Posts Tagged Trump

Dün Colani’yi ekenler, bugün biçiyor

Suriye’de bugün çeşitli aktörlerin güç mücadelesine dönüşen iki temel mesele var:

1) Suriye’nin İsrail’le anlaşması konusu.

2) Suriye’nin kuzeydoğusundaki PYD bölgesinin geleceği konusu.

ABD’nin Suriye’ye yaptırımları kaldırıp kaldırmayacağından Ankara’nın PKK ile yürüttüğü “silah bırakma” sürecine kadar pek çok mesele, bu iki konunun geleceğini belirleyecek nitelikte.

Azerbaycan’daki İsrail-Suriye görüşmesi

ABD için iki konu da kritik önemde ve ikisi de birbirini etkileyecek nitelikte. Washington yönetimi o nedenle, HTŞ lideri ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet el Şara’yı yaptırım kartı ile sıkıştırıyor bir süredir.

Sunduğu şartlara bakılırsa, Beyaz Saray’ın yeni önceliği, Suriye’nin İsrail’le normalleşmesi. ABD Başkanı Donald Trump bu amaçla Suudi Arabistan ziyareti sırasında Şara ile görüştü ve Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı dörtlü zirvede masaya şartlarını koydu. ABD’nin beş şartından biri yaptırımların kaldırılması karşılığında Suriye’nin Abraham Anlaşmasını imzalayarak İsrail’i tanıması. Hatta Trump görüşmenin ardından “Kendisine (Şara’ya) anlaşmaya katılmasını önerdim, o da kabul etti” dedi.

Nitekim Trump’ın “Suriye’ye yaptırımları kaldırdık” açıklamasını, Azerbaycan’da yapıldığı belirtilen “İsrail-Suriye görüşmesi” haberi izledi. Şara da “arabulucular aracılığıyla” İsrail ile görüştüklerini kabul etti zaten. İsrail medyasına göre ise İsrail Ordusu Harekat Dairesi Başkanı Tümg. Oded Basyuk’un Suriye yönetiminden temsilcilerle Azerbaycan’da yaptığı görüşmede, Türk yetkililerde de yer aldı!

ABD ve Türkiye’nin Colani’yle ilişkisi

Şara‘nın, yani HTŞ terör örgütü lideri Colani’nin, dünyayı şaşırtacak şekilde kendisini 8 Aralık 2024’te Şam’da cumhurbaşkanı olarak bulmasının, bugün yürüyen politikaların ön hazırlığı olduğu gün geçtikçe daha iyi anlaşılıyor.

Belli ki hem Ankara hem de Washington, terör örgütü lideri olarak başına ödül koydukları zamanlarda bile Colani’ye bugünler için yatırım yapmışlar. Kimin daha çok yatırım yaptığı ve kimin Colani üzerinde daha çok etkisi, gücü, kozu olduğu kritik mesele elbette. 

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Colani’yle 8 Aralık’tan önce de temaslarının olduğunu belirtmiş, hatta bir Fransız kanalına yaptığı açıklamada “HTŞ yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu” demişti. Benzer şekilde ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de ”görevi devraldığından beri Colani’yle dolaylı ilişki yürüttüklerini, onu Esad yönetiminden koruduklarını” açıkladı.

ABD-İsrail-Türkiye üçgenindeki gelişmeler

Bu ilişki ağı hem terör örgütü HTŞ’nin 8 Aralık’ta Esad’ı devirerek nasıl cumhurbaşkanı olduğunu, hem de Esad’ın yıllardır direndiği Atlantik taleplerinin nasıl sıra sıra yerine getirildiğini açıklıyor.

O süreçte de söyledik: Türkiye, HTŞ’nin Esad’ı devirmesinde İsrail’le dolaylı ortaklık yapmış oldu. Zira İsrail ordusu, HTŞ’nin Şam’a ilerlemesini kolaylaştırmak için yolu üstündeki Suriye ordusu mevzilerini hava saldırılarıyla temizledi sürekli. Nitekim bunu sonradan İsrail Başbakanı Netanyahu da açıkladı.

Böylece ABD, İsrail, Türkiye üçgeninde, başta belirttiğimiz iki temel konu düzleminde önemli gelişmeler başlamış oldu:

1) Suriye İsrail’le Azerbaycan’da görüşmelere başladı. Görüşmelerde Türkiye de yer alıyor. ABD İsrail’le Abraham Anlaşması imzalaması karşılığında Suriye’ye yaptırımları kaldırıyor.

2) Şam yönetimi PYD/YPG/SDG ile anlaştı. Ankara’yla yeniden Açılım başlatan PKK, bu isimle mücadeleyi bırakıp, silahlarıyla Irak’tan Suriye’ye geçiyor. Bugüne kadar PYD’yi PKK’nin Suriye kolu sayan Ankara, bu tutumundan geri adım atıyor; örneğin Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler PYD/YPG yerine, artık SDG ismini telaffuz ediyor.

Sorun şu ki aslında olanlar, ABD ve İsrail’e daha çok yarıyor.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Amerikan zorbalığına karşı Çin-Rusya ortaklığı

Küresel güç mücadelesinin çok boyutlu ilerlediği süreçte, Moskova’da kritik önemde bir zirve vardı: Çin-Rusya liderleri zirvesi.

Avrupa’nın Hitler zorbalığından ve Nazilerden kurtuluş günü töreni için Moskova’ya giden Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte ABD başta tüm dünyayı ilgilendiren çok önemli mesajlar verdi. 

Önce mesajları tek tek inceleyelim, ardından da bu mesajlardan hareketle küresel güç mücadelesindeki son durumu ele alalım:

Tarihteki en yüksek seviye

Putin’in kapsamlı işbirliği ve ortaklık mesajı:  “Rusya-Çin ilişkileri, tarihteki en yüksek seviyeye ulaştı.”

Putin’in ABD’nin küresel ticaret savaşına karşı ortaklık mesajı: “Rusya ve Çin, üçüncü ülkelerin etkisine karşı koruma altına alınmış, sürdürülebilir bir karşılıklı ticaret sistemi kurdu.”

Putin’in ABD’nin dolar silahına karşı dolarsızlaşma hamlesi mesajı: “Rusya ve Çin arasındaki neredeyse tüm ticareti operasyonlar ruble ve yuan cinsinden gerçekleşiyor.”

Sakin ve kendinden emin ortaklık

Xi’nin Amerikan zorbalığına karşı ortaklık mesajı: “Çin ve Rusya, tek taraflılık, güç politikası ve zorbalığa karşı özel sorumluluk üstlenecek.”

Xi’nin ortaklığın niteliği mesajı: “Çin ve Rusya arasında bağ, ‘daha sakin, kendinden emin, istikrarlı ve dirençli hale’ geldi.”

Xi’nin çok kutupluluk ve ekonomik küreselleşmenin niteliği mesajı: “Eşit ve düzenli çok kutuplu dünya, yararlı ve kapsayıcı bir ekonomik küreselleşme için Çin ve Rusya el ele çalışacak.”

Trump’ın Altın Kubbe’sine ortak tepki

Xi ve Putin, imzaladıkları ortak bildiriyle, ABD’nin “Altın Kubbe” füze savunma sistemi projesine sert tepki gösterdiler. İki lider, Trump’ın bu projesinin “istikrarı derinlemesine bozacak bir niteliğe sahip olduğunu” belirterek, “ABD’nin bu projeyle uzaya silah konuşlandırmayı öngördüğü” uyarısı yaptı. 

Altın Kubbe, ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve başlar başlamaz ilan ettiği ve 27 milyar dolar bütçe ayırdığı bir proje. Trump bunu bir ihtiyaç diye savunabilmek için “Çin’in hipersonik füzelerine karşı savunma sistemi” diye tanıttı. 

Nükleer risk uyarısı

Xi ve Putin, imzaladıkları ortak bildiride hem “nükleer riske” işaret ettiler hem de ABD ve müttefikleri ile askeri ittifakları olan NATO konusunda uyarılar yaptılar:

”Nükleer beşli içindeki bazı ülkeler, Soğuk Savaş zihniyetinin terk edilmesine bağlı kalmıyor.”

”Askeri ittifaklar, güce dayalı baskı uygulamak için nükleer devletlerin sınırlarına kadar genişliyor. Bu genişlemeyle beraber gelişmiş saldırı silahları sistemlerinin konuşlandırılmasına yönelik adımlar da atılıyor.”

ABD’nin durduramayacağı süreç

Mesajlar böyle, gelelim bu mesajlardan hareketle küresel güç mücadelesindeki son duruma…

ABD’nin hegemonyasının zayıfladığı ve küresel liderliğinin erozyona uğradığı şartlarda çok kutuplu/merkezli bir dünya adım adım inşa oluyor. ABD ve Çin, “belirleyen” iki merkezi, AB, Rusya ve Hindistan ise “etkileyen” üç merkezi oluşturuyor. 

Trump, her ne kadar Ukrayna’da “tavizli barış” üzerinden Rusya’yı Çin’den koparmayı amaçladıysa da bunu başaramayacağını sanırım görmeye başladı. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarından gelen kimi işaretler, ABD’nin Rusya’yı AB ve İngiltere’nin dengeleyiciliğine bırakarak, doğrudan Çin’e yönelmek istediğine işaret ediyor. Amerikan devlet aygıtı, Asya Pasifik’te Hindistan’dan Japonya’ya uzanan bir zincirle Çin’i çevreleme stratejisini derinleştirmenin peşinde…

Sonuç mu? Washington’un hiçbir hamlesi, çok merkezli dünyanın inşasını durduramayacak.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Sullivan’ın belgesi, Trump’ın tarifesi

ABD Başkanı Donald Trump’ın esas olarak Çin’e açtığı ticaret savaşının sürdürülemezliği ortada. Nitekim Trump önce müttefiklerine uyguladığı tarifeyi (gümrük vergisini) erteledi ve müzakereye başladı, şimdi de Çin’e koyduğu gümrük vergisini düşüreceği mesajı verdi.

Trump, Çin’e uygulanan yüzde 145 vergi için “Evet çok yükseldi, o kadar yüksek olmayacak, önemli ölçüde düşecek ancak sıfır da olmayacak” dedi. Ayrıca ABD Hazine Bakanı Scott Bessent de, Çin ile ticaret savaşının “sürdürülemez” olduğunu belirtti.

Bu, Trump‘ın şantajına karşı Çin’in misilleme yaparak, her artışa artışla yanıt verip tırmandırma taktiği uygulayarak kazandığı bir başarıdır öncelikle.

ABD’nin açmazları

Trump, 21. yüzyılın “öngörülemez ve güvenilemez” türünde liderlerin başında geliyor. Yarın tam tersini söyleyebilir ve tam tersi istikamette bir hamle yapabilir. 

Kuşkusuz bu Trump’ın kişisel özelliklerinden kaynaklandığı gibi ABD’nin sıkışmışlığından, oyun kuramamasından, açmazlarından da kaynaklanmaktadır. 

Çünkü ABD ticaret savaşını iyi durumda olduğu için değil, gerilediği için açtı. Açmaz şu ki bunun ABD’nin gerilemesini önlemesi mümkün değil. Trump’ın ilk başkanlığı dönemindeki ticaret savaşı ABD’nin hegemonyasının azalmasını durduramamıştı, ikinci başkanlığı dönemindeki ticaret savaşı da durduramayacak.

Neden mi? Çünkü ABD’nin gerilemesi ekonomik, siyasi ve askeri boyutları olan tarihsel bir olaydır. ABD’nin liberal kapitalizmi gerilemekte, Çin’e özgü sosyalizm yükselmektedir, Batı inmekte Doğu/Güney çıkmaktadır. 

Sistemin çökme endişesi

Trump ve Trumpizm tam da bu nedenle var. Trump, ABD siyasetinde bir sapma değil, emperyalist hegemonyanın gerilemesine karşı sistemin şu aşamada başvurduğu bir tedavi seçeneğidir. Trumpizm, palazlanan yeni tekno-dijital ekonomi sermayesinin atılımcılığının adıdır. 

Sistem neden tedavi seçeneği deniyor? Çünkü ABD’nin kurduğu ve merkezinde olduğu sistem çökme emaresi gösteriyor. Anımsayın: Dünyanın en zengin 205 milyarderi iki yıl önce Dünya Ekonomik Forumu Davos’ta çağrı yaparak “bizi vergilendirin” demişti. Çünkü “en zenginler”, kazandıklarının bir bölümünden vazgeçmedikleri takdirde, sistemin başlarına yıkılacağının endişesini yaşıyorlar. 

ABD’nin egemen sınıfı ve devlet aygıtı işte bu riske karşı çare arıyor. Eski Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın iki yıl önce Brooking Esntitüsünde yaptığı “Amerikan Ekonomik Liderliğinin Yenilenmesi” başlıklı konuşması, o çare arayışlarındandı. Beyaz Saray’ın resmi internet sitesinde yayınlanması da konuşmayı yarı-resmi belge niteliği haline getiriyor zaten.

Neoliberalizm yenildi

Trump’ın neden ticaret savaşı yürüttüğünü anlamak için Sullian’ın belgesine bakmalıyız:

“Kamu yatırımı vizyonu soldu; vergi indirimi, kuralsızlaştırma, özelleştirme ve ticaretin serbestleştirilmesi kendi başına bir amaç haline geldi. Piyasaların sermayeyi her zaman verimli ve etkin bölüştürmediği görüldü. ABD sanayisi darbe aldı. Ekonomik entegrasyonun, açık bir küresel düzen oluşturamadığı görüldü. Her türlü büyümenin iyi olmadığı ortaya çıktı. Eşitsizlik, demokrasiye zarar verdi. Büyümenin kazançları emekçilere ulaşmadı. Zenginler daha da zenginleşirken ABD orta sınıfı zayıfladı. Amerikan düzeni, son birkaç on yılda çatlamaya başladı, yeni bir düzen inşa etmek gerekiyor.”

“Çin, sanayiyi, temiz enerjiyi, dijital altyapıyı ve gelişmiş teknolojileri sübvanse ederken ABD üretimi kaybetmekle kalmadı, kritik teknolojilerdeki rekabet gücü de aşındı. Yerli kapasiteyi geliştirmek ABD için çıkış noktası ama sınırlarını aşıyor. O nedenle ABD ortaklarla birlikte çalışmalı. Sistem açısından 90’ların ana uluslararası ekonomik projesi gümrük tarifelerini düşürmekti. Ancak ABD’nin gümrük tarifeleri diğer ülkelere göre düşük kaldı. Politikayı tarife indirimine dayalı olarak tanımlamak ve ölçmek doğru değil. ABD Ticaret Temsilcisi Katherine Tai’ın dediği gibi, ‘Piyasanın serbestleştirilmesine yemin etmedik.’ ABD, temel teknolojiyi küçük bir avlu ve yüksek bir çitle koruyor. Ya birlikte (hem içeride orta sınıflar hem de ABD’nin müttefiki devletler) yükselinecek ya da birlikte düşülecek.”

Bu saptamalar, esas olarak neoliberalizmin yenilgisinin saptamasıydı aslında…

İşte Trump’ın gümrük duvarlarını yükseltme hamlesinin gerisinde, Sullivan’ın da saptadığı bu “neoliberalizmin yenilgisi” ve “Amerikan gerilemesi” gerçeği var.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Nisan 2025

, , , , , ,

Yorum bırakın

Yeni dünya

İnönü’nün ABD Başkanı Johnson’un mektubuna tarihi yanıtıydı: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyadaki yerini alır.”

Ne yazık ki alamadı, Türkiye “Amerikan dünyasındaki” yerini sürdürdü. Ancak yine de “eski Türkiye”de bu tür tehditler yanıtsız bırakılmazdı bugünkü gibi. Trump’ın Johnson’dan çok daha ağır mektubu geçiştirildi örneğin “yeni Türkiye”de.

Neden mi böyle bir giriş yaptık?

‘Bildiğiniz Batı artık yok’

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Almanya’nın önde gelen gazetelerinden Die Zeit’ın sorularına verdiği kapsamlı yanıtlarda açıkça belirtti: “Bildiğiniz Batı artık yok, yeni bir dünya düzeni geliyor.”

Kuşkusuz bu saptama dünyanın gidişatına doğudan ve güneyden bakanlar için bir yenilik içermiyor. Ancak Atlantik cephesinin iki merkezinden birinin başında bulunan bir ismin bu gerçeği “kabullenmek” zorunda olması, küresel güç mücadelesinin geleceği açısından önemlidir. 

Kuşkusuz von der Leyen, Avrupa’daki en Atlantikçi isimlerin başında gelmektedir. Nitekim Die Zeit’ın sorularına verdiği yanıtta da kendisini “sıkı bir Transatlantikçi” olarak nitelemektedir.

Ama ABD Başkanı Donald Trump’ın izlediği politikalar, AB’nin Atlantikçi kanadını bile yeni arayışlara mecbur etmektedir. 

Von der Leyen’in asıl hedefi

Peki AB Komisyonu Başkanı von der Leyen, AB’yi gelmekte olan yeni dünya düzeninin neresinde görüyor? 

Von der Leyen açık açık Meksika’dan Endonezya’ya, Tayland’dan Malezya’ya pek çok ülke ismi sıralayarak, “yeni düzeni bu ülkelerle birlikte kurmak” istediğini dile getiriyor. 

Yani Trump’ın yönettiği ABD’den ayrı, Çin ve Rusya’nın liderlik ettiği Küresel Güney’e karşı ve dahası Küresel Güney’i parçalayarak üçüncü bir merkez olmayı tarif ediyor von der Leyen.

Ancak bu, AB’nin diğer kanadının “stratejik özerklik” hedefiyle uyumlu değil aslında. Zira von der Leyen’in tarifinde, ABD’den ayrı değil, Trump’ın yönettiği ABD’den ayrı bir “geçici” merkez olma hedefi var. 

Üstelik von der Leyen, Trump sonrası için iki yönlü hazırlığa da işaret olmuş oluyor: Çin ve Rusya’nın liderlik ettiği Küresel Güney’i bölerek, ABD’yle yeniden “tek merkez” olacağı döneme güçlenmiş girmek. 

AB’nin iki açmazı

AB Komisyonu Başkanının bu yöneliminin iki açmazı var: 

1) Küresel Güney’e karşı konumlanarak ayrı bir yeni bir dünya düzeni inşa etmek olası değil. Tersine Küresel Güney’le birlikte hareket ederek yeni düzenin inşasını hızlandırmak, ara dönemin sancılarını daha hafif atlatabilmek mümkün.

2) Trump dönemini ABD için bir istisnai dönem görerek, ondan sonra işlerin yeniden düzeleceğini varsaymak, doğru olmayabilir. Trumpizm, gelişerek Trump sonrasında da devam edebilir. Öte yandan gerçekte Biden dönemi ABD’si, AB’nin siyasal ve ekonomik olarak en çok zayıfladığı dönemdi.

Özetle, çok kutuplu/merkezli yeni bir dünya inşasında AB’nin çıkarı aslında Çin’le ekonomik işbirliği yapmasından ve Rusya’yı dışlamayan bir güvenlik mimarisi oluşturabilmesinden geçmektedir.

Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi

18 Nisan’da Ankara’da “yeni dünya”yı konuştuk biz de… 

Yeni Dünya Araştırmaları Merkezi olarak yöneticiliğini benim yaptığım Ankara’daki bu ilk panelimizde, Prof. Dr. Seriye Sezen Türk-Çin İlişkilerini, Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel Türk Dış Politikasını, Prof. Dr. Barış Doster Avrasyacılığı, E. Gen. Dr. Haldun Solmaztürk Küresel Güç Mücadelesini ve Prof. Dr. Hasan Ünal Çok Kutupluluğu anlattı.

Vakıf Başkanı Hasan Çapan’ın desteğiyle Türkiye-Çin Dostluk Vakfı’nın salonunda yaptığımız panelde, Çin’in Ankara Büyükelçisi Jiang Xuebin, Türk-Çin İlişkilerinin geliştirilmesi üzerine bir açılış konuşması yaptı. Paneli izleyenler arasında Kamboçya büyükelçisi ile ABD, Rusya ve Singapur diplomatları da vardı.

Ağırlıkla akademisyenlerin ve emekli diplomatların izlediği panelin verimli soru-cevap bölümü, “yeni dünya” tartışmalarının önemine işaret ediyor. Biz de ”ülkemizin yeni dünyadaki yerini alabilmesi” için bu köşede “nasıl bir yeni dünya” tartışmasını derinleştirmeye devam edeceğiz.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
21 Nisan 2025

, , , , , , , , , , , , ,

2 Yorum

ABD Çin’e açtığı ticaret savaşını neden kazanamaz?

ABD’ye göre Çin’le ticaret savaşı, Washington’un elinin güçlü, Beijing’in elinin zayıf olduğu bir poker oyunudur. Hatta ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, ABD’nin her gümrük vergisi artışına Çin’in misilleme yapmasını “büyük hata, çünkü bir çift ikiliyle oynuyorlar” diye yorumladı. 

Bessent’in bakışı baştan sorunlu. Çünkü poker sıfır toplamlı bir oyundur. Bir oyuncunın kazanması, diğer oyuncunun kaybetmesiyle mümkündür. 

Oysa ABD’nin açtığı ticaret savaşı, iki tarafın da kaybedeceği bir savaştır. Dahası ABD’nin kaybedecekleri Çin’den daha çoktur. Üstelik ABD’nin “kaybet-kaybet” anlayışına karşı Çin “kazan-kazan” önerirken… 

Peki, ABD Çin’e açtığı ve tırmanma eğilimi gösteren ticaret savaşını neden kazanamaz? Verilere dayanarak beş maddede açıklayalım:

ABD Çin’den aldıklarını karşılayabilir mi?

1) ABD-Çin ticaret verilerine bakalım önce: 2024 yılında ABD Çin’e 199,2 milyar dolarlık mal ve hizmet ihraç etti. ABD’nin Çin’den ithalatı ise 462 milyar dolar. Yani ABD 2024 yılında Çin’e karşı 263,3 milyar dolarlık ticaret açığı verdi. 

Trump ve ekibi, gümrük vergisi uygulayarak bu açığı kapatacağını hesaplıyor. Oysa iktisatçılara göre ticaret savaşında avantaj açık veren ekonomide değil, fazla veren ekonomide. 

Çünkü ticaret savaşında Çin, ABD’ye mal ve hizmet satarak kazanacağı paranın bir bölümünden vazgeçmiş oluyor. ABD ise üretmediği için Çin’den aldığı mal ve hizmetlerden vazgeçmiş oluyor. 

Gelir kaybeden Çin, harcama kısarak, başka pazarlara mal satarak vb çeşitli yollarla o geliri telafi edebilir. Nitekim ABD, Çin’in ihracatının yalnızca %14’ünün yapıldığı bir pazardır. Peki ABD üretmediği halde almaktan vazgeçtiği malların yerine koyabilecek mi? 

Verilere bakalım: (Bu veriler şu kaynaklardandır: 1) Adam Posen, Ticaret savaşlarını kaybetmek kolaydır, Foreign Affairs, 9.4. 2025.  2) Gideon Rachman, Xi’nin eli neden trump’tan daha güçlü?, Financial Times, 14.4.2025, Çev: harici.com.tr. 3) Michael Roberts, Gümrük vergileri, Triffin ikilemi ve doların akıbeti, Michael Roberts Blog, 13.4.2025, Çev: harici.com.tr.)

– Amerikan antibiyotiklerinin yüzde 50’sinde kullanılan bileşenler, Çin’de üretiliyor. 

– Amerikan F-35’leri, Çin’den tedarik edilen nadir toprak elementlerine bağımlı. (ABD’nin Grönland’ı işgal ederek ya da Ukrayna’nın nadir elementlerine çökerek bu bağımlılığı kırabilmesi kolay değil.)

– Dünyadaki klimaların yüzde 80’ini Çin üretiyor. 

– ABD’nin ithal ettiği elektrikli fanların yüzde 75’ini Çin üretiyor. 

– ABD’nin ithal ettiği bisikletlerin yüzde 70’ini Çin üretiyor. 

– ABD’nin ithal ettiği oyuncak bebeklerin yüzde 80’ini Çin üretiyor.

– ABD, tekstil ve giyim ithalatının yüzde 24’ünü Çin’den yapıyor.

– ABD, mobilya ithalatının yüzde 28’ini Çin’den yapıyor.

ABD, elektronik ve makine ithalatının yüzde 21’ini Çin’den yapıyor.

ABD Ulusal İmalatçılar Birliği’ne göre ABD’nin ithal ettiği malların yüzde 56’sı aslında imalat girdileridir ve bunların büyük kısmı Çin’den gelmektedir.

Peki ABD Çin’den ithal ettiği bu geniş yelpazedeki malları kendisi üretebilir mi? Elbette. Ama bu para ve daha önemlisi zaman demektir. Dahası ABD’nin bu malları Çin’den daha düşük maliyetle üretme olasılığı da çok zayıftır.

Trump yönetimi, Çin’le ticareti kesmeden önce, alternatif tedarikçiler ayarlamayarak, zaten ticaret savaşına zayıf başladı. Dahası tüm dünyaya gümrük vergisi savaşı açtığı için de alternatif tedarikçi konusu zaten kolay olmayacaktır. 

Çin’in rezervleri ABD’den fazla

2) Gümrük vergilerini ihracatçılar değil, ithalatçılar ödediği için, Çin’de üretilen Amerikan markaları, Trump için bir başka zorluktur.

Örneğin ABD’de satılan akıllı telefonların yarısından fazlası Apple’ın iPhone telefonlardır. Ama iPhone’ların yüzde 80’i Çin’de üretiliyor. Gümrük vergisinin iki katına çıkması Çin’i etkilemez, Çin o telefonların üretiminden kazanacağını kazanmıştır ama Amerikalı müşteri için o telefon iki kat pahalıdır artık.

Apple şirketi bu nedenle Trump yönetimi üzerinde baskı kurdu ve muafiyet aldı. 

Aslında tek başına bu olay bile ABD’nin gümrük savaşını kazanamayacağını göstermektedir.

3) İktisatçılara göre üreticilerin tedarik zincirlerine uygulanan gümrük vergisi artışı, ABD’ye yatırımı azaltacak ve borç faiz oranlarını yükseltecek.

4) Çin, ABD hazine tahvillerinin en büyük ikinci yabancı sahibidir. Bu Bejing’in elinde piyasaları etkileyecek bir koz kartı halini alabilir.

İktisatçılar şimdiden uyarıyor: Tahviller düşerse, Amerikan şirketlerinin önemli bir bölümü ağır borç yükü altında kalır ve iflaslar yaşanır. İflaslar da zincirleme etkiyle finansal çöküş riskine dönüşür. 

5) Ticaret savaşının uzaması durumunda Çin’in siyasi, ekonomik ve toplumsal rezervleri, ABD’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal rezervlerine karşı daha avantajlıdır. Disiplinli ve dayanışmacı bir toplum olan Çin, ekonomik sıkıntılara ABD’den daha dayanıklıdır. ABD’deki mal ve hizmet sıkıntısı, hızla ABD yönetimi üzerinde siyasi baskıya dönüşür.

ABD ekonomisi daha büyük zarar görecek

Sonuç olarak Trump’ın başlattığı ticaret savaşını ABD’nin kazanamayacağı ortada. Bu ticaret savaşından iki taraf da zarar görecek ama ABD ekonomisinin göreceği zarar, Çin ekonomisinin göreceği zarardan daha fazla olacak.

2025’te en büyük 10 ekonominin sıralaması şöyleydi: ABD, Çin, Japonya, Hindistan, Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa, Brezilya, İtalya.

Goldman Sachs’ın projeksiyonuna göre ise sıralama 2050’de şöyle olacak: Çin, ABD, Hindistan, Brezilya, Meksika, Rusya, Endonezya, Japonya, İngiltere, Almanya.

ABD’nin küresel liderliğini sürdürebilmek için atacağı adımlar gidişatı belki yavaşlatabilir ama gidişatın yönünü değiştirmez!

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
15 Nisan 2025

, , , , , ,

1 Yorum

Trump’ın ‘ara güç’ taktiği mi?

ABD aynı anda hem Rusya’yla hem İran’la müzakere yürütüyor. Bu iki müzakere sorunlara gerçekten çözüm arama amaçlı mı yoksa Washington’un baş rakibinin müttefiklerini “ara güç yapma” hamlesi mi?

ABD’nin asıl hedefi, baş rakibi Çin sonuçta. Bunu yaparken de Çin’in müttefiklerini azaltmak istediği elbette düşünülebilir. Nitekim AB’yi dışlamak pahasına Rusya’yla başlattığı normalleşme, çoğunlukla “tersine Kissinger stratejisi” olarak yorumlandı. 

Trump’ın hem Doğu Avrupa’daki hem Ortadoğu’daki temel meseleleri iyi-kötü bir çözüme bağlayarak Çin’e karşı daha net harekete geçmek istediği anlaşılıyor.

Rusya ve İran Çin’e sırtını dönmez

Peki Moskova ve Tahran, Çin’e arkasını döner mi? İşte Washington’un yürüttüğü stratejinin açmazı burada: Putin ve Hamaney, ABD’yle “normalleşmek” pahasına Çin’e sırtını dönmez ama Trump’ın bu çabasından fazlasıyla yararlanırlar.

Öte yandan Trump’ın izlediği çizgi, Çin’in müttefiklerini ara güç yapmaya çalışırken, ABD’nin müttefiklerini ara güce dönüştürebilme olasılığı da taşıyor. Transatlantik bir çatlaktan bahsedebiliriz; bu çatlağın AB’yi özellikle ABD’nin başlattığı küresel ticaret savaşı nedeniyle Çin’le daha yakın olmaya itebileceğini söyleyebiliriz.  

Kısacası süreçler karmaşık ve öngörülemez nitelikte. Çünkü yeni bir düzenin doğum sancılarını yaşıyoruz.

ABD’nin Rusya ve İran’la müzakereleri

ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Wittfof geçen hafta önce Moskova’da Vladimir Putin’le görüştü ardında da Umman’da İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi ile… 

Her iki görüşme de olumlu nitelendi:

Kremlin, Moskova’daki 4 saatlik Putin-Witkoff görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada “Ukrayna krizinin çözümü, çeşitli yönleriyle ele alındı” dedi. Beyaz Saray ise görüşmeyi “Ukrayna’da ateşkes ve nihai barışa yönelik müzakerede yeni bir adım” diye değerlendirdi. 

Umman’daki ABD-İran “dolaylı” görüşmesi için Tahran “iki taraf da kabul edilebilir bir anlaşmaya doğru ilerlemekte istekli” derken, Beyaz Saray “görüşmeler çok pozitif ve yapıcı geçti” dedi. 

Güzel. Ukrayna’da barış ve İran’la normalleşme, elbette Türkiye’nin de çıkarına.

Neden Witkoff?

”Müzakereci” açısından bu görüşmelerde bir tuhaflık vardı. Tamam, ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witfoff, İran’la “nükleer meseleleri ve yaptırımları” konuşacak en doğru kişi. Adı üstünde, görevi ABD’nin Ortadoğu işleri… 

Ama Witkoff’un aynı zamanda Putin’le müzakere eden kişi de olması tuhaf değil mi? Rusya’yla neden ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi görüşür? Kaldı ki ABD’nin “Ukrayna ve Rusya Özel Temsilcisi” sıfatını taşıyan görevlisi var: Keith Kellogg. 

Ama nedense Washington, Rusya’yla ilgili görevlisi yerine Ortadoğu’yla ilgili görevlisi üzerinden Moskova’yla müzakere etti.

Kellogg’un çok tartışılan ve sonradan ”sözlerim çarpıtıldı” dediği “The Times röportajı” mı nedeni? Sanmıyorum. O röportaj gazete tarafından “Ukrayna, savaş sonrası Berlin gibi bölünebilir” başlığıyla verildi ve haliyle tepki gördü. Ama aslında Kellogg bir gerçeğe, olası bir sonuca işaret ediyordu röportajında: “Ukrayna’nın batısına ‘güvence gücü’ olarak İngiltere-Fransa yerleşecek, doğusunu Rusya kontrol edecek. Ukrayna ve Rusya askerleri karşılıklı 15 km geri çekelecek ve ortada 30 km genişliğinde bir tampon bölge oluşturulacak.”

Trump’ın tercihi değil zorunluluğu

Sonuç olarak Washington’un Moskova ve Tahran’la müzakerelerinin olumlu sonuçlanıp sonuçlanmayacağı net değil ama ABD’nin muhataplarını müzakere masasına oturtan değil müzakere masasına kendi oturan olması önemli.

Rusya’da ABD açısından sürdürülemez bir durum vardı, Biden’ın “uzun savaş” stratejisi Rusya’yı caydırmaktan uzaktı. Trump için Putin’le barış aramak bir tercih değil zorunluluktu.

Aynısı Tahran için de geçerli. Trump İran’ı müzakere masasına önce şartlı oturtmak istedi, ama tehdit dolu mektubu reddedildi. Ardından “doğrudan müzakere” dedi ama Tahran’ın “doğrudan değil, dolaylı müzakere”sini kabul etmek zorunda kaldı. 

Tablo, çok kutuplu dünya inşasında inisiyatifin Küresel Güney’e geçtiğini göstermektedir. Kuşkusuz süreç uzun ve inişli çıkışlı olacak, ileri ve geri adımlar atılacak, zikzaklar yaşanacak ama 500 yıllık bir dönemin kapanmakta olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
14 Nisan 2025

, , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

Zorba

ABD Başkanı Donald Trump’ın dünyaya açtığı ticaret savaşı, uygulama yöntemi olan zorbalığa paralel olarak kültürel düzlemde ahlaksızca yürüyor. 

Trump’ın şu sözleri bir zorbanın ahlaki çürümüşlüğünü resmetmektedir: “Bazı ülkeler, tarife müzakeresi için bizi arıyor, kıçımı öpüyorlar. Bir anlaşma yapmak için can atıyorlar. ‘Lütfen efendim, bir anlaşma yapın. Her şeyi yaparım efendim’ diyorlar.”

Bu sözler, Atlantik kampının çöküşünün göstergesidir aynı zamanda, “devlet adamı” erozyonu yaşıyorlar. 

Hegemonya zayıflamasına çare arayışı

Haklı olarak sorulabilir: Madem Atlantik çöküyor, ABD Başkanı nasıl böyle zorbalık yapabiliyor, nasıl böyle pervasızca konuşabiliyor? 

Aslında tam da bu nedenle öyle davranıyor. Güçlü ve hegemonik olan, karşısındakine taleplerini kolayca uygulatır zaten. Gücü ve hegemonyası zayıflayan ise taleplerini kabul ettirebilmek için bağırır, çağırır, “gücünü olduğundan fazla” göstermeye çalışır.

Kuşkusuz gücü ve hegemonyası zayıflıyor da olsa, ABD hâlâ güçlüdür ve işte o güce dayanarak, sopa gösterip zayıflamasına fren koymaya çalışıyor. 

Trump’ın gümrük duvarları örmesini, sadece ”küreselleşmenin sonu” diye yorumlamak eksiktir; hem iktisadi hem siyasi gelişmelerin sonucudur. ABD güçlüyken, rahatça girebilmek için herkesten gümrük duvarlarını indirmesini istemişti. Artık ABD’nin gücü ve hegemonyası zayıfladı, tek kutuplu dünya dönemi kapandı, çok kutuplu dünya inşa oluyor ve Washington zorunlu olarak bu kez kendisi gümrük duvarları örerek korunmaya çalışıyor. 

Trump’a ekibinden uyarı

Atlantik iktisatçıları bile çoğunlukla Trump’ın gümrük vergisi artırmasını “rasyonel” görmüyor. Nitekim ilk etki, hisselerin 5 trilyon dolarlık kaybı oldu. 

İş dünyası da tedirgin. Örneğin JP Morgan CEO’su Jamie Dimon, “gümrük vergileri enflasyonu artıracak, ekonomik büyümeyi yavaşlatacak” uyarısı yaptı. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent’in de Trump’ı “piyasalar tehlikede, borsanın daha da düşme riski var, artık avantajlı anlaşmalar yapmaya odaklanmalıyız” diye uyardığı belirtiliyor ABD basınında… 

Trump yönetimi içinde de, dünyaya açılan bu ticaret savaşı konusunda farklı görüşler var. 

Trump’ın ‘ekonomik zorbalık‘tan beklentisi

Trump, başkanlığının ilk döneminde de Çin’e ticaret savaşı açmıştı. Doğru, Çin zarar görmüştü ama ABD de zarar görmüştü. Ve o ilk ticaret savaşı sonuçta ABD’nin küresel liderliğini sürdürmesini sağlamadı, hatta o güne göre ABD’nin hegemonyası bugün daha da zayıflamış durumda.

Aslında bu sonuç bile ABD’nin elinde kozu olmadığını gösteriyor. Trump, “ekonomik zorbalık” uygulayarak, sopa gösterdiği ülkelere şartlarını kabul ettirmeyi ve daha avantajlı anlaşmalar yapabilmeyi umuyor.  

İşte Trump’ın “anlaşmak için arayıp kıçımı öpüyorlar” dediği bu. Japonya başta bazı müttefikleri Trump’a haraç vererek anlaşma arıyor. 

AB’den Çin’e müzakere çağrısı 

Trump’ın ticaret savaşının asıl muhatabı Çin’dir. ABD Çin’i kendi strateji belgelerine hasım diye, NATO belgelerine “baş rakip” diye kaydetti zaten. Ticaret savaşıyla Çin’e karşı ticaret açığını azaltmak ve Çin’in küresel ticaretini baltalamak istiyor.

Çin, Trump’ın ticaret savaşı karşısında geri adım atmayacak kadar güçlü bir ülke. Nitekim ABD’nin savaşına karşı misilleme yapma kararlılığı sergiliyor.

ABD’nin gümrük vergisini arttırması karşısında, Çin de ABD’ye yüzde 34 vergi koydu. ABD bunun üzerine yüzde 50 daha artırıp Çin’e gümrük vergisini yüzde 104’e çıkardı. Çin buna da misilleme yapıp ek yüzde 50 ile vergiyi yüzde 138’e çıkardı. 

Dolayısıyla “zorbanın kıçı” açıkta kalmış oldu. 

İşte AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Çin’e “ABD’nin gümrük vergisi artırmasına müzakere yoluyla çözüm bulalım” diye çağrı yapması bundan; sistemin yıkılmasından endişe ediyorlar çünkü… 

Evet, dünya ekonomisinin olumsuz etkileneceği sancılı bir süreç yaşıyoruz ancak bu sancı aslında yeni bir küresel ekonomik düzenin doğum sancısıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Nisan 2025

, , , , ,

Yorum bırakın

Barrack’ın Türkiye hedefi

Lübnan’dan ABD’ye göç eden bir aileye mensup diye AKP medyası bayram ediyor: “ABD, Türkiye’ye dedesi ‘Osmanlı vatandaşı’ olan bir büyükelçi gönderiyor!”

Doğru, 1900 yılında ABD’ye göç eden Lübnanlı Hristiyan bir ailenin torunu ama California’da doğdu, Los Angeles’ta büyüdü Tom Barrack. Eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın California’da komşusuydu. Reagan yönetiminde İçişleri Bakanlığı müsteşar yardımcılığı da yaptı.

77 yaşında zengin bir avukat ve işadamı Tom Barrack; ve elbette tam bir Amerikalı!

ABD’nin Türkiye programı

İktidar cephesi “Osmanlı vatandaşı” diye seviniyor ama Tom Barrack’ın büyükelçilik ataması için 1 Nisan’da ABD Senatosu’nda sorulara verdiği yanıtlar ve yaptığı Türkiye açıklamaları, karşımızda Türkiye’yi komşularıyla ve Asya’yla düşmanlaştırmayı hedefleyen bir diplomata işaret ediyor. 

Aslında Barrack, Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un 16 Mart’taki Erdoğan-Trump telefon konuşmasını “dönüşümsel” diye yorumlamasına uygun bir “yeni Türkiye” programı açıklıyor. 

Böylece Trump’ın Erdoğan’a “bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” demesinin de içeriğini dolduruyor. 

Türkiye’ye Ukrayna övgüsü

Tom Barrack, Senato’daki oturumda, öncelikle Türkiye’yi övdü: “Türkiye’nin NATO’ya katkıları saymakla bitmez”, “Türkiye IŞİD’le mücadelede çok değerli bir ortak.”

Ardında Ankara’nın Ukrayna-Rusya savaşındaki tutumuna işaret etti: “Türkiye, NATO’nun Ukrayna’yı destekleyen tutumunu destekledi ve Ukrayna’ya çok değerli insansız hava araçları tedarik etti.”

Barrack, enerji konusunda Türk-Amerikan işbirliğinin arttığını belirtti: “Türkiye son dönemde sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) konusunda giderek ABD ile daha fazla alışveriş yapmaya başladı.”

Afrika’da Çin’e karşı pozisyon

Barrack, Türkiye ile ABD’nin ekonomi alanındaki işbirliğinin ise “Çin’i ve Kuşak ve Yol Girişimi’ni bir süre uzak tutmak için stratejik bir fırsat” olduğunu belirtti.

Bu arada Tom Barrack, Türkiye’yi Afrika’da da Çin’e karşı konumlandırdı: “Türkiye ayrıca gelişmekte olan pazarlarda, özellikle de Türk firmalarının önemli altyapı geliştirme projeleri için Çinli meslektaşlarına meydan okuduğu Afrika’da, Çin’e alternatif olarak ortaya çıkmıştır.”

Esas hedef İran

Trump’ın Ankara Büyükelçi adayı Tom Barrack, bölgemiz konusunda ise şu denklemleri kurdu:

– “Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesiyle hem ABD hem Türkiye hem de İsrail için yeni bir alan açıldı. İran’a yakın bir ismin devreden çıkması ABD, Türkiye ve İsrail için iyi bir gelişme.”

– ”Türkiye, Başkan Trump’ın İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı yürüttüğü azami baskı kampanyasının önemli bir ortağı.”

– ”Türkiye, Rusya’nın saldırganlığının yarattığı potansiyel tehdidin tarihsel olarak farkında.”

Türkiye’yi komşularıyla düşmanlaştırma planı 

Görüleceği üzere Tom Barrack, Trump’ın Erdoğan’a “bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” demesinin devamı olarak hangi alanlarda nasıl çalışılacağını, Türkiye’yi hangi konumlarda görmek istediklerini ortaya koymuş oldu ABD Senatso’undaki konuşmasında… 

Türkiye’yi İran’la, Rusya’yla, Çin’le karşı karşıya getirip İsrail’le müttefik yapmayı hedefleyen bu planlama ulusal çıkarlarımız açısından vahimdir. ABD’yle beyaz bir sayfa açma pahasına bu planlara evet denilmesi, Türkiye’yi çok zor durumlara sokacaktır. 

Üstelik üsluplarına bakılırsa, Trump yönetimi AKP’yle bu planlamayı hayata geçirme amacında hayli küstah. Baksanıza, Barrack diplomatik ifadeleri aşarak ne söylüyor: “Erdoğan‘a tavsiyem, ABD Başkanı ile çarpışma rotasından kaçınması olurdu. Bu akıllıca olmazdı.”

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
5 Nisan 2025

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Darbenin dış kaynağı

CHP Genel Başkanı Özgür Özel tarihi Maltepe mitinginde, ilk kez 19 Mart darbesinin dış kaynağına işaret etti: “19 Mart günü, yurtdışındaki belli odaklardan icazetli bir darbe planı hayata geçirildi” (cumhuriyet.com.tr, 29.3.2025).

Her ne kadar adını koymasa da, Özel’in “yurtdışındaki belli odak” ile kastettiğinin ABD Başkanı Trump olduğu anlaşılıyor. Bu durumda icazet de Erdoğan’ın 16 Mart’ta Trump ile yaptığı telefon görüşmesinde alınmış oluyor. 

İmamoğlu’na operasyon ile üç gün öncesindeki o telefon görüşmesinin ilişkisini geçen hafta bu köşede “16 Mart – 19 Mart bağı” başlığıyla incelemiştim.

ABD’nin konuya bakışı

Umarız Özgür Özel’in bu saptaması, dış basına verdiği ”ideolojik zaaflı ve sorunlu mesajlara” bir son vermesine neden olur! 

Zira ABD ve Avrupa için önemli olan demokrasi değil, çıkarlarıdır. Çıkarlarını uygulayan iktidarların politik yönelimi, emperyalistler için hiçbir zaman öncelikli değildir. “Liberal demokrasinin” kalesi emperyalist ABD bu nedenle onlarca yerde seçilmişlere karşı askeri darbe yapmış ama krallarla, emirlerle, diktatörlüklerle demokrasi kaygısı duymadan çalışmıştır.

Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio kendileri açısından esas olana işaret etti: “Türkiye’de istikrarsızlık görmek istemiyoruz. Trump’ın ilk yönetim döneminde Erdoğan ile çok iyi bir çalışma ilişkisi vardı. Bunu yeniden başlatmak istiyor” (cumhuriyet.com.tr, 28.3.2025).

Politik – toplumsal – gençlik hareketleri 

29 Mart’taki Maltepe mitingi, birkaç nedenle tarihi nitelikteydi. 

1) 2.2 milyon yurttaş, “egemenlik kayıtsız şartsız benimdir” diyerek, İmamoğlu’nun hukuku sorununu çoktan aşmış bir temel meselede, kendisini artık politik düzlemde aktör konumuna yükseltmiştir. Alandaki kitlenin dinamizminin temel dayanağı budur.

2) Toplumsal harekete dönüşmüş bu kitlenin gücü, Maltepe’nin bir final olmasını önlemiş, yeni bir başlangıç olmasını sağlamıştır. Özgür Özel, mitingden sonra sosyal medyadan yaptığı paylaşımda, “her çarşamba İstanbul’da, her haftasonu bir ilde miting yapılacağını” ilan etti.

3) Sürecin bu aşamasındaki başarı, üç hareketin yan yana gelebilmesinden kaynaklanmış görünüyor. Politik hareket(ler), toplumsal hareket ve gençlik hareketi aynı düzlemde buluşmuş ve birbirini etkileyerek güç toplamaktadır.

Tüketimden gelen gücün kullanımı

4) CHP liderliği, CHP’yi aştığını gördüğü bu büyük halk hareketi dalgasının başarı kazanmasının, “tüketimden gelen gücün” kullanılmasından geçtiğini hesaplıyor. İktidara yakın medya ile bazı markalara yapılan boykot çağrısının nedeni bu. 

Bu, etkili olduğu için iktidar cephesi, boykotun demokrasiye, hukuka, haber alma-verme ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu propaganda ediyor. RTÜK, TV kanallarına yapılacak boykota karşı barikat olmaya çalışıyor. 

Oysa Erdoğan başbakan olduğu 2008 yılında Doğan Medya Grubu’nun televizyon ve gazetelerine karşı boykot çağrısı yapmıştı, “Bu gazeteleri evlerinize sokmayın, almayın” demişti. Dahası yöneticilerine “Kampanyayı başlatıyoruz, almayacağız. Hangi dilden anlıyorsanız o dilden konuşacağız” diye seslenmişti.

Aslında Türk milletini ayağa kaldıran nedenlerden biri de tam olarak budur: Çifte standart. Kendileri yaparsa hukuki, karşıtları yaparsa hukukdışı; kendileri için demokratik hak olan karşıtları yaptığında darbe oluyor!

Üretimden gelen gücün önemi

5) CHP liderliğinin, “tüketimden gelen gücü” politik, toplumsal ve gençlik hareketlerinin daha etkili olabilmesi için bir kaldıraç olarak kullanmak istemesi, elbette önemli bir çarpandır. Ancak asıl çarpan etki, “üreticiden gelen güç”tür. Dolayısıyla CHP liderliğinin, politik, toplumsal ve gençlik hareketlerini “üretimden gelen güç”le buluşturması, yani emek hareketleriyle birleştirmesi gerekir. 

Çünkü…

Demokrasi dışarıdan gelmez, haklar yukarıdan verilmez. Dünyadaki mevcut demokrasi, burjuvazinin topluma verdiği haklarla değil, emekçilerin mücadelesiyle kazanılmış haklardır.

Bu nedenle CHP; dışarıdan medet ummadan, sadece Türk milletine dayanarak ve üretimden gelen gücün çarpan etkisiyle, erken seçimi hedeflemelidir.

Uzlaşma arayan, pazarlık eden kaybeder, kitle yeni liderlerle eninde sonunda tarih yazar…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
31 Mart 2025

, , , , , ,

Yorum bırakın

16 Mart – 19 Mart bağı

İktidarın önünde, Türkiye’yi yarı-demokratik bir rejimle bile sokmayı başaramayacağı yeni bir stratejik görev mi var?

Sorunun daha net anlaşılması için anımsatayım: ABD’nin Türkiye’yi Irak için kuzey cephesi yapma talebine Ecevit hükümeti ve TSK direnmiş; Başbakan Yardımcıs Bahçeli’nin koalisyon hükümetini bozmasıyla erken seçime gidilmiş, Washington’un görevine talip olan AKP’nin seçimi kazanabilmesi için Atlantik sponsorlu kampanya yürütülmüş ve sonrasında da Türkiye’nin önüne ABD’nin 1 Mart 2003 tezkeresi konmuştu. Ancak Türkiye AKP’ye rağmen yine de direnmiş ve tezkere geçmemişti. Sonra BOP Eş Başkanı Erdoğan, başka bir yolla ABD’ye hava ve deniz limanlarını açmıştı. İşte Ergenekon ve Balyoz kumpasları, o gün ABD’nin Irak planına direnen Türk ordusunu, ABD tezkeresine karşı çıkanları, ulusalcıları, Kemalistleri ezme operasyonuydu, sonraki işlerin önünü açma operasyonuydu.

Trump’ın İran planı

ABD’nin şimdi de İran’ı hedef aldığı ama Irak, Libya ya da Suriye’den farklı olarak ağır bir baskılama/çevreleme stratejisi izleyeceği anlaşılıyor. 

Trump’ın 1) Gazze planı, 2) Yemen’e başlattığı saldırı, 3) “yeni Suriye” inşası ve 4) İran’ı baskılama/çevreleme hedefi, bir bütün ve İsrail’in güvenliği içindir. 

Trump, bu kapsamlı stratejisinde AKP hükümetini “kullanabileceğini” hesaplıyor. Washington’a göre Türkiye bu dört konunun üçünde belirleyici aktör durumunda; Gazze planı için Hamas üzerindeki nüfuzu, yeni Suriye inşasında çeşitli örgütler üzerindeki kontrolü ama daha önemlisi İran’ı çevreleme konusunda gücü ABD açısından kritik önemde. 

Trump Erdoğan’la hangi konuda çalışacak?

Baştaki sorumuza dönersek, AKP hükümeti, bugünkü yarı-demokratik rejimle bile Türkiye’yi ABD adına İran macerasına sokabilir mi? İşte 16 Mart Trump-Erdoğan telefon görüşmesi ile 19 Mart’ta İmamoğlu’na yapılan operasyon arasındaki bağ, bu sorunun yanıtıyla ilgilidir. 

Ne dedi Trump 16 Mart’ta Erdoğan’a: “Bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” (A. Selvi, Hürriyet, 21.3.2025). Nasıl yorumladı o görüşmeyi Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff: “Muhteşem ve dönüşümsel” (AA, 22.3.2025). 

İşte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beyaz Saray’a giderek “dönüşecek” ilişki için imzalayacağı mutabakatlanın hazırlığı amacıyla Washington’da mevkidaşı Marco Rubio ile görüştü. Açıklamalardan Suriye’den Gazze’ye, Rusya-Ukrayna ateşkesinden Azerbaycan-Ermenistan barışına, Bosna-Hersek’ten Avrupa ve Karadeniz’e pek çok konunun ele alındığı anlaşılıyor. Bunları Trump’ın Erdoğan’a “sizinle çalışacağız” dediği “bölgesel ABD politikalarının” listesi diye de okuyabilirsiniz.

Ama asıl olan ayrıntıda… 

İran’a karşı Türk-Kürt ittifakı

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, “Suriye’nin, İran’ın istikrar bozucu faaliyetlerinin güzergahı olmayacağı” konusunda Rubio ve Fidan’ın mutabık kaldığı belirtildi. Anımsayın, Fidan birkaç hafta önce de İran’ı bölgedeki faaliyetleri nedeniyle hedef almıştı ve konu Ankara-Tahran hattında gerilime neden olmuştu.

Öte yandan AKP-MHP’nin Öcalan açılımı ile Suriye’deki HTŞ-SDG anlaşması arasında doğrudan bir ilgi var. Bu süreçte bazı Kürt yayın organlarında İran’a karşı tarihi Türk-Kürt ittifakına işaret edilmesi dikkat çekiciydi.

Bunları tanımlayan bir de “başarı” listesi var. Trump’ın Erdoğan’a “bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” demesinin duyurulduğu yazıda belirtilen, “Erdoğan’ın hamlesiyle dengeler değişti: Baas bitti, Şii hilali çöktü, Rusların sıcak denizlere inme rüyası sona erdi” listesi, Türk-Amerikan ilişkilerindeki yeni “dönüşümsel” sürecin yönüne işaret etmektedir.

Bu stratejinin çalışması, haliyle Trump için Türkiye-İsrail normalleşmesini de gerektirmektedir.

Eylemlerin iki yönü

Görüleceği üzere iktidar, ABD stratejisine eklemlenerek, bir büyük göreve hazırlanıyor. Bunun için içeride siyasetin yeniden dizayn edilmesi, ana muhalefet partisinin yeni sürece uygun şekilde dönüştürülmesi, ihtiyaca uygun bir anayasa hazırlanarak sınırsız başkanlık yolunun açılması ve yeni göreve uygun yeni rejim inşası gerekmektedir.

23 yıl önce masada Irak tuzağı vardı, 23 yıl sonra masada İran tuzağı var.

Dolayısıyla milyonlarca yurttaşın “İmamoğlu’nun hukuku” konusunu aşarak “tek adam rejimi”ne karşı yürüttüğü “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” eylemleri, aynı zamanda Türkiye’yi “ulusal dış politika” zeminine çekme eylemleridir. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Mart 2025

, , , , , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın