Posts Tagged Muhammed Mursi

ERDOĞAN STRATEJİK SAVUNMADA

Mısır “darbesinin” arkasında İsrail’in olduğunu iddia eden Başbakan Erdoğan, haliyle pek ciddiye alınmadı.

Dün AKP’nin elindeki belgelerden birini sorgulamıştık; hani Yeni Şafak’ın manşet yaptığı, MOSSAD şefinin “darbeden” üç gün önce Mısır İstihbarat şefiyle görüşmesini kanıt gösteren haberi…

Erdoğan’ın elindeki bir diğer “belge” de “entelektüel Yahudi” dediği Bernard Henry Levy’nin 2011 yılında yaptığı bir konuşma ve orada söylediği şu sözler: “Mısır’da ordu, Müslüman Kardeşler’in iktidar olmasına izin vermez.”

Kuşkusuz Erdoğan hangi kahveye girse, en az üç masadan duyacağı bir yorum bu!

Dolayısıyla artık soru şudur: Peki, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, bu kadar dayanaksız bir iddiayı nasıl dile getirir?

LEVY DÜN İYİYDİ, BUGÜN KÖTÜ!

Yanıtı arayalım ama bugün kötü adam ilan edilen Bernard Henry Levy’nin Bosna’dan Suriye’ye kadar hemen her konuda, hep Erdoğanların müttefiki olduğunu da anımsatalım:

Örneğin Levy, “ve Batı Bosna’da öldü” dediğinde gönüllerinde taht kurmuştu…

Örneğin Levy, Erdoğan’ın da yer aldığı Libya saldırısına açık destek ilan ettiğinde, muteberdi…

Örneğin Levy, “Suriye operasyonu Libya’dan daha iyi olacak; çünkü Türkiye var” dediğinde, akil adamdı… (El Arabia, 26 Temmuz 2012)

ERDOĞAN İSRAİL’E NEDEN SARILDI?

Peki, Erdoğan neden Levy’yi harcadı? Ya da şöyle soralım: Erdoğan neden bu kadar dayanaksız bir iddiaya sarılmak zorunda kaldı? Kuşkusuz çaresizlikten, seçeneksizlikten…

Erdoğan ve kurmaylarını çaresizlik içinde bu iddiaya sarılmaya iten nedenler ise şunlardır:

1. Mısır’da İhvan rejiminin yıkılması ve Muhammed Mursi’nin devrilmesi, Arap ülkelerinde Erdoğan’ın istediği tepkiyi görmedi. Tersine, Mısır Ordusu’nun hamlesini açıkça destekleyen Suudi Arabistan’ın etkisi hâkim oldu.

Arapların birleşeceği yegâne konu ise İsrail’dir. İşte Erdoğan, Mısır’daki gelişmelerin sorumlusunu İsrail ilan ederek bu ittifakı sağlamaya çalışıyor.

2. Erdoğan’ın en önemli siyasi yatırımlarından biri de Hamas’dı. Erdoğan Hamas liderlerinden Halid Meşal’i, büyük tepkilere rağmen Türkiye’ye davet etmiş ve görüşmüştü.

Ancak Hamas da Mısır konusunda Erdoğan’ı yüzüstü bıraktı. Hamas sözcüsü Sami Ebu Zühri, Mısır konusunda tarafsız olduklarını açıkladı. (Bu arada Hamas içinde Meşal’in değil, Abu Mazrık’ın inisiyatif aldığını özellikle belirtelim.)

3. Erdoğan İsrail’i suçluyor, çünkü ABD’yi suçlayamıyor!

4. Erdoğan Suudi Arabistan’ı da açıktan suçlayamıyor zira önümüzdeki aylarda sıcak paraya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyacak!

5. Erdoğan, iktidarının derin sarsıntılar geçirdiği şu günlerde, İsrail’i suçlamanın, hem gaz almaya hem de saflarını sıklaştırmaya yarayacağını hesap etmektedir.

ERDOĞAN STRATEJİK SAVUNMADA TAKTİK DENİYOR

Sonuç itibariyle Erdoğan yine çaresizce bir hamle deniyor. Üstelik dış politikası iflas eden Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin hamleleri, gittikçe etkisizleşiyor.

Tutarsız, dayanaksız, ölçüsüz bu taktik hamlelerin tek hedefi ise günü kurtarmak!

Zira Erdoğan, artık stratejik savunmada ve adım adım mevzi terk ediyor.

Müttefikleri yenilirken, Erdoğan ayakta kalmaya çalışıyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Ağustos 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

8 SORUDA MISIR GERÇEĞİ

Gazeteci Hilal Köylü, konuğu AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a aynen şöyle soruyordu: “Türkiye’deki küçük çocuklara askeri darbenin kötü olduğu nasıl anlatılmalı?” (Haber Türk TV, 11 Temmuz 2013)

Mısır’daki devrimi, Türkiye’deki çocuklara darbe diye anlatma ihtiyacının neden doğduğu kuşkusuz çok önemli siyasal bir problemdir. Ama gelin biz daha yararlı sorularla Mısır konusunu berraklaştıralım bugün:

ABD TAHRİR’E KARÇI ÇIKTI

1. Soru: ABD 30 Haziran’da Mısır halkının alanlara çıkmasını ve Muhammed Mursi’nin istifasını istemesini nasıl değerlendirdi?

Yanıt: Mursi’nin devrilmesinden birkaç gün önce ABD’nin Kahire büyükelçisi Ann Paterson, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin demokratik yoldan seçildiğini söyleyerek sokak gösterilerinden kaçınılmasını istedi! (Amerika’nın Sesi, 11 Temmuz 2013)

2. Soru: ABD Mısır Ordusu’nun darbe yapmasını ve Mursi’yi yıkmasını mı istedi?

Yanıt: Washington Enstitüsü Başkanı Robert Satloff: “General Abdülfettah el Sisi, Cumhurbaşkanı Mursi’ye ‘muhalefetle sorunlarını çöz, sana süre tanıyoruz’ dedi. 48 saatlik ültimatom verdi. Bu gizli bir şey değildi. Bu süre içinde Amerika Mısır ordusunu siyasi sürece müdahale etmemesi yönünde uyardı. Onlara tavsiyede bulunduk, ama bu tavsiyeye uyulmadı. Sonuçta koz Mısır ordusunun elinde ve o da kendi çıkarlarını düşünüyor.” (Amerika’nın Sesi, 12 Temmuz 2013)

ABD, HÂLÂ İHVAN DİYOR

3. Soru: ABD Mursi ve Müslüman Kardeşler (İhvan) karşıtı mı? Darbenin kurumsallaşmasını mı, sürecin biran önce normalleşmesini mi istiyor?

Yanıt: ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jen Psaki: “Müslüman Kardeşler’in temsilcileriyle temaslarımızı sürdürüyoruz. Onların bu sürecin parçası olmasını istiyoruz.” (Amerika’nın Sesi, 12 Temmuz 2013)

Washington Enstitüsü Başkanı Robert Satloff: “Mısır’da sivil yönetim sürecinin tesis edilmesi için uğraşıyoruz.” (Amerika’nın Sesi, 12 Temmuz 2013)

4. Soru: 30 Haziran’da alanlara çıkan Mursi karşıtı Mısır halkı ABD’ye nasıl bakıyor?

Yanıt: Daha önce Ufuk Ötesi’nde işlemiştik. Bu sorunun en somut yanıtı, alanlarda taşınan pankartlardır. O pankartlar ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı çıkılıyor, Obama’nın Mursi’ye verdiği destek nedeniyle ikisi de protesto ediliyor, hatta ABD’nin Kahire Büyükelçisi Ann Paterson’un Müslüman Kardeşlerle özel ilişkisi sorgulanıyordu. Obama, Paterson ve Mursi’nin üstüne çarpı atılmış resimleri Tahrir’in en göze batan afişleriydi.

ABD, BÖLGEDEKİ ETKİSİNİ KAYBEDİYOR

5. Soru: Peki ABD, Erdoğan’ın da dikkat çektiği gibi neden darbe demiyor?

Yanıt: ABD olanı resmi olarak “darbe” diye nitelerse, Mısır’a yaptığı askeri yardımı kesmek zorunda kalacak. Bu ise Mısır Ordusu’nu tamamen karşısına alması demek. Tersini yaparak iletişimi sürdürmeyi ve yardımları üzerinden kontrol sağlayabilmeyi hesaplıyor. Üstelik ABD, her halükarda kazananla yürümek istiyor.

6. Soru: Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ABD’nin müttefiki olarak Suriye’de ortak politika yürütüyorlardı. Mısır’da neden ayrıldılar?

Yanıt: İki ülke arasında mutlaka büyük ya da küçük çıkar çatışması vardır. ABD güçlü iken, bölgedeki aktörleri arasındaki çelişmeleri bastırabiliyordu. Ancak ABD zayıfladıkça, bu aktörler arasındaki çelişmeler yürürlüğe giriyor. Selefi Suudi Arabistan, İhvancı bir Mısır’ın Ortadoğu’da güçlenmesini istemiyor. Tersi de geçerlidir.

7. Soru: Bu durumda Mısır’da olan ne? Darbe mi, devrim mi? Yoksa ordu halkın devrimini mi çaldı?

Yanıt: Mısırda alanlara çıkanlara göre Mursi’yi yıkan 30 Haziran, Mübarek’i yıkan 25 Ocak devrimin yeni bir dalgasıydı. Ordu’nun 3 Temmuz’da devreye girmesi ise darbe değil, halkın devrimine destektir. Zira Ordu, bir seçim yapmıştır: Ya Mursi’nin emrine uyup alanları ezecek, ya da halkla birleşip Mursi’yi yıkacaktı. Üçüncü bir seçeneği yoktu!

8. Soru: Peki Türkiye’de neden Mısır’da darbe olduğu varsayılıyor?

Yanıt: AKP darbe demeye mecbur. Böylece hem bölgedeki bir müttefikinin yenilgisini gayrimeşru göstermiş olacak, hem de Türkiye’ye yansımasını bir parça yumuşatmış olacak!

AKP dışındaki kesimlerden gelen “darbe” saptaması ise saha ziyade bir aydın hastalığı olarak nüksetmiş durumda. Bu aydınlarımıza göre dünyada ABD’nin yönlendirmediği tek bir siyasi gelişme yoktur. ABD her şeye egemendir.

Oysa dünya değişiyor; Atlantik Cephesi iniyor, Asya-Pasifik cephesi yükseliyor. Irak’ta ve Afganistan’da yenilen, Büyük Kürdistan’ı 20 yıldır kuramayan, Suriye’de 2,5 yıldır Esad’ı deviremeyen bir ABD, artık her şeye egemen değildir.

ABD zayıfladıkça, müttefiki olan ordular da hizadan çıkmaktadır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Temmuz 2013

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

ERDOĞAN TIKANDI, AÇILIM BİTTİ

BOP Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin önüne koyduğu bir numaralı görevi şu sözlerle tarif etmişti: “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde bir merkez yapacağız.” (Kanal D, 14 Şubat 2004)

Diyarbakır nasıl merkez olacaktı? ABD Irak’ı iki kere işgal ederek Erbil merkezli bir devletçik kurmuştu zaten. AKP, ABD adına Suriye’de Esad’ı yıkarak, Kamışlı merkezli ikinci bir devletçiğe aracılık edecek, ardından Erbil ile Kamışlı birleşerek, Kürdistan Akdeniz’e açılmış olacaktı. Sonra bu yapı ile “demokratik özerklik” ilan edilen Türkiye’deki parça birleşecek, ortaya Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan çıkacaktı.

Bu projenin gerçekleşebilmesi için AKP’nin hem içeride hem de dışarıda yapması gereken ödevleri vardı. İçeride PKK’yle masaya oturmak ve Kürt Açılımı yapmak gibi… Dışarıda Suriye’ye terör ihraç etmek, Kuzey Irak’ı himaye etmek, Sünni mezhepçiliği üzerinden İran’ı kuşatmak ve yalnızlaştırmak, Ortadoğu’ya “model” olarak İhvan diktatörlükleri kurmak…

Erdoğan ve kurmayları, bu projeyi AKP tabanına yutturabilmek için Osmanlıcılık oynadılar. Davutoğlu “100 yıl sonra yeniden buluşmak” diyerek anlatıyordu projeyi… Elbette Osmanlıcı değillerdi; Neo-Osmanlıcı’ydılar, yani BOP’çu!

Erdoğan’ın bu projedeki iş arkadaşları şu isimlerden oluşuyordu: Türkiye’den Öcalan ve Fethullah Gülen. Irak’tan Allawi, Haşimi, Barzani ve Karayılan. Suriye’den El Hatip ve Salih Müslim. Mısır’dan Muhammed Mursi. Katar’dan El Tani. Lübnan’dan Hariri.

Erdoğan önce Bush’un “stratejik ortağı” olarak, ardından da Obama’nın “model ortağı” olarak bu ekipten ve işlerden sorumluydu. Yani Erdoğan Atlantik cephesinin Ortadoğu koordinatörüydü.

Peki, şimdi durum ne?

IRAK’TA BARZANİ SAF DEĞİŞTİRDİ

Atlantik cephesi, Irak’ta Allawi’yi başbakan yapmaya çalıştı. Hatta kabine üyeleri Ankara’da Davutoğlu’nun evinde belirlendi. Ama güçleri yetmedi. Irak’ta Maliki kazandı. Erdoğan ve ekibi daha sonra Haşimi üzerinden Irak’ta saray darbesine soyundu. Ancak Talabani’nin de katkısıyla oyunları bozuldu, maskeleri düştü. Son olarak Erbil’i Bağdat’tan koparma hamlesine soyundular ve fakat yine başaramadılar!

Maliki “Irak’ın birliğini yeniden oluşturmak” için gerekirse silaha başvuracağını Dicle Ordusu kurarak Barzani’ye gösterdi. Moskova ise Suriye’ye peşmerge sevk eden Barzani’yi açık bir şekilde tehdit etti. Ve Barzani mecburen saf değiştirdi.

Maliki ve Barzani’nin hafta sonu Bağdat’ta bir araya gelmesi, hem Irak’ın birliği demekti hem de Esad’ın doğu cephesinin rahatlaması demekti. Ama hepsinden önemlisi Erdoğan’ın yenilgisi demekti!

SURİYE KURTULUŞ SAVAŞINI KAZANIYOR

2 yıl önce AKP hükümetinin 15 gün ömür biçtiği Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bugün çok daha güçlü. Birkaç ay önce Obama’nın zorlamasıyla Erdoğan ve Netenyahu Suriye hedefli olarak barışmış ve Esad kuzeyden sonra güneyden de kuşatılmıştı.

İsrail Golan tepeleri üzerinden ve hava uçuşlarıyla saldırıya geçmiş, güney cephesinin doğu kanadında ise ABD ile Ürdün küçük manevralar yaparak hazırlıklara başlamıştı. Güney cephesinin gerisindeki Mısır ise son olarak Esad’a karşı cihat ilan etmişti!

Önce Hizbullah’ın devreye girerek İsrail’i yavaşlatması, ardından da Mısır’da Mursi’nin devrilmesi güney cephesini dağıttı! Ürdün de kısa bir süre içerisinde pozisyon değiştirecektir.

Doğu cephesindeki son durumu Irak konusunda işlemiştik. Esas cephe ise AKP’nin abandığı kuzey cephesiydi. Üç dört ay önce Şam’ın dış mahallelerine kadar inebilmiş olan teröristler bu süreç içerisinde adım adım kuzeye sürüldü. Suriye devleti önce Halep’i sonra da Homs’u teröristlerden temizledi ve sınıra doğru ilerlemeyi sürdürüyor. Koltuğunu koruma manevralarıyla uğraşan Erdoğan’ın ise Esad’a karşı hamle yapacak hali yok!

Davutoğlu’nun koordine ettiği SUKO ve Özgür Suriye Ordusu’nun “Ramazan’da ateşkes” çağrısı yapmak zorunda kalması, bu cephedeki durumu en açık şekilde ortaya koyuyor!

ABD KAYBETTİ, ERDOĞAN KAYBETTİ, PKK KAYBETTİ

Peki, tüm bunlar ne anlamına mı geliyor?

1. ABD’nin Büyük Kürdistan projesi çöktü. Basra’dan Doğu Akdeniz’e Kürt Koridoru kurmak hayal oldu.

2. Barzani’yi yanında tutamayan, Esad’ı deviremeyen, Mursi’yi iktidar yapamayan AKP hükümeti, bölgede yalnızlaştı. Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, tüm komşularıyla ve hatta komşularının komşularıyla sorunlu hale geldi.

Peki, şimdi ne olacak? Esad güçlenince yeniden “üçüncü yol” diyerek Suriye’de pozisyon değiştiren PKK, benzerini Türkiye’de de yapabileceğinin sinyalini verdi. Murat Karayılan’ın yerine Cemil Bayık’ın geçmesi bu nedenle önemli.

Gezi eylemleri PKK-BDP içinde yeni bir tartışma başlattı; müzakere yürüttükleri AKP, masadan her an düşebilirdi… Bu nedenle “Açılım tıkandı” diyerek AKP’yi somut adımlar atmaya zorluyorlar. AKP düşmeden, yeni kazanımlar peşindeler.

Ama Türkiye artık şu gerçeği yaşamaktadır: Tıkanan Açılım değil, aslında Erdoğan’ın gücüdür; daha doğrusu Erdoğan’a o gücü veren ABD’dir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Temmuz 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD TAHRİR’İN NERESİNDE?

Mısır’da ayaklanan 30 milyon halkı yok sayan ve devrimi darbe diye kirletmeye çalışanlara göre Ordu, ABD adına Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirdi.

Bu mantığa göre Mursi ABD karşıtıdır ya da en azından politikaları ABD’nin çıkarlarına aykırıdır.

Peki, öyle mi? Yanıtı gelin en iyisi Tahir versin:

ABD KARŞITI PANKARTLAR

Tahrir Meydanı’nda yer alan onlarca pankarttan aşağıdaki üçü, her aktörü yerli yerine oturtuyor ve niyetlerine göre “analiz” yapanlara en somut yanıtı veriyor:

Pankartlarda Mısır’da terörizmi destekleyen ABD ve Obama’ya tepkiler var.

 

ABD’nin Kahire Büyükelçisi Ann Paterson’a öfke var. Paterson’a “geçen yaz ne yaptığını biliyoruz” diyen pankartlar var.

 

Obama’nın diktatör Mursi’nin destekçisi olduğunu belirten pankartlar var.

 

Özetle Tahrir’de ABD karşıtlığı var.

Peki, Tahrir hem ABD karşıtıysa hem de Mursi’yi devirmek istiyorsa, Mursi nasıl ABD karşıtı olabilir? Yanıt bizim analistlerin karmaşık cümlelerine sığamayacak kadar basit: ABD Mursi’nin arkasındaydı!

Peki, bu durumda Halk ve Ordu, Mursi’yi nasıl ABD adına devirmiş olabilir? Yanıt yine Tahrir’de: Mısır ABD’nin Mursi’sini ve ABD’nin çıkarlarını yıktı!

ABD’NİN MK İLE İLİŞKİSİ

ABD’nin Müslüman Kardeşler (MK) ile ilişkisinde üç kritik aşama var:

1. 2006 yılında MK’in genel mürşidi Muhammed Mehdi Akif’in ABD’yle ilişkiye açık olduklarını ilan etmesi.

2. İki yıl süren temaslara uygun olarak Obama’nın 2009’da Kahire konuşmasında MK’ye sıcak mesaj vermesi.

3. 2011 devrimini yörüngesinden çıkarmak için Mursi’nin Cumhurbaşkanı yapılması.

MK bildiğiniz gibi 25 Ocak 2011’de ivmelenen ve Mübarek’i deviren halk hareketine önce hiç katılmadı. Bilahare ABD Özel Temsilcisi Frank Wisner’in MK ile yaptığı görüşmeden sonra alanlara çıktı.

Çünkü ABD, Mübarek’i kurtaramayacağını anladığı anda halk hareketinin kendisi için en az zararla sonuçlanmasına yöneldi. O noktadan sonra şöyle bir strateji izledi: MK’ye dayanacak, MK’nin üçlü parçasının ABD’ye “uyumlu” olanını liderliğe oynatacak ve “Mübarek’i feda edip, rejimi kurtarmak” amacıyla içindeki Amerikancı yapılar üzerinden Ordu’yla uzlaşacak.

İşte Mursi’nin 2011 devriminden 1 yıl sonra Cumhurbaşkanı yapılmasının sebebi budur, sandık değil!

ABD bu bir yıl içinde de Mısır halk hareketinin tamamen sönümlenmesi için uğraştı ama gücü yetmedi ve 30 Haziran 2013 ayaklanmasına engel olamadı.

Peki, bu bir yıl içerisinde neler yaptı?

İSTENMEYEN ABD ELÇİSİ

Sadece şu üç örnek bile her şeyi özetlemektedir:

1. MK’nin İran’la yakınlaşmak isteyen kanadına baskı uyguladı. CBS kanalına demeç veren ABD’nin Kahire Büyükelçisi Ann Paterson, İran ile Mısır’ın MK hareketi arasında her türlü ilişki kurulmasına karşı olduklarını ilan etti.

2. 30 Haziran’dan beri Tahrir’de Ann Paterson’a karşı çok sert ve öfke kusan pankartlar açan Mısır halkı, geride kalan bir yıl içerisinde de Paterson’un sınır dışı edilmesini istemişti.

Örneğin 10 Mart 2012’de ABD’nin Kahire Büyükelçiliği’ne yakın bir semtte gösteri yapan Mısır Halkı, Ann Paterson’un ülkeden kovulmasını ve ABD’nin Mısır’a yaptığı askeri ve ekonomik yardımların reddedilmesini istedi.

Örneğin 1 Nisan 2012’de yine ABD karşıtı eylem yapan Mısır halkı, Meclis’in dış duvarını da yıkarak yürümüş ve Yüksek Askeri Konsey’den Ann Paterson’u ülkeden kovmasını istemişti.

3. 2011 devriminin en önemli hedeflerinden biri İsrail’in güvenliğini sağlayan Camp David anlaşmasının feshedilmesiydi. Tahrir dinamiği gibi MK’nin bir kanadı da böyle istiyordu. Ancak ABD ile MK’nin halkın devrimini çalmakta uzlaşmasının bir bedeli vardı. O bedeli Ann Paterson şöyle ilan ediyordu: “Kahire ve Tel Aviv, aralarında imzalanan anlaşmalara saygı duyuyor.”

Şu çarpıcı örnek bile aslında süreci net özetliyor: Mübarek devrilmeden önce Gazze’ye açılan tünelleri kapatmıştı. Yani Filistin sadece İsrail’in değil, Mısır’ın da ablukası altındaydı! 2011 devriminden sonra Mısır tünelleri açtı ve Filistin’e el uzattı. Mursi’nin Cumhurbaşkanı olmasından sonra ise o tüneller yeniden Gazze’ye kapandı!

Gelin 3 Temmuz 2013’te Mısır’da ne olduğunu ve ABD’nin nasıl konumlandığını en somut şekilde özetleyen şu haberle bitirelim yazımızı: “Başkan Barack Obama,  demokratik yoldan seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ordu tarafından devrilmesi üzerine Mısır’a yapılan Amerikan yardımının gözden geçirilmesi emri verdi.” (Amerika’nın Sesi, 4 Temmuz 2013)

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Temmuz 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

DARBE Mİ OLDU, DEVRİM Mİ?

Mısır halkı, önceki akşam Muahmmed Mursi’yi devirerek çalınmış devrimine sahip çıktı. Şöyle ki, halk 2011’de devrim yapmış fakat ABD “rejimi kurtarmak” adına hem Ordu’yla, hem de bir bölümüne yaslandığı Müslüman Kardeşler’le uzlaşarak, devrimi lekelemişti. Mursi, bu uzlaşmanın sonucunda 2012’de cumhurbaşkanı olmuştu. Ve halk hareketi, Ordu’yu da peşine takarak şimdi o lekeyi temizledi ve Mursi’yi yıktı!

Kuşkusuz Ordu içinde Amerikancı olanlar vardır fakat Ordu bir bütün olarak halkın yanında olmayı seçmiştir.

İki yıl önce Hüsnü Mübarek’in yıkılmasına “devrim” manşeti atanlar, Mursi’nin yıkılmasına ise “darbe” dediler. Peki, Mübarek’in yıkılması ile Mursi’nin yıkılması arasında ne fark var? Olanlar darbe mi, devrim mi? İnceleyelim:

ORDUSUZ DEVRİM OLMAZ

Mübarek’in yıkılması da, Mursi’nin yıkılması da devrimdir. Her ikisinde de asker somut vardır. Zaten ordusuz devrim yoktur. Amerikan devriminden Çin devrimine, Türk devriminden Rus devrimine kadar tüm devrimlerde ordu vardır.

İlkine devrim diyenlerin ikincisine darbe demesi, askerin varlığıyla değil fakat Mursi’ye yakınlıklarıyla, siyasal İslamcılık ortaklıklarıyla ilgilidir. Dolayısıyla halkın devrimini, darbe diyerek lekelemek peşindedirler.

Gelin en iyisi darbe ve devrim kavramlarını sorgulayalım. En basit tanımımız şu: Ordu ABD ile birlikte hareket ederse darbe, halkıyla birlikte hareket ederse devrim olur!

Daha pratikten gidersek; eğer ordu halk evindeyken iktidara el koyuyorsa bu darbedir fakat halk alanlarda ve eylem yapıyorken onlara destek veriyorsa, bu devrimdir.

Bizim tarihimizden 27 Mayıs 1960 bir devrimdir. Ordu ve millet el ele Amerikancı bir iktidarı yıkmıştır. Mısır’ın tarihinde ise Nasır’ın 1953’te krallığı yıkarak cumhuriyeti ilan etmesi, bir devrimdir! Fakat örneğin halka rağmen yapılan ve halk evindeyken yapılan 12 Eylül, tipik bir darbedir.

Diğer yandan darbe, ileride olanı durdurmak ve geriye bastırmaktır; yani karşı-devrimdir. Devrim ise ileriye doğru olmaktır. Dolayısıyla kralı indirip cumhuriyeti kurmak, feodalizmi yıkıp kapitalizmi kurmak ya da kapitalistleri devirip sosyalizme geçmek ileridir ve dolayısıyla devrimdir.

ABD-TÜRKİYE-KATAR TAHRİR’E KARŞI

Başta AKP olmak üzere kimi kesimlerin Mısır devrimini hem darbe diye lekelemeye çalışması, hem de ABD’nin icazetiyle yapıldığı yalanına sarılması öğreticidir. Mısır Genelkurmay Başkanı Sisi’nin ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’le görüşmesini, bu icazete kanıt diye sunmaktadırlar.

Hatta Şamil Tayyar şöyle bir tablo çizmiştir: “Mısır darbesindeki ittifak; İsrail, İran, Suriye, Suudi Arabistan, BAE, ABD Neoconları. Bu fotoğraf yeni küresel oyunun acımasız yüzüdür.”

Tayyar’ın ABD ile Suriye’yi, İsrail ile İran’ı ve hepsini aynı cephede görmesi kuşkusuz çapsızlıktan değil, fakat çaresizliktendir. AKP’ye göre bütün dünya birleşmiş, Türkiye, Brezilya ve Mısır üçlüsüne operasyon yapıyor!

Bir bölümü de ABD’nin Mısır devrimine “darbe” dememesini ve Mursi’nin yıkılmasını engellememesini, teorilerine kanıt diye sunmaktadırlar. Bu ancak kuvvetle ilgilidir ve ABD’nin Mursi’yi kurtaracak kuvveti yoktur. ABD o nedenle Mursi’nin yıkılmaması için çabaladı fakat iktidar olanı da doğrudan karşısına almadı!

Bu gerçek için Irak örneği yeterince öğreticidir. ABD Allawi’yi başa geçirmek için uğraştı ve Türkiye’yi bu işe seferber etti. Ama olmadı ve Maliki kazandı. ABD ne yaptı? Maliki’yle de çalışmaya baktı!

ABD’nin Mısır’daki rolünün ne olduğunu anlamanın yolu basittir. Washington’a bölge dizaynında model ortaklık yapanlara bakılır. Kimdir onlar? Türkiye ve Katar yönetimleri. Her ikisi de olana darbe diyor,  Mursi’ye sahip çıkıyor ve Tahrir’deki halk iradesini yok sayıyor!

ESAD KAZANDI, MURSİ-EL TANİ-ERDOĞAN KAYBETTİ

Aslında tablo çok net. Gelin 30 Eylül 2012 gününe dönelim, AKP’nin 4. Genel Kongresi’ne… Hem Barzani, hem de Mursi Erdoğan’ın onur konuğu olarak kongredeydi. Erdoğan ve Mursi ikilisi, Esad’ı yıkma mesajlarıyla dolu konuşmalar yapmışlardı.

Peki, 9 ay sonra durum ne? Esad ayakta, El Tani çekildi, Mursi yıkıldı ve Erdoğan sallanıyor! AKP basınının dün neredeyse aynı manşetlerle çıkması da işte bu tablo nedeniyledir. Kahire’deki devrim olmuş, korkusu Ankara’da yaşanmıştır!

Peki, neden böyle bir tablo gerçekleşti? Çünkü Asya-Pasifik yükseliyor ve Atlantik çöküyor! ABD’nin BOP Projesi, Ortadoğu’yu dizayn etme hamlesi ve bölge ülkelerini ılımlı İslamcı hükümetlerle yönetme hedefi de çöküyor!

Suriye’de Esad’ın neden 2,5 yıldır yıkılamadığını ve Mursi’nin neden iktidarda 1 yıldan fazla tutunamadığını saptayamayanlar için yenilgi daha da büyük olacak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Temmuz 2013

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

ÇOK GİZLİ DAVUTOĞLU BELGESİ

Lübnan’da yayımlanan El Ahbar gazetesi, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye konusundaki görüşmelerini içeren “çok gizli” belgeleri yayımlamaya başladı.

El Ahbar gazetesine göre yüzlerce olduğu belirtilen belgeler “Suriye Siber Ordusu” tarafından ele geçirildi.

Belgeleri parça parça yayımlayacağını açıklayan El Ahbar’ın ilk belgesi Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ile Katar Başbakanı Hamad bin Casim’in Eylül 2012’deki görüşmesiyle ilgili…

‘DIŞ MÜDAHALE İRAN TEHLİKESİ YARATIR’

El Ahbar’ın yayımladığı ikinci belge ise ülkemizi ilgilendiriyor. Belge Katar Veliahtı Tamim bin Hamad ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 25 Ekim 2011’de Katar’da yaptığı görüşmeyi içeriyor.

Jöntürk internet sitesinin Türkçeleştirdiği Arapça gizli belgeye göre Hamad Davutoğlu’na, “Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a kuvvetli bir mesaj verilmesi gerektiğinden” bahsediyor ve “Esad, muhalefetle görüşeceğini söyledi, ancak bunun yeterli olmadığını anlaması lazım. Güvenlik Konseyi’nde güçlü bir tepki almak gerekiyor.” diye konuşuyor.

Bu sözlere Ahmet Davutoğlu’nun yanıtı ise ilginç: “Aramızdaki koordinasyon çok önemli. Esad, Çin ve Rusya’nın kendisini desteklediklerini düşünüyor. Önce Suriye’deki bazı kentlerden askerlerini çekme sözü verdi bize. Sonra yeniden saldırı başlattı. Burada şunu söylemekte yarar var. Suriye’deki durum Libya ile aynı değil. Biz Türkiye olarak NATO üyesiyiz ve Esad’a karşı bir harekâtı bu çerçevede düşünmüyoruz. Bu konuda tek başımıza hareket etmeliyiz. Bir dış müdahale Lübnan’da ayrıca İran ve Hamas cephelerinden de tehlikeli sonuç doğurabilir.

DAVUTOĞLU: SURİYE’Yİ İFLAS ETTİRMEYE ÇALIŞIYORUZ

Davutoğlu, konuşmasının devamında Suriye’yle ilgili niyetini açıklıyor: “Her ne kadar 2006 yılında Suriye ile anlaşma yapmış olsak da artık onun hükmü yok. Suriye’de muhalefeti destekliyoruz. Suriye’yi iflas ettirmeye çalışıyoruz. İran ile bu konuyu konuştuk. Bir süre verilmesinden yanayız. Arap ülkelerinin de Rusya ve Çin’e durumu anlatan bir mesaj göndermesi lazım.”

Katar Veliaht Prensi Tamim bin Hamad da Davutoğlu’na şu yanıtı veriyor: “Esad bir an önce şiddetten vazgeçmeli. Ben bu konuda Çin ve Rusya nazarında elimden geleni yaparım, ancak topluca bir Arap desteğini almak zor. Buna yanaşmazlar.”

Bunun üzerine Davutoğlu şöyle devam ediyor: “Ben Ürdün’e gideceğim ve Kral’la görüşeceğim. Halid Meşal (Hamas lideri) şu an Suriye’de mi? Bu konularda acil hareket etmemiz lazım.”

Tamim bin Hamad da son olarak şunları söylüyor: “Bu konuda Katar Başbakanı ile görüşebilirsiniz. Ben de kendisiyle gerekeni görüşeceğim.”

HANİ VAN DEPREMİ GÖRÜŞÜLMÜŞTÜ?

Gelin şimdi bu görüşmenin yapıldığı tarihe dönelim ve Davutoğlu’nun Katar ziyaretiyle ilgili devletin resmi ajansın açıklamasını ve görüşme sonrası basına servis edilen kısa bilgiyi anımsayalım.

Anadolu Ajansı’nın 25 Ekim 2011 tarihli haberi şöyle: “Libya’daki son durum, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, ‘Arap Baharı’ ve sonrasında Suriye’de ortaya çıkan halk hareketleri, Tunus’ta hafta sonu düzenlenen seçimler ve bölgenin demokratik geçiş süreçlerini görüşmek üzere Katar’a giden Davutoğlu’nun buradaki temasları kapsamında Katar Emiri Şeyh Hamad Bin Halife el Tani ve Veliaht Prens Tamim Bin Hamad ile görüşeceği, ayrıca Katarlı muhatabı Halid bin Muhammed el Attiya ile yemekte bir araya gelmesinin beklendiği ifade edildi. Davutoğlu’nun yarın Katar’dan Ürdün’ün başkenti Amman’a geçeceği öğrenildi.”

26 Ekim 2011 tarihli haberlerde ise şöyle deniliyordu: “Görüşmenin içeriği hakkında bilgi verilmezken, Bakan Davutoğlu’nun Van’da meydana gelen depremden dolayı üzüntülerini dile getiren ve her türlü yardıma hazır olduklarını ifade eden Şeyh Bin Hamad’a teşekkür ettiği ve kendisine son gelişmeler hakkında bilgi verdiği öğrenildi.”

Ancak şimdi tutanaklarıyla birlikte yayımlanan belgeye göre Davutoğlu ile Katar prensi, Van depremini değil, “Suriye’yi iflasa götürme planlarını” görüşmüş!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Ocak 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

SURİYE SORUNU YERELLEŞİYOR

AKP Hükümeti’ne “Suriye bataklığından kurtulma” fırsatı sunan Dörtlü Komisyon’un Kahire toplantısı, ilerisi için olumlu sinyaller verdi. Her ne kadar Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı mazeret bildirerek toplantıya katılmadıysa da, Türkiye, İran ve Mısır Dışişleri Bakanları’nın bir arada olması 30 yıl aradan sonra ilkti ve tarihiydi!

İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, “anlaşabildiğimiz şeyler anlaşamadıklarımızdan daha fazla” diyerek aslında toplantıyı özetledi. Salihi, toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, Suriye’deki krizin bu ülke içerisinde Suriyeliler tarafından çözülmesi gerektiğini belirtti.

İran Dışişleri Bakanı, Mısır televizyonuna verdiği demeçte de Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriye krizinin çözümü için sunduğu planın başarılı olmasına iyimser baktıklarını söyledi.

ULUSLARARASI SAHNEDEN BÖLGE SAHNESİNE

Dörtlü Komisyon toplantılarının başarısının ölçütü, Suriye sorununu uluslararası boyuttan, bölgesel boyuta taşıyabilmesine bağlıdır. İran ile Türkiye’nin Suriye sorunu için bir platformda bir araya gelmesi bu bakımdan çok önemlidir.

Sorun bölgesel boyuta indirgenince “Suriye-Suriye formüllü” çözüm modeli ağırlık kazanacaktır.

Kuşkusuz Rusya’nın inisiyatifiyle oluşan Cenevre platformu da önemlidir ancak İran’ın o platformda yer alamayışı büyük eksikliktir.

İran’ın dâhil olduğu Dörtlü Komisyon, Cenevre Platformu’nun alternatifi değil ama onun bölgeselleştirilmesidir; dahası varlığını aslında o platforma borçludur.

İRAN MUHALEFETLE TEMASA BAŞLADI

İran Meclis Başkanı Ali Laricani’nin “Suriyeli muhaliflerle görüşmeye başladık” demesi “Suriye sorununun yerelleşebilmesi” açısından çok önemli bir gelişmedir.

Laricani, İranlı diplomatların Suriye muhalefeti içinde yer alan Müslüman Kardeşler, Selefi gruplar ve liberal gruplarla bir araya geldiğini ve onları demokratik reformları kabul etmeleri konusunda cesaretlendirdiklerini söyledi.

Tahran aslında en başından beri bu çizgiyi savunuyordu ve Ankara’ya şu formülü önermişti: “Tahran Şam rejimiyle, Ankara da muhalefetle temasta. Tarafları aynı masaya sadece Türkiye ve İran getirebilir.”

Tahran’ın muhalefetle temasa geçmesi, bu formülü geliştirdiklerini ve ilerlettiklerini göstermektedir.

ERDOĞAN’IN İTİRAFI: ETKİLİ OLAN RUSYA’DIR, İRAN’DIR

Uluslararası koşullar, Çin ve Rusya’nın ABD’nin ellini kolunu bağlaması, bölgesel dengeler gibi etkenler, Dörtlü Komisyon’un önünü açmaktadır.

Hafta içinde hem ABD hem de Türkiye cephesinden yapılan iki kritik açıklama, güç dengesinin geldiği boyuta ve sorunun bölgesel çözümünün kaçınılmaz olduğuna işaret ediyordu.

Suriye konusunda en hevesli ABD’li olan Senatör John McCain’in “Esad gidecek, Arizona’ya kar yağacak” demesi bir bakıma havlu atılmasıydı. Zira Arizona çölüne kar yağması olağan değil.

McCain Washington açısından somut durumu da şu sözlerle özetliyordu: “ABD girdiği savaşlardan yorgun ve o yüzden o araziye askerinin botu değsin istemiyor.

Başbakan Erdoğan’ın Bosna’da yaptığı konuşmadaki şu sözleri de aslında gelinen durumu gayet net resmediyordu: “ABD şu anda işe müdahil olmuş değil. Şu anda etkili olan Rusya’dır, İran’dır. Çin Rusya’nın yanında hareket ediyor. İkisinin takındığı tavır, İran’ın oradaki tutumunu etkiliyor.”

Erdoğan bile tabloyu artık böyle resmedebiliyorsa, izlenen politikanın yenilgisi kaçınılmazdır. Tek çıkış, İranlı Dörtlü Komisyon ile Suriye sahnesinden “onurlu” çekilmektir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Eylül 2012 

, , , , , ,

Yorum bırakın

TÜRKİYE SURİYE BATAKLIĞINDAN NASIL ÇIKAR?

Atlantik’in Suriye’yi bölme hedefli kampanyasında 1,5 yıl geride kalırken, Batı ve taşeronlarından oluşan cephede dağılma belirtileri görülüyor…

Atlantik cephesinin başındaki ABD, Suriye’ye müdahale konusunda çaresiz ve eli kolu bağlanmış halde.

AB ise Suriye sahnesinden çekilme işaretleri veriyor. Son olarak AB Dış Politika Sorumlusu Catherine Ashton, Suriyeli muhaliflerin paramparça olduğunu ve bu haliyle Şam yönetimine alternatif olamayacaklarını belirtti. Ashton, AB Parlamentosu’ndaki konuşmasında, BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi’nin çözüm girişimini desteklediklerini, 10 gün içinde Rusya ve ABD Dışişleri Bakanlarıyla bir araya geleceklerini açıkladı.

Suriyeli muhalifler, Ashton’ın belirttiği gibi parçalanmış durumda… Özgür Suriye Ordusu’nun El Kaide liderini pusu kurarak öldürmesi, Suriye Ulusal Konseyi’ndeki unsurların anlaşmazlıkları, Müslüman Kardeşler’le Konsey’in diğer unsurları arasındaki gerilimin artması, dağınıklığı gidermek üzere yapılan toplantılardan sonuç çıkmaması bu parçalanmışlığın temel göstergeleri.

Özgür Suriye Ordusu’nun isminin Suriye Ulusal Ordusu yapılması ise bu dağınıklığa makyajdan öte anlam taşımıyor.

MUHALİFLERDEN AKP’YE SUÇLAMA

Ankara’nın desteklediği Suriye Ulusal Konseyi ve Özgür Suriye Ordusu’nda bu gelişmeler yaşanırken, Kahire’de kurulan ikinci muhalif merkezin ise daha çok öne çıkmaya başladığı görülüyor.

Ulusal Koordinasyon Kurulu isimli bu muhalif yapı, Suriye Ulusal Konseyi’ni destekleyenleri gittikçe artan oranda suçlamaya başladı.

Son olarak Kurul’un başkanı Heysem Mennacihatçıları Suriye’ye gönderen Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Libya’yı Suriye toplumunu parçalamakla” suçladı! Menna daha da ileri giderek, cihatçıların Suriye’ye gönderilmesinin kesilmemesi halinde, geçişleri organize edenlerin listesini açıklamakla tehdit etti.

Middle East Online’a konuşan Heysem Menna AKP Hükümeti’ni ağır bir dille suçluyor: “Türkiye, provokasyonuyla şu anda Suriye’deki yıkıma katkı sağlamaktadır. Türkiye, Suriye’ye giden cihatçılar için sahte pasaportlar çıkartmaktadır. Cihatçıların Babu’l- Heva sınır kapısında kontrolü ele geçirmelerine müsaade eden Türkiye’dir. Türkiye, sınırlarını tek taraflı olarak kapatırsa, yüzde 80 oranında rahatlamış olacağız.

CİHATÇILAR TÜRKİYE’DEN GİDİYOR

Heysem Menna’nın AKP’ye yönelik suçlamalarına haklılık kazandıran açıklama, Kuveyt’ten geldi. Kuveyt parlamentosunun selefi milletvekillerinden Velid Tabatabai, Suriye’deki militanlara Türkiye aracılığıyla verilen uçaksavarların parasını ülkesinin ödediğini açıkladı.

Lübnan’da yayımlanan es-Sefir gazetesinin haberine göre Tabatabai, Türkiye topraklarından Suriye’ye geçiş de yapmış: “Suriye’ye Türkiye’den geçip İdlib’e gittik, orada durum güvenlikli; ancak Suriye savaş uçakları zaman zaman kenti bombalıyor.”

Nitekim El-Vatan gazetesine konuşan Suriyeli bir askeri yetkilinin açıklamaları bu bilgileri doğruluyor. Gazeteye demeç veren üst düzey askeri yetkili, Halep’te güvenlik güçlerine karşı savaşanların yüzde 75’inin Suriyeli olmadığını ve “cihat etmek” gerekçesiyle Türkiye üzerinden geldiklerini belirtiyor.

TÜRKİYE İÇİN ALTIN FIRSAT

Suriye savaşının en büyük kaybedeni olan Türkiye, sahneden “onurlu” çekilmek için büyük bir şans yakaladı. Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin, Suriye krizinin siyasi yoldan aşılması için önerdiği Mısır, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’den oluşan “Suriye Dörtlü Temas Grubu”, bölge için altın fırsattır!

Üç gün önce ilk toplantısını Kahire’de müsteşar ve bakan yardımcısı düzeyinde yapan “Suriye Dörtlü Temas Grubu”, ikinci toplantısını önümüzdeki hafta bu kez bakan düzeyinde yapacak.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Eylül 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

İRAN-MISIR EKSENİ

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Bağlantısızlar Zirvesi nedeniyle 30 yıl aradan sonra İran’a giden ilk Mısır cumhurbaşkanı olması ve iki ülkenin 30 yıl sonra yeniden diplomatik ilişki kurması, Türk basınında gerekli ilgiyi görmedi. Hatta Mursi konuşurken Suriye heyeti salonu terk etmemiş olsa, haber bile olmayacaktı!

Mursi’nin Suriye heyetinin hoşuna gitmeyen konuşması, Ankara’nın aksine, Kahire ve Tahran’da farklı yorumlanıyor. Tahran, Mursi’nin iç politika gereği konuştuğunu, zira Mısır’da Tahran-Kahire yakınlaşmasına tepki gösteren kesimlerin bulunduğuna dikkat çekiyor.

Mursi’nin siyasi işlerden sorumlu yardımcısı Pakinam eş-Şarkavi’nin açıklaması Tahran’ı doğrular nitelikte. Eş-Şarkavi, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Mursi’nin Suriye konusunda attığı adımların İran gibi önemli bir ülkeyle ilişkilerde yeni bir sayfa açılmasını sağlayacağını” belirtti. Eş-Şarkavi, Mursi’nin İran’a yaptığı ziyaret ve Suriye konusundaki girişiminin, “İran tarafında da karşılık bulacağını umduğunu” ifade etti.

Kuşkusuz Suriye konusunda bir İran-Mısır ekseni oluşması ABD’nin hoşuna gitmemektedir.  Dahası Camp David ile bölgede İsrail’in güvenliğini ve ABD’nin çıkarlarını sağlayan Mısır devletinin, 30 yıl aradan sonra İran’la diplomatik ilişki kurması bile başlı başına olaydır ve bölgenin çıkarınadır.

SUK ZAYIFLIYOR, UKK GÜÇLENİYOR

İran ile Mısır’ın Suriye konusunda bir işbirliği oluşturmasının ilk somut meyvesi İstanbul-Hatay merkezli Suriye Ulusal Konseyi’ne karşılık, Kahire merkezli Ulusal Koordinasyon Kurulu’dur.

Suriye Ulusal Konseyi SUK zayıflarken, Ulusal Koordinasyon Kurulu UKK güçlenmektedir. Bu duruma bir panzehir olarak Paris’in ortaya attığı “geçici hükümet kurun, biz tanırız” önerisi, SUK’u daha da büyük bir sorunla karşı karşıya getirdi. SUK, Ankara’da geçici hükümet niyetine kurulan 95 kişilik Suriye Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanımadığını açıkladı! Dahası bu yapıyı “Özgür Suriye Ordusu’nun bir girişimi ve rejimi yıkma amacını saptıran bir oyun” olarak değerlendirdi.

UKK adına konuşan Monzer Haddam da, Ankara’da kurulan bu yapıyı “boş hayal” olarak niteledi.

İRAN-MISIR İŞBİRLİĞİ, TÜRKİYE İÇİN ŞANS

UKK Başkanı Hasan Abdülazim’in Çin’in resmi haber ajansı Xinhua’ya yaptığı açıklamalar, İran-Mısır eksenli yeni çözüm modeline işaret ediyor. Abdulazim, “İran ve Mısır’ın önerilerinin birleştirilmesi, Suriye krizinin çıkış yolu olacaktır” diyor.

İran’ın önerdiği çözüm modeli şöyle: Suriye hükümeti ve muhalif güçler ile müzakere yapmak için uygun atmosferin yaratılması, ateşkes yapılması ve irtibat grubunun oluşturulması.

Mursi tarafından açıklanan Mısır’ın önerisi ise şu: Suriye krizinin siyasi yoldan aşılması için Mısır, Suudi Arabistan, İran ve Türkiye’den oluşan dörtlü irtibat grubunun oluşturulması.

Türkiye’nin de içinde yer alması istenen bu bölgesel çözüm modeli, her şeyden önemlisi ABD baskısı altındaki Ankara’yı rahatlatacaktır!

ORTADOĞU DENGESİ DEĞİŞİYOR

Suriye merkezli Ortadoğu satrancında inisiyatif bölgeye geçmiş durumda… Asya cephesi büyürken, Atlantik cephesindeki kimi kuvvetler sahneden çekilmeye hazırlanıyor!

Bu tabloya Mısır’ın dâhil olması, ABD için büyük yenildi. Bu nedenle Çin, İran-Mısır ilişkisinin Ortadoğu’da dengeleri değiştireceğini savunuyor. Çin’in resmi haber ajansı Xinhua’da çıkan bir yorum-analizde, bu ilişkinin ABD’ye darbe indireceği savunuluyor: “Yıllardır birbirini düşmanca karşılayan Mısır ve İran’ın barışması, hem bölgesel istikrara hem İslam dünyasının dayanışmasına yararlı olacak. Bir de, ABD’nin Ortadoğu’daki uzun vadeli önemli ortağı olan Mısır’ın, İsrail’le de resmi diplomatik ilişkileri bulunuyor. Bu nedenle Mısır ile İran arasındaki ilişkilerin iyileşmesi, Ortadoğu’daki diplomatik yapıya büyük etki getirmenin yanı sıra, ABD’nin büyük Ortadoğu stratejisi ile ABD ve İsrail’in İran’ı tecrit etme çabalarına da doğrudan darbe indirecek.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Eylül 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: