Archive for category Politika Yazıları

Yeni rejim iddianamesi

Başsavcılığın 3.900 sayfalık İmamoğlu iddianamesi, özü itibariyle sarayın “yeni rejim inşa” iddianamesidir. 

Dosyanın daha savcısı ve soruşturması bile yokken saraydan CHP ve Ekrem İmamoğlu’na yönelen suçlamalar, iddianamenin özünü oluşturmaktadır. Hatta doğrudan Erdoğan’ın kullandığı “ahtapotun kolları” türünden nitelemeler bile iddianamenin iddiası olmuştur. 

AKP’ye seçim kazandırma iddianamesi

İmamoğlu’nu ve yeni CHP yönetimini hedef alan operasyonlar ve iddianamesi, ikinciliğe gerileyen AKP’ye seçim kazandırma, AKP’yi yeniden birinci parti yapma iddianamesidir.

“Aziz İhsan Aktaş suç örgütüne yönelik hazırlanan 578 sayfalık iddianame, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce kabul edilerek tensip zaptı hazırlandı. (…) Davanın ek klasörlerine yansıyan bilgilere göre, yargılamanın azami 2520 günde tamamlanması hedefleniyor.” (Cumhuriyet, 11.11.2025)

2520 gün, yaklaşık 7 yıl yapıyor. Açık ki Cumhurbaşkanlığı seçimi rahat rahat geçip gidene kadar dava sürsün isteniyor.

Evet, bu iddianame, iktidara seçim kazandırma amaçlı iddianamedir. O kadar öyle ki rakip, iddianamede seçim kazanmakla, cumhurbaşkanı adayı olmak için CHP’yi ele geçirmekle suçlanabilmektedir!

CHP içeri PKK dışarı

İddianame, aynı zamanda medyaya balyoz operasyonudur. Soner Yalçın’dan Şaban Sevinç’e gazeteciler doğrudan İmamoğlu lehine haber yapmakla suçlanmaktadır. Bu gazeteciler hedef alınarak, diğer gazeteciler de otosansüre zorlanmaktadır. 

Yine İmamoğlu’nun hedef alındığı casusluk soruşturması da Tele1’i ve Merdan Yanardağ’ı susturma operasyonudur. (Yanardağ’ı iki yıl önce Öcalan’a övgüden (!) tutukladılar, bugün ise Tele1’i, diğer nedenlere ek olarak, Öcalan, açılım karşıtı yorumcularından ve yayınlarından rahatsız olduğu için susturdular!)

Öcalan demişken… 

Öyle satır satır iddianame okumaya bile gerek yok. İktidar yeni rejim inşa etmeye çalışıyor ve engel olarak gördüğü “kurucu parti CHP’yi” tasfiye etmeye çalışıyor. 

Ne acı ki “kurucu önder” Atatürk’ün partisi CHP’nin kapatılmaya çalışıldığı ama Bahçeli’nin ifadesiyle PKK’nin “kurucu önderi” Öcalan’ın siyasetin ana aktörü yapıldığı bir süreç bu… 

CHP’nin iki hatası

Bu, özü itibariyle bir yolsuzluk iddianamesi değildir ama CHP’nin “yeni CHP”ye “dönüşürken”, ideolojisi sulanırken, Altı Ok’u kırılırken, yolsuzlara, topuksuzlara, komisyonculara nasıl koltuk dağıtıldığının da acı bir belgesidir. Partiye doldurulan çürüklerin, çıkarcıların, liyakatsizlerin, hırsızların günü geldiğinde nasıl kullanılabildiklerinin belgesidir. Bu CHP’nin birinci büyük hatasıdır ve umarım CHP bundan ders çıkarabilir.

CHP’nin ikinci hatası ise iktidarın “belediyeleri silkeleme” operasyonuna “normalleşme” ile çare arayan “liberal” tutumuydu, önemli oranda düzeltti. İktidar, belediyelerin elindeki mülklere el koyarak, kendi dönemine ait borçların tahsilatı için baskı kurarak, belediyeleri halkın gözünde çalışamaz göstermeye çalışarak operasyonun ilk aşamasını uygularken, Özgür Özel ve ekibinin buna “yanıtı”, “iktidarla normalleşme” arama olmuştu. Hatta CHP yönetimi 30 Ekim 2024’te Esenyurt Belediyesine ilk operasyon yapıldığında bile işin esasını tam olarak göremedi ve ancak 19 Mart’ta asıl meseleyi yakalayabildi. 

Amaç CHP’yi tasfiye etmek

Sonuç olarak “Yeni CHP”nin arızaları, AKP’nin elinde koz oldu. Ancak bu, iddianamenin esasının yolsuzluk olduğu anlamına gelmiyor. Tıpkı Ergenekon-Balyoz iddianamelerinde olduğu gibi torbada arızalar ve arızalılar hep olur ama bu meselenin esası değildir, tersine meselenin esasını perdemele araçlarıdır, meseleyi maskeleme amaçlıdır.

Ergenekon-Balyoz kumpaslarının temel hedefi TSK’yi budamak ve Ulusalcı akımı zayıflatmak, dahası dönüştürmekti. Bu iddianamenin temel hedefi ise CHP’yi ve Erdoğan’ın rakiplerini tasfiye etmektir, Kemalistleri ve Cumhuriyetçileri etkisizleştirmektir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Kasım 2025

,

1 Yorum

Fidan’ın Beyaz Saray’daki altı görüşmesi

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmet Şara ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmeye, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da katıldı. Çünkü Trump’ın Şara’yla varmak istediği anlaşmaların sonuçları, hem Suriye’deki Türk varlığı ile SDG’nin konumunu hem de İsrail boyutuyla Ortadoğu’yu ve yeni düzen arayışlarını ilgilendiriyor. 

Trump’ın masasındaki konular şunlardı: Suriye’nin İsrail’le normalleşmesi, Şam-SDG entegrasyonunun sağlanması, Şam’ın IŞİD karşıtı koalisyona katılması, Suriye’nin neoliberal düzene entegrasyonu… 

Trump’ın bunlar karşılığındaki tavizleri de Şara ve arkadaşlarının terörist listesinden çıkması, Suriye’ye uygulanan Sezar yaptırım yasasının Rusya ve İran’la ticaretin kapsam dışında bırakılarak ve de süre şartıyla kaldırılması. 

Fidan’ın programı

Fidan’ın Beyaz Saray’daki altı görüşmesine bakacak olursak… 

1) İlki, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın doğrudan Trump-Şara zirvesinin bir bölüme dahil edilmesiydi. Fidan bu görüşmesini şöyle detaylandırdı: “Şara ve Trump görüşmesi sırasında bir ara bizi toplantıya davet ettiler. Ben de toplantıya katıldım. Özellikle Suriye’nin güneyindeki, kuzeyindeki sorun alanları daha iyi nasıl yönetilebilir? Sezar Yasasıyla ilgili çalışmalar nasıl yapılabilir? Onlara detaylı bakma imkanımız oldu.”

2) Fidan, Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Şara’yla ayrıca görüştü.

3) Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile ikili görüşme yaptı. 

4) Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan Şeybani ile üçlü görüşme yaptı.

5) Fidan, Beyaz Saray’da ABD Dışişleri Bakanı Rubio, Suriye Dışişleri Bakanı Şeybani, Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’la beşli bir toplantı yaptı. Daha sonra ABD Başkan Yardımcısı JD Vance de katıldı ve toplantı altılı sürdürüldü.

6) Fidan, Witkoff ve Barrack ile ayrıca üçlü bir toplantı yaptı. 

Kritik konu entegrasyon

Peki Fidan’ın görüşmelerinde hangi konular ele alındı, masada neler vardı?

Fidan’ın açıklamasına bakılırsa “özellikle Suriye konusunda büyükelçi Barrack ile ve Filistin, Rusya-Ukrayna ve İran konusunda da Witkoff ile çok detaylı bir görüşme yaptım.” (AA, 11.11.2025) 

Bu arada ABD Dışişleri Bakanlığının açıklamasına göre, ikili görüşmede Rubio Fidan’a “Rus enerjisi alımını durdurma çağrısını” yineledi. (AA, 11.11.2025) 

Kuşkusuz Ankara açısından Beyaz Saray’daki bu görüşmelerin en kritik konusu SDG’nin Şam’la entegrasyonuydu. Konu hem entegrasyonun hangi yönde gelişeceği açısından hem de Türkiye’deki açılım süreciyle ilişkisi bakımından kritik önemde. Fidan her ne kadar “Suriye’de problemler dikkatle yönetilmezse ülke giderek parçalanmayla karşı karşıya kalabilir” uyarısı yapsa da, SDG’nin Şam’la entegrasyonu konusu Ankara’dan ziyade Washington’un istediği yöne doğru şekilleniyor. 

ABD, teröristi kendine ortak yaptı

Peki Şara’nın Beyaz Saray ziyaretinden ne sonuçlar çıktı? 

1) Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasına göre SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda Washington ile Şam anlaşmaya vardı. (Bu arada Washington’un YPG/SDG için Şam’la anlaşma yapması, ABD’nin YPG/SDG’yi “kara ordum” diye nitelemesinin doğal devamıdır.) Suriye Dışişleri Bakanlığı anlaşmayı “kurumları birleştirmek ve ulusal güvenliği artırmak için atılan bir adım” diye tarif etti. (Cumhuriyet, 11.11.2025).

2) Suriye Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, “ABD’nin Suriye ile İsrail arasında bir güvenlik anlaşması sağlanmasına verdiği destek” vurgulandı. Ancak Trump’ın istediği İbrahim Anlaşmasının imzalanmasının henüz olgunlaşmadığı anlaşılıyor. Şara, Trump’la görüşmesinden sonra Fox News’e yaptığı açıklamada “İbrahim Anlaşmasının söz konusu olmadığını” belirtti ama devamında şöyle dedi: “İsrail ile şu anda doğrudan müzakereye girmeyeceğiz, belki Başkan Trump bu tür bir müzakere için yardımcı olabilir.” (Sputnik, 11.11.2025).

Şara işaret ettiği türden bir müzakere için Trump’tan yardım isterken, İsrail ile Suriye arasında “güvenlik müzakerelerinin” sürdüğünü ise not edelim. 

3) ABD Hazine Bakanlığı’nın açıklamasına göre Suriye’ye uygulanan Sezar Yasası, 180 gün süreyle ve Rusya ile İran ticaretleri kapsam dışında bırakılarak askıya alındı. Böylece ABD Şara’dan istediklerini koparabilmek için yaptırım kartını elinde tutmaya devam edecek. 

4) Şam yönetimi ve HTŞ, ABD liderliğindeki “IŞİD Karşıtı Küresel Ortaklığın Yürütme Grubu”na katıldı. Böylece HTŞ ile YPG/SDG aynı cephede yan yana getirilmiş oldu. 

5) ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’a göre Şara’nın Beyaz Saray’a davet edilmesinin en önemli anlamı, Turmp’ın “sorunu (Şara’yı) ortağa dönüştürmesi” oldu. (Sputnik, 11.11.2025).

El Kaide’nin kolu olarak Suriye’de Nusra Cephesini inşa eden, El Kaide lideri Bağdadi’nin Nusra-IŞİD birleşmesi isteğini reddederek HTŞ’yi kuran ve ABD tarafından 2013’te “küresel terörist” ilan edilen Şara’nın (Colani) Barrack’ın ifadesiyle “ortağa dönüşmesi”, ABD için anı zamanda bölgede bir model ilişki anlamına da geliyor!

Bu arada Trump, ziyareti öncesinde BM Güvenlik Konseyi’nden HTŞ lideri Şara’ya yönelik yaptırımların kaldırılmasını istemişti. Konseyin 14 üyesi Şara’ya yaptırımın kaldırılması için olumlu oy kullanırken, sadece Çin çekimser oy kullandı. (Sputnik, 11.11.2025)

6) Şara, Trump’la görüşmesinden önce, Washington’da IMF Başkanı Kristalina Georgieva ile biraraya geldi. Görüşmede “Suriye’nin ekonomik kalkınmasına yönelik olası işbirliği adımlarının değerlendirildiği” açıklandı. ABD açısından amaç, Suriye’nin neoliberal sistemeye entegrasyonu elbette… 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
11 Kasım 2025

, , , , , ,

Yorum bırakın

NATO turancılığı

Ankara ABD’nin son dönemdeki Güney Kafkasya ve Orta Asya hamleleri karşısında neden sessiz? Yoksa Ankara, politikalarını, ABD’nin 1990’lardan beri dayattığı ve inişli çıkışlı uygulanan “Türkiye üzerinden Orta Asya’ya sarkma” stratejisine uyumlu hale getirmede basamak mı yükseltiyor? İnceleyelim: 

Trump’ın koridor planı

Erdoğan, Karabağ zaferinin 5. yıldönümü için Bakü’deydi. Azerbaycan 30 yıl boyunca Ermenistan’ın işgali altında olan topraklarını nihayet beş yıl önce kurtarabildi. Bunda önemli etkenlerden biri Rusya’nın tutumuydu. Nitekim Erivan yönetimi, Karabağ kaybı nedeniyle Moskova’yı suçladı; Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nden çıkmaktan ABD’yle ilişkileri geliştirmeye kadar pek çok tepki gösterdi. 

Peki Rusya neden böyle bir tutum almıştı ya da Erivan’ın ifadesiyle Moskova neden Bakü’ye yeşil ışık yakmıştı? Çünkü Türkiye, Rusya ve İran, Astana Platformu’nda çok stratejik bir işbirliği yürütüyordu. 

Ama ne oldu? Esad’ın devrilmesi Astana Platformu’nu fiilen işlevsizleştirdi. ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın ifadesiyle Suriye’de ABD, İsrail ve Türkiye üçlüsüne alan açıldı. Astana’nın Güney Kafkasya’da açtığı barışa giden yola ABD yandan köprü kurdu: Zengezur Koridoru’nın işletmesi, Beyaz Saray’da yapılan bir anlaşmayla 99 yıllığına ABD’li şirkete verilerek Trump Koridoru’na dönüştürüldü.

Güney Kıbrıs’ı tanıma ve Abraham Anlaşması

Orta Asya ülkeleri Çin ve Rusya’nın yakın müttefiki durumundalar. ABD 90’larda FETÖ gibi örgütlerle bu ülkelere yerleşmeye çalıştı ancak Şanghay İşbirliği Örgütü başta çeşitli platformlar ile Amerikan nüfuzu engellendi. Ancak ABD ve AB Orta Asya’ya yerleşebilmeyi stratejik bir hedef olmayı sürdürüyor. 

Bu yılın Orta Asya’ya ilk hamlesini AB yaptı. Ne yazık ki AB-Orta Asya Zirvesi, KKTC’nin aleyhine bir sonuç doğurdu. Bu köşede “12 milyar Avro’ya KKTC’yi sattılar” başlığıyla yazdım: “Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ olarak tanıdı ve büyükelçi atadı. Böylece üç Türk Cumhuriyeti, KKTC’nin varlığını resmen reddetmiş ve Rumların parçası saymış oldu.” (Cumhuriyet, 7.4.2025)

İkinci hamleyi de ABD yaptı. Trump, beş Orta Asya ülkesinin liderleriyle Washington’da C5+1 formatında zirve yaptı. Trump, “Avrasya’nın kalbindeki konumları Orta Asya ülkelerine inanılmaz bir önem ve inanılmaz bir potansiyel kazandırıyor. ABD’nin bu ülkelerle ortaklığını her zamankinden daha güçlü hale getirmeye kararlıyım” dedi ve Orta Asya ülkeleriyle nadir element anlaşmaları başta çeşitli anlaşmalar yaptı.

Bu zirveden çıkan sonuçlardan biri de Kazakistan’ın İsrail’le Abraham Anlaşması yapmasıydı. Trump’ın müjdelediği anlaşma, Trump, Tokayev ve Netanyahu arasındaki üçlü telefon görüşmesinin ardından geldi. 

Bahçeli’nin NATO sigortası

Ankara ne Zengezur Koridoru’nun Trump koridoruna dönüşmesine tepki gösterdi, ne Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımasına itiraz etti, ne de Kazakistan’ın İsrail’le Abraham Anlaşması yapmasına… 

Peki Ankara ABD’nin bu hamleleri karşısında neden sessiz? AKP-MHP koalisyonu, ABD’nin bu hamlelerini rahatsız edici görmüyor mu? Erdoğan-Bahçeli ikilisi bu hamleleri kendi planlamaları ile uyumlu mu görüyor yoksa?

Bahçeli’nin “TRÇ: Türkiye, Rusya, Çin ittifakı” önerisini detaylandırdığı Türkgün gazetesi söyleşisini burada çözümlemiştim. Bahçeli’nin o söyleşideki şu sözü, sorunun yanıtına işaret ediyor: “Türk Devletleri Teşkilatı TDT kamuoyundaki duyarlılıklara koruyucu diplomasi ile yaklaşmak suretiyle ‘çifte sigorta’ (NATO yükümlülükleri + TRÇ’de uyumlu alanlarda derinleşme) ilkesi gözetilerek…”

Yani Bahçeli’nin amaçlarından biri de Orta Asya ülkelerine “NATO sigortası” götürmek! Türkiye-Kafkasya-Orta Asya hattıyla ABD’yi Asrasya’nın kalbine sokmak ise olsa olsa “NATO Turancılığı” anlamına gelir elbette! 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Kasım 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Öcalan’dan Erdoğan’a iki mesaj

ABD Başkanı Donald Trump, Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmet el-Şara’yı 10 Kasım’da Beyaz Saray’da “ağırlamaya” hazırlanıyor. 

Kuşkusuz Beyaz Saray’a kabul edilmek, ağır taleplerin masada olduğu anlamına geliyor. Nitekim aynı gün Washington’da İsrail-Suriye güvenlik görüşmelerinin beşincisi yapılacak. Trump Şara’dan yıl sonuna kadar İsrail’le normalleşmesini istiyor.

ABD, ağır taleplerini kabul ettirebilmek için “yaptırım” kartını kullanıyor. Washington BM Güvenlik Konseyi’nden ziyaret öncesinde HTŞ terör örgütü liderleri durumundaki Suriye Cumhurbaşkanı Şara ve Suriye İçişleri Bakanı Hattab’a uygulanan yaptırımları kaldırmasını istedi. ABD’nin talebi kabul edildi. 

Şam’a ABD üssü

İsrail-Suriye normalleşmesi, ABD’nin inşa etmeye çalıştığı “yeni Ortadoğu düzeni” açısından kritik önemde. ABD’ye göre İsrail’in Suriye’yle normalleşmesi, Türkiye’yle normalleşmesinin de kolaylaştırıcısı olacak çünkü.

Öte yanda İsrail Suriye’de işgalci durumunda. Üstelik sadece daha önce işgal ettiği Golan Tepeleri ie sınırlı değil bu işgal. Beşar Esad’ın devrilmesini fırsat bilen İsrail, Suriye’nin güneyinde yeni yerler işgal etti. Aylar önce ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, bu yeni işgal edilen toprakların 400 kilometrekareyi geçtiğini açıklamıştı. Bu topraklarda artık İsrail’in 10 adet askeri üssü de bulunuyor. 

İşte ABD Şara’dan, bu işgale rağmen İsrail’le normalleşmesini istiyor. Haliyle bu Şara’yı içeri-dışarı dengesini gözetmeye zorluyor. 

Yeni gelişme ise şu: ABD Şam’da Mezze Hava Üssüne askeri birlik konuşlandırarak yeni bir üs kuruyor. Üssün ABD için üç önemli hedefi  olacak:

1) Üs, İsrail ile Suriye araasındaki saldırmazlığı denetleyecek. 

2) İsrail’in talebiyle askerden arındırılmış Suriye’nin güney bölgesinin kontrolünü sağlayacak.

3) Şam yönetimini sürekli baskı altında tutacak.

Şara’ya SDG sopası

Şara’nın ABD ziyareti öncesinde bazı SDG komutanları uluslararası basına açıklamalar yaptılar. Bu söyleşilerde ana mesajın “Şam’la savaş kapıda” olduğu görülüyor. 

Bu mesajlar bir yönüyle Beyaz Saray’da tavize zorlanacak Şara’ya “sopa” anlamına geliyor aslında, CENTCOM kaynaklı “YPG/SDG tehdidiyle Şara’ya şartları kabul ettirme” anlamına geliyor.

Suriye’nin idari yapısı konusunda Ankara ile Washington arasında görüş ayrılığı var. Ankara “üniter Suriye” istiyor ve İdlib’de destekleyerek cumhurbaşkanı olmasını sağladığı Şara’yı “üniter Suriye”ye zorluyor. Washington ise SDG’nin özerkliğini savunuyor. Bunu “Federasyon olmayan ama federasyona yakın Suriye” talebiyle formüle ediyor.  

Bu çelişki, Türkiye’deki açılım sürecini etkileyen bir düğüm durumunda. Çünkü Öcalan Türkiye’deki “toprak/devlet, federasyon, hatta özerklik” taleplerinden vazgeçti ama Suriye’de “özerklik/devlet” istiyor.

‘Şara’yla değil Kobani’yle görüş’

Abdullah Öcalan, yeğeni ve DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan aracılığıyla, kritik dönemeçte olan Suriye konusunda Erdoğan’a, Bahçeli’ye ve Türk devletine iki temel mesaj verdi:

1) Suriye’nin iç işlerine karışma: “Suriye meselesi Suriye ile çözülmelidir. Türkiye devleti de Suriye’nin müstakil bir devlet olmasından kaynaklı olarak daha hassas yaklaşmalıdır. Oranın iç işlerine çok müdahil olmamalıdır.”

2) Şara’yla değil Kobani’yle görüş: “Eğer bir ilişki geliştirilecekse, orada Kürtlerin yetkilileri, siyasetçileri ve öncüleri vardır. Ahmet el-Şara’dan ziyade Mazlum Kobani ile görüşülebilir, İlham Ahmed ile görüşülebilir.” (Cumhuriyet, 7.11.2025)

Öcalan’ın Erdoğan’a bu iki mesajı, son tahlilde şu anlama gelir: PKK’nin Ankara’ya “barış/çözüm” şartı, Suriye’de SDG’nin özerkliğini tanımasıdır.

İktidar cephesinde yaşanan “Komisyon İmralı’ya gitmeli – gitmemeli” tartışmasını bu mesajlarla birlikte ele almak gerekir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Kasım 2025

, , , , , , ,

Yorum bırakın

Bahçeli Barrack’ı eksik hedef aldı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM Grup Toplantısı konuşmasında şöyle dedi: “ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Bahreyn’in başkentinde ‘Türkiye ile İsrail arasında Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar işbirliği göreceksiniz’ beyanatı görev yaptığı ülkeye politik rota çizme densizliğine heves eden bir sefilin ileri düzeyli akıl tutulmasıdır. Ülkemizde görev yapan dış misyon görevlilerinin yerini yurdunu bilmesi lazımdır. Hudut aşımına asla girmemeleri asıldır, kaçınılmazdır!”

Güzel. Böylece niyahet iktidar cephesinden Barrack’a bir yanıt gelmiş oldu. Ancak ne yazık ki bu tepki eksiktir, çünkü meselenin esasına işaret etmiyor. 

Meselenin esası İran

Bahçeli’nin bu açıklamasından bir gün önce, bu köşede, “Barrack ince ince dokuyor” başlığı altında, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın “yeni Ortadoğu”da İran’a karşı nasıl bir Türkiye-İsrail cephesi inşa etmeye çalıştığını incelemiştim.

Barrack 1 Nisan’daki ABD Senatosundaki açıklamalarından başlayarak, son “Hazar’dan Akdeniz’de Türkiye-İsrail işbirliği göreceksiniz” açıklamasına kadar adım adım hemen her konuşmasında işin esasına işaret etti: ABD bölgede İran’a karşı bir Türkiye-İsrail cephesi inşa etmeye çalışıyor. 

Dolayısıyla meselenin esasına, yani bu işbirliğinin hedefinin İran olduğu gerçeğine işaret ederek Barrack’a ve dolayısıyla ABD planına tepki göstermek gerekiyor. 

Ama Bahçeli “TRÇ: Türkiye – Rusya – Çin” ittifakı modeli önerisinde de olduğu gibi İran’ı görmüyor, İran’ı dışarıda bırakıyor… 

Türkiye Atlantik’te boğuluyor 

Açıkça belirtmeliyim: Bölgede İran’ı dışlayan her politika, İsrail’e ve ABD’ye yaramaktadır. ABD, 15 yıl boyunca Irak’ı, 15 yıl boyunca Suriye’yi hedef aldı ve önümüzdeki 15 yıl boyunca da İran’ı hedef almak istiyor. 

ABD Irak ve Suriye’yi hedef alırken Ankara’yı kullandı, İran’da daha fazla kullanmak istiyor. Çünkü İran ABD-İsrail için Irak ve Suriye’den daha büyük bir lokma. 

Bu stratejik planlamayı görmeden günlük dar politikalarla yol alınamaz. Hatta “TRT Farsçayla İran’ı rahatsız edeceğiz” türünden dar politikalar, adım adım Türkiye’yi ABD-İsrail stratejisine eklemler. 

Asıl vahimi, Irak, Suriye ve İran derken, sıra Türkiye’ye gelir! Ki “NATO’körlük” ile Atlantik’te boğulmak, tam da budur. Türkiye, hadi öncesini geçtim ama en azından son 30 yıldır, açık açık ABD “müttefikliği” adı altında Atlantik’te boğulmaktadır… 

Ne yapılmalı?

– Türkiye, ABD’nin İran’a karşı Türkiye-İsrail cephesi planına karşı açık ve net duruşla karşı çıkmalıdır. 

– Bu planlamayı pervasızca dile getiren ve “Yeni Ortadoğu”da bu cepheyi ören Barrack, “istenmeyen adam” ilan edilmelidir. 

– Türkiye, en önemli komşusu İran’la işbirliğini güçlendireceğini ilan etmeli ve Türkiye, Çin ve Rusya’yla işbirliği modeline, Çin ve Rusya’nın bölgedeki en önemli ortağı olan İran’ı dahil etmelidir. 

– ABD’nin İsrail hegemonyasındaki yeni Ortadoğu düzenine karşı verilecek en sağlam yanıt, Türkiye’nin İran, Mısır, Suudi Arabistan ve Pakistan’la “beşli güvenlik mekanizması” kurmasıdır.

AKP hükümeti ise tersine ABD’nin bu yeni Ortadoğu düzeninden pay kapma görüntüsü vermektedir, tıpkı iktidar olabilmelerini sağlayan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) eşbaşkanlığını kabul etmeleri gibi… 

Bahçeli’nin bazı Asyacı kurmaylarının  öncelikle bunu görmesi gerekiyor…  

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
6 Kasım 2025

, , , ,

Yorum bırakın

Barrack ince ince dokuyor

ABD Büyükelçisi Barrack, Bahreyn’in başkenti Manama’da düzenlenen Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü forumunda yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Türkiye ve İsrail savaşmayacak. Hazar Denizi’nden Akdeniz’e kadar bir işbirliği göreceksiniz.” (AA, 1.11.2025)

ABD’nin Hazar-Akdeniz hattında Türkiye ile İsrail’in işbirliği yapmasını istemesi demek, ABD’nin İran’a karşı Türkiye-İsrail işbirliğini istemesi demektir.

Başından beri iddiam bu: İçerideki açılım da Suriye’deki HTŞ-SDG’li “çözüm” de, İran’a karşı Türkiye-İsrail cephesi inşa etmenin ara aşamalarıdır. 

İran’a karşı ABD-İsrail-Türkiye cephesi 

Ufuk Ötesi okurları anımsayacaktır, aylardır olgularını inceleyerek yaptığım çözümleme şu: ABD, inşa etmeye çalıştığı İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu düzeninde, İran’a karşı Türkiye-İsrail merkezli bir cephe inşa etmeye çalışıyor. Bu cephede Azerbaycan’ın, dört ülkedeki Kürt örgütlerinin, Irak ve Suriye’deki bazı Arap aşiretlerinin ve Körfez sermayesinin olmasını istiyor… 

Barrack daha Türkiye’ye gelmeden önce 5 Nisan’da bu köşede “Barrack’ın Türkiye hedefi” başlığı altında incelemiştim. 1 Nisan’da ABD Senatosundaki onay oturumunda sorulara verdiği yanıtların “Türkiye’yi komşularıyla ve Asya’yla düşmanlaştırmayı hedefleyen bir diplomata” işaret ettiğini belirtmiştim. 

Barrack’ın 1 Nisan’daki o mesajlarından şu ikisini anımsatmalıyım: 

– “Suriye’de Beşşar Esad’ın devrilmesiyle hem ABD hem Türkiye hem de İsrail için yeni bir alan açıldı. İran’a yakın bir ismin devreden çıkması ABD, Türkiye ve İsrail için iyi bir gelişme.” 

– “Türkiye, Başkan Trump’ın İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı yürüttüğü azami baskı kampanyasının önemli bir ortağı.”

Bu iki mesaj açıkça ABD’nin İran’a karşı Türkiye-İsrail işbirliği istediğine işaret ediyordu. 

Barrack’ın yeni Ortadoğu siyasi haritası

ABD’nin Ankara Büyükelçiliği dışında Suriye Özel Temsilciliği de yapan ama Güney Kafkasya’dan Irak’a, Lübnan’dan Körfez’e cirit atarak bir nevi Trump’ın Ortadoğu Özel Valisi gibi hareket eden Barrack’ın sonrasında kurduğu şu özel denklem ve hedeflediği şu harita zaten çok şey ifade ediyor: “Türkiye, İsrail, Körfez, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, kuzeye çıkın Azerbaycan, Ermenistan… Bunları birleştirdiğinizde dünyanın en güçlü bölgesi ortaya çıkar.” (Haber Türk, 30.7.2025)

Barrack bölgede işte bu “siyasi haritayı” dizayn etmeye çalışıyor: 

– Azerbaycan-Ermenistan barışına dahil olup Zengezur Koridorunu 99 yıllığına Trump Koridoruna dönüştürerek, Azerbaycan-İsrail işbirliğini destekleyerek, Suriye’de HTŞ ile YPG/SDG arasında bir anlaşma yapılmasına çalışarak, Suriye-İsrail normalleşmesini sağlayarak… 

– Gazze’nin Filistinlisizleştirilmesi planını adım adım uygulayarak, Körfez sermayesini “Riviera tipi Gazze”ya sponsor yapmaya çalışarak, Türkiye’den Hamas’ı Trump’ın Gazze planına ikna etmesini isteyerek… 

– Irak, Suriye, Lübnan ve Gazze’deki İran etkisini ortadan kaldıracak işbirlikleri hazırlayarak, Lübnan’ı Hizbullah’ı silahsızlandırması için baskılayarak…

Şara ABD’ye çağırıldı

ABD’nin yeni Ortadoğu düzeninin modeli Suriye. Suriye’de HTŞ ile SDG anlaşmasına dayalı “federasyonumsu” yapı ile ABD hem Kürt planında bir aşama katetmiş olacak, hem Suriye-İsrail normalleşmesi sağlayacak hem de buradaki uzlaşı üzerinden Türkiye-İsrail işbirliği zemini oluşturacak… 

Barrack duyurdu: HTŞ lideri ve geçici Suriye Cumhurbaşkanı Şara 10 Kasım’da Beyaz Saray’a gidecek. Barrack’ın açıklamasına göre ABD’ye çağrılan Şara’dan istenilenler şunlar: 

– Şara, ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyona katılım anlaşması imzalayacak. (Böylece ABD’nin IŞİD’e karşı “kara ordum” dediği YPG/SDG ile HTŞ aynı cephede birleştirilecek.)

– Şara’nın ziyareti sırasında Suriye-İsrail müzakerelerinin beşincisi Washington’da yapılacak. Barrack’a göre Trump yıl sonuna kadar iki ülke arasında bir güvenlik anlaşması imzalanmasını bekliyor. 

Devlet aklı değil ebelik görevi

Görüleceği üzere ortada bir “devlet aklı” yok, tersine Ankara’nın Amerikan stratejisine eklemlenen iç ve dış politika uygulamaları var. 

ABD, Türkiye’yi Saddam’a karşı Irak stratejisine ve Esad’a karşı Suriye stratejisine eklemleyebildi. Ve böylece ABD, Irak’ta Barzani devletinin ve Suriye’de PYD bölgesinin doğumu için Ankara’ya “ebelik” yaptırabildi. (ABD İran’da da Azeri Türkleri ve Kürtler için ebe peşinde.) 

Nasılsa Türkiye’nin buralarda inşaat yapmaya, enerji ihalesi almaya iştahlı burjuvazisi var. Kimin umurunda ABD ve İsrail’in 50 yıllık planları!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
3 Kasım 2025

, , ,

2 Yorum

Trump’ın Çin döngüsü

ABD Başkanı Donald Trump, Çin’e son meydan okumasının ardından, yine geri adım attı. Son olarak 1 Kasım’dan itibaren Çin’e ek vergi kararı alarak ticaret savaşında el yükselten Trump, Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in “nadir element kartı”nı göstermesinin ardından geri adım atmak zorunda kaldı. 

Çünkü ABD’li yüksek teknoloji şirketleri Çin’in nadir toprak elementlerine önemli ölçüde bağımlı, tam da bu nedenle Çin’in ABD’ye satışları durdurması, bu küresel şirketleri çok olumsuz etkileyecekti. 

Kısmi anlaşmada uzlaşma

Trump ABD’li şirketlerden gelen baskı üzerine bakanlarının Çinli bakanlarla Malezya’da bir uzlaşı aramasını istedi. 

Kuşkusuz ticaret savaşı, ABD gibi Çin’in de yararına değildi ve Beijing yönetimi uzlaşı arayışını kabul etti. ”Temel bir uzlaşı” bulununca, ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping’in, Güney Kore’deki APEC toplantısı sırasında görüşmesi ayarlandı. 

Trump’ın olağanüstü önemde gördüğü ve toplantıdan önce “4 saat sürer” tahmini yaptığı görüşme, 1 saat 40 dakikada tamamlandı. Sonuçta kapsamlı bir anlaşma olmasa da kısmi bir anlaşmaya varıldı. Özetle ABD gümrük tarifelerinde indirime gidecek, Çin de ABD’ye nadir element satışını bir yıl daha sürdürecek. 

Xi Trump’a çıkış yolu gösterdi 

Anlaşmaya varabilmenin ABD açısından ne kadar kritik önemde olduğu, Trump’ın görüşmeyi şu puanlamasından da anlaşılıyor: ”Genel olarak 0’dan 10’a, bir ölçeğe tabi tutmak gerekirse görüşme, 10 üzerinden 12 değerindeydi.”

Xi Jinping’in mesajları ise aslında ABD’ye çıkış yolu gösterir nitelikte. Xi, “Çin ve ABD, iki ülkenin ve dünyanın yararına somut ve güzel işler yapmak için birlikte çalışabilir” ve “Ekonomi ve iş ilişkileri, Çin-ABD ilişkileri için bir çıpa ve itici güç olmalı, bir engel ve sürtüşme sebebi değil” diyerek, ABD’nin de yararlanacağı zemini göstermiş oldu. 

Hatta Xi Jinping, “Çin’in kalkınması, ABD’nin ‘Amerika’yı yeniden büyük yapma’ vizyonuyla çelişmiyor” diyerek ABD için bir tehdit oluşturmadıklarını söyledi ve şu sözleriyle de bir nevi teminat verdi: “Çin ABD’ye meydan okuma ve onun yerini alma niyetinde değil. Biz, Çin’in kendi işlerini iyi yürütmesine, kendimizi geliştirerek kalkınma fırsatlarını dünyanın tüm ülkeleriyle paylaşmaya odaklanıyoruz, başarımızın sırrı da bu.” 

Kuyruğu dik tutma çabası

Peki buradan ciddi bir ilerleme çıkacak mı, yoksa yeniden bir düşüş mü yaşanacak? Çünkü Trump’ın Çin’e karşı küresel ticaret savaşını grafiğe dökerseniz, inişli-çıkışlı bir eğri görürsünüz. 

Nitekim Trump 10 üzerinden 12 puan verdiği görüşmenin ardından nükleer kart açtı. Daha yoldayken, Pentagon’a “derhal nükleer teste başla” talimatı verdi. Bunu da şu sözleriyle gerekçelendirmeye çalıştı: “ABD diğer ülkelerden daha fazla nükleer silaha sahip. Rusya ikinci, Çin ise uzak bir üçüncü sırada ancak 5 yıl içinde eşitlenecekler.”

Açık ki geri adım atmak zorunda kalan Trump, silah göstererek kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. 

Çatışma-yumuşama döngüsü

Obama döneminde Çin, ABD’nin esas hedefi ilan edildi. Devamı olarak ilk döneminde Trump Çin’e ticaret savaşı açtı. Biden döneminde bu savaş sürdürüldü. Dahası ABD ve NATO belgelerine “Çin mücadele edilecek baş rakip” olarak kaydedildi. Trump ikinci döneminde ticaret savaşının ivmesini artırdı. 

Ama Trump ikinci döneminde daha bir yılını doldurmamışken,  Çin’le üç kez vites yükseltip düşürdü. Buna Trump döngüsü de diyebiliriz: Meydan oku, geri adım at, çatışmayı seç, yumuşama ara… 

Bu bir strateji ya da taktik değil, bu baş rakibinin yükselişini önleyebilme konusunda manevra alanı gittikçe daralan ABD’nin çaresizliğidir aslında… 

Hatta bu durum ABD’nin “yeni-Monroe doktrini” tartışmalarını da yükseltmiş durumda. Bunu da ayrıca tartışalım.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Kasım 2025

, , ,

Yorum bırakın

İngilizcilik meselesi

Çok bilinen bir Çin bedduasıdır: Tuhaf zamanlarda yaşayasın.

İktidarın muhaliflerini İngiliz casusluğu ile suçladığı, İngiliz casuslarının başının İstanbul’da casus platformu tanıtarak muhbirlere çağrı yaptığı, iktidarın İngiltere’yle savaş uçağı anlaşması imzaladığı, muhaliflerin ise İngiliz iktidar partisinden dayanışma beklediği şu günler, hakikaten de tuhaf zamanlar değil mi?

Ve tüm bunlar tam da İngilizlerin iki yıl ömür biçtiği Cumhuriyetimizin 102. yıldönümünde yaşanıyor. Üstelik 102 yıldır Mustafa Kemal, Cumhuriyet ve devrim karşıtlarınca “İngilizci” diye suçlanıyor. Çünkü 102 yıldır bu ülkede İngilizciler ile İngiliz karşıtları çarpışıyor ve 102 yıldır İngilizciler, İngiliz karşıtlarını İngilizci diye suçlayarak İngilizcilik yapıyor.

Rusya, İran ve Çin’e mesaj

İngiliz İşçi Partisi lideri ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer Türkiye’deydi. Starmer ve Erdoğan, Eurofighter savaş uçağı satışı anlaşması imzaladı. 

CHP ise bir süredir İngiliz İşçi Partisi’ne kızgın. Özgür Özel, Avrupa Sosyalist Partisi zemininde dayanışma göstermemesi nedeniyle İngiliz İşçi Partisini eleştiriyor. CHP, İngiliz İşçi Partisinden ve diğer Avrupalı sosyal demokrat partilerden, kendilerine uygulanan hukuksuzluk karşısında dayanışma bekliyor. 

Buraya döneceğiz ama önce imzalanan anlaşmanın siyasi mesajına bakalım. Evet, Türkiye ile İngiltere’nin imzaladığı Eurofighter savaş uçağı alımı anlaşması kime ya da kimlere mesaj anlamına geliyor? Yeni Şafak yazarı Nedret Ersanel, dün köşesinde bu anlamlı soruya yanıt için bir çözümleme yaptı ve anlaşmanın mesajının sırasıyla Rusya, İran ve Çin’e olduğunu belirtti, bence de doğrudur (Yeni Şafak, 29.10.2025).

İngiliz casusbaşının iktidar onaylı faaliyeti

Anlaşmanın, Erdoğan’ın baş rakibi İmamoğlu’nun İngiliz casusu ilan edilmeye çalışıldığı şu günlerde imzalanması, başta da belirttik, her haliyle tuhaf. Ama meseleyi daha tuhaf yapan kısmı şu:

İmamoğlu’nu İngiliz casusu ilan edebilmek için, İmamoğlu’nun seçim kampanyası direktörü Necati Özkan’a yanaşan Hüseyin Gün üzerinden ilerlemeye çalışıyorlar. Gün’ün rehberindeki bazı isimler, Gün’ün ajanlığının delili sayılıyor. Örneğin David John Charters, Gün’ün telefon rehberinde “MI6 Başkanı Richard Moore’un arkadaşı” diye kayıtlı. 

Ama işte o Moore, 1 Ekim’de emekli olmadan ve İmamoğlu’na casusluk operasyonundan 1 ay önce, 19 Eylül’de, İstanbul’da bir casusluk platformu tanıttı. Rusya’dan Çin’e, dünyanın her yerinden insanların bu “Sessiz Kurye” isimli platform üzerinden İngiltere’ye muhbirlik, ajanlık yapabileceğini duyurdu!

CHP’nin nafile beklentisi

CHP’nin “sosyal demokrat” partilerden maruz kaldıkları hukuksuzluk ve baskı karşısında dayanışma beklemesi meselesine gelirsek… Bu nafile bir beklentidir. Zira “sosyal demokrat” partiler, ülkelerinin egemen sınıflarının çıkarına bakar. I. Dünya Savaşı’nda da öyle yaptılar ve emperyalist paylaşım savaşına kendi egemen sınıfının çıkarı için destek verdiler. Sonraki savaşlarda da çoğunlukla halklar lehine değil, egemen sınıflar lehine pozisyon aldılar.

Avrupalı sosyal demokrat partiler bugün de böyledir. Egemen sınıfın çıkarını gözeterek politika yaparlar, başka ülkelerin sosyal demokratlarıyla dayanışmak, ancak egemen sınıfın çıkarları dahilindeyse olur. Hatta Avrupalı sosyal demokratların çoğunluğu, Avrupalı egemen sınıfların çıkarları gereği Erdoğan’a destek veriyor bugün.

Zaten sorun da buradadır: Sosyal demokrasi, halkçılığı, devrimciliği ve sosyalizmi frenleme barikatı işlevine sahiptir, misyonu budur.

Cumhuriyetçi, halkçı, devrimci CHP’nin sonradan sosyal demokrat olması ve antiemepryalist savaş verdiği ülkeleri yöneten sosyal demokrat partilerden bugün dayanışma beklemesi, iki kere tuhaftır. 

Üzerinde düşünülmesi için şu kadarını sorarak bırakalım: Atatürk bilmiyor muydu sosyal demokrasiyi? Neden Sosyal Demokrat Parti demedi de Cumhuriyet Halk Partisi dedi? Neden Altı Ok dedi?

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Ekim 2025

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD Uygur meselesini neden kışkırtıyor?

Uygurların özerk bölgesi var: Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi.

Uygur dili, Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesindeki iki resmi dilden biridir. Bölgede yol tabelalarından dükkan tabelalarına kadar her yerde iki dil görürsünüz. Özerk bölge içi uçuşlarda, Çince ve İngilizce dışında Uygurca anons da yapılıyor örneğin. Bölgede Uygurca yayın yapan bir çok gazete ve TV var. Hepsi bir yana, Çin’in ulusal parasında, sağ üst köşede, paranın sayısal göstergesinin altındaki paranın değerinin yazılı olduğu bölümde, Çince dışında Uygurca da var. 

Uygurlar ibadetlerini özgürce yapıyor: Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesinde camiler var, üstelik çok bakımlı ve estetikler. Günde beş vakit namaz kılınıyor. İslam Enstitüsünde bu camilerde görev alacak gençler eğitiliyor. Eğitimlerini Uygurca, Çince ve Arapça üç dilde yapıyorlar. 

Özetle Uygurlar, modern çağda, bir ülkede etnik bir grubun sahip olacağı hakların azamisine sahipler.

Peki buna rağmen Türkiye’de ve bazı özel Uygurların mesken edindiği ABD’de neden “Uygur meselesi” var? Daha doğrusu ABD neden Uygur meselesini kışkırtıyor?

ABD’nin Çin’i istikrarsızlaştırma amacı

1) SSCB’nin dağılmasından sonra emperyalist ABD’nin neoliberal yeni dünya düzeni için planladığı yol haritası, ulusal devletlerin etnik ve mezhepsel temelde bölünmesiydi. Bunu geride kalan 35 yılda Yugoslavya’da, Irak’ta, Suriye’de hayata geçirdiler. Bu ülkelere demokrasi, özgürlük, insan hakları maskesiyle saldırıp, etnik ve mezhepsel temelde böldüler, federasyonlaştırdılar.

ABD bu hedefini Türkiye’de, İran’da, Rusya’da, Çin’de de gerçekleştirmek istoyor. Kuşkusuz Türkiye Suriye değil, İran Irak değil, Rusya ve Çin Yugoslavya değil. ABD’nin bu ülkeleri bölebilmesi, parçalayabilmesi mümkün değil. Ama aynı yöntemi uygulayarak bu ülkeleri zayıflatmaya, istikrarsızlaştırmaya çalışıyor. 

Dolayısıyla ABD açısından Türkiye’de Kürt meselesi neyse, Rusya’da Çeçen meselesi odur, Çin’de Uygur meselesi odur… 

ABD açısından etnik grubun çıkarı değil, kendi emperyalist çıkarı esastır. Öyle olduğu için de Uygur Türklerinin Çin’den ayrı yaşamasını ister ama zaten ayrı yaşamakta olan Kıbrıs Türklerini ise Rumlarla birlikte yaşamaya zorlar. ABD’nin Çin’deki Türkler için ayrılıkçı ama Kıbrıs’taki Türkler için birlikçi olması, çıkarlarının gereğidir.

Öncelikle ABD Uygur meselesini, Çin’i zayıflatyama ve istikrarsızlaştırmaya çalışmak için kışkırtıyor.

ABD’nin Kuşak ve Yol’u düğümleme amacı

2) Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi, Çin’in batı kapısı, Orta Asya’yla komşuluk bölgesi ve Kuşak ve Yol’un kritik bir merkezidir. ABD burayı karıştırarak, Kuşak ve Yol’u kesmeye, düğümlemeye çalışıyor. 

3) Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi, Çin-Pakistan ekonomik koridoru ve Gwadar-Kaşgar boru hattı açısından kritik önemde. Körfez’den petrol yükleyen Çin tankerleri, ABD’nin denetimindeki Malaka Boğazı’nı kullanmadan, Körfez’e komşu Pakistan’ın Gwadar Limanı’na yük boşaltıyor. Petrol buradan boru hattıyla Kaşgar’a, yani Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesinin kalbine akıyor. İşte ABD bu enerji hattını satobe etmek istiyor.

4) Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesi, değerli maden ve nadir element zengini bir bölgedir. ABD, Çin’le teknoloji rekabetinde, Çin’in elini zayıflatmak istiyor.

ABD’nin Türkiye-Çin ilişkilerini sabote etme amacı

5) ABD Uygur Türklerini kışkırtarak, Orta Asya’daki diğer Türk devletleri ile Çin’in arasını açmak istemektedir. Çünkü bu Türk devletleri, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde Çin’in ortağıdırlar. 

6) ABD Uygur Türklerini kışkırtarak ve Türkiye’deki Gladyo’ya bağlı yapılar üzerinden Uygurculuk yaptırarak, Türkiye ile Çin’in gelişmekte olan ilişkilerini sabote etmeye çalışmaktadır. 

ABD’nin, SSCB dağıldıktan sonra uygulamaya soktuğu Türkiye üzerinden Kafkasya ve Orta Asya’ya uzanma stratejisi, önemli oranda önlenebildiyse de inişli çıkışlı sürmektedir. ABD’nin Fethullah Gülen örgütüyle Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde yapmaya çalıştığı faaliyetler, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün terörle mücadele işbirliğinin de katkısıyla önlendi ama ABD başka araçlarla hamle yapmaya çalışıyor. İşte Güney Kafkasya’daki Zengezur Koridoru’nu Trump Koridoru olarak 99 yıllığına işletmek istemesi o hamlelerden biridir. İşte Trump’ın Bagram Üssü’nü Çin’e karşı kullanmak için Afganistan’dan istemesi o hamlelerden biridir.

Öte yandan Pakistan’da zaman zaman ortaya çıkan terör eylemleri, bazı terör terör örgütlerinin İran ile Pakistan’ı karşı karşıya getirme potansiyeli taşıyan eylemleri, Afganistan ile Pakistan arasındaki sıcak gerilim, tüm bunlar bölgeyi istikrarsızlaştırmayı amaçlayan eylemlerdir.

ABD’nin Uygur kartını elinden almak 

Uygur meselesi, ABD’nin elinde Türkiye ile Çin’in ilişkilerini sabote etmeyi hedefleyen bir karttır. O nedenle Ankara ve Beijing o kartı ABD’nin elinden alarak, tersine Uygur meselesini Türkiye ile Çin’in işbirliğini geliştirebilmenin konusu yapmalıdır. 

Türkiye-Çin ilişkilerinin geliştirilmesi Uygurların, Xinjiang-Uygur Özerk Bölgesinin gelişmesi de Türkiye-Çin işbirliğinin büyümesinin kaldıracı yapılabilir. 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
28 Ekim 2025

, , , , ,

Yorum bırakın

Casusluk

Hüseyin Gün, MI6 mensubu David John Charters’ı telefon rehberine şu şekilde kaydetmiş: “Eski MI6 Başkanı Richard Moore’un arkadaşı.” (Sabah, 25.10.2025) 

Peki kim bu MI6 Başkanı Richard Moore? 2014-2018 yılları arasında İngiltere’nin Ankara Büyükelçisiydi. 2020 yılında ise ünlü İngiliz dış istihbarat örgütü MI6’nın başına getirildi.

Bu Moore, geçen ay hem de küresel bir casusluk faaliyeti tanıtımı için İstanbul’daydı.

MI6’nın İstanbul toplantısı

Moore, 1 Ekim 2025’te görevini devretmeden hemen önce, 19 Eylül’de yapacağı son kamuya açık konuşma için İstanbul’u seçti. Moore seçim tercihini “Türkiye ikinci vatanım” diye açıkladı (BBC, 19.9.2025)

Moore, selefi Blaise Metreweli‘nin de bulunduğu İstanbul’daki bu son toplantısında, bir casusluk platformunu tanıttı. “Sessiz Kurye” isimli bu platform, “Rusya başta olmak üzere dünyanın diğer ülkelerinden casuslarla iletişime geçmek ve gizli bilgileri almak için geliştirilen bir platform” olarak tarif edildi. 

İngiltere Dışişleri Bakanı Yvette Cooper, Moore’un İstanbul’da tanıttığı “Sessiz Kurye”yi, “Rusya’da ve dünyanın dört bir yanında İngiltere için yeni casuslar toplayabilecek” diye övdü.

Benzer bir platformu 2023 yılında CIA devreye koymuştu. Ancak Çin Devlet Güvenlik Bakanlığı, CIA’nın Çin’deki ajanlarının “dark web bağlantılarını” deşifre etmiş ve CIA’nın platformu ağır kayıp vermişti. 

Moore, İstanbul’da tanıttığı MI6 modeli “muhbir hattı” ile bir nevi dünyanın bir çok ülkesindeki muhbirlere, “devam ediyoruz” mesajı vermiş oldu. 

O ajan iki bakanlıktan ihale almış

Peki Hüseyin Gün o muhbirlerden birisi mi? Başsavcılık soruşturmasında Gün’ün hem İngiltere ama hem de ABD ve İsrail istihbaratlarına çalıştığı iddia ediliyor. 

Soruşturma bir yana… 

O dünyada nasıl hesap soruluyor bilmiyorum ama Hakan Fidan ve İbrahim Kalın, kendileri için İstanbul’daki o toplantıda “samimi dostlarım” diyen MI6 Başkanı Richard Moore’dan, yakın arkadaşı olan David John Charters’ın Türk vatandaşı Hüseyin Gün’ü ajan olarak kullanmasına tepki gösterecektir herhalde!

Ama Fidan ve Kalın’ın hesap sorması gereken asıl adres Türkiye’deki ilgili kurumlar. Neden mi?

Hüseyin Gün’ün rehberinde kayıtlı ve Başsavcılık soruşturmasına göre casusluk suçlamasının baş aktörü durumundaki Cristopher Paul McGrath, meğer AKP’nin yönettiği bakanlıklardan “siber güvenlik ihaleleri” almış! (Bahadır Özgür, Halktv.com.tr, 26.10.2025) 

Suçlamadaki ABD’li uzman ayrıntısı

Bir ilginç duruma dikkat çekmeliyim: 

Yeni Şafak’ın dünkü 1. sayfa haberine göre casuslukla suçlanan Hüseyin Gün, Necati Özkan’a istihbarat vermiş. Neymiş o istihbarat? Habere göre “AKP seçimde bir ABD’li uzmanla anlaştı” demiş, “Bu ABD’linin kim olduğunu ve bağlantılarını biliyoruz” demiş.

Nasıl yani? AKP’yle anlaşan ABD’li uzman hakkında bilgi vermek nasıl ve kim açısından casusluk sayılıyor ki?

Gün’ün Emniyet ifadesi

Hüseyin Gün üzerinden Ekrem İmamoğlu, Necati Özkan ve Merdan Yanardağ’ın “casus” ilan edilmeye çalışıldığı soruşturmada, dün savcılık ifadeleri alındı. (Yazımı gazeteye teslim ettiğimde ifade verme süreci tamamlanmamıştı.)

Ama ilginç olan durum şuydu. İmamoğlu, Özkan ve Yanardağ’ın daha savcılık ifadeleri bile alınmadan, Hüseyin Gün’ün ”itirafçı” olduğu açıklandı. (Sabah, 26.10.2025) Peki “Casusluk soruşturmasının” merkezindeki Gün’ün bu hızla itirafçı olması normal mi? 

Etkin pişmanlıktan faydalanan Gün’e Emniyet’te Necati Özkan ve Merdan Yanardağ’la ilişkisini soruyorlar. İkisiyle de manevi annesi aracılığıyla tanıştığını söylüyor.

Özkan’a, 2019 seçimi öncesinde teknik-analiz desteği sunmayı teklif etmiş. Bir kaç rapor hazırlamış, vermiş, o kadar. Arada mesajlaşmalar… 

Yanardağ’a ise daha doğrusu Tele1’e ise manevi annesi dolayısıyla bir kaç kez bağışta bulunmuş. Bir kaç kez 2-3 bin avro civarında bağış. (Yanardağ ise Hüseyin Gün’ü Hüseyin Gün Alaçam olarak tanıdığını, çünkü Seher Alaçam’ın üvey değil, gerçek oğlu olduğunu sandığını, bağışın da Gün’den değil, Seher Alaçam’dan geldiğini belirtti.)  Onun dışında bir kaç kez gündemle ilgili, bir kez de Kılıçdaroğlu’nun Tele1’e konuk olduğu program vesilesiyle, Kılıçdaroğlu’nun yanıtlarına kızarak, Yanardağ’a Whatsapp’tan serzenişli mesajlar atmış.

Tutanaktan suçsuzluk çıkar

Gün’ün rehberindeki çeşitli isimlere dair verdiği yanıtların da Özkan’la ve Yanardağ’la, dolayısıyla İmamoğlu’yla bir ilgisi yok. O istihbaratçılarla ilişkisi üzerinden Özkan, Yanardağ ve İmamoğlu’na “casusluk faaliyeti” bağı kurmak, tavuktan süt sağmak kadar olanaksız.

Çoğu tablo, fotoğraf, tv programı tapesi, konum vb. belgesi olan 262 sayfalık bu Emniyet tutanağından Yanardağ, Özkan ve İmamoğlu’nun suçsuzluğundan başka bir şey çıkmaz. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Ekim 2025

, , , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın