Posts Tagged Hillary Clinton

ERDOĞAN’IN ONURU DA SOL’A KALDI

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton İstanbul’daydı… Clinton, Suriye planlarını gözden geçirmek için sırasıyla Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le görüştü.

Bu ikili ve çoklu temaslardan bir süre önce, Başbakan Erdoğan ABD Başkanı Obama ile telefonda görüşmüştü. Beyaz Saray, o telefon görüşmesi sırasında Obama’nın ne yaptığının fotoğrafını basına servis ederek, açık bir mesaj verdi Türkiye’ye. Obama, Erdoğan’la konuşurken bir beyzbol sopası tutuyordu elinde!

Diplomaside anlamı açıktı: Obama, Erdoğan’a sopa gösteriyordu; yani talepleri için “zor” kullanacağını belirtiyordu. Devletlerarası ilişkilerde böyledir; kimi zaman havuç uzatılarak tuzağa çekilir; kimi zaman sopa gösterilir!

OBAMA’YA SOPAYI ANCAK SOL GÖSTERİR!

Bu onursuz mesajın üzerine ülkemize gelen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, büyük bir tepkiyi hak etmişti. Türkiye’yi yöneten parti bunu diplomatik yöntemlerle, o partiyi destekleyen kitleler de alanlarda açık mesajlarla onuruna sahip çıkmalıydı. Normali budur!

Peki, sahip çıkıldı mı? Hayır!

Clinton İstanbul’da görüşmeler yaparken, ABD’yi protesto etmek yine Sol’daki çeşitli parti ve gruplara kaldı. İşçi Partisi, TKP, ÖDP, Halkevleri, Halkın Kurtuluş Partisi, Öğrenci Kolektifleri, hatta CHP!

Hepsinin ortak bir mesajı vardı: Beyzbol sopası gösteren ABD’ye, kimi kızılcık sopasıyla, kimi odunla, kimi kazma sapıyla yanıt veriyordu!

Ancak alanlarda tek bir sağcı örgüt yoktu!

‘KURAN ABD’YE KARŞI DEĞİLDİR’

Anlaşılan dün Irak’ta, Afganistan’da Müslüman katleden, bugünse Müslüman İran ve Suriye’yi hedef alan ABD’ye sağ cenahta hiç öfke duyulmuyordu…

Kuşkusuz bu tepkisizlikte “ABD askerlerinin sağlığına duacı olan” Başbakan Erdoğan’ın ve daha birkaç gün önce “Kuran ABD’ye karşı değildir” diyen danışmanı Yalçın Akdoğan’ın payı büyüktür.

Pay büyüktür ama onur ayaklar altındadır…

Ve o onuru korumak yine Sol’a kalmıştır! “Deliğe süpürülmeyi” kabul eden Tayyip Erdoğan’ı sevdiklerinden değil elbette, Türkiye’yi sevdiklerinden!

SOPAYLA BOZULAN DOSTLUK

Onur demişken…

Komşudaki Müslümanları katleden ABD’ye destek veren Başbakan Erdoğan’ın, halkla ilişkiler çalışması için uzaktaki Müslümanlara destek vermeye gönderdiği eşi Emine Erdoğan bakın neler söylüyor:

“Suriye olayı beni çok yıktı. Bizler amatör insanlarız. Dost olarak insanları kalbimizin içine sokuyoruz, gerçekten dost oluyoruz. Ona da (Esma Esad) kalbimi açtım. Benim için büyük hayal kırıklığıdır. İnanamadım çünkü biz çok samimiydik, dosttuk, protokol yoktu aramızda. Düşünün bu işler başlamadan evvel Esma, annesi, babası, çocukları, kardeşi, gelini hep birlikte bize geldiler. Biz onları tatilde ağırladık, basının haberi bile olmadı.”

Basının haberi olmayan başka bir olayı da Başbakan Erdoğan’ın kızı Sümeyye açıklıyor aynı sohbette: “Senede en az 3 defa ailece görüşürdük. Hatta ben arkadaşlarımla Şam’a gittim, bizi Esma Hanım ağırladı.”

Ne oldu peki sonra Emine Hanım? ABD eşinize “sopayla” bir görev verdi!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Ağustos 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

ABD’NİN ÇİN’E TEKLİFİ

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un New Statesman’de yayımlanan “Akıllı güç sanatı” başlıklı uzun makalesi, bu ülkenin küresel liderliğinin ne oranda gerilediğine işaret ediyor. Harun Önder’in Yakın Doğu Haber için çevirdiği makale, Washington’un rakiplerine “birlikte yürüyelim” çağrısını yansıtıyor.

ABD 3 YILDA NEREYE GELDİ?

Clinton öncelikle göreve fiilen başladığı 2009’un ilk ayındaki tabloyu özetliyor: “2009’un ilk yarılarında bakan olduğumda, Amerika’nın küresel liderliğinin geleceği ile ilgili akıllarda sorular vardı. İki tane uzun ve pahalı savaş ile karşı karşıya gelmiştik, ekonominin serbest düşüşü, müttefiklerin yıpranması ve uluslararası sistem, tüm bu sonuçlar; bizi, yeni tehditler karşısında boyun eğmek zorunda kalmışız gibi gösteriyordu.”

Peki, Obama yönetimi ve tabi ki Clinton, bu tabloyu değiştirebildi mi?

Clinton’un, başarısızlığı, diplomatik sözcüklerin arasında görünmez kılmaya çalıştığı yanıtı şöyle: “3 yılda çok şey değişti. Başkan Obama’nın liderliğinde, Amerika Irak’taki savaşı bitirdi ve Afganistan’da dönüşüme başladı;  biz Amerikan diplomasisini yeniden canlandırdık, ittifaklarımızı kuvvetlendirdik ve çok taraflı kurumları yeniden hayata geçirdik. Ve ekonomik güçlenme kimsenin beğenmeyeceği bir seviyede iken, uçurumun kenarından döndük ve doğru istikamete yönümüzü çevirdik.”

CLİNTON’UN KARNESİ KIRIK DOLU

Clinton ardından bazı saptamalar yapıyor: “Çin, Hindistan, Brezilya gibi ortaya çıkan ülkelerin; Amerika, İngiltere ve müttefiklerimizin yardımlarıyla inşa ettiğimiz ve savunduğumuz küresel düzene karşı sorular sormaya başlaması sürpriz değildi. (…) Sadece Hindistan ve Çin değil ayrıca Türkiye, Meksika, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika gibi ülkeler de ve tabii Rusya da.”

Bu ülkelerden bazılarıyla müttefik olduklarını belirten Clinton dayandıkları kuvvetleri ise şöyle sıralıyor: “Amerika için, Doğu Asya ve Avrupa’daki kadim müttefiklerimiz küresel liderliğimizin temel taşını oluşturuyor. İngiltere ve diğer müttefikler bizim zorda kaldığımızda sığınacağımız ilk yer.”

Düşmanlarını ve dostlarını saptayan ABD’nin çıkarlarını sıralamakta ise zorlandığı anlaşılıyor: “Menfaatlerimizi sıralamak kolay değil. Bunun ne kadar zor olduğunu şu an Suriye olayında görebiliyoruz. Ama tabii ki bir takım başarılarımız da oldu, İran ve Kuzey Kore üzerindeki geniş tabanlı baskımızı sürdürmek gibi.”

Bir “süper” devletin çıkarlarını sıralayamaması, en önemli çıkarını en tepeye yazamaması, kuşkusuz çöküş alametidir.

Bunu itiraf eden Clinton da, haliyle 3 yıllık karnesinin kırıklarla dolu olduğunu sergilemiş oluyor.

ABD ÇİN’E ‘KAZAN-KAZAN’ ÖNERİYOR

Peki, ABD, Çin ve Hindistan karşısında nasıl bir yol izlemeli Clinton’a göre?

“Tarih boyunca, yeni güçlerin yükselişi genellikle kazan-kaybet terimleriyle sona erdi” diyen Clinton, rakibine farklı bir yol izlemeyi öneriyor. Çünkü ABD’ye göre “Kazan-kaybet yaklaşımı sadece olumsuzluk ve ‘kaybet’ sonucunu doğuracaktır.

Kuşkusuz emperyalist ABD, eğer “kazan-kaybet” savaşında kazanacağını görse, rakibine “kazan-kazan” önermezdi!

Clinton bu gerçek nedeniyle Çin’e “küresel mimariyi yenilemek için birlikte çalışmayı” teklif ediyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Ağustos 2012

, , ,

Yorum bırakın

RUSYA MÜDAHALEYE Mİ HAZIRLANIYOR?

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Cinton’un, “Suriye Rusya’dan helikopter aldı” demesi, bildiğiniz gibi koca bir yalan çıktı. Clinton’un “Rus gemileriyle geldi” dediği helikopterler zaten Suriye’nindi ve birkaç ay önce bakım için Rusya’ya gönderilmişti.

ABD’nin rejim muhaliflerini silahlandırdığı, Suudi Arabistan ve Katar’a büyük hacimli silah sattığı bir durumda, Rusya’nın da Suriye’ye silah satabilmesi, kuşkusuz normaldir ve hakkıdır!

Ancak Washington’un olmayan bir helikopter satışı yalanına sarılması ABD Dışişleri Bakanları’nın dünyaya yalan söylemesinin olağanlaşmasının ötesinde, çaresizliğin işaretidir. Çünkü Clinton’un yalanı operasyoneldi, Rusya’nın Suriye ve Ortadoğu hamlelerine yanıt arayışıydı.

DIŞPOLİTİK YALANLAR

Eş zamanlı bir diğer operasyonel gelişme de Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un Moskova’nın Esad’dan uzaklaşmaya başladığı ve Rusya’yla artık Esad sonrası dönemi konuştuklarını söylemesiydi. Fabius, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov tarafından anında yalanlandı.

Clinton ve Fabius’un yalanlar üzerine dış politika inşa etmeye çalışmaları, dış politikada yeni bir tarz mı acaba? Bu tarzın bir diğer versiyonu da dayanaksız iddialarda bulunmak mı?

Çünkü geçen aylarda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ikide bir Rusya ve Çin’in, Suriye konusunda kendileri gibi düşündüğünü iddia ediyordu!

PUTİN’İN HAZIRLIK EMRİ

ORSAM’ın Avrasya danışmanı Doç. Dr. İlyas Kamalov Moskova’dan sıcak ve önemli bir bilgi veriyor: “Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya Silahlı Kuvvetleri’ne Rus askeri birliklerinin Rusya dışında görevlendirilmesi ile ilgili hazırlıkların yapılması emrini verdi. Nezavisimaya Gazeta’da yayımlan bir habere göre, Rus birliklerinin görev yapacağı ülkelerden biri de Suriye olup, planın ayrıntıları hem Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü hem de Şanghay İşbirliği Örgütü ile görüşülmektedir.”

Kamalov, Rusya’nın Pskov şehrinde bulunan 76. Kara Kuvvetleri Saldırı Birlikleri’nin eğitimlerine dikkat çekiyor. Zira bu birlikler, Kosova, Çeçenistan ve Rusya – Gürcistan savaşları sırasında görev almıştı.

Kamalov’a göre üç senaryo var: 1. Bu birlikler Suriye’de istikrarın sağlanması için kullanılacak. 2. Moskova bu birlikleri Batı’nın müdahalesi karşısında devreye sokacak. 3. Rusya, ön müdahalede bulunacak.

Öte yandan Rusya, Fransız Le Figaro’ya göre Suriye’nin kuzeyinde Kesap bölgesinde bir radar üssü kurdu. Gazeteye göre Moskova bu üsten ABD ve NATO üsleri ile Türk sınırları içindeki Suriye karşıtı faaliyetleri izleyecek.

İNİSİYATİF RUSYA’DA

Bu üçü ya da başka senaryolar… Neticede hepsi senaryo ancak ortada tek bir gerçek var. Suriye konusunda inisiyatif Rusya’dadır ve ABD Moskova’nın hamlelerine yanıt aramaktadır!

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un aynı gün ortaya çıkacak dayanaksız yalanlara sarılması, Moskova’nın inisiyatifi karşısında yapılan çaresiz savunma hamleleridir.

Suriye konusunda “bataklığa girme görevi” verilen AKP, Rusya’nın ve bölgenin artan inisiyatifini göz önünde bulundurmalıdır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Haziran 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN GÖREVİ: BATAKLIĞA GİRMEK

Ankara’nın Ankara’dan yönetilmediğini ortaya koyan olgulardan birini de ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton sergiledi: “Suriye Halep çevresinde yığınak yapıyor, bu Türkiye’nin kırmızıçizgisidir.” (14 Haziran tarihli gazeteler)

Böylece Clinton, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ve güvenliğini(!) saptamada, AKP, TSK, MGK gibi yapılara gerek kalmadığını göstermiş oldu!

Hillary Clinton’un Türkiye için saptadığı kırmızıçizginin, Türkiye’nin çıkarının tam karşısında bir ABD çıkarı olduğu gerçeği ise durumu Ankara açısından daha da vahim hale getirmektedir.

‘ABD BATAKLIĞA GİRMESİN’

Hillary Clinton bu açıklamayı, kuşkusuz ABD’nin siyasi, ekonomik ve askeri durumunu göz önünde bulundurarak Asya-Pasifik merkezli bir strateji belirlediği ve Ortadoğu’daki kimi işlerini Türkiye’ye havale ettiği koşullarda yapmaktadır.

Ünlü NeoCon Daniel Pipes’ın bile ABD’ye “Suriye bataklığına girme” dediği bir süreçteyiz. Pipes, National Review’daki “Suriye bataklığından uzak durun” başlıklı makalesinde, ABD’ye “Suriye’ye Türkler ve Araplar müdahale etsin, siz bu bataklığa girmeyin” diyor. (National Review, Stay Out of the Syrian Morass, 13 June 2012)

Pipes “Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi Sünni hükümetler, Alevilere karşı Sünnilerin lehine müdahaleyi seçerlerse, bu onların hakkıdır ama Batılı devletlerin bu savaşla hiçbir ilgileri yok.” diyor.

CIA’nın önceki Ortadoğu Bölge Şefi Robert Bear de, ABD’ye benzer mesajı veriyordu. Bear, “Yeni Süper Güç – İran” isimli kitabında “Ön Asya ile Ortadoğu’da niye Amerikalılar ölsün ki! Müslümanları Şii – Sünni diye ayrıştıralım ve bırakalım onlar birbirini öldürsün.” diyordu.

Bear’ın Ortadoğu stratejisi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en ufak bir işaret dahi yokken, neden “Suriye’de Alevi Sünni çatışmasından endişe ettiğini” de açıklıyor aslında… Bunun bir endişe mi, yoksa temenni mi olduğu, AKP’nin Suriye karşıtlığından anlaşılmaktadır!

EZEN – EZİLEN SAFLAŞMASI

ABD’nin bölgede “Sünni – Şii eksenli bir saflaşma” üzerinden politika yapması ile AKP yandaşı basının Sünni – Şii eksenli bir ayrım ve savaştan bahsetmesi, kuşkusuz uyumludur, ancak gerçek değildir!

Zira saflaşma şöyledir: Bir tarafta ABD, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar; diğer tarafta ise Çin, Rusya, İran, Irak ve Suriye var.

İçinde ABD ve İsrail ile Çin ve Rusya’nın olduğu bir saflaşma haliyle Şii – Sünni eksenli değildir, fakat Doğu – Batı eksenlidir, Kuzey – Güney eksenlidir, ezen – ezilen millet eksenlidir!

Şiilik ve Sünnilik ise bir CIA taktiğidir! Bölgedeki saflaşmanın kaynağı değil, fakat aracıdır! Bölge ülkelerini karşı karşıya getirmenin yoludur.

AKP, SURİYE CEPHESİNDE ÇÖZÜLÜYOR!

Batı’da “Suriye bataklığına ABD değil, Türkiye girsin” denildiği günlerde, MİT’in Suriye’ye silah sevkiyatı yaptığı şeklindeki haberlerin sıklaşması, AKP’ye verilen bataklığa girme rolüyle ilgilidir!

AKP hükümeti, deliğe süpürülmekle bataklığa girmek seçenekleri arasında sıkışmıştır. Kuşkusuz bataklığa girmenin de girmemenin de deliğe süpürülmeyle sonuçlanacağını bilmektedirler. Kendilerinin çaresizliği, destekçilerinin ise “AKP çözülüyor” demesi bundandır!

Ekonomi ve Dış Politikalar Araştırma Merkezi’nin yaptığı araştırmaya göre, Beşar Esad’a karşı doğrudan askeri müdahalede bulunulmasını isteyenlerin oranı Türkiye’de sadece yüzde 11’dir! (Bunun bile fazla olduğu yorumları var.)

Bu sonuç, AKP’nin yalnızca deliğe süpürülmekle bataklığa girmek arasında değil, ABD ile Türk milleti arasında da sıkıştığını göstermektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Haziran 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

CLINTON’UN KAFKASYA ZİYARETİ

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un 3-6 Haziran tarihlerinde Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı kapsayan Güney Kafkasya turu hem içeriği hem de zamanlaması nedeniyle önemliydi. Keza Clinton’un bu ziyaretlerin devamında Türkiye’ye gelmesi de…

KAFKASYA’DA DURUM

Kafkasya’nın stratejik önemi, sadece Karadeniz’in doğu yakası, Hazar’ın batı yakası ve bir enerji güzergâhı olması nedeniyle değildir elbette…

Kafkasya’yı ABD açısından önemli kılan, bölgenin Türkiye, İran ve Rusya arasında tampon oluşturmasıdır. Bölge, ABD için Ankara, Tahran ve Moskova arasında sorun çıkartabilmenin zeminidir! Kilit sorun da Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunudur.

Özetle Güney Kafkasya’daki mevcut tablo şöyledir: Ermenistan Rusya ve İran’ın, Azerbaycan ise Türkiye’nin müttefikidir. İran ile Azerbaycan arasında Bakü – Tel Aviv işbirliği nedeniyle sorunlar var. ABD/NATO bölgeye Gürcistan üzerinden girmek istemektedir. Rusya bu plana 2008’de savaşla yanıt verdi. Rusya ile Gürcistan arasında Abhazya ve Güney Osetya sorunu var.

İşte Clinton bu şartlar altında Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı ziyaret etti.

ABD’NİN HEDEFLERİ

ABD’nin Kafkasya’daki somut hedefleri şunlardır:

1.) ABD’nin en önemli hedefi, İran’ı kuzeyden ablukaya almak ve baskılamaktır.

2.) ABD, bölgeye girerek Rusya – İran bağlantısını kesmek istiyor.

3.) Washington için Gürcistan’ın önemi, Rusya ve İran’a karşı sıçrama tahtası özelliği taşıması… ABD, Gürcistan üzerinden Abhazya ve Güney Osetya’da artan Rus askeri varlığına karşı hamle yapmak istiyor. Cenevre müzakerelerinde ilerleme sağlanamaması ve Gürcistan’da yapılacak parlamento seçimleri de Washington’un ajandasında…

4.) ABD, Ermenistan’ın Rusya müttefikliğini de zayıflatmak istiyor. 2009 yılında Türkiye – Ermenistan ilişkilerini normalleştirerek Ermenistan’ı Rusya’dan uzaklaştırmak isteyen ABD, bu hedefinde başarılı olamamıştı. Tersine, Azerbaycan’la ilişkileri zayıflamıştı…

5.) ABD, Minsk Süreci’nin çıkmaza girdiği koşullarda, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorununa çözüm arayışı üzerinden Azerbaycan’ı İran’a karşı konumlandırmak istiyor. İsrail ile Azerbaycan arasında gelişen askeri işbirliği bu bakımdan kritik…

BÖLGENİN 3+3 FORMÜLÜ

Bölge ülkelerinin ABD’yi Kafkasya’dan uzak tutabilmesinin tek yolu Tahran’ın daha önce gündeme getirdiği 3+3 formülüdür.

Yani önce Türkiye – İran – Rusya üçlüsünün ittifak kurması, sonra bu ittifaka Gürcistan – Azerbaycan – Ermenistan üçlüsünün de dâhil edilebilmesi…

Böylesi bir çözüm modelinin önündeki en önemli engel ise bugün AKP’dir! AKP Hükümeti, aynı zamanda ABD’nin Kafkasya’da hamle yapabilmesinin aracıdır.

ULUSLARARSI KAFKASYA KONFERANSI

Örneğin, Hillary Clinton’un Güney Kafkasya ziyaretinden kısa bir süre önce, İstanbul’da “Uluslararası Kafkasya Konferansı” düzenlenmesi, bu nedenle önemlidir!

Başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere çok sayıda bakan ve milletvekilinin tebrik mesajı gönderdiği 12 Mayıs’taki Konferans’ta, bol bol Rusya kınandı!

Konferans’ta iki oturum düzenlendi. İlk oturum, Özgür-Der Genel başkanı Rıdvan Kaya’nın, ikinci oturum da Mazlum-Der Genel Başkanı Faruk Ünsal’ın başkanlığında yapıldı.

Basında yer almadı, ancak Rusya İstanbul’daki bu konferansa büyük tepki gösterdi. Rusya Dışişleri Bakanlığı, “İstanbul’da katılımcıları tarafından Rusya Federasyonu toprak bütünlüğüne ve vatandaşlarının güvenliğine yönelik açık tehditlerde bulunulan Rusya karşı etkinliklere müsaade edilemeyeceğini ve bunun iki ülke arasındaki diyaloga gölge düşürdüğü” açıklamasında bulundu.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Haziran 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

PASİFİK’E ASKERİ YIĞINAK

ABD’nin Asya – Pasifik merkezli yeni savaş stratejisi Pasifik’i ısındırmaya başladı. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, bu stratejiye uygun askeri konuşlandırmaya başlayacaklarını Singapur’dan ilan etti: “Donanma, 2020 yılına dek yüzde 60 oranında Pasifik’e sevk edilecek. Bu sevkiyata 6 uçak gemisi, kruvazör, destroyer, savaş gemisi ve denizaltılarımızın çoğu dâhil olacak.”

Bu, ABD’nin toplam 285 parçadan oluşan savaş gemilerinin ve denizaltılarının 171’ini doğrudan Çin’e yönlendirmesi demektir!

Pekin’in ilk uçak gemisini, ilk insansız uçağını, ilk insansız helikopterini başarıyla test etmesi, uydu vuracak kapasiteye sahip füzelerini geliştirmesi, 5. nesil savaş uçaklarını başarıyla üretmesi, ABD’yi daha hızlı hareket etmeye zorluyor! Zira zaman Washington’un aleyhine ilerliyor! Çin Washington’un hesaplarından çok önce ABD’yi yakalamış olacak!

ABD’NİN ASKERİ HAMLELERİ

Leon Panetta, geçen yıl bu bölgede 172 tatbikat yapan ABD’nin ikili ve uluslararası askeri tatbikat sayısını daha da artırmaya çalıştığını söyledi.

Avustralya’yla yaptığı askeri anlaşma neticesinde bu ülkeye 2,500 asker gönderecek olan ABD, benzer bir anlaşma için Filipinler’le de görüşüyor. Washington, Bangladeş’e de bir askeri üs açma peşinde…

ABD’NİN HİNDİSTAN’A MECBURİYETİ

ABD’nin bölge ülkeleri Japonya, Güney Kore, Tayland, Filipinler ve Avustralya ile ittifak; Hindistan, Singapur ve Endonezya ile de ortaklık anlaşmaları bulunuyor.

Ancak ABD’nin Çin’le baş edebilmesi, öncelikle Hindistan’la stratejik ittifak kurabilmesine bağlıdır. Çünkü Yeni Delhi’yi yanına çekemeyecek Washington, erken havlu atacaktır.

Panetta’nın Singapur’dan sonra Hindistan’a gitmesi ve Yeni Delhi’yle Çin’e karşı ittifak zemini araması bir yana, ABD’nin en önemli strateji belgeleri de bu gerçeğe işaret ediyor.

Örneğin ABD’nin 2012 tarihli son Savunma Stratejisi belgesinde, Çin’e karşı Hindistan – Güney Kore – Japonya yayının dengeleyici olacağı savunuluyor. ABD, Çin’i güney batısından, güney doğusuna kadar bu yayla kuşatmayı hedefliyor.

Çin’i yakalayan nüfusu ve ekonomik büyüklüğü, Hindistan’ı ABD için stratejik dayanak yapıyor.

Peki, yeterli mi? ABD’nin Çin’i durdurabilmesi için başka ülkelere de ihtiyaçları var.

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” başlıklı dış politika yol haritasında bu ülkeleri sıralıyor. Clinton, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Filipinler ve Tayland’ın ABD’nin pasifik stratejisi için kaldıraç olduğunu, Washington’un bu ülkelere dayanacağını, bu ülkelerle ortak savunma ve hedefler doğrultusunda işbirliği geliştireceğini belirtiyor.

ABD KONUMUNU KORUMA PEŞİNDE

Çin’in ABD’nin bu askeri hamlelerine yanıtı somut: Örneğin Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Hu Jintao, önceki gün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte ABD’ye Suriye’de geçit vermeyeceklerini bir kez daha ilan etti.

Bugün yapılacak Şanghay İşbirliği Örgütü ŞİÖ Zirvesi de ABD’nin hamlelerine yanıt olacak. Zira ABD’nin yanına çekmeye çalıştığı Hindistan, şu anda ŞİÖ’nün özel statülü ortağı!

Ve bitirirken altını çizelim: ABD’nin bu hamleleri aslında savunma hamleleridir, konumunu Çin’e karşı koruma hamleleridir. Ve nafiledir…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
7 Haziran 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’NİN SURİYE’DE B PLANI YOK

Foreign Policy dergisi ABD’nin Türkiye ve Körfez ülkelerinin baskısı sonucunda Esad rejimine karşı diplomatik yolları terk etmeyi düşündüğünü yazdı. Dergideki bu makale Türk basınında “Türkiye ısrar etti, ABD düğmeye bastı” başlığıyla özet yer aldı. (Josh Rogin, Obama Administration searches for a ‘Plan B’ in Syria, Foreign Policy, 18 Nisan 2012)

Ancak Foreign Policy’nin bu değerlendirmesi, gerçek durumdan ziyade niyeti ve yönelimi ifade ediyor sadece. Nitekim Josh Rogin imzalı makalede Türk basınının görmek istemediği başka değerlendirmeler de var:

BİR SONRAKİ ADIM NE?

Hillary Clinton’un “Suriye’de yeni seçenekleri tartışıyoruz” sözlerinden sonra Foreign Policy’ye konuşan bir ABD yetkilisi şu itirafı yapıyor: “Müttefiklerimiz bize gelip ‘Suriye’deki bir sonraki adımımızı’ soruyorlar. Bir fikrimiz olmadığını kabul etmek zorunda kalıyoruz.

Nitekim Foreign Policy de, bu ilginç makaleye şu başlığı atmış: “Obama yönetimi Suriye için bir B planı arıyor.

Ulusal Güvenlik Konseyi yöneticisi Steve Simon, Clinton’un yardımcısı Jeff Feltman, özel danışman Fred Hof ve büyükelçi Robert Ford’dan oluşan ve Derek Chollet gibi bir strateji uzmanının da dâhil edildiği “Suriye politikaları takımı” şimdi harıl harıl ABD’ye Suriye’de bir B planı arıyor!

SINIRDAN SİLAH AKIŞINA İZİN VEREN TÜRK KİM?

Kuşkusuz bir “B planı” arayışına katkı sunan isimlerin başında da senatörler John McCain ve Joe Lieberman geliyor.

İki senatör geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gelmiş ve başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere bazı yetkililerle görüşmüştü. İkili daha sonra Hatay’a gitmiş, sınırı teftiş etmiş(!) ve Türkiye’deki Suriyeli teröristlerle içeriği açıklanmayan görüşmeler yapmışlardı.

Foreign Policy’ye konuşan McCain ve Lieberman önemli açıklamalar yapıyorlar: “Türk yetkililer, McCain ve Lieberman’a silahların sınırların ötesine akışına izin vermeye gönüllü olduklarını ve Suriye muhalefetine yardım için diğer daha saldırgan adımları tartışacaklarını belirttiler. Ancak yolu Washington çizmez ise bunu yapmayacaklarını söylediler.”

Acaba ABD’li senatörlere “sınırdan silah akışına izin vereceğini” söyleyen Türk yetkili kim?

ABD HAREKETE GEÇMEYEN AKP’DEN UTANIYOR!

ABD’li senatör McCain’in açıklamaları önemli: “Türkler ABD liderliği istiyorlar ve Amerikan liderliğinin olmadığını biliyorlar. Türkler, eğer bu sığınmacı akını devam ederse, uluslararası yardıma ihtiyaç duyabileceklerini söylüyorlar. Konuştuğumuz her yetkili, Amerikan liderliği istiyor. Bir an önce harekete geçmiyor oluşları, sadece utandırıcı!”

Yani ABD’nin hem Suriye için bir B planı yok, hem de Türkiye’nin bir an önce harekete geçmesini istiyor!

Acaba ABD’li senatörler “AKP’nin harekete geçmemesini utandırıcı bulduklarını” Cumhurbaşkanı Gül’e de söylediler mi?

ABD’NİN SURİYE’DEKİ ASIL ÇEKİNCESİ

ABD’li bir yetkili “Beyaz Saray’ın Suriye çatışmasına, örneğin rejim muhaliflerini doğrudan silahlandırarak, çok yoğun dâhil olmak istemediklerini” belirtiyor.

ABD’li yetkiliye göre Beyaz Saray’ın çekincesi şu: “Çünkü bu ABD’yi onların başarısının tuzağına/kancasına götürecek ve muhtemelen çatışma sürüncemede kaldıkça artan derecede vaat gerektirecek.”

ABD’li yetkiliye göre ülkesinin bu yarı gönüllü tutumu, Türklerin kafasını karıştırıyor!

Kuşkusuz, ABD’nin bu gerekçesi asıl çekinceyi perdelemek için. Gerçek şu ki, ABD’nin Çin – Rusya – İran bloğuna karşı Suriye’de yapabileceği çok şey yok!

Not: İzmirli kitapseverlerle bugün de buluşuyoruz. Kitap Fuarı’nda, Kaynak Yayınları standında olacağız, bekleriz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Nisan 2012


, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ANNAN’A UYARI, ESAD’A ÇAĞRI

İstanbul’daki Suriye düşmanları toplantısını değerlendirmeye geçmeden önce belirtelim. Batı merkezli Suriye planına göre sondan sıralı hedefler şunlardı: Suriye’ye dış müdahale, Suriye’ye uluslararası güç gönderme, tampon bölge, insani yardım koridoru, rejim muhalefetini silahlandırma, rejim muhalefetini birleştirme…

Gelelim İstanbul Zirvesi’ne… İlki Tunus’ta Şubat sonunda  “Suriye’nin dostları” adı altında yapılan zirvenin İstanbul’daki ikincisinde isim değişikliğine gidildi. Suriye’nin düşmanları bu kez kendilerini “Suriye halkının dostları grubu” diye isimlendirdiler. Önümüzdeki ay Fransa’da yapılacak üçüncü toplantıda daha da küçülecek ve muhtemelen “Suriye’deki Batı hayranı muhaliflerin dostları grubu” olacaklar!

Gelelim zirveden ne çıktığına…

DÜŞÜK KATILIM

137 devletin davet edildiği ama ancak 60 civarında devlet ya da hükümet temsilcisinin yer aldığı İstanbul zirvesine Koffi Annan dışında AB Dışişleri Bakanı Ashton’un da gelmediğini, Irak’ın ise sırf Arap Birliği dönem başkanı olduğu için son dakikada zirveye Bakan vekili düzeyinde katıldığını lütfen not ediniz.

ERDOĞAN ÇARK ETTİ

1. Geçen hafta Seul yolunda Annan Planı’nı “tasvip etmediğini” açıklayan Başbakan Erdoğan, zirve açılışında yaptığı konuşmada “Kofi Annan’ın girişiminin sonuç vermesini umuyoruz” demek durumunda kaldı. Erdoğan bu keskin dönüşe şu sözlerle kılıf yaratmaya çalıştı: “Ancak Suriye rejiminin Annan girişimini zaman kazanma olarak kullanması olasıdır.”

Erdoğan’ın Annan Planı konusundaki bu geri adımı, en başta İstanbul’dan önce Bağdat’ta yapılan Arap Birliği Zirvesi’nden çıkan plana destek kararı nedeniyledir.

ANNAN’A TAKVİM UYARISI

2. Esad’ın Annan Planı’nı kabul etmesiyle eli zayıflayan “Suriye’nin düşmanları”, İstanbul’dan yeni bir hamle yapabilmek için bu kez planın takvimine yoğunlaştılar. Türkiye ve Fransa “sonu belirsiz bir plan yerine Esad’a bir takvim sınırlaması getirilmesini” savundu. Hatta Türk diplomatlar, “Annan’ın görevinin bir ya da iki haftayla sınırlı olması” için çalışma yürüttü.

Ancak “Ben bir takvimden yanayım ama bir son tarihe karşıyım” diyen Almanya Dışişleri Bakanı Westerwelle’yi aşamayan Ankara-Paris ittifakı, takvimin bizzat Annan tarafından belirlenebileceği görüşünü kabul etmek zorunda kaldı.

AKP’NİN KONSEYİ TEK TEMSİLCİ OLAMADI

3. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar üçlüsü açıkça Suriye muhaliflerinin silahlandırılmasını istiyordu.

Ancak ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “sivil muhalefeti desteklemeyi sürdüreceğiz” diyerek Obama’nın Seul’de verdiği telsiz sözünden daha ileriye gidemeyeceklerini belirtmiş oldu.

4. AKP, koordinasyonundan sorumlu olduğu Suriye Ulusal Konseyi’ne, geçen hafta Pendik toplantılarında diğer muhalif kesimleri de dâhil etmeye çalışmış ancak başaramamıştı. Konsey, buna rağmen İstanbul Zirvesi’nde “Suriye’nin tek meşru temsilcisi” ilan edilmek istedi.

Ancak Türkiye’nin de istediği bu durum gerçekleşemedi. “Suriye’nin düşmanları” Konsey’i ancak “Suriyelilerin meşru temsilcilerinin birisi” olarak tanıyabildi.

CLİNTON’DAN ESAD’A ÇAĞRI

5. Almanya’nın başını çektiği bazı Batı ülkeleri, Esad yönetiminin kabul ettiği Annan Planı’nı esas alan bir sürecin izlenmesi gerektiğinde ısrar etti.

Bu nedenle ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton konuşmasında, Türkiye – S. Arabistan – Katar üçlüsünün istememesine rağmen, Esad’a siyasi geçiş sürecini başlatma çağrısı yapmak durumunda kaldı!

Clinton, konuşmasının bir bölümünde “askeri müdahale seçenekleri reddedilse bile dünyada kimse daha fazla bekleyemez” diyerek gaz almaya çalıştı. Böylece Clinton, Obama’nın “Kasım’a kadar benden bir şey beklemeyin” tavrını teyit etmiş oldu.

SURİYE’NİN DÜŞMANLARI BÖLÜNDÜ

İstediği sonucu çıkaramayan AKP’nin partnerleri Suudi Arabistan ve Katar ise İstanbul’daki yapıdan bağımsız olarak bir fon kurmaya karar verdiler. Körfez ülkeleri aralarında para toplayarak rejim muhaliflerine maddi yardım yapacaklar!

FİYASKO ZİRVE

Sonuç olarak gelişen Rusya – Çin inisiyatifini kırmak üzere planlanan İstanbul toplantısı da, tıpkı önceki Tunus toplantısı gibi fiyaskoyla sonuçlandı.

Uluslararası güç dengeleri değiştikçe, AKP maalesef Türkiye’yi daha da yalnızlaştırmış oluyor…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Nisan 2012

, , , ,

Yorum bırakın

ABD İÇİN TÜRKİYE – İSRAİL İŞBİRLİĞİ

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’ın tam 18 ay sonra ilk kez görüşmesinden “Türkiye” çıktı!

İkilinin merakla beklenen görüşmesine dair ayrıntıları, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland basına aktardı. Nuland,  iki ülkenin de ABD’nin müttefiki olduğuna işaret ederek, “Birlikte yapılması gereken çok iş var” ifadesini kullandı.

Lieberman’la görüşmesinde Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi çağrısı yapan Clinton, önümüzdeki günlerde de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu ağırlayacak.

RUSYA HAMLESİNE YANIT ARAYIŞI

Aslında Clinton’un Türkiye – İsrail işbirliğine işaret etmesi, Ortadoğu’daki yeni dengelerle ilgili. Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’ye barikat oluşturması, zaten bölgedeki askeri varlığı azalmış Washington’un, Suriye konusunda elinini zayıflatıyor.

Nitekim Victoria Nuland da, Clinton ile Liberman’ın, Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetolarından sonra Suriye’deki durumu masaya yatırdıklarınıı belirtti.

ABD, Rusya’nın Suriye konusunda ipleri eline almasına ve “belirleyen” konumuna geçmesine yanıt vermek amacıyla bir yandan AKP’yi sıkıştırıyor ve Türkiye üzerinden “yeni bir girişim” başlatılmasına çalışıyor, bir yandan da İsrail’i Türkiye’yle işbirliği konusunda zorluyor.

Suriye konusunda mevcut nesnel durum zaten AKP ile İsrail’i doğal müttefik yapıyor. AKP’nin Suriye karşıtı politikalarına en çok sevinen ülkenin İsrail olması boşuna değil…

UFUKTA İRAN’A SALDIRI YOK

Clinton ile Liberman’ın görüşmesinde İran da konuşuldu. İkilinin görüşmesi, İsrail’in “bir an önce İran’a saldırılmalı” fikrine karşın, ABD’nin İran’a “yaptırımları artırmak”la yetinmesi nedeniyle, daha da önem kazanıyordu.

Victoria Nuland, İran konusunda iki bakanın, “bu ülkeye yönelik ilave yaptırımların getirdiği etki, dünya genelindeki ülkeleri İran petrolünden vazgeçirmek için verdikleri çabalar, İran’ın nükleer silah edinmesini önlemeye ve yaptırımlar yoluyla Tahran üzerindeki baskıyı artırmaya dönük ortak kararlılıkları hakkında” kapsamlı şekilde konuştuklarını belirtti.

Liberman’ın mevkidaşı Clinton’la ve ardından Amerikalı senatörlerle görüşmesinden sonra gazetecilere söylediği şu sözler, bu konudaki “ilerlemeyi” gösteriyordu: “’Yaptırımlar konusundaki bu çok kritik kararı takdir ediyoruz. İranlıların nükleer heveslerinden vazgeçmelerini bekliyoruz.”

İSRAİL’DEN AKP’YE ‘SOYKIRIM’ JESTİ

Belki de Clinton – Liberman buluşmasının anlamını en iyi ortaya koyan cümle, Liberman’ın temaslarından sonra bir televizyon kanalına verdiği demeçteki şu sözlerdi: “Holokost’tan başka bir soykırımı yasayla tanımayacağız.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Şubat 2012 

, , , , ,

Yorum bırakın

ANKARA’NIN SURİYE ÇIKMAZI

Başbakan Erdoğan, son grup konuşmasında Suriye için “yeni bir girişim” başlatacaklarını ilan etti. Oysa AKP hükümeti, 9 Eylül’de Beşar Esad’a “15 gün süre” tanımış ve bunun üzerinden tam 180 gün geçmişti!

Bu 180 günde, içinde AKP hükümetinin de yer aldığı Batı ittifakı inisiyatif kaybederken, Rusya ve Çin desteğiyle güçlenen İran – Suriye hattı, cepheyi genişletti.

Peki, Suriye konusundaki “atılgan” tutumunu bu 180 gün içinde yavaş yavaş dizginleyen AKP hükümeti, ne oldu da yeniden öne çıkmaya heveslendi?

Erdoğan’ın “yeni girişim ilanı”ndan hemen önce medyada seferberlik başlatılması anlamlı. Her ne kadar iki gün sonra sayı sessiz sedasız 55’e indirildiyse de, “Esad, Mevlid kandili gecesi 400 kişiyi katletti” diye yalan haber servis edilerek; Hasan Celal Güzel gibi kıdemliler başta olmak üzere, yandaş kalemlere, “Türkiye derhal Suriye’ye müdahale etmelidir” diye yazılar yazdırılması, seferberlik halinin göstergesidir.

Eşzamanlı olarak, ABD’nin Şam Büyükelçiliğini kapatması, İngiltere’nin Büyükelçisini geri çekmesi, medyanın savaş takımının, postallarını giymesine neden oldu.

AKP – İSRAİL SAVAŞ CEPHESİ

Tahran’ın AKP hükümetinin Suriye rolüne ilişkin bir planı aynı süreçte gündeme getirmesi ise Ortadoğu Cephesini’nin Batı ittifakına karşı bir hamlesiydi.

İran Devlet Televizyonu Press TV’nin geçtiği haberi anımsatalım: “ABD ve Batılı güçler tarafından hazırlanan planda, Türkiye bir süre sonra Suriye topraklarına girerek Suriyeli muhalifleri silahlandıracak, İsrail de Suriye silahlı kuvvetlerine ait önemli askeri üsleri uzaktan vurarak Esad’ın devrilmesinde muhaliflere yardımcı olacak”

ABD’NİN YAKIN GÜNDEMİNDE SAVAŞ YOK

Ekonomik krizle boğuşan, gerileyen küresel gücüne stratejik çareler arayan ABD’nin “kısa vadede” Suriye’ye saldırmayacağı ortada. Irak’tan çekilen, Afganistan’dan çekilme takvimini hızlandıran ve yeni stratejisinde Pasifik’e ağırlık vereceğini ilan eden ABD’nin, bu şartlarda, Ortadoğu’da yeniden doğrudan bir cephe açmayacağı görülüyor.

Nitekim, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Libya örneği Suriye’de tekrarlanmayacak” diyerek, NATO seçeneğini gündeme almayacaklarını belirtmişti. BM Gvenlik Konseyi’ndeki Suriye karar tasarısının Rusya ve Çin tarafından veto edilmesinden sonra Beyaz Saray sözcüsü Jay Carney’in söyledikleri de durumu gösteriyor: “Biz, Suriye için en iyi çözüm yolunun siyasi çözüm oluğuna inanıyoruz.

“Kısa vadede” gündeme gelemeyecek olan Suriye’ye dış müdahale yerine, rejimi değiştirmek için çeşitli yolların bir süredir zorlandığı ortada…

Koridor adı altında Suriye topraklarında tampon bölge oluşturmak gibi yolların ise şu süreçte gerçekçi olmadığı, tersine, tamponu kendi topraklarımıza kurmak zorunda kaldığımız da ortada…

‘ERDOĞAN’A DOKUNULABİLİR MESAJI’

Peki o zaman Erdoğan’ın yeniden öne atılması ve “yeni bir girişim” başlatacağını ilan etmesi ne anlama geliyor?

Aslında anlam, cümlenin tamamından okunuyor. Erdoğan, “yeni girişimi”, “rejimin değil, Suriye halkının yanında olan ülkelerle başlatacaklarını” söylüyor. Bu ülkelerin hangileri olduğundan çok, hangileri olmadığına işaret eden bu yaklaşımın, Batı ittifakı adına, Rusya’nın girişime karşı olduğu ortada…

Rusya’nın Çin’le birlikte BM Güvenlik Konseyi’nde Batı’nın müdahalesine barikat oluşturması, ardından Moskova’nın inisiyatif alıp, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’u Şam’a göndermesi ve sürece ağırlık koyması, ABD tarafından engellenmek ya da en azından dengelenmek isteniyor.

ABD’nin “zoru görüp, süreçten sessizce sıyrılmaya çalışan” Erdoğan’ı yeniden zorlayıp, oyuna sürdüğü değerlendiriliyor. Cumhurbaşkanlığı tartışmalarında Erdoğan’ın karşısında konumlanan bazı cemaat kalemlerinin, tıpkı eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. İlker Başbuğ’un tutuklanmasında olduğu gibi, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da şüpheli olarak sorgulanacağı haberini, “Erdoğan’a dokunulabilir mesajı” olarak okumaları anlamlı!

Bu süreçte basına servis edilen, “MİT, TSK ve Dışişleri analistleri, Batı tarafından silahlandırılan muhalif Suriyelilerin, Esad’a karşı kısa sürede büyük zaferler elde etmesini öngörmüyor” şeklindeki haberleri de, Ankara’nın bu süreçten sıyrılmaya çalışması olarak okumak gerekiyor herhalde.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Şubat 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın