Posts Tagged PKK
Açılımın zayıf karnı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/07/2025
Öncekinde, açılımın zayıf karnı “Suriye’nin kuzeyi”ydi. O açılımın kesintiye uğramasının nedenlerinin başında, Erdoğan ile Öcalan’ın bu konudaki restleşmesi geliyordu. Anımsayalım:
Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyordu Öcalan’a. Şöyle demişti Erdoğan o zamanki İmralı heyetine: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”
Sırrı Süreyya Önder bunu iletince, Öcalan da şu yanıtı veriyordu: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir” (İmralı Notları, s.179).
Paralel süreç isteniyor
Bu konu şimdiki açılımın da zayıf karnı. Zira AKP-MHP tarafı ile PKK-DEM tarafının bu konuda farklı yaklaşımları var. ABD ise iki farklı yaklaşımı uzlaştırma arayışında. O nedenle ABD’nin stratejik düzlemde hedeflediği ile süreç ilerleyebilsin diye taktik düzlemde savunduğu şu aşamada tam örtüşmüyor.
Somutlayalım: PKK Türkiye’de zaten yoktu, Irak’taki varlığının da önemli bir kısmını geçen yıllar içerisinde Suriye’ye transfer etmişti. Tamam, Irak’taki PKK silah bırakıyor ama ya Suriye’deki PKK? Gerçi Ankara, memnuniyet açıkladığı 10 Mart tarihli HTŞ-SDG anlaşması nedeniyle “PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG/SDG” tezinden bir oranda geri adım attı ancak o anlaşmanın hayata geçmesinin gecikmesi, Ankara açısından sıkıntıya dönüşüyor.
PKK’nin Türkiye’de siyasete entegrasyonu süreci ile SDG’nin Suriye’de devlete ve orduya entegrasyonu sürecinin paralel yürütülmesi isteniyor. AKP-MHP ittifakı, Türkiye’de ilerleme yaşanırken, Suriye’de yaşanmamasını, bir taktik tuzak olarak görüyor.
Entegrasyondan kim, ne anlıyor?
10 Mart anlaşmasının maddeleri, tıpkı Öcalan’ın 27 Şubat tarihli silah bırakma çağrısındaki gibi muğlaklık içeriyor. PKK silah bırakacak ve “demokratik entegrasyon” sağlanacak. Peki nedir demokratik entegrasyon? Belli değil. Ankara’da “bireylerin Türkiye’yle bütünleşmesi” diye anlaşılıyor oysa örneğin PKK yöneticilerinden Helin Ümit’e göre “demokratik entegrasyon, kolektif hakların tanınması” anlamına geliyor.
Benzer durum Suriye’de de yaşanıyor. Ankara, SDG’nin bireyler halinde orduya entegrasyonunu savunuyor. SDG ise blok halinde, kendi bölgesinde orduya entegre olmayı, yani bir anlamda “Kürt tümeni” olarak Suriye ordusunun parçası olmayı istiyor.
Bu farklılık nedeniyle Suriye’deki süreç ilerlemiyor. ABD Büyükelçisi Barrack’ın ”Şara hükümeti, azınlıkları iktidar yapısına entegre etme konusunda ‘daha hızlı ve daha kapsayıcı’ olmayı düşünmeli” uyarısı, işte bu çelişmeyi uzlaştırma amacını ortaya koyuyor.
‘SDG’ye 30 gün süre’ iddiası
Tam bu süreçte dikkat çeken bir iddia ortaya atıldı. Middle East Eye haber sitesinden Ragıp Soylu’nun haberine göre; Türkiye ve ABD yetkilileri, geçen hafta Suriye’de yapılan bir toplantıda, SDG’ye Suriye ordusuna katılması için 30 gün süre verdi (middleeasteye.net, 21.7.2025).
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bölünme dışında ne talebiniz varsa yapın. Ama Suriye’yi bölmeye giderseniz müdahale ederiz” uyarısı, bu iddiayla uyumlu görünüyor (AA, 22.7.2025).
Diğer yandan Ragıp Soylu’nun haberinde ilginç bir konu daha var: “Şam hükümeti, SDG’nin tamamen kadınlardan oluşan silahlı alt gruplarından YPJ’yi ise kendi saflarına katmaya hevesli değil.”
Yeni rejimin kadınlara bakışı, acaba bu konuda taktik bir uzlaşma farsatı mı doğurdu? Kadınlardan oluşan YPJ’nin blok halinde Suriye’nin kuzeydoğusunda kalması ama erkeklerin Suriye ordusuna dağınık bir şekilde entegrasyonunda mı uzlaşılacak?
Öcalan’ın o sözleri
Evet, Suriye’nin kuzeydoğusu, açılımın zayıf karnı.
Şu haber bile bu konunun ne derece kritik olduğunu ortaya koyuyor: “Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, ağabeyinin ’Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz” dediğini söyledi. Mehmet Öcalan’ın konuşmasının ardından DEM Parti İmralı Heyeti, ’İmralı Adası’nda yapılan tüm görüşmeler heyetimizin katılımıyla gerçekleşmiştir. Diğer tüm iddialar gerçeği yansıtmamaktadır’ açıklaması yaptı” (Cumhuriyet, 14.7.2025).
Not: 17. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali kapsamında düzenlenen “Toplumsal Barış” konulu panelde konuşmacıyım. Bu vesileyle birkaç gün Arguvan’daki köyümde olacağım için cumartesi ve pazartesi günleri yazım olmayacak. Anlayışınız için teşekkürler.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Temmuz 2024
Pekeke
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 19/07/2025
Türkiye’yi ne PKK bölebilir ne de Kürtler. Türkiye’yi (potansiyeli açısından) Türkiye’yi yönetenler bölebilir, Türkiye’yi “Kürt karşıtı ırkçılar” bölebilir.
Elbette onlar da son tahlilde bölemez, böldürtmeyeceğiz. Sadece potansiyel farklarına işaret ediyorum.
Peki neden mi bu girişi yaptım? Anlatayım:
Açılımın gereği
Biliyorsunuz, Türkiye’deki son açılımın hem dış hem iç boyutunun olduğunu önemle belirtiyorum: Açılım 1 Ekim’de Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşması ve 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” demesiyle başlarken, İdlib’de ABD ve Türkiye destekli gruplar Şam’a yürüyüşe geçmenin son hazırlıklarını yapıyor, İstanbul’da da CHP’yi hedef alacak operasyonların ilki 30 Ekim 2024’te Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e operasyonla başlıyordu.
Ahmet Özer hem terör hem yolsuzluk iddiasıyla tutuklandı. Aylar sonra 14 Temmuz’da açılımın yeni aşaması gereği terör suçundan tahliye edildi (Yolsuzluk suçlamasından tutukluluk hali devam ediyor). Çünkü hem siyaset yapan CHP’li Ahmet Özer’i terörist ilan edip, hem de PKK’lilere siyaset yolu açılmasını savunmak bir arada yürütülemezdi.
Ahmet Özer’e suçlama
Duruşmadaki ilginç bir suçlama, asıl gelmek istediğim yere işaret ediyordu:
Ahmet Özer’i terörist olmakla suçlayan Erkan Çakır isimli bir tanık var. Bu şahıs CHP’nin eski Muş Gençlik Kolları Başkanı. Aynı zamanda CHP’nin kurultay davasının da tanıklarından.
Çakır, Ahmet Özer’in terörist olduğunu nasıl anlamış, biliyor musunuz? Mahkemede aynen şöyle söyledi: “Bizim bölgede söyleyişte farklılık oluyor. Özer ‘Pekeke’ diyor, biz ‘Pekaka’ diyoruz. Örgüt üyeliği buradan yeterince belli oluyor” (Cumhuriyet, 14.7.2025).
Özel harpçi kafası
Ne acı ki böyle bir “ayrım” var ve ne yazık ki bu ayrımın kaynağı Türk devletinin psikolojik savaş merkezi…
Evet, özel harpçiler, “Kürtler Pekeke diyor” diye ”Türkler için Pekaka’yı” bir fark olarak icat etti. Böylece Pekeke diyen örgütçü, Pekaka diyen Türkiyeci oldu!
Halbuki Türkçe açısından doğrusu Pekeke’ydi. Olsun, bir özel harpçinin ifadesiyle, örgüte böylece “kaka” denmiş olacaktı! Bunu savunana “peki KKTC’nin söyleyişini neden hiç hesaba katmıyorsunuz” diye sormuştum da, biraz düşünüp, “o kısmı çok önemli değil” demişti.
Türkçeyi doğru kullanmaya çalışan 12 kitaplı bir yazar, üç binden fazla makale yazan bir gazeteci ve yüzden fazla kitabı yayına hazırlamış bir editör olarak ben de Pekeke diyorum. Ve sırf bu nedenle “bölücü”, “gizli örgütçü” ve “PKK’li” ilan ediliyorum hemen her gün. Özellikle YouTube kanalımdaki yayınların altında böyle sayısız suçlama var.
Ne mücadele!
Ne yazık ki bu anlayış 80’lerle sınırlı değil, bugün de sürüyor. Anımsayacaksınız, açılım yokken, yani topu topu altı ay önce, iktidar YPG’yi, İngilizce telaffuz ediyordu, “vaypici” diyordu. Neden İngilizce? Sırf PKK’ye “kaka” diyebilmek için Türkçeyi doğru kullanmayanlar gibi, örgüte “piç” demek için İngilizcesini tercih ediyorlardı çünkü!
Terörle ve teröristle ne mücadele ama! Örgüte kaka, piç deyip, örgütün başına “bebek katili” deyip, şimdi konumunu “kurucu önder”e yükselttiler, TBMM’de konuşmaya davet ettiler!
Harf kanunu ne diyor?
Türkçeye, diline sahip çıkmayıp bu psikolojik savaşa yenilenlere ısrarla anlatmaya çalışıyorum:
Türkçede ”ka” sesi yok, ”ke” sesi var. 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı “Türk harflerinin kabulü ve tatbiki hakkında kanun”dan başlayarak, “8 Ocak 2004 günü Türk Dil Kurumu (TDK) İmla Kılavuzu Çalışma Grubu tarafından belirlenen ve TSE tarafından Nisan 2005/TS 13148 numaralı belge ile standart hale getirilen Türk Kodlama Sistemi”ne kadar tüm resmi belgeler, Türkçede ”ka” sesinin olmadığını, ”ke” sesinin olduğunu belirtir. Piyasada edinebileceğiniz hemen tüm “ana yazım kılavuzları”nın giriş kısmında yer alan “Türk alfabesi levhası”nda da bu harfin “ke” diye okunduğunu görebilirsiniz. TDK’nin internet sitesinde yer alan “Ses, Harf ve Alfabe” köşesinde de, harflerin nasıl okunduğunu inceleyebilirsiniz.
Sonuç olarak dile sahip çıkmak, dili doğru kullanmak, ülkeyi iyi savunabilmenin de gereklerindendir. Öcalan’ı “kurucu önder” yaptıktan sonra, en milliyetçi Bahçeli Pekaka dese ne olur, demese ne olur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Temmuz 2025
Devlet-PKK barışı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 12/07/2025
Türk basınının önemli bir kısmında olay şöyle resmedildi: 1984’te, Eruh-Şemdinli baskınlarıyla terör saldırılarına başlayan PKK, 11 Temmuz’da silah bırakarak “Türk-Kürt barışının” önünü açtı!
Oysa bu doğru değil.
Resmi devlet belgelerinde de sıkça yapıldığı üzere PKK’yi 1984’e pozisyonlamak, PKK’nin 1984 öncesinde, özellikle 70’lerin ikinci yarısında Türkiye’nin doğusunda Türk ve Kürt sosyalistleri katletmesini, bölgeden sosyalist örgütleri tasfiye etmesini perdelemek anlamına geliyor.
Bugünü “Türk-Kürt barışı” diye sunmak ise ilkinden daha vahim bir hataya neden oluyor. Türk ile Kürt savaşmadı ki barışsın! Yarım yüzyıl süren teröre rağmen, aynı şehirdeki, aynı mahalledeki, aynı apartmandaki Türk ile Kürt birbirine düşman olmadı. (Dünyada daha azıyla iç savaş yaşanmış ülkeler var.)
Dolayısıyla bu bir Türk-Kürt barışı değildir, devlet-PKK barışıdır.
Öcalan’ın 2013’teki talimatı
30 PKK’linin silah bırakması ve devamında 30 kişilik gruplar halinde sıra sıra diğerlerinin de silah bırakacak olması, meselenin esası açısından bir anlam ifade etmiyor. Zira PKK’nin ana gövdesi, geride kalan yıllar içinde adım adım Suriye’ye geçti; PKK PYD/YPG’leşti, SDG’leşti.
Öcalan, önceki açılım sürecinde, 2013’te, Türk devlet yetkilisinin önünde, Sırrı Süreyya Önder’le talimat iletiyor Kandil’e. “Artık asıl mücadele alanı Suriye’nin kuzeyidir” diyor Öcalan, “örgüt oraya geçsin” diyor…
Ve Sırrı Süreyya Önder, daha sonraki bir görüşmede talimatın sonucunu aktarıyor Öcalan’a: “Sizin Suriye hakkında serzenişlerinizi Kandil’le paylaştık. (…) Şu anda on bin, on beş bin arasında bir gücün orada bulunduğunu, bunu çok kısa bir zaman içerisinde yirmi binli rakamlara doğru evirebileceklerini aktardılar.”
Öcalan yanıt olarak şöyle diyor: “Otuz bin de olabilir, kırk bin de olabilir.” (Abdullah Öcalan, İmralı Notları, s.68).
Ve oluyor. 70 bin kişilik bir güçten bahsediyor Öcalan aylar sonraki bir başka görüşmede.
Erdoğan ve Öcalan’ın kırmızı çizgileri
Kaldı ki o açılımın kesintiye uğramasının nedeni de esas olarak Suriye’nin kuzeyidir. Yine devlet yetkilisinin önünde yapılan heyet-Öcalan görüşmelerinden aktarayım.
Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyor Öcalan’a. Şöyle demiş Erdoğan: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”
Öcalan’ın yanıtı ise şöyle: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir.” (İmralı Notları, s.179)
Bu durumda sormamız gerekiyor: İdlib’de ABD ve Türkiye destekli gruplar, 27 Ekim’de başlayacakları Şam’a yürüyüşün son hazırlıklarını yaparken, ve Bahçeli 1 Ekim’de DEM’lilerle tokalaşıp ardından 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” diyerek bu süreci başlatırken, Erdoğan mı yoksa Öcalan mı kırmızı çizgisinden taviz veriyordu?
Perdenin arkası
Evet, PKK’nin silah bırakmasına elbette aklı başında hiç kimse itiraz edemez. Ama perdenin önünde gösterilenle yetinmeyip, perdenin arkasında aslında ne olduğunu sorgulamak geleceğimiz açısından, Türk-Kürt birliği açısından çok önemlidir. Üç gün önce “siyaset yapan HDP/DEM’e” bile tahammül edemeyen, partilerini kapatmaya çalışan, milletvekillerini TBMM’den kovmak isteyen Cumhur İttifakı ne oldu da üç gün sonra 180 derece pozisyon değiştirdi? Bunu sorgulamak, her açılımdan sonra ortaya çıkan yeni “düşmanlıkları” önlemenin gereklerindendir.
Dış gelişmeleri içeride kullanarak iktidarını sağlamlaştıranların ve bunu yeni müttefiklerle devleti ve rejimi dönüştürmekte kullananların hesaplarını çözümleyebilmektir esas olan. Bu nedenle bu yazıyı, lütfen “Yeni Ortadoğu için yeni PKK” başlıklı önceki yazımla birlikte okuyunuz.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Temmuz 2025
Yeni Ortadoğu için yeni PKK
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 10/07/2025
Türkiye ve komşularında, Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek önemde görüşmelerin yapıldığı zorlu bir hafta yaşanıyor: Suriye’de ABD ve Fransa’nın gözetiminde Şam ile SDG/YPG görüşmesi, Lübnan’da ABD Büyükelçisi Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma görüşmeleri, Türkiye’de Öcalan’ın mesajı ve açılım görüşmeleri, Irak’ın kuzeyinde PKK’nin silah bırakma töreni…
Dört ülkede yaşanan bu gelişmelerin hepsi birbiriyle ilgili, ABD’nin yürütücülüğünde ilerliyor ve aslında merkezinde İsrail var.
ABD ve Fransa var, Türkiye yok
ABD, 10 Mart’ta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara ile SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi’yi masaya oturtmuş ve bir anlaşma imzalatmıştı. 26 Nisan’da ise PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ile Barzanilerin Suriye kolu ENKS “Kürt Ulusal Konferansı”nı toplamış ve birlikte “ademi merkeziyetçi bir bölge” hedefi belirlemişlerdi.
İşte bu gelişmenin ardından Şam ile SDG yeniden masaya oturdu dün: Suriye Cumhurbaşkanı Şara başkanlığındaki heyetin karşısında, SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi dışında, örgütün Dışilişkiler Eş başkanı İlham Ahmed, Kuzey ve Doğu Suriye Temsilciliği Eş Sözcüleri Foza Yusif ve Abid Hamid Mihbaş yer aldı.
Taraflar arasındaki müzakere, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Fransa’nın Suriye Özel Temsilcisi Jean-Baptiste Febvre gözetiminde yapıldı.
Peki taraflar Suriye’de 2. perdeye neden ihtiyaç duydular? Çünkü SDG 10 Mart anlaşmasının bazı maddelerinde değişiklik istedi, ABD de o değişiklikleri onayladı.
Öcalan’ın mesajı ve silah bırakma
Suriye’de bu görüşme olurken, aynı gün Öcalan’ın yedi dakikalık görüntülü mesajı servis edildi. PKK’ye yine silah bırakma talimatı veren Öcalan “Son günlerde bölgede yaşanan gelişmeler, attığımız bu tarihi adımın önemini ve aciliyetini açıkça teyit ediyor” dedi.
Öcalan’ın bu açıklamasının servis edilmesinden önce DEM heyeti önce Öcalan’la, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmüştü.
Türkiye’de bu görüşmeler yapılırken, Irak’ın kuzeyinde de PKK’nin silah bırakma töreni için hazırlık yapılıyordu. DEM Parti, 11 Temmuz’da Süleymaniye’de bir grup PKK’linin silah bırakacağını açıkladı.
Burada kritik konu, bizzat Öcalan’ın talimatıyla, PKK’nin zaten ana gövdesinin parça parça Irak’tan Suriye’ye geçtiği gerçeğidir.
Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma planı
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi sıfatıyla Şam’daki Şara-Abdi görüşmesinde gözetmenlik yapmadan önce, Lübnan’ın başkenti Beyrut’taydı. Barrack Beyrut’a, “Hizbullah’ı silahlansızlandırma planı”yla gitmişti.
Lübnan basınına bakılırsa, Barrack temaslarından bir sonuç alamamış görünüyor. Zira Lübnanlı yetkililer kendisine özetle “İsrail‘in geri çekilmesi ve silahın devletin tekelinde toplanması adımları eşzamanlı olmalı” mesajı verdiler.
İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu
Görüleceği üzere bölgedeki tüm bu gelişmeler birbiriyle bağlantılıdır ve yürütücüsü de ABD’dir.
ABD, “İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu” dizayn etmeye çalışıyor. Washington’a göre İran bu projenin önündeki engel. Bu nedenle bölgede İran’a karşı bir Türk-Kürt-Arap ittifakı oluşturmaya çalışıyor.
Arka planda ise daha küresel bir strateji var: ABD, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru’nu (IMEC) hayata geçirmeye çalışıyor. İsrail, bu koridorda merkezi bir rol oynuyor. Trump, “Gazze Planı” üzerinden İsrail’in rolünü daha da yükseltmeye çalışıyor.
ABD açısından İran’ın etkisizleştirilmesi, Çin’in önünün kesebilmesinin ve IMEC’in hayata geçirebilmesinin kolaylaştırıcısı durumunda….
Kısacası ABD barış diyerek savaşı örgütlüyor, silah bırakma adı altında “silahlıları” yeni cepheye transfer ediyor. Yani PKK, ABD için artık SDG’dir.
Ankara ise bu gelişmeler karşısında “ikili bir yol” izlemeye çalışıyor. “Planın içinde kalarak planı çıkarlara uyarlayabilmek” diye özetlenecek bir taktik bakış bu…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Temmuz 2025
PKK Kongresinde ABD’nin rolü
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 15/05/2025
PKK Kongresinin üç temel mesajı var:
1) Kararlara göre “PKK adıyla yürütülen çalışmalar sonlandırıldı” ama “Apocu hareket” farklı şekillerde sürecek. Bunu karar metninde bazen “demokratik siyaset yöntemi”, bazen de “öz savunma örgütlülüğü” diye tarif ediyorlar. Yani PKK aslında ortadan kalkmıyor, kimlik ve şekil değiştiriyor.
2) PKK, sorunun kaynağının “Lozan ve 1924 Anayasası” olduğunu ileri sürerek, çözümü de “Lozan ve 1924 Anayasasının öncesine dönmek” şeklinde koyuyor. PKK böylece doğrudan Cumhuriyeti ve ulusal devleti hedef alıyor. Üstelik bir kaç kez Türkiye’yi “soykırım”la suçlayarak!
3) PKK, kararların uygulanabilmesinin şartlarını da açıklıyor: “Öcalan’ın süreci yönlendirmesi, demokratik siyaset hakkının tanınması ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvence!”
Erdoğan ve Bahçeli rahatsız değil
Türkiye’yi ayağa kaldıran bu mesajlar, suçlamalar, iddialar bildirinin muhataplarını hiç rahatsız etmedi! Tersine, Cumhurbaşkanı Erdoğan da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de bildiriyle ilgili memnuniyet açıkladılar. Hatta Erdoğan, “yeni bir safhaya” geçildiğini müjdeledi!
AKP medyası da bildirideki Lozan ve soykırım gibi suçlamaların kulak arkası edilmesini savundu. “Lozan hezimettir” diyenler için, “sorunun kaynağı Lozan’dır” denilmesi elbette bir sorun teşkil etmiyor!
Öcalan da ilk kısa değerlendirmesinde “PKK 12. Kongresinde alınan kararları ve önümüzdeki döneme ilişkin mesajları saygıyla selamlıyorum” dedi. (Oysa Öcalan yıllar önce ‘Sevr’e karşı Lozan’ çizgisini savunmuştu ve bu bakımdan siyasal İslamcılardan daha ileri bir tutum almıştı.)
PKK Kongresinde kim, neyi savundu?
PKK Kongresi’ndeki konuşmaları da inceledim. Açıklanan karar metninin, Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ın konuşmalarına paralel olduğu görülüyor. Hatta konuşmalar metne göre daha da üst perdeden: Açıkça 52 yıldır sürdürdükleri mücadelenin zaferle sonuçlandığını, Türk devletinin bu nedenle kendileriyle anlaşmaya oturduğunu savunuyorlar.
PKK liderleri, öncelikle PKK’nin varlığının çeşitli şekillerde süreceğini belirtiyorlar. Karayılan “PKK 2002’de de feshedildi, amaç değişim-dönüşümdü, yeni bir sürecin başlangıcıydı” diyor ve bugünkü kararın da “bir son olmadığını, yeni bir başlangıç olduğunu” savunuyor. Duran Kalkan da “bunun bir son olmadığını, yeni çıkışların önünü açacak bir başlangıç olduğunu, kararın 52 yıllık Apocu hareketin PKK adıyla yürüyüşünün sonlandırılmasından ibaret olduğunu” belirtiyor. Kalkan, Kongrenin hızla tamamlandığını ama “fiiliyatının aylarca süreceğini” belirtiyor, bu zaman diliminde de “Apocu hareketin, misyonununa uygun şekilde yeni sürece taşınacağını” söylüyor. Kalkan, “Bu sonladırıp bitirme değildir, PKK’nin kuruluşundan çok daha güçlü biçimde yeni kuruluşlar için ön açmadır” diyor. Öte yandan Karayılan, “silah bırakma kararının uygulanabilmesi için, önce yasal değişikliklerin yapılmasını” istiyor ve “Önder Apo’ya güveniyoruz ama silahları gerçekten devre dışı bırakmamız için devlete de güvenmemiz gerekiyor” diyor. (ANF, 13.5.2025).
ABD’li sözcü detay vermeden işaret etti
ABD, PKK Kongresi bildirisinden memnun. Dahası bu sonuçta parmağının da olduğu anlaşılıyor. Örneğin ”ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Tommy Pigott, ‘ABD’nin, PKK’nin bu kararında bir etkisinin olup olmadığı’ yönündeki soruya net yanıt vermekten kaçınırken, Türk ve ABD’li diplomatlar arasındaki diplomatik görüşmelerin detaylarına girmeyeceğini söyledi. Sözcü ‘terör örgütünün silah bırakması medeniyet için bir zaferdir’ değerlendirmesi yaptı” (AA, 13.5.2025).
Burada kritik konu, Suriye’deki PYD/YPG’nin durumudur. Nitekim DEM Partili Cengiz Çandar, PKK’nin fesih ve silah bırakma kararının PYD/YPG’yi kapsamadığını vurguluyor.
Anımsayacaksınız, ABD önce HTŞ ile SDG’yi (omurgasını YPG’nin oluşturduğu örgüt), ardından da PYD ile ENKS’yi (Barzanicilerin Suriye kolu) anlaşma masasına oturtmuştu. Yaptırımları aşamalı kaldırma, Washington’un buradaki kozuydu.
ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan’dayken Suriye’ye yaptırımları kaldırdığını açıkladı. Kararında “Erdoğan’la görüşmesinin” payı olduğuna dikkat çekti. Trump, Riyad’da hem Suriye Cumhurbaşkanı Şara ile ikili görüşme yaptı, hem de Suudi Veliaht Prensi Selman ve uzaktan erişim yoluyla Erdoğan’ın da dahil olduğu dörtlü zirve yaptı.
Kısacası Açılım ile Suriye’de Esad’ın devrilmesi sürecinin paralel gitmesi ve PKK’nin Kongre kararıyla Suriye’ye yaptırımların kalkması arasında doğrudan bir ilişki var. Hepsinin çıktığı kapı da PKK’nin yeni bir kimlikle Suriye’nin kuzeydoğusunda devletleşmekte olduğudur.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Mayıs 2025
Devletin dönüşümünde kaldıraç: Açılım
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 12/05/2025
PKK’nin 5-7 Mayıs 2025’te kongre toplayarak “Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki çağrısı temelinde” karar alması ve Erdoğan’ın 8 Mayıs 2025’te “Bugün yarın PKK silahları bırakacak, örgütü feshedecek” demesi, Türk siyasi tarihinde hem bir dönemin kapanışı ama hem de bir dönemin başlangıcıdır.
Bunu “devletin dönüşümü hedefli yeni bir döneme giriş” diye de okuyabiliriz. Şöyle ki:
İlk açılımın devamı
1 Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’nin DEM’li milletvekilleriyle tokalaşarak başlattığı yeni açılım, 2009 ve 2013’teki açılımların devamı mıdır, yoksa tersi midir?
İlk açılıma karşı olup şimdiki açılımı destekleyenler, bunun öncekinin tam tersi olduğunu ileri sürüyorlar. Bu kesimlere göre, eski açılım ABD’nin açılımıydı ama yeni açılım ABD’ye karşı yürüyor.
Gerçi AKP ve DEM sözcülerinden bu yönde bir değerlendirme duymadık; ne açılımın ABD’ye karşı olduğunu ne de ilkinin tersi olduğunu söylüyorlar. Hatta tersine bu açılımın, ilkinin hatalarından çıkarılan derslerle daha başarılı devamı olduğunu belirtiyorlar.
MHP ve benzeri devletçi siyasetlerin “bugünkü açılımın dünkü açılımın tam tersi olduğunu” iddia etmeleri, öncelikle tabanlarına, tutumlarındaki 180 derecelik dönüşü kabullendirebilmek içindir.
TSK’den sonra kurucu parti
23 yıllık AKP iktidarı sermaye sınıfı içindeki değişimin ve haliyle devletin dönüşümünün tarihidir aynı zamanda. Bu dönüşümlerde açılımlar kritik önemdedir. AKP, açılımı devleti dönüştürmekte bir manivela/kaldıraç gibi kullandı.
2009 ve 2013’teki açılımlar Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla paralel yürütüldü, şimdiki açılım da “silkeleme” ve “telef etme” operasyonlarıyla paralel yürütülüyor.
AKP dün açılımı devletin dönüşümünde kaldıraç yaparken, o dönüşüme direnecek kuvvet olarak TSK’yi Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla etkisizleştirdi.
AKP bugün açılımı yine devletin dönüşümünde kaldıraç yaparken, bu kez ”eski devletin” kurucu partisi CHP’yi etkisizleştirmeye çalışıyor. (Aradaki süreçlerde başta kaset operasyonları olmak üzere çeşitli alt operasyonlarla CHP önemli oranda zaafa uğratıldı zaten.)
Bu süreçte Bahçeli’nin Öcalan için “kurucu önder” ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel için “bir siyasi kurumun yöneticisi” demesi; MHP’nin DEM’le bayramlaşıp CHP’yle bayramlaşmaması; Cumhur İttifakı nezdinde DEM’in normalleştirilip CHP’nin şeytanlaştırılması; Öcalan’ın örgütüne çeşitli yollarla talimat verebilmesi sağlanırken Ekrem İmamoğlu’na sosyal medyanın yasaklanması, devletin dönüşümünde kullanılan psikolojik savaş yöntemleridir.
PKK’nin siyasete entegrasyonu
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te, daha üç gün önce TBMM’den atılmasını istediği DEM milletvekillerinin sırasına giderek onlarla tokalaşması, ardından 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun, örgütünü feshettiğini açıklasın” demesi ve Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te bu çağrıya olumlu yanıt vermesi ile HTŞ’nin Türkiye’nin denetimindeki İdlib’den 27 Kasım 2024’te çıkarak ABD-İsrail-Türkiye desteğiyle 8 Aralık 2024’te Esad’ı devirip Şam’a girmesi arasındaki ilişkiyi görmeden, açılım anlaşılmaz.
Yeni açılım, silah bırakması adı altında PKK’nin Suriye’de devletleşmesi ve Türkiye’de siyasete entegrasyonudur. Parlamenter rejimi yıkıp Türk-İslam sentezli başkanlık rejimine dönüşüm, şimdi Türk-Kürt-İslam sentezli yeni bir dönüşümle ilerletilmek isteniyor.
PKK, silahlı mücadelesinin zaten hedefi olan Türk siyasetine entegrasyonu getireceği ve Suriye’de devletleşeceği için, Erdoğan da kendisine yeni anayasa ile sınırsız başkanlık yolu açacağı için açılımda uzlaşmış durumda.
Kısacası “teröre diz çöktürülüyor” örtüsünün arkasında başka şeyler oluyor. Tersine terör “50 yıllık mücadelesinin” hedeflerine ulaşıyor adım adım: Bir ”parçada” devletçiği ortaya çıkıyor, bir “parçada” da iktidar koalisyonunun unsuru oluyor.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Mayıs 2025
PKK’nin PYD’leşerek devletleşmesi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 01/03/2025
İki koldan yürüyen müzakerelerin ardından Öcalan çağrısını yaptı: “PKK kongre toplayıp kendisini feshetmeli.“
Öcalan’ın çağrısından pek çok aktör memnun: İçeride Erdoğan memnun, Bahçeli memnun, Özel memnun, Babacan memnun, Davutoğlu memnun, hatta sürece karşı olan Perinçek bile memnun. Kürt aktörler memnun; Mesut Barzani memnun, PYD Eş Başkanı Salih Müslim memnun, YPG Komutanı Mazlum Abdi memnun. Dış faktörler memnun: Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Brian Hughes “sorunlu bölgeye barış getirecek“ dedi, Washington memnun; Almanya Dışişleri Bakanlığı “tarihi fırsat” dedi, Berlin memnun; İngiltere Dışişleri Bakanlığı destek açıkladı, Londra memnun.
Terör örgütünün elindeki silahı bırakmasından ve kendisini lağvetmesinden birbirine karşıt kuvvetlerin memnun olması ender bir durum. Bu da gazeteci olarak bize, arka planını sorgulamayı yüklüyor.
Öcalan’ın çok boyutlu kullanımı
Kürt kökenli bir Türk gazeteci olarak “Kürt sorunu” hep ilgi alanım oldu. Özellikle konuyu bölgesel ve uluslararası boyutlarıyla analiz ederek kitaplar (Büyük Kürdistan, Hükümet-PKK Görüşmeleri, Amerikan Koridoru) yazdım. O nedenle konuya güncelden ve taktik düzlemden çok, geniş tarih aralığından ve stratejik düzlemden bakmaya çalışacağım.
Önce şu saptamayla başlayalım. Öcalan’ın çağrısında PKK’nin ömrünü tamamlamasına gerekçe yaptığı “reelsosyalizmin 90’larda çökmesi” konusu kritik bir perdelemedir. Zira PKK gerçekte hiçbir zaman sosyalist olmadı, dahası 1980 öncesinde Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda “sosyalist örgütleri temizleme” amacı izlediği için hem Gladyo’nun işine geldi hem de sistem tarafından görmezlikten gelindi.
Bu, birincisi dış faktör olarak PKK’nin daha sonra ABD’yle kuracağı işbirliğinin zeminini anlamak açısından, ikincisi de iç faktör olarak Öcalan’ın siyasette kullanılması bakımından önemlidir.
Erdoğan’ın Öcalan kartı
AKP hükümetinin rejimi ve sistemi erozyona uğratıp devletleşmesiyle, bu süreçlerde Öcalan’ı kullanması arasında önemli bir ilişki vardır. Birkaç örnekle anımsatalım:
– Öcalan Ergenekon operasyonlarında kullanıldı. TSK ve ulusalcılara karşı Kürt hareketinin siyasi desteği alındı.
– Öcalan, Gezi’de “darbe gördüğü” için Taksim’e çıkmayan Kürt siyasi partisine ayar vermekte kullanıldı. Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” mesajıyla Gezi’nin ruhu hedef alındı, Taksim’deki PKK flamalarıyla geniş kitlenin Gezi’ye soğuması sağlandı.
– Öcalan seçimlerde kullanıldı. Örneğin iktidar, İmamoğlu’nun İstanbul seçimini kazanmaması için Öcalan’ı devreye soktu, Kürtlerin oyunu İmamoğlu’na vermemesi istendi.
– Kürt siyasi hareketi içindeki AKP’yi etkileyen çelişmelerde Öcalan kullanıldı. Erdoğan’ın “Edirne’deki (Demirtaş) İmralı’ya hesap verecek” sözü o ilişkinin tipik göstergesidir.
Öcalan’ın anahtarı hangi kapıları açacak?
Daha belirleyici olan ise stratejik düzlemde yaşananlardır. ABD, PKK üzerinden önce Irak Kürdistanı’nı kurdu, şimdi de Suriye Kürdistanı’nı kurmaya çalışıyor. Nasıl mı?
ABD Irak’taki büyük oyunuyla, Türk devletinin PKK’yle mücadele karşılığında Barzanistan’ı tanımasını sağlamış oldu! ABD benzer yöntemle Türk devletini PYD özerkliğini kabul etmeye zorluyor; PKK’nin silah bırakması, kendini lağvetmesi ve Suriye’deki yapının tanınması… (Nitekim YPG Komutanı Mazlum Abdi “Öcalan’ın çağrısı bize değil, PKK’ye” diyor)
Öyle ki PKK’nin feshi “sihirli bir açacak” niteliği kazanmış durumda. Çünkü PKK çok boyutlu ilişkilerde tıkaç niteliği taşıyor; AKP-ABD ilişkilerinin önünde bir tıkaç, Türkiye’nin PYD özerkliğini kabul etmesinin önünde bir tıkaç, hatta Kürt siyasi hareketinin daha geniş zemin kazanmasının önünde bir tıkaç olarak duruyor. İşte Öcalan bu tıkacı çekerek ABD’yi, AKP’yi, PYD’yi, DEM’i, Barzani’yi rahatlatmış oluyor. Artık her aktör “PKK’nin feshi” anahtarıyla kendi yeni kapısını açabilir!
Erdoğan’ın yeni kapısı da Kürtlerin desteğiyle “sınırsız başkanlık” sağlayan yeni anayasanın kabulü ve seçim desteği…
Demokrasi tramvayından inen siyasal İslamcılıkla Türkiye’nin demokratikleşmesinin mümkün olmadığı, artık daha ağır bir faturayla görülecek.
Asıl mesele ise şudur: PKK zaten PYD’ye dönüştü, konu PKK’nin feshi değil, PYD’leşerek devletleşmesidir.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Mart 2025
Açılım karşıtlığının 4 nedeni
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 11/01/2025
Bazıları Kürt etnik kimliğime işaret ederek “Neden Kürtlerin yakaladığı bu fırsata karşı olduğumu” sorguluyor, bazıları da sosyalist kimliğime işaret ederek “biz solcuların barışa karşı çıkmaması gerektiğini” söylüyor!
Hatta bazı aydınlarımız da, beklenenin tersine, Devlet Bahçeli’nin öncülüğündeki bu açılımın kolaylaştırılması için çaba gösterilmesini savunuyor!
Bir sosyalist ve Kürt kökenli Türk olarak Erdoğan-Bahçeli‘nin Öcalan Açılımı’na neden karşı olduğumu dört maddede açıklayayım:
1) İktidarın güvenilmezliği
Bir kere 22 yıllık uygulamalarından hareketle, bu iktidarın hiçbir politikasına güvenmiyorum. 22 yılda onlarca kez görüldü; her politikalarının altında bir ajanda, bir başka hedef var. (Bugün de barış ve silah bırakma adı altında içeride “yeni anayasa ile Erdoğan’a sınırsız başkanlık“ sağlama, dışarıda ”Irak ve Suriye Kürtleriyle Türkiye’yi genişletme“ hedefi var.)
Ayrıca Erdoğan 22 yılda 22 çeşit siyasi aktörü, çeşitli biçimlerde kullandı: Batıcı liberalleri, sol liberal aydınları, Kürt örgütlerini, bazı Alevi örgütlerini, MHP’den BBP’ye Türk-İslamcı milliyetçilerini, VP’den DSP’ye ulusalcıları, azınlıkları, sanatçıları, futbolcuları vd.
Erdoğan bugün de Öcalan Açılımı için Bahçeli’yi koçbaşı yapmış görünüyor; sonucuna göre pozisyonunu elbette güncelleyecektir.
Bu şartlarda, DEM Partisi aktörlerinin kendilerini ikinci kez Erdoğan’ın kullanımına açmış olması, artık siyaset biliminin konusu olmanın ötesindedir.
2) Demokratikleşme hayali
Erdoğan ve Bahçeli’nin merkezinde olduğu bir politikadan, demokratikleşme çıkmasını beklemek, en hafifinden siyasi saflıktır.
Erdoğan’ın muhaliflerini toptan terörist ilan ettiği günler daha dündü. Bahçeli’nin HDP’nin kapatılmasını istemesi daha dündü. Bahçeli’nin HDP’yi kapatmayan Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını istemesi daha dündü. DEM’li belediyelere kayyum atanması daha dündü.
Siyasal İslamcılıktan demokratikleşme beklemek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Siyasal İslamcılıkta demokrasi, iktidara götüren bir tramvaydır, iktidar durağına gelinince inilir!
3) Komşularla savaş riski
Bu Açılımın hedefi barış değildir; tersine aslında savaşın tohumlarını ekiyorlar.
Çünkü “Irak ve Suriye Kürtleri Osmanlı’daki gibi Türklerle yaşamak istiyor” diyorlar, bu Araplarla savaş tohumudur.
Çünkü “Esad sonrası konjonktürde İran’a karşı Türk-Kürt-Arap ittifakı” diyorlar, bu Farslarla savaş tohumudur.
Yani Türk-Kürt barışı diye sunulan, aslında Ortadoğu’da yeni savaş riskidir.
4) PKK’nin silahı ABD’nin silahıdır
Kimi ülkelerin terörle nasıl masaya oturduğu, uzun müzakerelerle nasıl barış getirdiği anlatılıyor medyada. Doğru ama arada büyük bir fark var.
O örgütler, son tahlilde o ülkenin sorunuydu, konusuydu. Ancak PKK, biraz da Türk devletinin yanlış politikaları nedeniyle, sadece Türkiye’nin konusu olmaktan çoktan çıkmış durumda.
PKK, 90’lara kadar Türkiye’nin konusuydu, 2003’e kadar bölgenin konusuydu, ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte uluslararası bir konuya dönüştü. Yani bırakın konunun ülke düzleminde olmasını, artık bölge düzleminde bile değildir; uluslararası düzlemdedir.
Hatta PKK’den silah bırakmasının istenilebileceği adres bırakın İmralı’yı, Kandil bile değildir; doğrudan Washington’dur!
PKK’nin elindeki silah ABD’nin silahıdır. Dolayısıyla Türkiye PKK’nin silahlarını teslim almak istiyorsa, ABD’yle müzakere, hatta mücadele etmelidir.
ABD’yle müzakere/mücadele edebilmek için de Türkiye’nin güçlü bir müttefik ağı inşa etmesi gerekiyor. Bunun için de önce “Irak ve Suriye Kürtleriyle Türkiye’yi genişletme” hayalinden çıkılmalıdır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Ocak 2025
Colani’nin arabası
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 14/12/2024
İlkelerin ayaklar altına alınması ve bunun istisna olmaktan çıkarak “reelpolitik” diye savunulması, devletlerarası ilişkilerin önündeki en önemli sorunlardan biridir.
Bunu terör örgütü HTŞ’nin Suriye’de iktidar “yaptırılması” nedeniyle söylüyoruz. HTŞ’yi resmi olarak terör örgütü kabul eden ülkeler, onun Şam’daki yasal hükümeti devirmesini istediler, bunun için askeri ve istihbari destek verdiler, yönlendirdiler. Şimdi de HTŞ’yle resmi ilişkiye geçiyorlar; üstelik HTŞ’yi hâlâ resmi olarak terör örgütü diye kabul etmelerine rağmen!
Terörün tanımı sorunu
Terör ve terör örgütü konusu devletlerarası ilişkilerin zaten iki temel nedenle sorunlu konusuydu:
1) Terör ve terör örgütü konusunda hem tanımda bir uzlaşı yok hem de çıkarlar gereği birinin terör örgütü kabul ettiğini diğeri kurtuluş örgütü sayıyor. Buna bulunan “kısmi çözüm”, BM’nin o örgütleri nasıl tanımladığıdır. Örneğin Türkiye için terör örgütü olan PKK, uzun süre müttefikleri ve komşuları tarafından terör örgütü diye kabul edilmemişti.
2) Terör ve terör örgütü konusunda ikinci sorun, devletlerin, BM tanımlaması oluştuktan sonra, terör örgütünün isim değiştirmesi üzerinden onunla ilişkiyi sürdürmesidir. Örneğin ABD, resmi olarak PKK’yi terör örgütü kabul ediyor ama PKK’nin değişmiş adlı haliyle, ülke kollarıyla ilişkisini sürdürüyor. Dahası, PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG’yi “kara ordusu” yaparak, IŞİD’e karşı işbirliği söylemi üzerinden devletleşmesinin yolunu açıyor.
Önce ilke
Terör ve terör örgütleri konusundaki en temel ilke şu olmalıdır: Egemen bir ülkenin, kendi egemenliğini hedef alan bir örgütü terör örgütü kabul etmesi halinde, o örgüt başta komşuları olmak üzere tüm diğer ülkeler tarafından da terör örgütü kabul edilmelidir.
Ancak tersine, devletlerarası güç ve çıkar çatışması nedeniyle, genelde devletler komşusunun terör örgütü kabul ettiğini, komşusunu zayıflatacak bir araç gördüğü için “kurtuluş örgütü” sayar ve destekler. İlke ortadan kalkınca, herkes herkese karşı bir terör örgütü besler!
Bu kısırdöngüden en çok kazanan ise terör örgütlerini etkileme ve kullanma potansiyeli olan en güçlü devlettir; emperyalist ABD’dir.
PKK, IŞİD, HTŞ
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan önemle belirtiyor: “DEAŞ’ın (IŞİD), PKK’nın orada (Suriye’de) hakim olmaması önceliklerimiz arasında” (AA, 13.12.2024).
Güzel, peki IŞİD ve PKK terör örgütü de HTŞ değil mi? Halbuki HTŞ Türkiye’nin resmi olarak terör örgütü kabul ettiği bir örgüt. Bu durumda MİT Başkanı İbrahim Kalın, HTŞ lideri Colani’nin arabasında ne arıyor?
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ise Ankara’nın terör örgütü PKK karşıtı tutumuna karşı şu argümana sarılıyor: “SDG (PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG’nin omurgasını oluşturduğu örgüt) IŞİD’den gelen tehdidin baskılanması konusunda ve aynı zamanda Suriye’nin doğusunda çok sayıda IŞİD teröristinin gözaltı merkezlerinde tutulmasında son derece yetkin terörle mücadele ortağıdır” (Amerika’nın Sesi, 12.12.2024).
Yani ABD, Türkiye’nin terör örgütü kabul ettiği PKK’yi, yine hem ABD’nin hem Türkiye’nin terör örgütü kabul ettiği IŞİD’e karşı mücadele eden bir örgüt olarak savunmakta; hatta bunun üzerinden PKK terör örgütünü, “terörle mücadele ortağı” diye payelendirmektedir!
Direksiyondaki 10 milyon dolar
İngiltere Savunma Bakanı John Healey, HTŞ’nin resmi ”terör örgütü” statüsünün önemsiz olduğunu belirterek, görüşeceklerini söylüyor (Sputnik, 12.12.2024). Ki askeri ve istihbarat düzeyinde Washington da, Londra da, Ankara da ne yazık ki terör örgütü HTŞ’yle zaten görüşüyordu. İdlib’de “kurtuluş hükümeti” kurmasını kabul ettiler, Esad’a karşı mücadele edebilmesi için her açıdan desteklediler.
ABD ”resmi olarak” 9 yıldır terör örgütü kabul ettiği HTŞ’nin lideri Colani’nin başına 10 milyon dolar ödül koymuştu. Ancak uygulamada Colani’ye milyonlarca dolarlık silah sağladılar. Türkiye resmi olarak 2018’den beri HTŞ’yi terör örgütü kabul ediyor. Ama uygulamada iktidar HTŞ’nin İdlib’de büyümesine “göz yumdu”, Şam’a yürümesine “yeşil ışık yaktı” ve şimdi de liderinin arabasına biniyor!
Terör ve terör örgütleri konusundaki ilkesizlik üzerinden komşular komşularıyla emperyalistlerin yararına uğraşmaya daha bir süre devam edecek ne yazık ki…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Aralık 2024