Posts Tagged TSK
Teğmenler meselesi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 22/11/2024
Teğmenler meselesi, AKP’nin 22 yıldır sürdürdüğü Türk ordusunu dönüştürme operasyonlarının yeni aşamasıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) konuyu “disiplinsizlik” diyerek açıklaması ise teslimiyettir.
Dün “Mustafa Kemal’in askerlerini” bastırsınlar diye “Fethullah Gülen’in askerlerinin” önünü açanlar, bugün “Tayyip Erdoğan’ın askerlerini” oluşturmanın hayalini kurmaktadır.
Mesele budur…
İktidarın davası
AKP’nin herhangi bir parti olmadığı, bir “davası” bulunduğu, o davaya göre adım adım kurumları biçimlendirdiği, rejimi ve sistemi dönüştürdüğü muhalefet cephesinin bir bölümü tarafından tam anlaşılmadıysa da çoğunluğu tarafından görülmüştür artık…
AKP bu amacı gerçekleştirmek için herkesle işbirliği yapabilecek durumdadır; zira yola “iktidar olmak için gerekirse papaz elbisesi bile giyilir” anlayışı ile çıkmıştır.
AKP’nin “Hristiyan kulübü” gördüğü AB’yle işbirliği yaparak reform adı altında Türk devletinin kurumlarını dönüştürmesi, FETÖ ile işbirliği yaparak yargıyı ve güvenlik bürokrasisini dönüştürmesi tipik örneklerdir.
FETÖ askerlerini kim yerleştirdi?
AKP’nin davasının önündeki en önemli engel TSK’ydi. AKP’nin TSK’yi dönüştürme operasyonları iki ana başlıkta incelenebilir:
1) FETÖ’yle işbirliği dönemi:
FETÖ AKP iktidarından önce TSK’ye sızmaya çalışıyordu. 28 Şubat o sızmalara karşı yapılmış önemli bir çabaydı, sonuç vermedi. AKP döneminde ise FETÖ sızmadan adım adım yerleşme dönemine geçti. İktidarın Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarına koyduğu şerhler zamanla YAŞ kararlarını belirlemeye kadar vardı.
Ergenekon kumpasları, bu yerleşme sürecinin en önemli aşamasıydı. AKP-FETÖ işbirliğiyle Türk ordusunun kritik komutanları tasfiye edildi, yerleri önü açılan çapsız FETÖ subaylarıyla dolduruldu. 15 Temmuz darbe girişiminde görev alan tüm FETÖ’cü generaller, AKP’nin sayesinde o koltuklara yerleşebilmişti!
AKP’nin TSK’yi dönüştürme operasyonları
2) “Allah’ın lütfu” dönemi:
15 Temmuz darbe girişimi, ortakların hesaplaşma günüydü. ABD’nin sponsorluğunda darbeye soyunan FETÖ’cü askerler, Atatürkçü subayların büyük çabasıyla 24 saat içerisinde diz çöktürüldü.
AKP ise kendisini de hedef alan bu darbe girişimini, daha ilk günden, “Allah’ın lütfu” diyerek kullandı. FETÖ‘yle mücadele gerekçesiyle, FETÖ’nün planlamasını hayata geçirdi, TSK’yi dönüştürdü: Genelkurmay-Kuvvet ilişkisini bozdu, iki kuvveti İçişleri Bakanlığı’na bağladı, askeri hastaneleri, liseleri kapattı. Harp okullarını sivilleştirerek üniversiteye dönüştürdü, YAŞ’ın tam belirleyeni oldu. FETÖ’nün boşluğunu doldurmak için de başka tarikatların önünü açtı.
Alınmayan ders
Evet, AKP 15 Temmuz’dan sonra bunları yaptı ama yine de Türk subaylarının “Mustafa Kemal’in askeri” olmasını engelleyemedi.
Daha önce “Mustafa Kemal’in askerlerini” bastırsınlar diye “Fethullah Gülen’in askerlerine“ göz yumdular, şimdi de “Tayyip Erdoğan’ın askerlerini” oluşturmaya çalışıyorlar. “Cübbeli Amiralleri” çoğaltma çabaları da, her 10 Kasım’da Anıtkabir’e doldurulan taraftarlarına “Reis” sloganları attırmaları da bu amaçladır.
Disiplinsizlik kılıfıyla konuyu perdelemeye çalışıyorlar ama Teğmenler meselesi aslında budur. Asıl sorun ise Ergenekon kumpaslarının üstünden henüz 15 yıl geçmesine rağmen “Teğmenleri teslim etmenin” sonuçlarından hiç ders alınmamış olmasıdır!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
21 Kasım 2024
Mustafa Kemal’in askeri: İkra
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 09/09/2024
Erdoğan’ın “o kılıçları kime çekiyorsunuz” diyerek teğmenleri hedef alması ve “kendini bilmezler temizlenecek” diyerek operasyon yapılacağı mesajını vermesi, hangi açıdan bakarsanız bakın, “22 yıla rağmen muktedir olamamanın öfkesi“dir öncelikle…
Erdoğan’ın sekiz gün beklemesi, Devlet Bahçeli’nin ne söyleyeceğini görmek istemesi, AKP içindeki tartışmaları izlemesi, hatta danışmanı ile parti sözcüsünü boşa düşürmesi elbette AKP ve Cumhur İttifakı açısından incelemeye değerdir ama ben “muktedir olamama öfkesi” üzerinde duracağım.
Teğmenlerin kılıcı Türkiye’nin güvencesidir
Öncelikle, teğmenlerin neden kılıç çektiği ortada. Bu bir subaylık yemini ritüelidir. Teğmenlerin kılıcı, Türkiye’nin güvenliğinin ve savunulmasının güvencesidir. Kılıç üzerinden tuhaflık arayan, görevi kılıç kuşanmak olan genç teğmenlere değil, hutbeye kılıçla çıkan Diyanet İşleri Başkanı’na bakmalıdır!
Rahatsızlık yeminin içeriğine ve kaldırılmış olmasına rağmen okunmasınaysa, asıl tartışılması gereken iktidarın neden öğrencilerin “andımız”ı ve mezun olan teğmenlerin yeminiyle uğraştığı olmaldır.
Kaldı ki yemindeki “laik demokratik cumhuriyet” sözünden rahatsız olan milletvekilleri, içlerine sinmese de “demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma” diyerek TBMM’de yemin etmektedir. Çünkü kavramların kaynağı Anayasa’dır ve zaten dörtte üçünü değiştirmelerine rağmen yine “yeni anayasa” demeleri, bir yönüyle de bu nedenledir.
Tek “Başkomutan” var
Asıl rahatsızlık şudur: 22 yıldır iktidardadırlar ama hâlâ istedikleri gibi muktedir olamamışlardır.
1) 30 Ağustos haftası boyunca kendisinden “başkomutan” diye bahseden Erdoğan, teğmenlerin “Tayyip Erdoğan’ın askerleri” olmamasına öfkelidir. Hâlâ ve sadece Atatürk’ün “Başkomutan” sayılmasına öfkelidir.
2) 22 yıldır iktidardadırlar, yeni kuşakları “İkra”laştırabildiler ama İkraların “Mustafa Kemal’in askeri” olmasını bir türlü engelleyemediler. İşte öfkeleri bunadır.
Ne güzel: Üç kız öğrenci, üç harp okulunun, kara, deniz ve hava harp okulunun birincisi oldu. Ancak Erdoğan günlerdir bir tek Hava Harp Okulu birincisi İkra Teğmen’den ismen bahsetmektedir: “Bakıyorsun üç tane birinci olan kızımız var. Ve bu kızlarımızdan birisinin ismi İkra. Üç kardeş, adı İkra. Manisalı ve birinci oldu. Diğer ikisi onlar da yine birer Anadolu yavrusu. Fakat tabii bu oyuna nasıl geldiler, gelindi? Şimdi çalışmalarımızı yapıyoruz, üniversiteyle, Kara Kuvvetleri’yle, Milli Savunma’yla görüşmelerimizi yaptık ve bunların süratle temizlenmesi için adımlarımızı atıyoruz.“
TSK’yi biçimlendirme ısrarı felakettir!
Anımsarsınız, bir kaç yıl önce Erdoğan uzun yıllardır siyasal iktidar olmalarına rağmen bir türlü “sosyal ve kültürel iktidar olamamaktan” yakınmıştı. İşte teğmenler meselesi aslında budur.
Askeri liselerin kapatılmasına ve harp okullarının tümden değiştirilmesine rağmen, yeni mezun subayların hâlâ “Mustafa Kemal’in askeri” olmasından rahatsızdırlar.
Mesele şu ki, bu rahatsızlıkları ve bunu değiştirmeye çalışmaları, daha önce görüldüğü gibi TSK’ye ve Türkiye’ye zarar verdi. TSK’yi ille de kendilerine göre biçimlendirmeye çalışmaları, FETÖ’nün TSK’ye kumpas kurmasının ve TSK içinde ”paralel ordu” inşa etmesinin önünü açtı ve en sonunda darbeye soyunmasına neden oldu.
Teğmenlere operasyona kalkmadan önce o süreçteki hatalarını ve sorumluluklarını bir kez daha anımsamalarında sayısız yarar var!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
9 Eylül 2024
Siyaseti sertleştirme – CHP’yi yumuşatma
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 25/05/2024
Aktörlerinin normalleşme ya da siyaseti yumuşatma dedikleri konu, daha önce de belirttiğim üzere, “partisi ikinciliğe gerileyen Erdoğan’ın konumunu sağlam tutabilmek üzere zaman kazanma” taktiğidir.
Kavala’nın bu sürecin anahtarı olmasına MHP’den gelen güçlü itiraz nedeniyle Erdoğan bir başka anahtarı devreye soktu: Siyasi rehin durumundaki beş generali “af” etti. Gerçi Çetin Doğan’ın da belirttiği gibi ortada bir af yok, cumhurbaşkanının anayasal yetkisini üstelik gecikmeli olarak yerine getirmesi var. Yani Özgür Özel’in olayı haber veren Erdoğan’ın özel kalem müdürüne teşekkür etmesini gerektiren bir durum yok.
Teşekkür, sarayın zaman kazanma taktiğinin tuttuğunu gösteriyor. O nedenle ikinci aşamaya geçmiş durumdalar:
Toplumsal eylemleri bastırma hamlesi
İktidar siyaseti sertleştirecek dört önemli hamle yaptı:
1) Kamuoyunda “etki ajanı yasası” diye bilinen tasarı,“devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda…” diye başlıyor ve içerdiği muğlaklık ile iktidarın aleyhine her yorumu “etki ajanlığı” kapsamına alabiliyor.
2) Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü yürürlükten kaldırıldı, yerine Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği getirildi. İlan etme yetkisi artık Cumhurbaşkanında. İki dikkat çeken yönü var: a) “Kalkışma” halleri denilerek her türlü toplumsal eyleme karşı kullanılabilecek. b) 15 Temmuz sonrası OHAL KHK’leri ile TSK’den, kamu görevi veya meslekten ihraç edilenler “yedek er” olarak göreve çağrılabilecekler.
Muhalefeti susturma hamlesi
3) TSK Personel Kanunu teklifi TBMM Başkanlığına sunuldu. Teklif, emekli komutanların televizyon kanallarında yorum yapmasının düzenlenmesini de içeriyor. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler “teklif izin değil komutanlığa bilgi verilmesini içeriyor” dese de “Komutanlık olumsuz yanıtlarsa ne olacak” sorusuna verdiği “Bunun ikincil düzenlemeleri olacak” yanıtıyla asıl amacı ortaya koyuyor.
4) RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin yeni bir yönetmeliğin hazırlandığını ve Cumhurbaşkanlığına gönderildiğini açıkladı. Şahin yeni yönetmelik ile artık haberlere de bip uygulaması geleceğini belirtti. Bunu kendilerine “bir devlet büyüğünün tavsiye ettiğini” söyledi.
“Haberlere bip”, anayasaya aykırı olarak halkın haber alma hakkının sansürlenmesidir, RTÜK eliyle haber bültenlerinin otosansüre zorlanmasıdır.
Yenikapı Ruhu oltası
CHP, Cumhur İttifakı’nın üç partisiyle normalleşirken AKP bu hamleleriyle siyaseti sertleştiriyor. Zaten CHP’nin yumuşatılması AKP’nin siyaseti rahatça sertleştirebilmesi içindir. CHP yumuşadıkça, AKP’nin toplumu baskı altına alacak olan bu türden “siyasi sertlikleri” hayata geçirebilmesi kolaylaşacaktır.
Kuşkusuz Erdoğan’ın asıl hedefi ekim ayında detaylarını müzakere etmeye başlayacağı yeni anayasadır. CHP’yi asıl o süreç için yumuşatmak istemektedir. İşte son “Yenikapı Ruhu” mesajı da bunun içindir.
Erdoğan “CHP, Kılıçdaroğlu döneminde Yenikapı Ruhu’na iki üç hafta dayanabildi” diyerek Özgür Özel’e “Normalleşmemize tepki gösterenlere diren” mesajı vermektedir.
Özel (ve Özel’in normalleşme politikasını benimsediğini açıklayan İmamoğlu) “erken seçim” kartını hızla elinden çıkararak Erdoğan’ın oyun planını kolaylaştırmıştı. Oradan çıkıp kendi oyun planlarını oluşturabilmeleri için elbette geç değil.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
25 Mayıs 2024
YIKILAMAYAN İKİKALE: İP ve FENERBAHÇE
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 05/11/2013
Aziz Yıldırım, açık ara farkla yeniden Fenerbahçe’ye başkan seçildikten sonra durumu özetledi: “3 Temmuz’la hesaplaştık.”
Evet, Yıldırım 3 Temmuz’la hesaplaşmıştı ve kazanmıştı!
Neydi 3 Temmuz?
3 Temmuz, 10 yıldır Cumhuriyet kurumlarını, kalelerini teker teker ele geçiren AKP rejiminin spora da el atması ve Fenerbahçe’ye operasyon yapmasıydı.
3 Temmuz tertibi sonrasında yandaş kalemlerin Ergenekon-Fenerbahçe ilişkisi kurması bile, operasyonun ana hedefini gösteriyordu.
FENERBAHÇE CAMİASI TEK VÜCUT OLDU
Ancak Fenerbahçe kulübü, başkanıyla, yönetimiyle, kongre üyeleriyle, taraftarlarıyla tertibi doğru okudu ve doğru yerde mevzilendi. Fenerbahçeli tribünler her 34. dakikada, aslında 3 Temmuz’la hesaplaştı. Fenerbahçeli taraftarlar Gezi eylemlerine katılarak, aslında 3 Temmuz’la hesaplaştı.
Fenerbahçe, bir tertiple içeri alınan Aziz Yıldırım’ın arkasında sonuna kadar durdu ve nihayet geçen hafta sonu onu yeniden seçerek 3 Temmuz’la hesaplaşmayı kazandı!
Fenerbahçe’yi kutluyoruz.
ERDOĞAN, YILDIRIM’A YANIT PEŞİNDE
Aziz Yıldırım’ın “3 Temmuz’la hesaplaştık” dediği konuşmasındaki şu cümlenin altını özellikle çiziyoruz: “Fenerbahçe’nin neferleriyiz. Çocuklarımıza, bizden sonra geleceklere bu Fenerbahçe’yi, Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda teslim edeceğiz. Bunun dışında kimse bir şey beklemesin.”
İşte 3 Temmuz bu Cumhuriyet kararlılığıyla, Cumhuriyet karşıtlarının mücadelesiydi. Erdoğan’ın Fenerbahçe Kongresi sırasında Aziz Yıldırım’ın yaptığı konuşmaya Kızılcahamam Kampı’ndan yanıt yetiştirmesi ve “sen kendini çevre bakanı mı sanıyorsun” demesi, işte bu mücadelenin yansımasıdır.
İP, TERTİBİ TERSİNE ÇEVİRDİ
AKP’nin yıkamadığı kurumların başında İşçi Partisi gelmektedir. Genel Başkanı’ndan başlayarak en üst düzey yöneticilerine dalga dalga tertip düzenlenmiş fakat İşçi Partisi sendeleyeceğine, daha hızlı koşmuştur.
Artık soru şudur: Peki İşçi Partisi ve Fenerbahçe’nin gösterdiği bu kararlı direnişi, neden diğer kurumlar, örneğin TSK, örneğin CHP, örneğin Yargı, örneğin Medya gösteremedi!
Kuşkusuz pek çok neden sayabiliriz. Bunlardan biri de kurumların önderlerinin tutumudur.
YILDIRIM DİRENDİ, BÜYÜKANIT TESLİM OLDU
Açalım:
İşçi Partisi, başta Doğu Perinçek olmak üzere parti önderliği direndiği için daha sağlam direnebildi.
Fenerbahçe camiası, kulüp başkanı Aziz Yıldırım direndiği için dik durabildi.
Aynı kararlılığı örneğin Deniz Baykal gösteremedi ve ahlaksız bir kasete teslim oldu. Örneğin Yaşar Büyükanıt direnemedi. Hatta tertiplerin işini kolaylaştıran üst düzey komutanlar da oldu!
Sonuç olarak artık şu saptamayı yapabiliriz: Cumhuriyet’i yeniden inşa edecek kararlılık, işte bu anlayış farkından kaynaklanarak uygulanacak!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Kasım 2013
TSK, PKK, ESAD AYNI SAFTA!
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 18/10/2013
Türkiye, ABD’nin Suriye politikasının taşeronu olunca ve AKP’liler de ABD’lilerden daha Amerikancı olunca, ortaya politik-mizah örnekleri çıkıyor. Türkiye’nin Ankara’dan değil de Washington’dan yönetilmesi, dış politikada ucubelikler yaşanmasına neden oluyor.
Son örnek, Suriye’de Türk Ordusu’nun, PKK’nin ve Suriye Ordusu’nun El Kaide’ye karşı operasyon yaparak kendiliğinden aynı cephede yer almasıdır.
EL KAİDE’YE KARŞI OPERASYON
Kamışlı’nın güneydoğusundaki Cevadiye bölgesinde bir süredir PKK’nin Suriye kolu olan PYD ile El Kaide bağlantılı Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgüt çatışıyordu. Son olarak Suriye ordusu bu bölgeye girdi ve IŞİD’e karşı operasyon yaptı. (YDH, 15 Ekim 2013)
Daha ilginci ise aynı gün Türk Ordusu’nun da El Kaide bağlantılı IŞİD’i hedef almasıydı. Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklama aynen şöyleydi: “15 Ekim 2013 tarihinde saat 13.30’da Azaz/Parsa Dağı bölgesinden atılan bir havan mermisi, Kilis/Demirışık Hudut Karakolunun 450 metre doğusuna düşmüş ve patlamamıştır. Olayda herhangi bir zayiat meydana gelmemiştir. Gelişen durum üzerine, Azaz/Parsa Dağı’ndaki Irak Şam İslam Devleti Örgütü’ne ait mevziilere iki adet Fırtına obüsüyle 4 atış yapılarak mukabele edilmiştir.” (tsk.tr, 15 Ekim 2013)
Böylece Beşar Esad’ın ordusu, Türk ordusu ve PKK, El Kaide’ye karşı operasyon yaparak aynı cephede buluşmuştur!
SURİYE MUHALEFETİ SÜREKLİ BÖLÜNÜYOR
AKP’nin bağımlı dış politikasının yarattığı tablo sadece bununla sınırlı değildi. Örneğin bu operasyonların yapıldığı süreçte, AKP’nin açık destek verdiği Suriye muhalefeti de sürekli bölünüyordu.
AKP’nin SUK’unun, Cenevre-2 konferansına katılacağı için Katar’ın SUKO’sundan ayrılmayı gündemine aldığını daha önce bu köşede dikkatinize sunmuştuk. Diğer yandan El Kaide bağlantılı grupların Eylül ayı sonunda kendi aralarında SUKO’ya karşı birleştiğini de yazmıştık.
Ancak bölünme bitmedi:
1. Suriye’nin güneyinde 70 grup bir araya gelerek SUKO’dan ayrıldıklarını ve Devrim Komuta Konseyi’ni kurduklarını ila etti. (YDH, 16 Ekim 2013)
2. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde bir kafeteryada buluşan 106 grubun temsilcisi, Ahrar Suriye Birliği isimli yeni bir örgüt kurdu. (YDH, 16 Ekim 2013)
ABD’nin 23-24 Kasım tarihli Cenevre-2 konferansına mecbur kalması ve Rusya’ya Suriye muhalefetini de konferansa katacağı sözünü vermesi, böylece hem AKP hükümetini, hem de AKP’nin desteklediği muhalif grupları ortada bırakmış oldu!
Kuşkusuz bağımlı dış politikanın varacağı yer burasıydı. Ancak bağımsız dış politika izlendikçe bakın neler olabiliyor:
İŞTE BAĞIMSIZ DIŞ POLİTİKA
Önce Hüsnü Mübarek’i, sonra da Muhammed Mursi’yi yıkan Mısır Halk Hareketi öncelikle Suriye politikasını değiştirdi. ABD ise Mısır’a 30 yıldır yaptığı askeri yardımları askıya aldığını ilan etti.
Bakın Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi ABD’nin kararına ne dedi: “Gerçek şu ki sorunun kökeni çok daha geride. Sorun, Mısır’ın son 30 yıl boyunca ABD yardımına bağlı kalmasından kaynaklanıyor. Bu yardım, seçenekleri çoğaltmak yerine kolay olanı tercih etmemize neden oldu. ABD bu süre zarfında, Mısır’ın daima Washington’ın dış siyaseti doğrultusunda hareket edeceği gibi bir yanılgıya kapıldı. Mısır, yeni dönemde uluslararası platformda seçeneklerin artırılmasına yönelik bir dış politika çizgisi izleyecek. Mısır halkı, ABD’yle ilişkilerde yaşanacak olumsuzlukların üstesinden gelecek güçtedir.” (Dünya Bülteni, 16 Ekim 2013)
Nebil Fehmi’nin bu özlü sözlerinden sadece Türk Dışişleri Bakanlığı değil, “NATO’suz yapamayız” takıntısındaki Türk subayları da önemli dersler çıkarmalıdır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Ekim 2013
ASKERİN ERGENEKON’DAKİ ROLÜ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 11/08/2013
Cezaları “bana değil, TSK’ye verildi” diye değerlendiren Eski Genelkurmay Başkanı Em. Org. İlker Başbuğ, bu nedenle Hürriyet’e gönderdiği mektupta açıkça Org. Necdet Özel’e sormuştu: “Bugün Genelkurmay Başkanlığı makamında oturan komutan, verilen bu kabul edilemez karar karşısında (…) devam eden sessizliği sürdürecek midir?” (Hürriyet, 9 Ağustos 2013)
Necdet Özel’in yanıtı dolaylı olarak Fikret Bila üzerinden geldi: “Aslında hiç susmadık ki!” (Milliyet, 10 Ağustos 2013)
Peki, susmayan Necdet Özel neler yapmış? Her gün bu konuda mesai harcamış. Konuyu ikili temaslarında hep gündeme getirmiş. Üstelik Adalet Bakanı’yla da bu konu üzerinde birlikte çalışmış.
Fakat birincisi yargıyı etkilemekle suçlanmasın diye, ikincisi de komutanlara zarar vermesin diye bu yaptıklarını sessiz yapmış.
Eminim bu “yanıt”, Silivri’de bulunan çoğu subayı derinden yaralamıştır. Hatta bir kısmı da yanıt ile makam arasındaki uyumsuzluğa üzülmüştür.
Kuşkusuz bu yanıta iktidar katında sevinenler de olmuştur.
TSK KENDİNİ KORUYAMADI
Bakın bu tertibin kovuşturmalı şekilde başlamasının üzerinden 6 yıl geçti. Hedefin Cumhuriyet ve Kemalizm olduğu, Türkiye’nin başta TSK olmak üzere tüm milli kuvvetlerinin bu nedenle operasyona uğradığı gerçeği artık tartışılamaz açıklıktadır.
Nitekim AKP yöneticilerince durum artık “100 yıllık parantezi kapatmak” ya da “100 yıllık hesaplaşma” biçiminde de isimlendirilmektedir.
Dolayısıyla soruna artık TSK açısından da bakmalıyız:
1. Görevi vatanı korumak olan Türk Ordusu, bu görevi yapabilmek için önce kendisini koruyabilmelidir. Ergenekon tertibi, komutanların kendisini ve ordusunu koruyamadığını belgeledi. (Bunun milli ordu ile NATO üyeliği çelişkisi bakımından incelenmesini ayrıca yaparız.)
2. Yargılanan kimi komutanların da önemle vurguladıkları gibi, içeriden birileri bu tertipte görev almasa, tertip bu noktalara ulaşamazdı.
3. Em. Org. İlker Başbuğ’un da itiraf ettiği gibi kendisi izin vermese, kozmik odaya girilemezdi! Başbuğ, kozmik odayı tertipçilere açarak, içeride bir şey olmadığını kanıtlamış olmadı, tersine Türk Ordusu’nun savunma kalkanlarını indirmiş ve operasyonlarda karşı tarafa inisiyatif vermiş oldu.
Nitekim subaylara yönelik en büyük operasyonlar bu dönemde, Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı sırasında yapıldı.
MUSTAFA KEMAL’İN İSYAN ETTİĞİ HUKUK
4. 6 yıldır Genelkurmay Karargâhı’nın dilinden düşürmediği “hukuka saygı” en başından da belirttiğimiz gibi büyük bir aldatmacadır. Ortada hem hukuk yoktur, olan da zaten senin hukukun değildir! Mustafa Kemal, kendisine idam kararı verildiğinde o hukuka saygı göstermedi, tersine milletin hukukuna uygun olarak isyan etti, savaştı!
Necdet Özel’in bugün hâlâ “yargıyı etkilemekle suçlanmayalım diye medya üzerinden açıklama yapmadık” demesi, bu gerçeğin karargâhta zerre kadar anlaşılmadığını gösteriyor!
Millet kararı tanımaz ve karara isyan ederken, millet yasaklara boyun eğmeyip Silivri’ye dayanmışken, Türk Ordusu’nun hâlâ “ille de hukuk” çerçevesi içerisine sıkışıp kalması, en hafifinden gaflettir!
5. Türkiye’nin en birikimli kurumunun, en köklü yapısının kendisine kurulan bir tertibi “çözememesi” kesinlikle kabul edilemez. Bunun mazereti de yoktur. Her türlü istihbaratı elinde olan, her türlü teknik donanıma sahip olan bir kurumun bu tertibi açığa çıkaramaması vahimdir.
Üzülerek görüyoruz ki, İşçi Partisi’nin mücadelesi ve Aydınlık ile Ulusal Kanal’ın haberleri olmasa, Türk Ordusu kendisine tertip düzenlendiğini bile fark edemeyecek!
Genç subayların gördüğünü karargâhın görememesi, genç subayların anladığını generallerin anlayamaması, çok açık ki, en azından normal değildir!
6. Türk Ordusu’nun son 6 yıldaki tüm orgeneralleri ve hatta tüm generalleri bu yenilgiden sorumludur! Hadi isyan etmeyi geçtik ama lojmanlara sinerek, konuşmayarak, susarak, kaçarak sadece silah arkadaşlarını değil, ülkeyi savunmasız bırakmış oluyorlar!
Zira konuştuğumuz konu hukuki bir dava değil, Batı’nın Cumhuriyetle hesaplaşmasıdır! Kendi kurumunun boynunu ve dolayıyla da Cumhuriyet’in boynunu Batı’nın baltasının ucuna sessizce teslim eden bir zihniyeti bu millet affetmeyecek!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Ağustos 201
PKK: ERGENEKON’DA YARGILANAN TSK YENİLDİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 25/12/2012
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile PKK yöneticisi Duran Kalkan’ı bir ortaklıkta buluşturan ne olabilir?
Hayır, birinin dağda olması, diğerinin de “ben de dağa çıkardım” demesi değil. Zira Arınç, Başbakan Erdoğan’ın ayarından sonra “düz ovada siyasete devam” kararı aldı.
Peki, o zaman bu iki isim hangi konuda ortaklar, hangi söylemde mutabıklar?
TÜRK SUBAYI KARŞITLIĞI
Anımsayacaksınızdır. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Ergenekon davasında yargılanan subaylar için şöyle demişti: “Allah’a çok şükrediyorum ki Türkiye bunların zamanında bir savaşa falan girmemiş, yoksa bunların savaşacak halleri yok.”
Arınç sonrasında Sakarya’da yaptığı bir konuşmada da generallere seslenmiş ve “Türkiye’de AK Parti iktidarı var. Meydan okuyoruz.” demişti.
“Mevlithan ve hafızlar, bizim manevi komutanlarımızdır” diyen Arınç, geçen yıllar içinde her vesileyle Türk subayı karşıtlığını sergilemişti.
Bülent Arınç’ın şahsında cisimleşen bu TSK karşıtlığı, AKP’nin en önemli politikasıydı. Öyle ki AKP MKYK üyesi Yasin Aktay, “Türk devleti ile PKK’nin savaştığını, tarafsız olan AKP’nin ise bu savaşı durdurmaya soyunduğunu” belirtiyordu.
PKK’NİN ERGENEKON DAVASI YORUMU
Kendisini TSK ile PKK’ye eşit uzaklıkta konumlayanın, nesnel olarak hangi cephede yer aldığı kuşkusuz ortadadır. İşte o nesnel ortaklık nedeniyle, AKP ve PKK Ergenekon davasında Türk Ordusu’nun tam karşısında birlikte konumlanmışlardır.
Bakınız PKK’nin üst düzey yöneticisi Duran Kalkan ne söylüyor: “Türk ordusu savaşta aslında yenilmiş durumda. Bunu darbe ve Ergenekon davalarında yargılanan generallerin, subayların durumunda görüyoruz.”
AKP SAVCI, PKK TANIK, TSK SANIK
Ergenekon davasındaki bu ortaklığı sadece Bülent Arınç ile Duran Kalkan’ın birbirini besleyen açıklamalarına bakarak saptamıyoruz elbette…
Başka?
1. TSK’nin sanık yapıldığı bu davada PKK tanıktır, AKP savcıdır!
2. Yargılanan subaylarla ilgili suçlamalarda, “teröristle mücadelesi” vardır!
3. Öcalan’ı sorgulayan Albay Atilla Uğur başta olmak üzere, bu davada yargılananlar PKK ile mücadelede en kritik görev üstlenenlerdir.
4. Nitekim Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi sıfatıyla Oslo’da PKK yöneticileriyle görüşen Hakan Fidan, muhataplarından bölgede şikâyetçi oldukları kamu görevlilerinin isimlerini istemiştir. Ne için? Kuşkusuz çeşitli yöntemlerle tasfiye etmek için.
5. Genelkurmay Başkanı’nı “terör örgütü lideri” diye suçlayanlar, doğal olarak PKK’yi aklamaktadırlar!
6. PKK, Balyoz davası sonuçları için “daha çok ceza verilmeliydi” diyerek “iddia makamında” olduğunu göstermiştir.
ATATÜRK YERİNE İŞGAL TERCİH EDENLER
Peki, iktidarda olan bir hükümet ordusuna nasıl bu kadar karşıt olabilir? Nasıl ordusunun düşmanı olan bir terörist örgütle aynı frekansta buluşabilir? Bu nasıl bir psikolojidir?
Yanıtı, yıllar önce Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında “Mustafa Kemal yerine İngiliz işgalini tercih ederdik” diyen o genç kızın sözlerinde!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Aralık 2012
TC İLE PKK SAVAŞIYOR, AKP İSE TARAFSIZ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 22/12/2012
Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı atanması sonrasında faaliyete geçen bir kurum var: Stratejik Düşünce Enstitüsü SDE.
Bu kurumun kendisini nasıl tanımladığını aktarırsam eğer, sizler de SDE hakkında fikir sahibi olursunuz: “SDE, stratejik derinliğine ve tarihi sorumluluğuna doğru emin adımlarla yol alan Türkiye’nin ulaşmak istediği büyük devlet idealinde önemli bir dönüm noktasıdır.”
Bir kurumun kendisini “büyük devlet idealinde” nasıl önemli bir dönüm noktası görebildiği, kuşkusuz bilimin sınırları dışındadır!
Bir “dönüm noktası” olan bu kurumun Yüksek İstişare Kurulu’ndaki kimi isimler, SDE’nin misyonunu anlamamızı sağlayacaktır: Sacit Adalı, Mustafa Karaalioğlu, Doğu Ergil, Faik Tarımcıoğlu, İhsan Dağı, Osman Can, Salim Uslu, Ümit Fırat…
SDE’nin Başkanı ise televizyonlarda hemen her gün gördüğünüz bir isim: Yasin Aktay. Kendisi son olarak AKP’nin MKYK üyesi oldu!
AKP’NİN BAŞ DÜŞMANI TÜRK ULUSALCILIĞI
Derdimiz size bir kurumu tanıtmak değil elbette; bu kurumun hazırladığı “Türkiye’nin Demokratik Dönüşümü 2002-2012” isimli çalışmayı sorgulayacağız.
Yasin Aktay, SDE’nin 148 sayfalık bu çalışmasıyla ilgili Star gazetesine yaptığı açıklamada üç önemli ve kritik konuda kendisinin, daha doğrusu partisinin görüşlerini ortaya koyuyor:
1. Aktay, öncelikle Türk ulusalcılığını hedef alıyor: “Kürt ulusu diye yola çıktığınızda, zaten Kürtlerin de Türkiye’nin de başına bunca iş açmış olan Türk ulusalcılığına simetrik bir yanlış talebinde bulunmuş oluyorsunuz. Hani ulusalcılık kötü bir şeydi? Türk ulusalcılığı Kürt sorununu doğurdu diyorsak Kürt ulusalcılığının nelere kadir olabileceğini Allah bilir.”
Aktay’ın daha doğrusu AKP’nin “Türk ulusalcılığını” hedef alarak “dönüştürmeye” soyunduğu Türkiye kuşkusuz artık “demokratik” değildir! Nitekim Başbakan Erdoğan açık bir şekilde “kuvvetler ayrılığını” yani demokrasiyi ayak bağı gördüğünü ilan edebilmektedir.
AKP, HEP’İN HEDEFLERİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ
2. Yasin Aktay, Türkiye’yi dönüştürme faaliyetleri sırasında kimin hedefini gerçekleştirdiklerini de açıklıyor!
Aktay’a göre 1993 yılında Halkın Emek Partisi HEP’in “Barış Çağrısı” metni ile talep ettiği 23 maddenin neredeyse tamamı AKP’nin 10 yıllık iktidarı döneminde karşılandı!
Elbette “demokratik haklar” kategorisi içinde değerlendirilebilecek haklara kimsenin itirazı olamaz. Ancak AKP’nin HEP’in hedefini gerçekleştirmiş olması, üzerinde durulması gereken bir konudur! Zira HEP bugün BDP’dir.
AKP, TC VE PKK’YE EŞİT MESAFEDE
3. Yasin Aktay’ın şu görüşleri ise “Türkiye’yi dönüştüren” AKP’nin misyonunu ortaya koymaktadır: “Esasen PKK şiddeti devlet direncini asla geriletebilecek bir unsur olmadı. Aksine iki tarafın şiddeti birbirlerini besliyordu. Bu savaşa dur demek için savaşın dışındaki bir unsurun devreye girmesi gerekiyordu. AK Parti bu sistemin dışında bir parti olarak, iki tarafın şikeli savaşlarını durdurmaya çalışınca her ikisinin silahı da AK Parti’ye döndü. AK Parti kendi tabanı üzerinden halkın klasik devlet anlayışı tarafından işlenmiş bu ulusalcı anlayışını rehabilite etti diyebiliriz.”
Özetle Aktay, “Türk devleti ile PKK’nin savaştığını, tarafsız olan AKP’nin ise bu savaşı durdurmaya soyunduğunu” söylüyor!
Daha açık ne söylesin ki?!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Aralık 2012
KAVAKLI KAMPI HİKÂYESİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 10/11/2012
8 Kasım tarihli Hürriyet’in manşeti “Kavaklı Baskını”ydı. Haberin spotunda “Terör örgütünün Kandil’den sonra en büyük kampı olan Kavaklı, operasyonla yerle bir edildi” deniyor.
7 KASIM: TSK GİRİLMEZ DENEN KAMPA GİRDİ
Haber bir gün önce Hürriyet’in internet sitesinde de şu başlıkla yer almıştı: “TSK girilmez denen kampa girdi.” 7 Kasım akşamı yandaş televizyonlar da aşağı yukarı aynı ifadeyi kullanarak bu haberi verdi.
Haber, kuskusuz bir servis haberdi. Servis edilmesi de normaldi, zira güvenlik kuvvetleri başarılı bir operasyon yapmış ve gazetecilerin izlemesi mümkün olmayan bu operasyon, kamuoyuna ulaştırılmak üzere gazete ve televizyonlara görüntülü ve yazılı olarak gönderilmişti!
Buraya kadarı normal, ancak…
Normal olmayanı, yerle bir edildiği belirtilen bu kampın, her ay düzenli olarak yerle bir edilmesiydi!
En iyisi, ne demek istediğimizi anlatabilmek için size arşivleri açalım:
12 EKİM: KAVAKLI KAMPI HARİTADAN SİLİNDİ
Tarih 12 Ekim 2012. Yine Kavaklı Kampı yerle bir edilmiş. İnternet arşivlerinden kolayca ulaşabileceğiniz 12 Ekim tarihli yayınlarda haber “PKK’nın Kavaklı Kampı yok edildi”, “Kavaklı Kampı haritadan silindi” başlıklarıyla yer almış.
Hatta TRT Haber, “İşte PKK’nın yerle bir olan Kavaklı Kampı” “Girilmez denilen Kabaklı Kampı yerle bir edildi” başlıklarını, 7 Kasım tarihli Hürriyet’ten önce kullanmış!
Demek ki, 25 gün önce 12 Ekim’de yerle bir edilen Kavaklı Kampı, 7 Kasım’da yeniden yerle bir edilecekti!
11 EYLÜL: KAVAKLI KAMPI YERLE BİR EDİLDİ
Bu kadar olsa, üzerinde durmaz ve bu köşeyi, Kavaklı Kampı haberleriyle işgal etmezdik. Ama Kavaklı Kampı’nın 11 Eylül’de de yerle bir edildiğini söylersem, herhalde sizler de şaşıracaksınız!
Evet, Kavaklı Kampı, 11 Eylül’de de yerle bir edilmiş! Gazeteler o zaman da şu ortak başlığı kullanmış: “Kavaklı kampı yerle bir edildi: 25 terörist öldü.”
Hatta A Haber ve Samanyolu, “Bahoz Erdal da Kavaklı Kampı bölgesindeydi” demiş. Milliyet ve birkaç gazete daha, bu ikiliyi izlemiş ve ertesi günlerdeki yayınlarında “Bahoz Erdal çembere alındı” başlığı kullanmış.
Anlaşılan Bahoz Erdal o gün çemberi yarmış, zira önceki gün TBMM kulislerinde Bahoz’un yine kıstırıldığı ve öldürüldüğü iddiası konuşuluyordu!
KANDİL YERİNE HAKKÂRİ
Daha da gerilere gidip canınızı sıkmayayım, merak eden internet arama motoruna “Kavaklı Kampı” yazarak bu hikâyeyi Ağustos ve Temmuz ayları için de sürdürebilir.
Bizi ilgilendirmesi gereken bu kampın neden periyodik olarak yerle bir edildiğidir?!
Yanıtın izlerini Bugün gazetesinin Ankara temsilcisi olan Adem Yavuz Arslan’ın 12 Ekim tarihli “Demek ki isteyince oluyormuş” başlıklı makalesinde görüyoruz: “PKK’nın meşhur Kavaklı Kampı artık yok. Çünkü Polis Özel Harekât ile Jandarma Özel Harekât timleri sıfır kayıpla ‘ulaşılamaz’ denilen bu kampı imha etti. 500 PKK’lı şu anda kampı çevreleyen dağlarda ablukada. (…) Yani Kavaklı bir nevi içerideki Kandil’di. (…) Ancak gelin görün ki hapisteki darbe sanığı arkadaşlarını kurtarmak için envai çeşit senaryo üreten, hatta istifa edip giden komuta kademesi bu kampı imha etmek için hiçbir şey yapmadı.”
TSK’yi hedef alan Arslan’ın “içerideki Kandil” benzetmesi önemli, zira Başbakan Erdoğan bu benzetmeyi, sınır ötesi operasyon baskısı karşısında “önce içerideki Kandil” diyerek geçiştirmeye çalıştığında kullanmıştı!
Bu benzetme, Taraf’tan Emre Uslu’nun 19 Ekim tarihli “Kavaklı Kampı” başlıklı yazısındaki şu cümleyle birleşince daha da anlamlı oluyor: “PKK ile mücadelede Kuzey Irak’ın asıl hedef olmadığını ilk hedefin Hakkâri’de bulunan ve PKK’nın KCK yapılanmasını kurduğu Hakkâri ve Şırnak çevresindeki kampların temizleneceğini yazmıştım.”
İktidar, Kuzey Irak’taki Kandil yerine, düzenli olarak içerideki Kandil varsaydığı, Hakkâri sınırı içindeki bu kampı “yerle bir ediyor”, “haritadan siliyor”!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Kasım 2012
KİM DAHA İSRAİLCİ? AKP Mİ, TSK Mİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 30/09/2012
Başlıktaki soru kuşkusuz tuhaf. Ancak “TSK İsrailcidir”, “28 Şubat ABD-İsrail kaynaklıdır” gibi iddiaların çokça dillendirilmesi nedeniyle sorduk bu soruyu…
Üstelik artık bizi bu sorunun yanıtına götüren bazı resmi açıklamalar da var…
OBAMA’NIN ‘MODEL ORTAKLIĞI’
Başbakan Erdoğan’ın Davos’da “one minute” demesiyle başlayan ve Mavi Marmara saldırısıyla doruğa çıkan Türkiye-İsrail gerilimiyle ilgili en başından beri şu tezi dile getirdik: Obama’nın ABD başkanlığı döneminde, AKP Hükümeti’ne İran’ın etkisini sınırlama ve Tahran’ı izole etme görevi verildi. Nitekim Suriye’yle neredeyse ortak kabine kurma noktasına kadar getirilen ilişkiler, Tahran’ı yalnızlaştırmak içindi… Türkiye’nin İran’dan rol çalabilmesi ve Ortadoğu’da Araplar nezdinde bir yer edinebilmesi için de Filistin meselesine sarılması ve dahası İsrail’le ilişkilerin seviyesini düşürmesi gerekirdi.
Davos’ta başlatılan kriz bu nedenleydi. Nitekim siyaseten gerilimli olan ilişkiler, ekonomiye hiç yansımamış, hatta Türk-İsrail ticaret büyüklüğü her yıl artmıştır.
İSRAİL GERİLİME DAVOS’DAN ÖNCE BAŞLADI
Eski Genelkurmay 2. Başkanı Em. Org. Ergin Saygun, Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Balyoz” isimli kitabında işte bu sürece ışık tutan çok önemli bilgiler paylaşıyor.
Em. Org. Saygun, ABD ve İsrail’in, Türk-İsrail ilişkilerini bilerek bozduklarını savunuyor. Em. Org. Saygun’un iddiasının dayanağı ise “one minute” krizinden önce meydana gelen şu olaylar:
1) İsrail uçakları 7 Eylül 2007 günü Akdeniz üzerinden Türkiye’ye girdi, bir süre Türkiye-Suriye sınır hattında uçtu ve ansızın Suriye’ye girerek bu ülkedeki kimi hedefleri vurdu. İsrail uçakları, sonra aynı rotayı izleyerek ülkesine döndü. Üstelik büyük pervasızlıkla, yakıt tanklarını da Türkiye topraklarına attı! Türk Ordusu olaya sert tepki gösterdi. Türkiye İsrail’den özür istedi. ABD ise “İsrail gerekçesini açıklayınca siz de hak vereceksiniz” diyerek Türkiye’yi yumuşatmaya çalıştı.
2) ABD’deki önemli Yahudi kuruluşu ADL, hiç gündemde olmamasına rağmen ve genel çizgisine aykırı olarak 2008 yılında “Ermeni soykırımı vardır, olmuştur” açıklaması yaptı. ADL’yi peşi sıra diğer Yahudi kuruluşları izledi.
Oysa İsrail ve Yahudi kuruluşları, Yahudi Soykırımı’yla aynı kefede olmaması için dünyada başka hiçbir soykırım olmadığını hep savunagelmişti…
Siyasi gündemimize pek gelmeyen bu olaya en sert tepkiyi yine Türk Ordusu verdi ve örneğim Genelkurmay Başkanı İsrail’e yapacağı resmi ziyareti iptal etti.
3) İsrail hava kuvvetlerine bağlı uçaklar, BM’nin Lübnan’daki barış gücü UNIFIL bünyesinde görev yapan Türk Deniz Kuvvetleri’ne mensup bir firkateyne radar kilitledi. Bu, uçakların her an gemiye füze atabilecek bir pozisyona geçtikleri anlamına gelmekteydi. İsrail, TSK’nin uyarılarına rağmen bu olayı birkaç kez daha tekrarladı. En sonunda Türk Ordusu, İsrail’i sert bir şekilde uyardı.
Türkiye’nin Anadolu Kartalı tatbikatına İsrail’i davet etmemesi, ABD’nin de bu yüzden katılmaması, işte bu süreçtedir.
AMAÇ İRAN’I ENGELLEMEK
Em. Org. Ergin Saygun, kimi başka örnekler de veriyor ve İsrail’in ABD bilgisi dahilinde, Türkiye-İsrail ilişkilerini neden bilerek bozmaya çalıştığını sorguluyor.
Em. Org. Saygun’un saptaması önemli: “ABD’nin Irak’tan çekilmesinin bölgede boşluk yaratacağı, Şii yayılmasının artacağı, İran’ın Arap Yarımadası’na girmesinin İsrail için büyük tehdit oluşturacağı ortadaydı. Boşluğu İran yerine Türkiye doldurmalıydı. Ancak Araplar, Türklere karşı kuşkuluydu. O nedenle Türkiye’nin Araplar nezdindeki itibarı artırılmalıydı. Bunun en çabuk, etkili ve sonuç vermesi kesin olan uygulaması ise Türkiye ile İsrail’in arasını açmak, kavga ettirmektir.” (Ergin Saygun, Balyoz, s.286)
Em. Org. Ergin Saygun’un Balyoz isimli kitabından hareketle “kimin daha İsrailci” olduğunu sorgulamayı sürdüreceğiz. Sırada “Füze Kalkanı” tartışmaları var…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
30 Eylül 2012