Posts Tagged Bülent Arınç

İSVİÇRE HESAPLARI İSTİFA GEİTRDİ

Bazı siyasetçilerin İsviçre hesapları nedeniyle çalkalanan Fransa’da ilk istifa geldi.

Madiapart internet sitesinin editörü Edvy Plenel önce Bütçe Bakanı Jerome Cahuzak’ın İsviçre’de hesabı olduğunu yazdı. Bakan dört ay boyunca bu iddiayı yalanladı.

Ardından savcılık bu hesabın ortaya çıkarılması için girişim başlattı. Bütçe Bakanı Cahuzak bunun üzerine 1992 yılında açtığı 600 bin avroluk bir hesabı olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı. Ancak ortaya çıktı ki, Cahuzak 600 bin avro değil, örneğin 2009’da bu hesaba tam 15 milyon avro aktarmıştı. Fransa Bütçe Bakanı bu gerçek üzerine istifa etmek zorunda kaldı.

Edvy Plenel, şimdi de Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un İsviçre’de gizli bir hesabı olduğunu iddia etti. Fabius tıpkı Cahuzak gibi iddiayı yalanlıyor. Ancak Fransızlar Cahuzak’tan sonra kabinede ikinci bir “yalancı bakan” bulunduğundan eminler! Bakalım Fabius ne zaman istifa etmek zorunda kalacak?

ERDOĞAN’IN İSVİÇRE HESAPLARI

İsviçre’de gizli hesap konusu haliyle Türkiye’deki bir iddiayı da yeniden gündeme getirdi: Erdoğan’ın 8 hesabı.

1. Doğu Perinçek, Hayrullah Mahmut imzalı bir e-postada yer alan bu iddiayı 3 Aralık 2010’da Ergenekon davasında açıkladı: 2005 yılının ilk çeyreğinde ABD Büyükelçisi Eric EdelmanTayyip Erdoğan ile görüşür. Edelman, Erdoğan’ın önüne, İsviçre’deki sırdaş hesabıyla ilgili dosyayı atar ve İncirlik üssü, Kıbrıs, Kuzey Irak, Afganistan ve Kürt sorunu konularında ABD’nin isteklerini yapması karşılığında, dosyayı gizli tutacaklarını söyler.

2. Daha sonra ortaya çıkan Wikileaks belgeleri iddiayı doğrular niteliktedir. Örneğin Eric Edelman 30 Aralık 2004 tarihli kriptoda şunu yazmıştı: “İki ayrı kaynaktan edindiğimiz bilgiye göre, Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı var.”

ABD Büyükelçisi, bu bilgiyi önce Washington’a geçmiş, yaklaşık üç ay sonra da ülkesinin çıkarlarını AKP’ye uygulatmak için Erdoğan’ın önüne getirmiştir. Gazeteci Hayrullah Mahmut da, bu bilgiye yaklaşık bir yıl sonra ulaşmış ve internette duyurmuştur.

MİT: 8 HESAPTA 800 MİLYON DOLAR

3. Konu daha sonra, Silivri Cezaevi’nde hayatını kaybeden MİT’çi Kâşif Kozinoğlu’nun Aydınlık’a açıklamalarıyla de gündeme gelmişti. Kozinoğlu, Başbakan Erdoğan’ın İsviçre bankalarındaki 8 ayrı hesapta yaklaşık 800 milyon dolar parası olduğunu açıkladı. (Aydınlık, 19 Kasım 2011)

Kozinoğlu, bu bilgiyi, Alman istihbarat örgütü BND’nin de 30 milyon avro karşılığında temin ettiğini ifade etti. Almanya’nın belge ve bilgileri Eyşan Adalarındaki İsviçre Bankası müdürü üzerinden elde ettiğini belirten Kozinoğlu, Berlin’in belgeleri Erdoğan’a karşı koz olarak kullandığını vurguladı.

Kâşif KozinoğluErdoğan’ın İsviçre bankalarındaki gizli hesaplarıyla ilgili bilgileri CIA’ya da Bülent Arınç’ın verdiğini söyledi.

ZÜRİH’E HANGİ BAKAN GİTTİ?

4. Mehmet Baransu, adresine özel mesajlar veren bir yazısında şöyle diyordu: “Parantezi kapatırken, AK Partili bir ismin 2004 yılında İsviçre’ye neden gittiğini, gelirken yanında bulunan valizde kaç milyon dolar olduğunu, bu paranın Türkiye’ye neden getirildiğini de doğrusu merak ediyorum.” (Taraf, 19 Aralık 2011)

Kendisine bavulla teslim edilen belgeleri yıllardır konuşulan Baransu’nun nedense bu iddiası hiç konuşulmadı! Ancak İsviçre-Zürih’e giden bu bakanı Fatih Altaylı da biliyordu.

5. Fatih Altaylı yıllar önce Hürriyet’teki köşesinde “Bir bakan niye gizlice Zürih’e uçar?” başlıklı bir yazı kaleme almıştı: “THY’nin Ankara’dan Münih’e haftada iki gün ‘direkt’ seferi olduğu halde, halen Bakanlık koltuğunda oturan bir bakanımız geçtiğimiz nisan ayında ‘farklı’ bir yol izleyerek Münih’e gider. Bakanımız, Münih’e gitmek için 21 Nisan günü Lufthansa’nın LH 3361 sayılı seferine biner. Oradan da yine Lufthansa ile Zürih’e geçer. Zürih’te kimsenin ne olduğunu bilmediği bir ‘İşini halleder’ ve 23 Nisan günü yine aynı yolu izleyerek Münih’e, Münih’ten de Lufthansa’nın 3362 numaralı seferiyle Ankara’ya döner. Konuştuğum ilgililer, Bakan’ın Lufthansa’yı ‘gizlilik’ kaygısıyla tercih etmiş olabileceğini, Ankara’daki VIP’in kullanıldığı durumlarda THY dışındaki uçakların kayıtlarının tutulmadığını söylediler.” (Hürriyet, 7 Aralık 2004)

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Nisan 2013

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

MAHKEMEDEN KAÇAN BAŞBAKAN

8 Nisan’da başlayan Ergenekon’dan çıkma süreci AKP hükümetini titretti!

Önce Başbakan Yardımcısı ve hükümet sözcüsü Bülent Arınç konuştu ve “yargı baskına uğradı” dedi. Bir diğer Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ on binleri “eşkıya”, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise “zorba” olarak niteledi.

Halkını eşkıya ve zorba diye niteleyen bir yönetim, biliyoruz ki aslında sallanıyordur!

AKP’NİN KARARTILMIŞ ANLAŞMALARI

Başbakan Erdoğan ise dünkü grup toplantısı konuşmasında Silivri’de toplanan on binleri hedef aldı. Erdoğan yargıyı göreve çağırdı ve CHP’li 41 vekille ilgili “bize düşeni yapacağız” diyerek dokunulmazlıklarını kaldırma tehdidi savurdu.

Erdoğan, CHP’li milletvekillerinin “karanlık bir örgütün” kuyruğuna takıldığını söyledi. Kuşkusuz Erdoğan’ın bu açıklamasına İşçi Partisi yetkilileri gerekli yanıtı verecektir ancak biz şu kadarını söylemeliyiz: Bir siyasi partiyi “karanlık bir örgüt” diye suçlamaya kalkacak bir hükümetin önce Bush’la, Obama’yla, Powell’la yaptığı ve kararttığı “gizli anlaşmaları” açıklaması gerekir!

ERDOĞAN’DAN HÂKİME HAKARET 

Başbakan Erdoğan’ın en çarpıcı ifadesi ise 8 Nisan için “bağımsız yargı saldırıya uğramıştır” demesiydi.

“Bağımsız yargıya” saldırı konusunda eline su dökülemeyen Erdoğan’ın “bağımsız yargı” savunmasına geçmesi, kuşkusuz en başta belirttiğimiz “titreme” nedeniyledir ve çaresizce söylenmiştir.

Gelin Erdoğan’ın “bağımsız yargıya” saldırılarından birkaçını anımsayalım:

1. Erdoğan, ilk hapis cezasını Hâkim’e hakaretten aldı. Erdoğan RP’den Beyoğlu Belediye Başkanı adayıyken 1989 yerel seçimlerini kaybetmesi üzerine sandık başkanı Eyüp 2. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi Nazmi Özcan’a hakaretten hapis yattı.

Hakaretin tanıklarından dönemin Beyoğlu Mal Müdürlüğü Memuru Ahmet Aslan olayı şöyle anlatıyor: “Seçim kurulu üyesiydim. 27 Mart 1989 günü saat 4 sıraları idi, sayım yapıyorduk. Ve bu sayım da itiraz üzerineydi. O sırada şahsen tanıdığım RP’den Tayyip Erdoğan bulunduğumuz yere geldi, seçim kurulu başkanı olan Nazmi Özcan’a hitaben ‘Şu haline bak sarhoş, şu adalete bak kimlere kalmış, seni yakacağım, seni adli tıbba sevk ettireceğim. Seni süründüreceğim’ şeklinde sözler sarf etti.”

Erdoğan’ın “yargıya saygısı” burada bitmiyor elbette. 4 gün sonra 31 Mart 1989’da savcılığa ifade vermeye giden Erdoğan, tutuklanması istemiyle Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne sevk ediliyor. Erdoğan, mahkemenin verdiği yemek arasını fırsat bilerek ve muhafızlık eden polisleri atlatarak(!) bekleme salonundan kaçıyor!

Evet, yanlış okumadınız. “Yargıya saygı” diyen Erdoğan yargıdan kaçıyor! Sonra ne oluyorsa ve kimler araya giriyorsa artık, gıyabi tutuklu olarak aranan Erdoğan, 27 Nisan 1989 günü duruşmaya geliyor ve tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne gönderiliyor.

Ancak Erdoğan’ın hapisliği kısa sürüyor. Yargının birden hızlanası geliyor ve bir hafta sonra 4 Mayıs 1989 günü duruşma oluyor. Ve Beyoğlu 1. Asliye Ceza Mahkemesi, Erdoğan’ı 500 lira kefaletle serbest bırakıyor.

Yargılama sonunda Erdoğan 6 ay hapis ve 20 lira para cezasına çarptırılıyor. Hapis cezası 920 lira paraya cezaya çevriliyor ve tecil ediliyor.

ASIL AKP YASADIŞIDIR!

2. Erdoğan, Meclis’e girecek milletvekillerini belirlerken de yargıya çok saygılıydı. 3 Kasım 2002’de, her beş AKP’li milletvekilinden 1’i, yani 78’i dokunulmazlık zırhına kavuşmuş ve kovuşturmalardan kurtulmuştu!

3. Hâkime rüşvetten tutuklanan parti yöneticilerine, kaçak villa yapan bakanlara, meclis sıralarından kameralara yansıyan torpil belgelerine, kayıp trilyon davasına, belediyeden milletvekiline yapılan toprak peşkeşine, gazetecilere rüşvet olarak dağıtılan cep telefonlarına, hülle ile TRT’ye geçen vekil damatlarına, asfalt yolsuzluğuna, deniz feneri yolsuzluğuna değinmiyoruz bile!

4. Başbakan Erdoğan, Yargıtay Başsavcısının açtığı ve Anayasa Mahkemesi’nde görülen partisinin kapatma davası sırasında da yargıya çokça saygılıydı! Erdoğan’ın yargıya söylediklerine gazete arşivlerinden ulaşılabilir.

Ancak daha önemlisi, bu dava sonucunda Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi “yasadışı” ilan etmesiydi! Değiştirdikleri yasayla kapanmaktan kurtulmuş ancak “laiklik karşıtı odak oldukları”, “Anayasaya aykırılıkları” ve “yasadışı” oldukları belgelenmişti!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Nisan 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

TÜRKSÜZ BARIŞ OLMAZ!

AKP ile PKK’nin ve Erdoğan ile Öcalan’ın “barış” süreci nasıl hayata geçecek diye merak edenlere haberi verelim: Batman’daki Atatürk heykelin altındaki “Ne mutlu Türküm diyene” yazısı kaldırılıp, yerine “yurtta sulh, cihanda sulh” yazılmış!

Herhalde şöyle düşünmemizi istiyorlar: ‘Türk’ çıkınca, ‘barış’ gelir!

KOMŞULARA PKK KURŞUNU

Ortada dönen “barış” palavrasına rağmen aslında Türk Mehmet ile Kürt Mehmet’in ABD ve İsrail adına cephelere sürülmek istendiğini anlatıyoruz kaç gündür. Üstelik bunu da Erdoğan ile Öcalan arasındaki mutabakata dayandırıyoruz.

Ne diyordu Öcalan örgütüne: “Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin var.”

Abartılı sayılar bir yana, Öcalan bu mesajıyla “yeni Ortadoğu” için PKK’nin “yeni görevini” ilan ediyordu.

Geri çekilme dedikleri işte budur!

PKK NAMLUYA NASIL SÜRÜLECEK?

Peki, “geri çekilme” nasıl olacak?

Hükümet sözcüsü Bülent Arınç’ın “geri çekilme düzenli olacak” sözlerini ciddiye almıyoruz. Hükümetin basındaki sözcüleri ise şöyle bir takvim açıklıyorlar: “1. Temmuz sonuna kadar sınır dışına çekilme. 2. Temmuz-Eylül arası yasal düzenlemelerin yapılacağı hazırlık süreci. 3. Eylül ortası 31 Aralık tarihleri arası ise silahların bırakılması ve dağdan iniş süreci.” (Yeni Şafak, 25 Mart 2013)

Ancak Hasan Cemal’e konuşan Murat Karayılan, -AKP’nin hamlelerini görebilmek için- şimdiden öteleme yaptı ve “geri çekilme sonbahara sarkabilir” dedi.

Geri çekilmeye ilişkin en somut açıklama ise AKP hükümeti yerine Barzani hükümetinden geldi. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin sözcüsü Sefin Dizai, “her PKK’li kendi ülkesine çekilecek” dedi.

Yani İran vatandaşı olan PKK’li İran’a, Suriye vatandaşı olan PKK’li Suriye’ye ve Irak vatandaşı olan PKK’li Irak’a çekilecek!

Böylece Öcalan’ın, daha doğrusu Washington’un PKK’ye verdiği İran, Irak, Suriye görevleri başlamış olacak!

Yani “geri çekilme” değil, PKK’nin bölge ülkelerine sevk edilmesidir söz konusu olan.

PKK GÜNEYDOĞU’YA YERLEŞECEK!

Ayrıca şu soru da anlamlıdır: Her PKK’li, vatandaşı olduğu ülkeye gidecekse, Türkiye vatandaşı PKK’liler ne olacak?

PKK’nin 3’te 2’sinin Türkiye vatandaşı olduğu düşünülürse, sınır dışına çekilmekten ziyade Kuzey Irak’taki PKK varlığının aynı zamanda Türkiye’ye yerleşmesi mi gündeme gelmiş olacak?

Oslo süreci müzakerelerinde bu sorunun yanıtı vardı aslında. Öcalan avukatları aracılığıyla yaptığı kimi açıklamalarda da değinmişti: PKK, demokratik özerk bölgenin öz savunma gücü olacak!

GÜNEYDOĞU’YA DİNİ RESTORASYON

Başlarken “barış” süreci nasıl hayata geçecek diye sormuş ve Batman’daki “ne mutlu Türk’üm diyene” yazısının yerine “yurtta sulh, dünyada sulh” mesajının konulmasına dikkat çekmiştik.

Bitirirken de şunu soralım: Peki Öcalan’ın Nevruz konuşmasında yer alan İslamcılık, mezhep, tarikat, cemaat mesajları nasıl hayata geçecek?

Onun da yanıtı oluşmaya başladı: Diyarbakır Dicle Üniversitesi kampüsüne 4. Cami yapılmaya başlamış!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Mart 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

ORG. ÖZEL ÇANAKKALE ZAFERİ’Nİ SULANDIRIYOR

Herhalde Başbakan Erdoğan Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’e “Çanakkale mesajını yumuşak tut, çünkü ben Çanakkale Zaferi konusunu muhalefeti eleştirmeye ve Suriye politikama alet etmeye çalışacağım” demiş olmalı… Yoksa bir Genelkurmay Başkanı’nın Çanakkale mesajı böyle sığ, böyle içeriksiz, böyle uyduruk olmazdı!

Org. Özel’in Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sitesinde yayımlanan, Fethullah Gülen ile Bülent Arınç’ı gözyaşına boğma potansiyeli taşıyan şu mesajına bakın: “Çanakkale Savaşı, sadece tarafların birbiri ile kanlı mücadelesi olmayıp, farklı kültür ve dünya görüşlerine sahip devletlerin birbirlerini tanımasına vesile olmuştur. Bu nedenle, muharebelerin yapıldığı Gelibolu Yarımadası, dost ve düşman her iki tarafın genç evlatlarının kıyasıya mücadele ettiği, savaşın acımasızlığına rağmen, yardımlaşma duygusunun da ön plana çıktığı, kalıcı dostlukların kurulduğu bir yer olmuştur.

Nerdeyse zafer kazandık diye emperyalist devletler ile onlar adına savaşa katılanlardan  özür dileyecek!

Sanki Çanakkale’de emperyalist bir saldırıya karşı vatan savunması yapılmadı da, iki ayrı ordu kader kurbanı oldu!

MESAJDAKİ ERDOĞAN İZİ

Öte yandan Necdet Özel’in Çanakkale Savaşı için “farklı kültür ve dünya görüşlerine sahip devletlerin birbirini tanımasına vesile olmuştur” sözlerinin aşırma olabileceği, hatta doğrudan başbakanlık katında yazılmış olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Zira oldukça tanıdıktır!

Başbakan Erdoğan, 13 Nisan 2011 günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada tarihe ibretle geçen şu konuşmayı yapmıştı: “Haçlı Seferleri, iki kültürün, iki medeniyetin, iki dinin karşı karşıya gelmesinden ziyade, birbirini tanıması, birbirini anlaması ve birbirinden etkilenmesi sonucunu da doğurmuştur. Bilimde, sanatta, mimaride, dilde, musikide, günlük yaşam alışkanlıklarında, hatta yeme-içme kültürlerinin transferinde Haçlı Seferleri son derece etkili olmuştur.”

Yani Başbakan Erdoğan Haçlı Seferleri için “iki dinin birbirini tanımasına vesile olmuştur” derken, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel de Çanakkale Savaşı için “farklı devletlerin birbirini tanımasına vesile olmuştur” diyor!

“Yüreği insan sevgisiyle böylesine pırpır eden” iki isim, “tanışmak için bu kadar kana gerek var mıydı” sorusuna da bir zahmet yanıt bulsalar ya!

İMZALANAN AKİTLERİN BEDELİ

Peki, Erdoğan ve Özel bu açıklamaları neden yapıyorlar? Kuşkusuz cahillikten ya da saf bir insan sevgisinden değil, mecburiyetten!

Anımsayalım, NATO’nun Libya’ya müdahalesi gündeme gelince Başbakan Erdoğan esip gürlemişti: “NATO’nun ne işi var Libya’da?”

Sonra kendisine imzaladığı kimi akitleri göstermiş olmalılar ki, tarihe geçecek şu manevrayı yapmıştı: “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tescil etmek için Libya’ya girmelidir.” Böylece dünya yeni bir patent ve tescil kurumu kazandı, Erdoğan da koltuğunu!

Ya Org. Necdet Özel’in mecburiyeti nereden geliyor?

Birincisi, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner ve üç kuvvet komutanı tarihe onurla geçecek toplu istifaya imza atarken, o Jandarma Genel Komutanı olarak silah arkadaşlarına katılmamış ve en üst rütbeli olarak Erdoğan ve Gül tarafından önce Kara Kuvvetleri Komutanı sonra da Genelkurmay Başkanı yapılmıştı.

İkincisi, Mustafa Kemal’in Çanakkale’de yendiği emperyalist devletlerin “müttefiki” olmanın ve onlar adına Afganistan’da, Lübnan’da, Libya’da görev yapmanın mecburiyetidir.

Çünkü Mustafa Kemal’in Çanakkale’de yendiği İngiltere ve Fransa’yla birlikte 90 yıl sonra Libya’ya saldırmayı, ancak Çanakkale’yi sulandırarak genç subaylara anlatırsınız!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Mart 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

AKIL TUTULMASI

ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’yi haddini aştığı için değil de açıklamasının içeriği nedeniyle eleştirenler acaba Tayyip Erdoğan’a aba altından sopa mı gösteriyorlar?

Gelin şu üç örnekle ne dediğimizi açıklamaya çalışalım:

RİCCİARDONE İLE ERDOĞAN PİŞTİ OLDU

Hakan Albayrak, “Esad, Ergenekon, Ricciardone” başlıklı yazısında şöyle bir bağ olduğunu iddia ediyor: “Esad Müslüman Kardeşlerden rahatsız, Ricciardone de… Türkiye’deki Esad lobisi Ergenekoncu ve askeri darbe yanlısı… Öyle ki, Ricciardone yakında İP’in düzenlediği bir eyleme mesaj bile gönderir.” (Star, 9 Şubat 2013)

Albayrak iddia ettiği bağların dayanıksızlığının farkında olduğundan herhalde, her iddiasını “pişti” diyerek kuvvetlendirmeye çalışıyor. Tüm iddiaları da “pişti üstüne pişti” diyerek birbirine bağlıyor.

Ancak eminiz, asıl Erdoğan ile askere terörist denmesini doğru bulmayan ve yargı sistemini eleştiren Ricciardone’nin pişti olduğunu çok iyi biliyor Albayrak!

ERDOĞAN’IN İMTİYAZLI SANIK BASKISI

Yeni Şafak’tan Osman Özsoy ise “Yargıya ‘imtiyazlı sanık’ baskısı” başlıklı yazısında şöyle diyor: “Yargı, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkındaki iddiaları ve yöneltilen suçlamaları tatmin edici bulmazsa elbette beraat ettirecektir… Neden panik oluyorsunuz? Bu telaş niye?” (Yeni Şafak, 7 Şubat 2013)

Özsoy kime sesleniyor acaba? Zira “Başbuğ tutuklu yargılanmamalı” diyen, “Başbuğ’a terörist diyeni tarih affetmez” diyen Erdoğan’dan başkası değil!

AHMET TÜRK’E SUİKAST İDDİASININ MESAJI

Biliyorsunuz, Ahmet Türk “Erdoğan Kürtleri bombalıyor” dedi. Erdoğan bu sözleri nedeniyle hem Ahmet Türk’e çok kızdı hem de İmralı’ya gidecek heyet konusunu kilitledi.

Kuşkusuz İbrahim Karagül de bu durumu biliyor. Peki, Ahmet Türk’ün İmralı ziyaretinden bunca süre geçtikten sonra Yeni Şafak’ta çıkan “İmralı’da suikast uyarısı” başlıklı haberden ne anlamalıyız o zaman?

Haber şöyle: “PKK’ya silah bıraktırma amacıyla başlayan süreçte İmralı’ya giden Ahmet Türk’ü görüşmede, Öcalan’ın ‘Süreci sabote etmek isteyenler tarafından suikaste uğrayabilirsin’ diye uyardığı öğrenildi.” (Yeni Şafak, 9 Şubat 2013)

ÖCALAN’IN POSTACISI KİM?

Erdoğan, İmralı’ya kimin gideceği konusunu neden kilitlediğine de açıklık getirdi: “İmralı’nın belli yerlere mesajını ulaştırması bakımından kendisinin güvenebileceği siyasi isim talepleri vardır. Ama bu talepte de bizim özellikle koyduğumuz bazı şerhler vardır. Nedir bu? Bir, biz dağdaki ile kucaklaşanı bir defa İmralı’ya göndermeyiz. İki, şu ana kadar verdikleri mesajla bu ülkenin hassasiyetlerine darbe vuranları bu noktada aracı olarak kabul edemeyiz. Çünkü onların, oradan aldıkları mesajı farklı şekilde götürme ihtimalleri olabilir.” (TRT, 5 Şubat 2013)

Yani Öcalan, Karayılan’a mesaj göndermek için Erdoğan’dan isim talebinde bulunuyor fakat Başbakan’ın hassasiyetleri ve şerhleri var: “Gülten Kışanak terörist başının mesajını terörist başaltına götüremez, çünkü dağdaki sıradan teröristle kucaklaştı. Ahmet Türk de olmaz, çünkü açıklamaları hassasiyete darbe vurdu. Üstelik ikisi de Öcalan’ın Karayılan’a götüreceği mesajı çarpıtabilir!”

Gülten Kışanak’ın Erdoğan’a verdiği yanıt, Ankara’da toplu bir akıl tutulması hali yaşandığını gösteriyor: “İmralı ile Kandil arasında postacılık yapmam!” (Milliyet, 6 Şubat 2013)

Bakalım Erdoğan “Ben de PTT müdürü değilim” yanıtı verecek mi?

Dedik ya, tam bir akıl tutulması hali yaşanıyor. O nedenle gerçeği en iyi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ortaya koydu, şöyle diyor: “Duygularımla hareket ederim, rasyonel biri değilim.” (Sky360, 7 Şubat 2013)

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Şubat 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKP TARZI SİYASET

Abdullah Öcalan’la görüşen kardeşi Mehmet Öcalan televizyon meselesini şöyle açıklıyor: “Televizyon kendi talebi değildi. Cezaevi müdürünün iknası sonucu televizyonu kabul etti.”

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise şöyle açıklıyor: “İmralı’da idari ve gözlem kurulu var. Bu kurul Abdullah Öcalan’a çeşitli disiplin cezaları vermiş. 2011’de bu cezalar sona ermiş. Bir yıl kendisi gözlenmiş. Sonuç olarak uyumsuz davranışlarının olmadığı gözlemlenmiş ve televizyon verilmesine karar verilmiş. Buna ceza infaz kurumu karar veriyor.”

Gelin en iyisi birkaç gün öncesine dönelim ve Başbakan Erdoğan’ın Senegal’deki şu açıklamasını anımsayalım: “Öcalan 12 metrekarelik yerde kalıyor, karyolası, her şeyi var. Radyosu vardı, şimdi o radyoyu televizyon ile değiştirecekler. Ben talimatı verdim belki de değiştirmişlerdir bile. Talimatı vereli epey oldu. Bir televizyonu oraya koyun dedim.

Başbakan ile Başbakan Yardımcısı’nın 3 gün arayla yaptığı bu açıklamalara bakılırsa ya “AKP tarzı siyasete uygun olarak yine millete yalan söylüyorlar” diyeceğiz ya da “Erdoğan, İmralı idari ve gözlem kurulu başkanı olmuş” diyeceğiz!

Siz tercih edin!

ERDOĞAN’A GÖRE ÖCALAN TERÖRİST DEĞİL

Başbakan Erdoğan, birkaç kez dile getirdiği şu sözleri, son süreçte de kullandı: “Bölücü terör örgütüyle mücadele ederiz, siyasi uzantısıyla da müzakere ederiz. Terör örgütüyle bir şey müzakere etmedik.”

Hatta Erdoğan bir konuşmasında, müzakereyle görüşmelerin farklı şeyler olduğunu kaydederek, “Görüşmeleri yaparsınız. Görüşme esnasındaki gelişmelere göre de adımınızı atarsınız.” diye konuştu.

Peki, o zaman bugün yapılan ne? Yine Erdoğan’ın ağzından açıklayalım: “Eğer müzakere edilen başlıklara sadık kalırlarsa süreç devam eder. Ama kalmazlarsa bunu devam ettirmeyiz.”

Farkındayım, Erdoğan’ın sözleri birbirini tutmuyor ve her konuşması bir öncekini tekzip ediyor. İşte bu AKP tarzı siyasettir. Ve tıpkı televizyon meselesinde olduğu gibi “AKP, sürekli millete yalan söylüyor” demeyeceksek, “terör örgütüyle müzakere etmedik” diyen Erdoğan’ın artık Öcalan’ı terörist olarak görmediğini kabul edeceğiz!

YENİ KAVRAMLARLA PSİKOLOJİK SAVAŞ

Bu aslında müzakere sürecini beslemek ve kamuoyunu hedefe yönlendirmek üzere yapılan, ABD ürünü bir psikolojik savaş yöntemidir. PKK ile Öcalan’ı uygun bir üslupla birbirinden ayırmak ve aşama aşama onun bir terörist olmadığını satır aralarında işlemek, bu sürecin önemli bir parçasıdır.

Nitekim bu yöntem, 15 gündür sıklıkla uygulanmaktadır. İşte örnekler:

Taraflar “ateşkes” yerine “çatışmasızlık ortamı” gibi daha yumuşak kavramlar kullanıyorlar. “Demokratik özerklik” yerine bu aşamada “yerel yönetim” veya “güçlendirilmiş yerel yönetim” diyorlar. “Müzakere” yerine “diyalog”, “Öcalan” yerine “İmralı”, “PKK” yerine “Kandil” isimlerini kullanıyorlar. Hatta “devlet” yerine de “ünite” demeye başladılar!

AKP medyası da süreci bu yeni terminolojiyi kullanarak şöyle tarif ediyor: “MİT, Kandil’i “silah bırakmaya” ikna etmek için İmralı’yla diyalog kurdu. Kandil, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini ve demokratik bir ünite oluşturulmasını istiyor.

Oysa yeni kavramlarla yumuşatılan cümle, aslında tam olarak şu demektir: “Erdoğan, PKK’yle pazarlık yapmak için Öcalan’la müzakereye başladı. PKK’nin şartı, devletin bölünmesi sonucunu doğuracak olan demokratik özerkliktir.

DEVLETİN HİZMETİNDEN, DEVLETLE PAZARLIĞA

Kategorik olarak devletin Öcalan’la görüşmesine karşı değilim. Ancak kimin, ne amaçla görüştüğü kritik önemdedir!

Örneğin Albay Atilla Uğur’un Öcalan’ı sorgulaması ve Türk Ordusu’nun Öcalan’la görüşmesi, PKK’nın sınır dışına çekildiği ve terörün sıfırlandığı bir beş yıllık dönem yaratmıştır. 2004 yılına kadar süren bu süreç, Öcalan’ın ifade ettiği tarzıyla “devletimin hizmetindeyim” dönemidir!

Ancak AKP’nin ABD adına yürüttüğü türden müzakereler, Öcalan’ı devletin hizmetinden çıkarmış ve onu devletle pazarlık yapan bir otorite haline getirmiştir. Bu tip süreçler, 2009’da da olduğu gibi “barışı” getirmez, PKK’nin daha da güçlenmesini sağlar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Ocak 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

OK YAYDAN FIRLAYACAK

2012’nin nasıl geçtiği, 2013’ün nasıl geçeceğine işaret ediyor. 2012’de yay gerilmişti, 2013’te ok yaydan fırlayacak!

2012, Atlantik kampının AKP’nin önüne koyduğu görevleri başaramaması ile Türk milletinin bu görevlerin karşısına dikilmesi olarak da özetlenebilir.

Elbette ABD Kürecik Radarı kurarak, Patriot bataryaları yerleştirerek önemli mevziler elde etmiştir ancak Suriye, Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi gibi görevlerin, daha doğrusu muharebelerin en önemlilerini kazanamamıştır!

1 Mayıs’ta emekçilerin geçmiş yıllara nazaran birlik sergilemesi, 19 Mayıs’ta 240 bin gencin Atatürk’ün verdiği görev için ayağa kalkması, 16 Eylül’de Hataylıların Suriye ile kardeşlik istemesi, öncülerin 29 Ekim’de Ulus’ta geniş kitlelerle birleşmesi, 10 Kasım’da Tandoğan’da “Cumhuriyetin yeniden inşası” kararlılığı sergilenmesi, 13 Aralık’ta Silivri’nin kuşatılması, 18 Aralık’ta ODTÜ eylemi üzerinden üniversitelerin silkelenmesi, 23 Aralık’ta Menemen’de Kubilay ruhunun yeniden ortaya çıkması, yine 23 Aralık’ta sanatçıların tarihi misyonları için atılım yapması ve yıl boyunca Türkiye’nin dört bir tarafında yapılan Milli Anayasa Forumları, yayın gerildiğinin göstergeleriydi.

Kuşkusuz tüm bu eylemler Suriye, Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’nin neden gerçekleşmediğini de açıklıyordu ancak daha önemlisi okun yaydan fırlayacağını ortaya koyuyordu.

İŞÇİ PARTİSİ’NİN BÜYÜME YILI

2012, aynı zamanda tüm bu eylemlerin merkezinde yer alan bir kuvvetin de büyüme yılı oldu.

İşçi Partisi’nin TBMM’deki dört partiden hemen sonra 5. sıraya yükselmesi, onun artık çözümün adresi olduğunu gösteriyordu. Anketler sadece belgelemişti, zira İşçi Partisi 1 Mayıs, 19 Mayıs, 16 Eylül, 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık ve 23 Aralık’taki atılımların tümünde yer alan tek kuvvet olarak yerini zaten göstermişti.

Nitekim son 6 ayda Türkiye’nin dört bir tarafında İşçi Partisi’ne toplu katılımlar yaşanması, bu gerçeğin yansımasıdır.

Bu nedenle 2013, İşçi Partisi’nin kitleselleşmesi ve Milli Merkez’in odağı olma yılıdır.

Kuşkusuz AKP de bu gerçeğin farkındadır. Bülent Arınç’ın ODTÜ’de Başbakan Erdoğan’ın protesto edilmesi karşısında “ama Perinçek’i alkışlarlardı” demesi anlamlıdır. Doğu Perinçek’in yıl boyu Ergenekon savunması nedeniyle aldığı cezalar da işte o korku nedeniyledir.

Ancak son beş yıl, mücadele edecek kuvvetler için şu dersle doludur: İşçi Partisi’nin tarihi misyonunu gerçekleştirme azmi, Doğu Perinçek’in Silivri zindanında esir edilmesiyle de kırılamamıştır, tersine daha da bilenmiştir!

ATATÜRK’TE BİRLEŞMEK

Türkiye açısından korku dağları yıkılmıştır ve çeşitli kesimler ayağa kalkmaktadır.

İşçi Partili, CHP’li, DSP’li, MHP’li gençlerin TGB’de birleşebilmeleri, sanatçıların “sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir” sorusuna kesin yanıtı anlamına da gelen atılımı ve Sanatçılar Girişimi altında birleşerek ve halkla kucaklaşarak “reddediyoruz” demesi ve ODTÜ eylemlerinden sonra akademisyenlerin Türkiye çapında seslerini yükselterek, “itiraz” etmesi, başka kesimlere de yansıyacaktır.

Gençlik hareketi ile Cumhuriyetçi hareketin birleştiği ve aydınlarla buluştuğu bu sürecin başarısı, emekçi hareketiyle iç içe geçmesine bağlıdır. Burada İşçi Partisi anahtar olacaktır.

Mustafa Kemal’in askerleri” olma iradesinin beyan edildiği 2012 mücadeleleri, tüm kesimlerin bir tek “Atatürk’te birleşebileceğini” göstermiştir. Bu gerçek Kürt yurttaşlarımız için de “birlik içinde yaşamanın” adresidir.

1920’de Atatürk ile Diyap Ağa’nın birliği emperyalizme karşı zaferi ve Cumhuriyeti getirmişti, 2013’te kurulacak benzer ittifaklar, emperyalizmi bir daha yenmeyi ve Cumhuriyeti yeniden kurmayı sağlayacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Ocak 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

İYİ Kİ DARBEYE TEŞEBBÜS ETMEMİŞLER

Anımsarsınız, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Ergenekon tertibiyle tutuklanan generaller için “iyi ki bunların zamanında savaşa girmemişiz” demişti. Biz de önceki günkü Ergenekon duruşması sırasında benzer bir düşünceyi geçirdik zihnimizden: “İyi ki bu generaller darbe yapmaya teşebbüs etmemiş, zira rezil olurlardı.”

Neden böyle düşündüğümüzü açıklayalım.

Bildiğiniz gibi Silahlı Ergenekon Terör Örgütü iddiasıyla açılan davada beş yıl geride kaldı ancak bırakın terörü, ne örgüt bulabildiler ne de silah?!

Durum böyle olunca haliyle davaya silah yerleştirmeye karar verdiler. Şöyle ki, 2006 yılındaki bir davayı, üstelik neticelenmişken, Ergenekon davasıyla birleştirdiler. Akıllarınca, bu davada yargılanan dört kişi üzerinden Ergenekon Örgütü’ndeki silahı bulmuş olacaklar!?

ERGENEKON’A İKİ SİLAH BULUNDU!

Hâkimin okuduğu(!) ek iddianameye göre bu dört kişi Ergenekon örgütüne silah temin etmekle suçlanıyor. İddianameyi dinledik; 1. kişi 2. kişiye “silah var mı” diye sormuş, o da “ben de yok ama 3. kişide vardır” demiş. 3. kişi de “ben de yok ama size bulurum” deyip aramaya başlamış. Birkaç kişiyi silsileyle atladıktan sonra 4. kişiden silah bulunmuş.

Yapılan pazarlıklar neticesinde iki adet tabanca 5 bin 400 liraya alınmış! İşte Silahlı Ergenekon Terör Örgütü’nün silahları!

Bu arada sanıklar savunma için kürsüye çağrıldıklarında yaşlarını da öğrenmiş olduk. En büyüğü 1980 doğumlu. Olay olduğunda, yani 2006 yılında en büyüğü 26 yaşındaydı.

Haliyle şunu düşündük. 100 yıl önceki olayların bile müsebbibi ilan edilen, içinde Genelkurmay Başkanı’nın, Genelkurmay 2. Başkanı’nın, Jandarma Genel Komutanı’nın, 1. Ordu Komutanı’nın, sayısız madalyalı özel kuvvet subaylarının, Öcalan’ı sorgulayan Albay’ın, PKK’ye aman vermeyen binbaşıların, yüzbaşıların, özel harekatçı polis şeflerinin yer aldığı bu örgüt silah bulamamış da, 2006 yılında bu dört gence mi silah temin etmek için başvurulmuş?!

Dilerseniz İnönü’nün tabiriyle “hadi canım sende” deyin, dilerseniz internet fenomeni olan belediye emekçisinin tabiriyle “oğlum bak git” deyin!

KEYFİ MUHAKEME KANUNU

Yukarıda ünlemle bırakmıştık, yeniden vurgulayalım: Ek iddianameyi hâkim okudu! Haliyle “iddia makamı olan savcı ne yaptı peki” diye soruyorsunuzdur. O da, reddi hâkim talebinde bulunan avukatların dilekçesi için mütalaa verdi!

“İddianameyi neden hâkim okuyor” itirazına verilen yanıt ise şöyleydi: “CMK’de hâkim okuyamaz diye bir madde yok.” Pekala bir avukat da okuyabilir demek ki, nasılsa “avukat okuyamaz” diye bir ifade de yok!

Verilen ilk arada durumu İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal’a sordum. “CMK değil, KMK uygulanıyor” dedi ve KMK’nin ne olduğunu açıkladı: “Keyfi muhakeme kanunu.” Bir avukatın “İngilizcede C harfi K okunur” demesi duruma hem ironik hem de trajik bir anlam kattı.

SİLİVRİ NOTLARI

Gelelim sanıklardan notlara… Deniz Yıldırım ve Mehmet Perinçek, artık Hikmet Çiçek’i Galatasaraylı kabul etmiyormuş çünkü Çiçek’te hafiften Aziz Yıldırım hayranlığı başlamış. Çiçek hayranlığını bizzat teyit etti.

Daha önce Babalar ve Kızları’nı yazmıştık biliyorsunuz, hani Veli Küçük’ü kızı Zeynep Küçük’ün, Dursun Çiçek’i kızı İrem Çiçek’in savunuyor oluşunu… Şimdi bir de Baba ve Oğlu var. Erkan Önsel’in oğlu stajını bitirmiş, ruhsatını almış ve o gün ilk defa avukat olarak duruşmada yer alıyordu. Erkan ağabeyin haklı gururu gözlerinden okunuyordu.

Mustafa Balbay Ankara’daki evinin ODTÜ’nin 100.yıl girişinin yanında olduğunu belirtti ve ekledi: “O nedenle ben de ODTÜ’lüyüm, hepimiz ODTÜ’lüyüz.”

Bitirirken belirtelim; iki de birbirine zıt şey dikkatimizi çekti. Biri çok sanıklı bu davanın o gün duruşmada bulunan tek müdahil avukatının uzun uzun Sözcü okuması… Diğeri de Şükran Soner’in Çağlayan’da Odatv davasını izleyip, öğleden sonra da koştura koştura Silivri’deki davaya yetişmesi… Şükran ablanın bu zahmetli yolculukları belediye otobüsüyle yaptığını da belirtelim ki, Silivri’ye bir türlü gelemeyen büyük köşelerin küçük yazarları bir parça utansın!

HOŞGELDİN SONER YALÇIN

Hukuk skandalları içinde bir de güzel haber vardı aynı gün. Soner Yalçın nihayet tahliye oldu. Böylece Odatv davasında tutuklu Odatv’ci kalmadı!

Kalan iki tutuklu sanık olan Yalçın Küçük ve Hanifi Avcı için artık durum daha da abes. Küçük, yöneticisi olduğu iddia edilen Ergenekon davasında tutuksuz ama üyesi olmakla suçlandığı Odatv davasında tutuklu!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Aralık 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

PKK: ERGENEKON’DA YARGILANAN TSK YENİLDİ

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile PKK yöneticisi Duran Kalkan’ı bir ortaklıkta buluşturan ne olabilir?

Hayır, birinin dağda olması, diğerinin de “ben de dağa çıkardım” demesi değil. Zira Arınç, Başbakan Erdoğan’ın ayarından sonra “düz ovada siyasete devam” kararı aldı.

Peki, o zaman bu iki isim hangi konuda ortaklar, hangi söylemde mutabıklar?

TÜRK SUBAYI KARŞITLIĞI

Anımsayacaksınızdır. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Ergenekon davasında yargılanan subaylar için şöyle demişti: “Allah’a çok şükrediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş, yoksa bunların savaşacak halleri yok.

Arınç sonrasında Sakarya’da yaptığı bir konuşmada da generallere seslenmiş ve “Türkiye’de AK Parti iktidarı var. Meydan okuyoruz.” demişti.

Mevlithan ve hafızlar, bizim manevi komutanlarımızdır” diyen Arınç, geçen yıllar içinde her vesileyle Türk subayı karşıtlığını sergilemişti.

Bülent Arınç’ın şahsında cisimleşen bu TSK karşıtlığı, AKP’nin en önemli politikasıydı. Öyle ki AKP MKYK üyesi Yasin Aktay,  “Türk devleti ile PKK’nin savaştığını, tarafsız olan AKP’nin ise bu savaşı durdurmaya soyunduğunu” belirtiyordu.

PKK’NİN ERGENEKON DAVASI YORUMU

Kendisini TSK ile PKK’ye eşit uzaklıkta konumlayanın, nesnel olarak hangi cephede yer aldığı kuşkusuz ortadadır. İşte o nesnel ortaklık nedeniyle, AKP ve PKK Ergenekon davasında Türk Ordusu’nun tam karşısında birlikte konumlanmışlardır.

Bakınız PKK’nin üst düzey yöneticisi Duran Kalkan ne söylüyor: “Türk ordusu savaşta aslında yenilmiş durumda. Bunu darbe ve Ergenekon davalarında yargılanan generallerin, subayların durumunda görüyoruz.

AKP SAVCI, PKK TANIK, TSK SANIK

Ergenekon davasındaki bu ortaklığı sadece Bülent Arınç ile Duran Kalkan’ın birbirini besleyen açıklamalarına bakarak saptamıyoruz elbette…

Başka?

1. TSK’nin sanık yapıldığı bu davada PKK tanıktır, AKP savcıdır!

2. Yargılanan subaylarla ilgili suçlamalarda, “teröristle mücadelesi” vardır!

3. Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur başta olmak üzere, bu davada yargılananlar PKK ile mücadelede en kritik görev üstlenenlerdir.

4. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi sıfatıyla Oslo’da PKK yöneticileriyle görüşen Hakan Fidan, muhataplarından bölgede şikâyetçi oldukları kamu görevlilerinin isimlerini istemiştir. Ne için? Kuşkusuz çeşitli yöntemlerle tasfiye etmek için.

5. Genelkurmay Başkanı’nı “terör örgütü lideri” diye suçlayanlar, doğal olarak PKK’yi aklamaktadırlar!

6. PKK, Balyoz davası sonuçları için “daha çok ceza verilmeliydi” diyerek “iddia makamında” olduğunu göstermiştir.

ATATÜRK YERİNE İŞGAL TERCİH EDENLER

Peki, iktidarda olan bir hükümet ordusuna nasıl bu kadar karşıt olabilir? Nasıl ordusunun düşmanı olan bir terörist örgütle aynı frekansta buluşabilir? Bu nasıl bir psikolojidir?

Yanıtı, yıllar önce Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında “Mustafa Kemal yerine İngiliz işgalini tercih ederdik” diyen o genç kızın sözlerinde!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Aralık 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

ÖCALAN AÇILIMI

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın açıklamaları ile Başbakan Erdoğan’ın yapacağı ABD ziyareti, hükümetin “terörle mücadele, siyasetle müzakere” formülünü berraklaştırdı: AKP, BDP’yle mücadele(!) edip, PKK’yle müzakere ediyor.

AKP, ÖCALAN’I KURTARACAK

Müzakere edilen ise Öcalan’ın protokolleridir.

Öcalan’ın açlık grevlerini bitirmesinin ardından Aysel Tuğluk’un “masada” olduğunu ilan ettiği ve içeriğini Selahattin Demirtaş’ın açıkladığı “ikişer sayfalık üç protokol” şu üç konuyu kapsıyor: “Biri ateşkes, diğeri PKK’nin silahsızlandırılması, üçüncüsü de yeni demokratik anayasa sürecinin genel ilkeleri.

Ancak protokollerin bir de müzakereye açık olmayan ve PKK’nin kırmızıçizgi ilan ettiği maddeleri var: 1. Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması. 2. Anadilde eğitim. 3. Kürtlerin özyönetimi. 4. Öcalan’ın tutukluluk şartları.

Hem Öcalan’a açlık grevlerini bitirme olanağı yaratıldığında AKP ve PKK çevrelerinden yükselen “çözümün tek adresi Öcalan’dır” ortak sesi, hem de Adalet Bakanlığı’nın “Öcalan’ın tutukluluk şartlarını düzeltmek için özel bir çalışma” başlatması, dördüncü kırmızıçizginin kabul edildiğini gösteriyor.

ÖCALAN’A MEŞRUİYET, PKK’YE HAKLILIK

Tam bu noktada Bülent Arınç’ın ortaya çıkarak hem Öcalan’a “meşruiyet” araması hem de PKK’ye “haklılık kazandırmaya” çalışması anlamlıdır. Anımsayalım:

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir TV programında “Durmuş, Yakup ve Abdullah isimli üç arkadaşın birlikte namaz kılmasından, oruç tutmasından” bahsetti. Durmuş eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, Abdullah da Öcalan’dı…

Ardından Durmuş Yılmaz konuştu ve “Öcalan Nurcu olacaktı” dedi.

Bülent Arınç’ın konuşması sırasında Öcalan’dan “11-12 seneden beri tecrit halinde yaşayan bir insan” diye bahsetmesi önemliydi. Zira bu sözle devlet BDP’nin “Öcalan tecrit altında” iddiasını kabul etmiş oluyordu.

Arınç’ın bir başka çarpıcı ifadesi ise BDP Eşbaşkanı Gülten Kışanak’ı kastederek “Diyarbakır Cezaevi’nde o kadar ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, o kadar kendisini zorlamışlar ki, ben de aklıma gelse dağa çıkardım” demesiydi…

Kuşkusuz Arınç Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelere karşı çıkıyor görüntüsüyle, dağa çıkmaya ve aslında PKK’nin varlığına haklılık kazandırmaya çalışıyordu…

AKP, YENİ AÇILIMI OBAMA’YA SUNACAK

Başbakan Erdoğan’ın Şubat ayında ABD’ye “terör” ziyareti yapacağı bilgisinin basına servis edilmesi, Arınç’ın sözlerinin hedefine ışık tutuyordu.

Habere göre Erdoğan, “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” kapsamında terörü bitirme çalışmalarına ABD yönetiminden destek istemek için Obama’yla görüşecek. Yine habere göre bu ziyaretin öncesinde Ankara’da Erdoğan başkanlığında yeni bir plan hazırlanıyor. Ancak vurgulandığına göre askeri, siyasi ve ekonomik olarak üç bölüme ayrılan çözüm planında bu kez siyasi ayak ağır basacak!

O siyasi ayak ‘Öcalan Açılımı’dır!

PKK İÇİN ABD VE ÖCALAN’DAN DESTEK İSTEMEK!?

Öcalan Açılımı’nın ABD açısından önemi “Kürt Koridoru”na yapacağı katkıdır.

Öcalan’ın açlık grevlerini bitirme talimatı verdiği el yazılı mesajında Suriye Kürtlerine de seslenmesi ve “6 ili ele geçirmekle sorun çözülmez” diyerek PYD’yi yeni bir hedefe yöneltmesi ile “demokratik özerkliğe” vurgu yapması bu nedenle önemliydi.

PYD’nin SUKO’ya katılma kararında bu mesajın etkisi olduğu açıktır.

ABD’nin ve hatta PKK’nin böylesine ince manevralar ve sonuç alıcı hamleler yapabildiği bir durumda Türkiye’nin içine düştüğü durum ibretliktir. Çünkü PKK’yi bitirmek(!) için PKK önderi Öcalan’la müzakere yapmayı ve PKK kartını elinde tutan ABD’den destek istemeyi devlet aklıyla açıklayabilmek mümkün değildir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Aralık 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın