara bundan pay kapma peşinde. 

Kimlik siyasetlerine karşıyım ama daha iyi anlatabilmek için belirteyim: “Etnik kimliği Kürt, ulusal kimliği Türk olarak” ya da “Kürt kökenli Türk olarak” veya “Kürt alt kimlikli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak” ya da “Türkiye Kürt’ü olarak” aylardır anlatmaya çalışıyorum: 23 yıldır her açılımı siyasal konumlarını güçlendirmek için yaptılar. Ne barış, ne çözüm, ne demokratikleşme, ne de özgürlük arayışındalar. Bu nedenle her açılımları fiyaskoyla sonuçlandı, her açılımları terörü büyüttü, her açılımları Türk ile Kürt’ü daha çok karşı karşıya getirdi. Son açılım güneydoğuyu savaş alanına çevirdi ne yazık ki… 

CHP Komisyon’u terketmelidir

CHP aslında tam da bu projenin gereği olarak iktidarın saldırısı altında; partisi kapatılmaya ve kayyımlarla yönetilmeye çalışılıyor, belediye başkanları tutuklu, 15 milyon dilekçeli cumhurbaşkanı adayı tutuklu…

Ülkenin ana muhalefet partisinin tasfiye edilmeye çalışıldığı şartlarda açılım sürecinin iddia ettikleri gibi “demokratikleşme” hedefiyle yapılıyor olması elbette mümkün değildi. CHP bu nedenle 31/51 oylamasında da görüldüğü üzere, hiçbir etkisinin olamayacağı bu komisyona baştan girmemeliydi. 

Hata etti girdi. Ama artık bu komisyonun amacının çözüm, barış, demokratikleşme olmadığını görmüş olmalı. CHP bu nedenle ABD sponsorlu bu AKP-MHP-DEM projesine destek vermeyi bırakmalı ve komisyonu terketmelidir.

Gerçek demokratikleşme ve çözüm, ancak AKP-MHP sonrasında mümkündür.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Kasım 2025

, , , , , ,

1 Yorum

Öcalan’dan Erdoğan’a iki mesaj

ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmet el-Şara’yı 10 Kasım’da Beyaz Saray’da “ağırlamaya” hazırlanıyor. 

Kuşkusuz Beyaz Saray’a kabul edilmek, ağır taleplerin masada olduğu anlamına geliyor. Nitekim aynı gün Washington’da İsrail-Suriye güvenlik görüşmelerinin beşincisi yapılacak. Trump Şara’dan yıl sonuna kadar İsrail’le normalleşmesini istiyor.

ABD, ağır taleplerini kabul ettirebilmek için “yaptırım” kartını kullanıyor. Washington BM Güvenlik Konseyi’nden ziyaret öncesinde HTŞ terör örgütü liderleri durumundaki Suriye Cumhurbaşkanı Şara ve Suriye İçişleri Bakanı Hattab’a uygulanan yaptırımları kaldırmasını istedi. ABD’nin talebi kabul edildi. 

Şam’a ABD üssü

İsrail-Suriye normalleşmesi, ABD’nin inşa etmeye çalıştığı “yeni Ortadoğu düzeni” açısından kritik önemde. ABD’ye göre İsrail’in Suriye’yle normalleşmesi, Türkiye’yle normalleşmesinin de kolaylaştırıcısı olacak çünkü.

Öte yanda İsrail Suriye’de işgalci durumunda. Üstelik sadece daha önce işgal ettiği Golan Tepeleri ie sınırlı değil bu işgal. Beşar Esad’ın devrilmesini fırsat bilen İsrail, Suriye’nin güneyinde yeni yerler işgal etti. Aylar önce ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, bu yeni işgal edilen toprakların 400 kilometrekareyi geçtiğini açıklamıştı. Bu topraklarda artık İsrail’in 10 adet askeri üssü de bulunuyor. 

İşte ABD Şara’dan, bu işgale rağmen İsrail’le normalleşmesini istiyor. Haliyle bu Şara’yı içeri-dışarı dengesini gözetmeye zorluyor. 

Yeni gelişme ise şu: ABD Şam’da Mezze Hava Üssüne askeri birlik konuşlandırarak yeni bir üs kuruyor. Üssün ABD için üç önemli hedefi  olacak:

1) Üs, İsrail ile Suriye araasındaki saldırmazlığı denetleyecek. 

2) İsrail’in talebiyle askerden arındırılmış Suriye’nin güney bölgesinin kontrolünü sağlayacak.

3) Şam yönetimini sürekli baskı altında tutacak.

Şara’ya SDG sopası

Şara’nın ABD ziyareti öncesinde bazı SDG komutanları uluslararası basına açıklamalar yaptılar. Bu söyleşilerde ana mesajın “Şam’la savaş kapıda” olduğu görülüyor. 

Bu mesajlar bir yönüyle Beyaz Saray’da tavize zorlanacak Şara’ya “sopa” anlamına geliyor aslında, CENTCOM kaynaklı “YPG/SDG tehdidiyle Şara’ya şartları kabul ettirme” anlamına geliyor.

Suriye’nin idari yapısı konusunda Ankara ile Washington arasında görüş ayrılığı var. Ankara “üniter Suriye” istiyor ve İdlib’de destekleyerek cumhurbaşkanı olmasını sağladığı Şara’yı “üniter Suriye”ye zorluyor. Washington ise SDG’nin özerkliğini savunuyor. Bunu “Federasyon olmayan ama federasyona yakın Suriye” talebiyle formüle ediyor.  

Bu çelişki, Türkiye’deki açılım sürecini etkileyen bir düğüm durumunda. Çünkü Öcalan Türkiye’deki “toprak/devlet, federasyon, hatta özerklik” taleplerinden vazgeçti ama Suriye’de “özerklik/devlet” istiyor.

‘Şara’yla değil Kobani’yle görüş’

Abdullah Öcalan, yeğeni ve DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan aracılığıyla, kritik dönemeçte olan Suriye konusunda Erdoğan’a, Bahçeli’ye ve Türk devletine iki temel mesaj verdi:

1) Suriye’nin iç işlerine karışma: “Suriye meselesi Suriye ile çözülmelidir. Türkiye devleti de Suriye’nin müstakil bir devlet olmasından kaynaklı olarak daha hassas yaklaşmalıdır. Oranın iç işlerine çok müdahil olmamalıdır.”

2) Şara’yla değil Kobani’yle görüş: “Eğer bir ilişki geliştirilecekse, orada Kürtlerin yetkilileri, siyasetçileri ve öncüleri vardır. Ahmet el-Şara’dan ziyade Mazlum Kobani ile görüşülebilir, İlham Ahmed ile görüşülebilir.” (Cumhuriyet, 7.11.2025)

Öcalan’ın Erdoğan’a bu iki mesajı, son tahlilde şu anlama gelir: PKK’nin Ankara’ya “barış/çözüm” şartı, Suriye’de SDG’nin özerkliğini tanımasıdır.

İktidar cephesinde yaşanan “Komisyon İmralı’ya gitmeli – gitmemeli” tartışmasını bu mesajlarla birlikte ele almak gerekir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Kasım 2025

, , , , , , ,

Yorum bırakın

Çözümün önündeki iki engel

Açılıma karşı olduğunu söyleyeni hemen sıkıştırmaya çalışıyorlar: “Barışa karşı mısın yani?”, “PKK silah bırakmasın mı yani?”

Açılıma karşı olmak, barışa karşı olmak anlamına elbette gelmiyor, hele PKK’nin silah bırakmasından memnun olmamak anlamına hiç gelmiyor. Bu tür propagandalar, açılımcıların üçkağıtçılığıdır. 

Peki açılıma neden karşıyım?

1) Aynı aktörler, beşinci (2007-2009, 2010-2011, 2012, 2013-2015, 2025) kez açılım yapıyor. Farklı sonuç alınması olası mı? Problemin kaynaklarının probleme çözüm bulması olası mı?

2) İktidarın meselesi hiçbir zaman Kürt sorununa çözüm olmadı. Tersine, açılımlar taktik amaçlarla yapıldığı için, hatta daha büyük sorunlar doğurdu. (Son açılımın sonucundaki hendek savaşını anımsayın.)

3) İktidarın açılımcılığı, sorun çözmenin değil, iktidarını sağlamlaştırmanın, Türkiye’yi ABD’nin Ortadoğu düzeniyle uyumlaştırarak dış desteği sürdürebilmenin aracıydı. İktidarın açılımcılığı, aynı zamanda ulusal-devleti aşındırmada müttefik cephesi inşa etme taktiğiydi.

Açılımın ABD’nin yeni düzeniyle ilgisi

4) Son açılım ise içeride yeniden cumhurbaşkanı olabilmenin yolunu açabilme ve dışarıda ABD’nin yeni Ortadoğu düzeninden pay alabilmenin yoludur.

İsrail’in Filistin, Lübnan, Suriye ve İran’a saldırdığı ve Suriye’de Esad rejiminin yıkıldığı zeminde, ABD yeni bir Ortadoğu düzeni inşa etmeye çalışıyor. İsrail merkezli bu düzenin temel hedefi İran’dır. ABD ve İsrail, İran’ı Azerbaycan-Ermenistan hattı üzerinden kuzeyden, Türk-Kürt-Arap ittifakı ile batısından kuşatmak istemektedir. 

İktidarın açılımı Türk-Kürt-Arap söylemiyle, Safeviye karşı Yavuz-Kürt İdris ittifakına atıfla, Suriye’deki gelişmelere paralel şekilde ve içeride Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcıları gibi Lübnanvari bir idari yöntem alıştırmasıyla ele alıyor olması, esasa işaret etmektedir.

Kısacası açılımın aktörlerinin esas amacı, ABD’nin İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu düzeni inşasına uygun şekilde hazırlanmaktır.

Türk ve Kürt ırkçılığı

Bu köşede sürece dair yazılar yazdım, Youtube kanalımda geniş yayınlar yaptım. Aynı yazıya, aynı yayına iki uçtan gelen “zıt suçlamalar”, çözümün önündeki iki engel grubun kim olduğuna işaret ediyor.

Örneğin kendimi “Kürt kökenli Türk vatandaşı” diye tanımlamama Kürt ırkçısı “Kürt kökenli diye bir şey yok, ya Kürtsün, ye değilsin” diye, Türk ırkçısı da “Kürt kökenli diye bir şey yok, bu ülkede yaşıyorsan Türksün” diye tepki gösteriyor. Yani “Kürt kökenli Türk vatandaşlığım” Kürt ırkçısını da Türk ırkçısını da rahatsız ediyor.

Boy, budun, klan, kavim, kabile, etnisite, ulus tarihsel olarak çeşitli toplum düzenleri içindeki sosyolojik kategorilerdir. Çağımızın ana sosyolojik kategorisi ulustur. Hatta feodalite aşılırken, devrimlerle önce ulusal devletler kurulmuş; uluslar onu izlemiştir. (Massimo d’Azeglio’nun “İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmalıyız” sözü, bu tarihselliğin özüdür)

Ulusal devletler inşa olurken, tarihsel, toplumsal, ekonomik vb. nedenlerle, içlerindeki en büyük/güçlü/ileri olan etnik grup, ulusal devlete rengini vermiştir. Örneğin Frankların Fransa’ya rengini vermesi, diğer etnik grupların Fransız olmasını engellememiştir. Çünkü ulusal kimlikler, siyasal ve kültürel kimliktir, çatı kimliktir, etnik kimlik değildir.

Bizim coğrafyamızda da Türk etnik grubu tarihsel nedenlerle Türk devrimine rengini vermiştir. Buna ah vah etmenin bir anlamı yok. Türk, Kürt, Çerkes başta 24 etnisite, Türk ulusal kimliği adı altında birleşmiştir. (Şartlar başka türlü olsaydı, devrime Kürtler rengini verseydi, “Türk kökenli Kürt vatandaşı” olunacaktı bugün örneğin.)

Bu konuları tartışmayı sürdüreceğiz ama kısa bir izin istiyorum. Bugünden itibaren 15 kişilik bir gazeteci grubu olarak Çin’in Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesine bir inceleme gezisi yapacağız. Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi hükümetinin davetlisi olarak, Çin’in İstanbul Başkonsolosluğu, Türkiye-Çin Dostluk Vakfı ve Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi koordinasyonunda yapacağımız bu gezi, gündemimiz açısından da yararlı bir gözlem olacaktır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Ağustos 2025

, , , , ,

2 Yorum

Federasyonumsu

Bu köşede tartıştık: Ne Öcalan’ın 27 Şubat’ta ilan ettiği demokratik entegrasyon, ne de Suriye’de 10 Mart’ta Şam ile SDG’nin yaptığı anlaşmada yer alan SDG’nin Suriye devleti ve ordusuna entegrasyonu, net değil. 

Her ikisinin de “bilerek” muğlak bırakıldığı ortada… 

Nitekim, Washington ve Şam’dan gelen son mesajlar, o muğlaklığın nedenine ve daha önemlisi hedefine işaret ediyor.

Ademi merkeziyetçi yapıya doğru

Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gazetecilerle bir araya gelen Suriye Devlet Başkanı Ahmet eş-Şara, bölünme içermeyen, merkezi hükümet ekseninde bir ademi merkeziyetçiliği konuşabileceklerini açıkladı. (Rudaw, 26.8.2025).

Peki, hem merkeziyetçi hem ”ademi merkeziyetçi” bir siyasal yapı nasıl olabilir?

Bir başka mesaja geçelim…

ABD’nin ünlü Washington Post gazetesi haber yaptı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, bir ay önce bir grup gazeteciye, Suriye’nin “aşırı merkeziyetçi” bir devlet yapısına alternatifleri düşünmesi gerekebileceğini söylemişti: “Bir federasyon değil ama ondan biraz daha hafif bir şey; herkesin kendi bütünlüğünü, kültürünü, dilini korumasına izin veren ve İslamcılık tehdidi barındırmayan bir model.” (Washington Post, 23.8.2025)

ABD’nin federasyon planı

Yani ABD’nin Suriye Valisi Tom Barrack bir ay önce “Federasyon değil ama ona yakın bir şey” istiyor, Suriye Devlet Başkanı Şara ise bir ay sonra bunu “merkeziyetçi eksende ademi merkeziyetçi yapı” şeklinde formüle ederek kabul ettiklerini ortaya koyuyor.

Federasyon olmayan, federasyonumsu bir Suriye inşa etmek istiyorlar yani… 

Bir ABD stratejisi bu: Hedef aldığı bölge ülkelerini adım adım federasyona götürüyor.

Irak’ta öyle oldu. ABD silahıyla federasyon yaptılar. Kuzey’de özerk bir Barzanistan oluşturdular. Cumhurbaşkanının Kürt, başbakanın Şii ve meclis başkanının Sünni olma şartını federasyon anayasasına soktular.

ABD aynı hedefi şimdi Suriye’de hayata geçirmeye çalışıyor. Önce “tek millet, tek halk, tek ordu, tek Suriye” propagandası yapıyor, sonra “ama aşırı merkeziyetçi” olmamalı diyerek yumuşatıyor ve “federasyon değil ama federasyonumsu” bir yapı isteyerek, esas niyetini ortaya koyuyor.

ABD Öcalan’ın o ilanını düzeltir mi?

Türkiye’de aynı aktörlerle beşinci kez yürütülen açılımı, Irak ve Suriye’deki gelişmelerden ayrı düşünmek olası değil. Zira PKK’nin kendisini feshetmesinin hangi ülkedeki kollarını kapsayıp kapsamadığı ve özellikle Suriye’de SDG’nin silah bırakıp bırakmayacağı ve Suriye ordusuna nasıl entegre olacağı önemli bir tartışma konusu…

Öcalan 27 Şubat tarihli açıklamasında artık ulus-devlet, federasyon, özerklik istemediklerini ilan etmişti. Öyle ki bu kimi Kürtlerde hem hayal kırıklığı yaratmış hem de tepkiye dönüşmüştü.

Acaba açılımın ilerleyen aşamalarında, bu konuda da bir değişiklik olacak mı? “Tek millet, tek devlet” deyip, oradan “Federasyonumsu yapı”ya direksiyonu kıran ABD, Öcalan’ın “hiçbir şey istememe” ilanını da revize eder mi?

Unutulmamalı: Sonuncusu da dahil tüm açılımların asıl mimarı Washington’dur!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
28 Ağustos 2025

, , , ,

Yorum bırakın

İstanbul Kürt’ü ne istiyor?

Yeni Açılım başladığında, DEM’in kıdemli İmralı heyeti üyesi Ahmet Türk şöyle demişti: “Irak ve Suriye Kürtleriyle görüştüm. Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de tıpkı Osmanlı’daki gibi, Türklerle birlikte yaşamak istiyor.”

O zaman TV yayınında sormuştum: Peki İstanbul Kürtleri ne istiyor? Acaba İstanbul Kürtleri, aşiret ilişkilerinin belirleyici olduğu Barzani ve Talabani Kürtleriyle, daha önemlisi Osmanlı’daki gibi, birlikte yaşamak istiyor mu? 

Mesele Kürt sayısı ise İstanbul dünyanın en büyük Kürt şehridir ve biz İstanbul Kürtlerinin görüşü Irak ve Suriye Kürtlerinin görüşünden daha önemsiz değildir!

Siyasi parti değil aşiret örgütü

Irak Kürtleri, ağırlıkla Erbil merkezli KDP ve Süleymaniye merkezli KYB partilerinin etrafında örgütleniyor. Bu iki örgüt, uzun yıllar çatıştı. ABD iki örgütü zorla barıştırıp, Irak’ın kuzeyinde bu iki örgütün birlikte yöneteceği bir özerk devlet kurdu. Örgüt ya da parti diyoruz ama aslında KDP ve KYB bir siyasi partiden çok bir aile partisi ve aşiret örgütlenmesidir. KDP Barzanilerin, KYB de Talabanilerin örgütüdür.

KYB’nin lideri Bafel Talabani, partinin eski eş başkanı olan kuzeni Lahur Talabani ve kardeşlerini bir çatışmanın ardından tutukladı. Olay KYB içinde bir kuzen kavgası, aile içi güç mücadelesi, hatta darbe içinde darbe olarak nitelenebilir. Çünkü:

KYB lideri Celal Talabani ölünce, karısı Hero Talabani partinin geleceği için bir düzenleme yapmıştı. Hero Talabani, KYB’nin kurucu lideri İbrahim Ahmed’in kızıydı ve bu nedenle etkili bir isimdi. Partiyi babası kurmuştu, kocası da uzun yıllar yönetmişti. Hatta en sonunda Celal Talabani, Irak cumhurbaşkanı da olmuştu. Çünkü ABD’nin Lübnanlaştırdığı Irak’ta cumhurbaşkanı Kürt, başbakan Şii, meclis başkanı da Sünni olacaktı. (Bahçeli’nin önerisini anımsayınız.)

Bacanak cumhurbaşkanları

Celal Talabani ölünce, Hero Talabani, şartları gözeterek, KYB’ye eş başkanlık sistemi getirdi. Celal ve Hero Talabani’nin oğlu olarak Bafel Talabani ile kuzeni Lahur Talabani KYB’nin eş başkanları oldular. Ancak Bafel Talabani eş başkanlar içinde daha güçlü durumdaydı. Çünkü Bafel’in karısı hem teyzesinin kızı hem de Irak Cumhurbaşkanı Abdüllatif Reşid’in kızıydı. 

Somutlayayım: İbrahim Ahmed, Barzanilerden kopup KYB’yi kurduktan sonra, kızlarından Hero’yu Celal Talabani ile, kızlarından Şanaz’ı da Abdüllatif Reşid’le evlendirdi. Böylece Celal Talabani ve Abdüllatif Reşid bacanak oldu. Celal Talabani ölünce, sırasıyla Fuad Masum ve Behram Salih cumhurbaşkanı oldular, onları bacanağı Abdüllatif Reşid izledi. Bacanak cumhurbaşkanlarından birinin oğlu ile diğerinin kızını evlendirdiler. 

İşte Bafel Talabani bu iki gücü birden kullanarak, kuzeni olan eş başkanı Lahur Talabani’yi tasfiye etti. Lahur Talabani de KYB içindeki muhalifleri toplayarak Halk Cephesi kurdu. Bu güç mücadelesi en sonunda silahlı bir çatışmaya dönüşmüş oldu.

KDP-KYB-PKK güç mücadelesi

KYB’nin Irak Kürdistanı Yönetimindeki (IKY) ortağı ama aynı zamanda rakibi olan KDP ise Bafel ile Lahur Talabaniler arasında dört yıldır süren bu “aile içi güç mücadelesini” kendi hakimiyetini artırmanın fırsatı olarak görüyor.

Öte yandan Barzaniler, ağırlıkla KYB bölgesinde bulunan PKK’den de rahatsızlar. Çünkü Barzani aşireti, Irak Kürdistanı’nın tek hakimi olabilmek için fırsat buldukça PKK’yi sıkıştırmaya çalışıyordu. KDP karşısında geçen yıllar içinde gücü azalan KYB ise PKK’yi destekleyerek denge kurmaya çalışıyordu. İşte Öcalan’ın “düzenlenmeden” sızdırılmış 21 Nisan ve 30 Mayıs tarihli İmralı notlarında Barzani için kullandığı çok ağır sözler de bu güç mücadelesi nedeniyleydi.

Nasıl yaşamalı?

Görüleceği üzere aileler, aşiretler arası güç mücadelesi yaşanıyor Kuzey Irak’ta. Barzaniler ile PKK’nin güç mücadelesi Suriye’de de sürüyor, şimdilik uzlaştılar.

Peki 100 yıldır iyi kötü demokrasi yaşayan Türkiye Kürt’ü, Barzani ve Talabanilerin bu aşiret ilişkileriyle birlikte yaşamak ister mi? 

Tamam, ne yazık ki Mustafa Kemal’in devrimci cumhuriyeti ilerletilemedi, toprak ağalarıyla uzlaşan yeni egemen sınıf yoksul Kürt köylüsünü Kürt ağaların siyasi desteğine karşılık sattı, tamam Türkiye’nin Atlantik sürecinde demokrasisi ağır yara aldı, tamam bu süreçte iş Kürtleri inkâr etmeye kadar vardı, tamam Türkiye siyasal İslamcılığın baskısı altında ama herşeye rağmen Türkiye güneyindeki aşiret ilişkilerinin 100 yıl ilerisinde. 

O nedenle Osmanlıdaki gibi yaşamayı değil, devrimci cumhuriyetin işaret ettiği çağdaş uygarlığı hedefliyoruz biz; İstanbul Kürt’ü olarak, Kürt kökenli Türkler olarak, etnik kimliği Türk, Kürt, Laz, Çerkes olup de ulusal kimliği Türk olanlar olarak…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
25 Ağustos 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Öcalan aktif siyasete hazırlanıyor

Öcalan’ın “PKK’ye silah bırakma ve kendini feshetme” çağrısında bulunduğu 27 Şubat 2025 tarihli açıklamasının Kürtler açısından en önemli mesajı şuydu: “Ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olmamaktadır.”

Peki vazgeçilen ayrı devlet, federasyon, idari özerklik hatta kültürel özerklik yerine ne önerdi Öcalan? “Devlet ve toplumla bütünleşme” dedi. 

PKK’nin silah bırakması, kendini feshetmesi, ayrı devletten, federasyondan, idari özerklikten, kültürel özerklikten vazgeçmesi ve “devlet ve toplumla bütünleşmek” istemesi, elbette çok çok olumlu bir gelişmedir. 

Peki “demokratik entegrasyon” dedikleri bu “devlet ve toplumla bütünleşme” nasıl gerçekleşecek?

Demokratik entegrasyondan kim ne anlıyor?

Bir kere demokratik entegrasyonun aktörler tarafından aynı şekilde anlaşılmadığı görülüyor. Örneğin PKK yöneticilerinden Helin Ümit’e göre “demokratik entegrasyon, kolektif hakların tanınması” anlamına geliyor.

Oysa “kolektif hakların tanınması”, bütünleşmeden ziyade “ayrı olarak tanınmaya” işaret ediyor. Diğer PKK ve DEM aktörleri de “demokratik entegrasyonu”, kendi bakış açılarına göre formüle ediyorlar. Ve çoğu, meseleyi Öcalan’ın 27 Şubat’ta ortaya koyduğu “devlet ve toplumla bütünleşme” perspektifinin çok dışında anlamış görünüyor. 

Peki sorun gerçekten de takipçilerinin Öcalan’ı anlama sorunu mu acaba? Yoksa “demokratik entegrasyon”, sürecin ilerleyebilmesi için muğlak bırakılmaya çalışılan bir konu mu aslında?

Öcalan’ın Londra örneği

30 Mayıs tarihli “düzeltilmeden” sızdırılmış İmralı notları, konuya bir ölçüde açıklık getiriyor. 

DEM heyetinin de kafası karışmış olmalı ki Öcalan’a soruyorlar: “Yani entegrasyon öz yönetime dayanıyor, değil mi?”

Öcalan’ın yanıtı şöyle: “Demokratik kurumlaşmaya dayalı. Kurumlar demokratik olacak. Sempatizanlarımız hangi kurumlaşmada yer alırlarsa mutlak güç olurlar. Kayyum atama, asla olmaz. (…) Londra belediyesi seçimle geliyor. Güvenliği ve her şeyi belediye başkanlığına bağlıdır. İskoçya örneğini verelim. Yerel meclis, milli takımı ve birçok özgün mekanizması var ama 300 yıldır Britanya ile birlikte yaşıyor.”

Görüldüğü üzere Öcalan’ın 30 Mayıs’ta örneklerle anlattığı türden entegrasyon/bütünleşme ile 27 Şubat’ta söylediği çok farklı.

Özerklik değil yerel demokrasi 

Mesele bu zaten. Sürecin her iki tarafı, AKP-MHP tarafı da PKK-DEM tarafı da “örtük amaçlara” sahip, her iki taraf da “perdeleme” yapıyor ve her iki taraf da şeffaflıktan uzak. Süreci, tıpkı öncekiler gibi, hendek savaşı benzeri daha kötü sonuçlara gebe bırakma potansiyeli de işte buradan kaynaklanıyor: Tarafların örtük hedefleri.

Örneğin Öcalan düzeltilmeden sızdırılmış 21 Nisan tarihli İmralı notunda aynen şöyle söylüyor: “Burada strateji şu olmalı: Türkiye federasyondan çok çekiniyor. Bilerek özerklik demiyorum, yerel demokrasi diyorum. Ama bu da dünyanın her tarafında özerkliktir. Londra örneği böyledir, önemlidir. Seçilen belediye başkanı dışında ayrıca vali yoktur. Yerel polis, yerel yapılar belediyeye bağlıdır.”

Devam ediyor Öcalan meseleyi açmaya: “Yeni paradigma böyle şekilleniyor. Federasyonla vb. ilgisi yok. Bunun demokratik toplumun sınırlarıyla alakası var. Topluma alan tanıyacağız. Hem yasalarda hem anayasada sıkı ifadesi olacak.”

Bahçeli ve Öcalan

Şu günlerde çok tartıştığımız TBMM Komisyonunun da esas amacının ne olması gerektiğini 30 Mayıs’ta belirtmiş Öcalan: “Bahçeli dedi ki ’Gelsin Meclis’te konuşsun, DEM Parti’ye önderlik etsin. Umut hakkı uygulansın’ Bunları gözeterek komisyon çalışması başlatılsın.”

Yani Öcalan doğrudan Meclis’te siyaset yapmaya hazırlanıyor. Zaten yine bu görüşmede yeni parti kuracağını da söylüyor: “DEM’i de yeni bir kongreye götüreceğim. Demokratik Cumhuriyet Partisi çerçevesinde örgütleyeceğim.”

Kısacası, yola Necip Fazıl toplantılarında birlikte başlayanlar, yolu birlikte tamamlama niyetindeler özetle… 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Ağustos 2025

, , ,

Yorum bırakın

Öcalan’ın Misakı Milli’si

Biri 21 Nisan, diğeri 30 Mayıs tarihli iki İmralı Notu sızdırıldı. Bunu hangi kesimin ne amaçla sızdırdığı ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu. Çünkü Öcalan, DEM heyeti ve devlet yetkililerinin yaptığı bu görüşmelerin “düzeltilmemiş” ham hali, en azından görüşmede adı geçen kimi iç ve dış aktörler nezdinde sorun çıkaracak cinsten. 

İşin o boyutunu uzmanlarına bırakarak, İmralı Notlarındaki “Misakı Milli” konusunu ele alacağım.

Açılımın zokası

Biliyorsunuz, daha öncekiler de dahil her açılımda “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” denildi. Bu son açılım da aynı hedefle, Misakı Milli denilerek yürütülüyor.

Kuşkusuz “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” konusu bir hayaldir, ama kurulmaktadır. Cumhur İttifakı’nın Suriye’de “nüfuz bölgesi” elde etme amacından tutun, Halep’e, Musul’a, Kerkük’e plaka dağıtmalarına kadar pek çok politikaları bu amaçladır. 

Ama “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hedefi, aynı zamanda Türk ve Kürt milliyetçilerini projeye kaydetmenin zokasıdır. Türkiye’nin genişlemesi Türk milliyetçileri için, Kürt bölgesinin büyüyecek olması da Kürt milliyetçileri için zokadır.

Öcalan önce Suriye’yi işaret etti

Peki Öcalan bu konuda ne diyor? Aynen şöyle diyor 21 Nisan’da: “Misakı Milli, Türk-Kürt ittifakının özüdür. Bu ittifak birinci planda Suriye’de yürüyecek. Birinci plan bu. Türkiye’ye Türkiye katar bu. Suriye eşittir Türkiye kadar değerdir.”

Misakı Milli açısından birinci plan Suriye. Ya ikinci plan? Onun da Irak olduğunu biliyoruz.

Öcalan’ın Misakı Milli formülü; ABD Büyükelçisi Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisini, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ümmeti” çıkışını ve elbette Bahçeli’nin Halep’e, Musul’a, Kerkük’e plaka dağıtmasını bütünlüyor. 

Misakı Millicilik, bugün Osmanlıcılıktır

Misakı Millicilik elbette bazılarının kulağına hoş gelebilir. Ama Öcalan’ın, Barrack’ın, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin bugün savunduğu Misakı Millicilik, Türkiye’cilik değildir; Osmanlıcılık ve İslamcılıktır!

Osmanlı imparatorluğunun dağıldığı süreçte, dağılmayı önleyebilmek için Osmanlıcılık denendi, İslamcılık denendi, olmadı, olamazdı. En sonunda Türkçülük denendi. 

Misakı Milli bu son sürecin direnme sınırıydı. Harbiye Nezareti ve Almanlar örneğin Mustafa Kemal’i dinleyip, I. Dünya Savaşı sırasında orduyu Halep-Cerablus hattına çekseydi; henüz daha diri durumdaki ordu düşmanı o hat üzerinde durdurabilirdi. Dolayısıyla sonrasında Misakı Milli ilan etmeye bile gerek kalmayacaktı. Ama Mustafa Kemal’i dinlemediler. 

Tarih, keşkeyle, şöyle olsaydıyla, böyle olsaydıyla ilerlemiyor ve elbette tarih geriye de gitmiyor. O günün koşullarında, belirlenen Misakı Milli sınırları içinde elde tutulabilecek azami topraklar elde tutuldu. Daha ilerisi için, Musul için savaşacak güç kalmamıştı. Parmak arası terlikle 28 gün askerlik yapanların bugün bol keseden atmasına benzemiyor işler. Düşünün firar eden asker sayısının fazlalığı nedeniyle, Sakarya savaşı tarihe subay savaşı diye geçti!

Bugün Misakı Millicilik, Türkiyecilik değildir 

Halep alınamadı, Musul alınamadı. Doğru, alınabilseydi Kürt sorunu üzerine yaşanılanlar belki de hiç yaşanmayacaktı. Ama o günün koşullarında mümkün değildi ve genç Türkiye biraz güçlenince, son sınır düzeltmesini Hatay ile yapıp, sınır konusunu kapattı. 

Bugün haritaları yeniden tartışma konusu yapmanın, Misakı Milli üzerinden toprak talep etmenin Türklere de Kürtlere de bir yararı yoktur. Tersine Türklere de Kürtlere de komşularıyla uzun yıllar sürecek kaçınılmaz kan davası demektir bu. Dahası, sorunları harita değişikliğiyle çözme eğilimi, sonrasında Türklerle Kürtleri de karşı karşıya getirecektir.

O nedenle bugün Misakı Millicilik yapmak Türkiyecilik değildir.

Türklerin de Kürtlerin de (ve diğer halkların da) çıkarı, Türkiye, Irak, Suriye ve İran gibi bölge ülkelerinin “Batı Asya Birliği” kurmasındadır. Dört ülke içindeki tüm ortak halklar için de en demokratik çözümdür bu.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Ağustos 2025

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın