Posts Tagged Atatürk

DUGİN: TÜRKİYE CUMHURİYET YIKILIYOR

Uluslararası Avrasya Hareketi lideri Aleksandr Dugin, “Yeni Osmanlıcılık Türkiye’yi felakete götürüyor” başlıklı bir makale yayınladı.

Dünya Bülteni’nin Rusçadan çevirdiği makaledeki görüşler ve uyarılar, Başbakan Erdoğan’ın “AB yerine Şangay İşbirliği Örgütü üyeliği” açıklamasını yaptığı şu günlerde Ankara için oldukça önem kazanıyor.

TURANCILIK VE CENAAT OKULLARI CIA PROJESİ

Jeopolitik uzmanı Aleksandr Dugin’in makalesi aynı zamanda Türk-Rus ilişkilerinin tarihsel seyrinin de bir özetini içeriyor:

1. Dugin’e göre 19. Yüzyıldaki Osmanlı ve Rus İmparatorluğu ilişkisi, tam da Konstantin Leontyev’in şu saptaması gibiydi: “Aslında bu iki imparatorluğun ortak hareket etmesi gerekiyordu. Çünkü her ikisini de imha etmeye çalışan Batı ülkelerine karşı ancak birlikte mukavemet gösterebilirlerdi.”

Ancak Osmanlı ve Rus İmparatorlukları ne zaman ittifaka yönelseler, İngiltere ve Fransa karşı çıkıyor, bu durum iki devleti sürekli rekabet ortamına sokuyordu.

2. Dugin’e göre 20. Yüzyıla girilirken Leontyev haklı çıktı ve Lenin’in Sovyet Rusya’sı ile Atatürk’ün ulusal Türkiye’si önemli bir ittifaka girdi. Öyle ki, Kafkasya sınırlarını bile birlikte çizdiler.

3. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye bir tercih yapmak zorunda kaldı ve Stalin’in işgalinden endişe duyarak Batıya yöneldi. Dugin bu endişenin gerçekçi olup olmadığını bugün tartışmanın yersiz olduğunu söylüyor ve sonuçta Türkiye’nin yarım yüzyıl sürecek bir şekilde Atlantik Cephesi’nde konumlandığını belirtiyor.

Dugin, Turancılık projesinin de bu ilişkiyle başladığına dikkat çekiyor ve projenin sahibinin CIA olduğunu vurguluyor. Hedef Türk istihbaratının SSCB içinde yer alan Orta Asya Türk halkları üzerindeki etkisini artırmayı öngörüyor.

Dugin ayrıca, Fethullah Gülen’in okullarını yaygınlaştırma projesinin de, bu politikayı gerçekleştirmenin bir parçası olduğunu önemle belirtiyor.

4. Dugin’e göre, 1990’dan sonra ABD ile İsrail’in Ortadoğu politikaları, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı gelişmeye başladı. Bu süreçte Ankara ile Moskova, birbirlerine karşı olmanın faydasız olduğunu saptayarak yakınlaşmaya başladı.

Dugin, Avrasya Projesi’nin de bu süreçte gündeme geldiğini ve Türk askeri yetkililerinin projeyi gündeme taşıdığını belirtiyor. Bu, ABD’den uzaklaşmak ve hatta NATO’dan bile çıkmak anlamına geliyordu.

Türkiye bu yeni gelişmelerle 21. Yüzyıla girdi.

ERGENEKON’UN SENARYOSUNU ABD YAZDI

5. Peki ABD ne yaptı? Doğrudan Dugin’in sözleriyle aktaralım: “Amerikalılar işlerin kötüye gittiğini anladıkları zaman, yani Türkiye’yi kaybettiklerini gördüklerinde Kürt faktörü ve Ermeni soykırım iddialarının ABD ve Avrupa meclislerinde tanınabileceğine dair iddiaları gündeme taşıdı. Ergenekon davası konusu gündeme taşındı ve Türk askeri yöneticilerini Avrasyacılık anlaşmasına katılmakla suçladılar. Güya onlar darbe yapmak için hazırlık yapmaktaydı.”

Dugin, “darbe suçlamasının” Avrasyacılık düşüncesine karşı bir eylem olduğunu, senaryoyu da Amerikalıların yazdığını belirtiyor: “Neticede Türk askeri yöneticileri gözaltına alındı. Bazıları da görevlerini kaybetti. Böylece ABD tekrar Türkiye ve Erdoğan iktidarı üzerinde etkili olmayı başardı.”

Dugin ABD’nin ipleri eline aldığı bu süreçte yeni bir projenin ortaya çıktığını belirtiyor: “Yeni proje Turancılık ideolojisini hatırlatmaktaydı. Ancak Osmanlıcılık politikası veya Yeni Osmanlıcılık politikası olarak isimlendirildi.”

Dugin Türkiye’nin bu Amerikan projesi ile Rusya ve İran karşıtlığına sürüklendiğini, ayrıca Şam yönetimini devirme operasyonunda görevlendirildiğini belirtiyor.

TEL YOL AVRASYACILIK

Dugin, Yeni Osmanlıcılık projesinin olası sonucu konusunda Ankara’yı uyarıyor: “Türkiye cumhuriyeti yıkılabilir. Laik milliyetçiler, Kemalistler, cumhuriyetçiler ve azınlık olan dini gruplar arasında iç savaş yaşanabilir. Bu Türkiye’nin etnik kimliğini kaybetmesi anlamına gelir.

Peki, Dugin ne öneriyor?

“Türkiye yıkım, bölünme, çatışma, kan, düzensizlik ve kaosla karşı karşıya kalabilir. Bunların yaşanmaması için bir hayal ürünü olan ve ülkeyi çıkmaza götürecek Yeni Osmanlıcılık düşüncesinden vazgeçilmeli. Kemalist sınırlar içerisinde Türkiye’yi muhafaza etmenin tek yolu Avrasyacılık düşüncesidir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Şubat 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

TÜRKEŞ-GÜLEN’İN İRAN KARŞITLIĞI

Eski Ülkücü, eski Çiller danışmanı, yeni Cemaatçi ve her daim Amerikancı olan Mümtazer Türköne’ye göre, “Öcalan’la müzakerenin” önündeki en önemli engel, İran. (Zaman, 8 Ocak 2013)

Türköne’nin gerekçesi ise İran-PKK ilişkisi. Öncelikle belirtelim; PKK’nin arkasındaki kuvvet olarak ABD yerine başka ülkeyi görenler, gözleriyle değil, görevleriyle bakanlardır!

Meselenin esasına gelecek olursak, İran’a düşmanlıkları aslında şundandır: İran devleti bölgede bir Kürt devletine izin vermeme kararlılığı ilan etti. “Öcalan’la müzakere” de, son tahlilde AKP’nin Kuzey Irak’ı himaye göreviyle ve ABD’nin Kürt Koridoru planıyla ilgilidir.

Türköne, işte bu nedenle “Öcalan’la müzakereye” itiraz edenleri İrancı diye suçlamaktadır: “İran’ın Türkiye’deki propaganda gücü o kadar yüksek ki, bazı milliyetçi gazetelerde bile doğrudan İran propagandasına rastlayabilirsiniz. MHP liderinin, İran’la PKK arasındaki bağlantıyı bilmemesi mümkün mü? Marjinal sol örgütlerin bugün, Suriye üzerinden İran politikalarını savunmaları tesadüf olabilir mi? İçeride ‘mürteci avı’na çıkan 28 Şubatçıların dışarıda İran’ın dâhil olduğu ‘Avrusya’ eksenine yönelmelerinin mutlaka bir açıklaması olmalıydı. Silivri’deki ‘Mustafa Kemal’in askerleri’nin günlük yayın organı, hâlâ İran’ın sesi olarak yayın yapıyor.”

TÜRKEŞ: GERÇEK DÜŞMANIMIZ SSCB DEĞİL, İRAN’DIR

Mümtazer Türköne, İran düşmanlığına destek bulmak niyetiyle olsa gerek, eski Başbuğ’u Alparslan Türkeş’e yaslanma gereği duymuş. Şöyle diyor: “1977 yılında rahmetli Alparslan Türkeş’ten ‘eğitimciler’ grubu olarak bir seminer dinlemiştim. Türkeş, bir tarih profesörü dikkati ve bilgisi ile Türk-İran ilişkilerini özetlemiş ve sonucu ‘Bizim gerçek düşmanımız Sovyetler Birliği değil; İran’dır’ diye bağlamıştı.” (Zaman, 8 Ocak 2013)

Aslında bu anekdot şu gerçeği doğrulamaktadır: ABD kime düşmansa, yerli işbirlikçileri de ona düşmandır. Bu düşman kimi zaman Sol’dur, SSCB’dir; kimi zaman da bağımsızlık yanlılarıdır, İran’dır!

Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “İran, günümüzün Marx’ıdır” demesi, meseleyi özetlemektedir.

NATOCULUK

Mümtazer Türköne ise bu çizginin en sadık uygulayıcı olması bakımından önemlidir. Onun sırasıyla Türkeşçilik, Çillercilik ve Fethullah Gülencilik yapabilmesi, ancak NATO bağlamında anlaşılabilir.

Bakın bu NATOTürkçülük, daha doğrusu NATO’culuk kritik önemdedir. Alparslan Türkeş’e bağlı bir komandoyu, önce “devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” noktasına, en sonunda da Fethullah Gülen müritliğine getiren NATO’culuktur.

Yol aynı yere çıkmaktadır; Türkeş, Ruzi Nazar’a bağlı olarak sola saldırırken, Fethullah Gülen de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği kuruyordu!

İRAN İLE TÜRKİYE AYNI CEPHEDEDİR

Bölgedeki meseleler bir cepheleşme yaratmıştır. ABD ve bölgedeki aktörleri ile bölge ülkeleri birbirine karşıt konumlanmıştır. Suriye ve Irak, İran ile ittifak yapmaktadır. İran ile Türk milleti nesnel olarak aynı cephededir. AKP ise Barzani, Öcalan ve İsrail ile ABD’nin yanındadır.

Atatürk’e düşman olanların, Esad’a, Suriye’ye ve İran’a da düşman olması bundandır. Ve NATO’cuların bugün İran’a saldırıya geçmesi, Tahran’ın Kürecik Radarı’na, Patriotlara, İsrail’in güvenliğine ve Kürt Koridoru’na karşı çıkması nedeniyledir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Ocak 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

OK YAYDAN FIRLAYACAK

2012’nin nasıl geçtiği, 2013’ün nasıl geçeceğine işaret ediyor. 2012’de yay gerilmişti, 2013’te ok yaydan fırlayacak!

2012, Atlantik kampının AKP’nin önüne koyduğu görevleri başaramaması ile Türk milletinin bu görevlerin karşısına dikilmesi olarak da özetlenebilir.

Elbette ABD Kürecik Radarı kurarak, Patriot bataryaları yerleştirerek önemli mevziler elde etmiştir ancak Suriye, Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi gibi görevlerin, daha doğrusu muharebelerin en önemlilerini kazanamamıştır!

1 Mayıs’ta emekçilerin geçmiş yıllara nazaran birlik sergilemesi, 19 Mayıs’ta 240 bin gencin Atatürk’ün verdiği görev için ayağa kalkması, 16 Eylül’de Hataylıların Suriye ile kardeşlik istemesi, öncülerin 29 Ekim’de Ulus’ta geniş kitlelerle birleşmesi, 10 Kasım’da Tandoğan’da “Cumhuriyetin yeniden inşası” kararlılığı sergilenmesi, 13 Aralık’ta Silivri’nin kuşatılması, 18 Aralık’ta ODTÜ eylemi üzerinden üniversitelerin silkelenmesi, 23 Aralık’ta Menemen’de Kubilay ruhunun yeniden ortaya çıkması, yine 23 Aralık’ta sanatçıların tarihi misyonları için atılım yapması ve yıl boyunca Türkiye’nin dört bir tarafında yapılan Milli Anayasa Forumları, yayın gerildiğinin göstergeleriydi.

Kuşkusuz tüm bu eylemler Suriye, Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi’nin neden gerçekleşmediğini de açıklıyordu ancak daha önemlisi okun yaydan fırlayacağını ortaya koyuyordu.

İŞÇİ PARTİSİ’NİN BÜYÜME YILI

2012, aynı zamanda tüm bu eylemlerin merkezinde yer alan bir kuvvetin de büyüme yılı oldu.

İşçi Partisi’nin TBMM’deki dört partiden hemen sonra 5. sıraya yükselmesi, onun artık çözümün adresi olduğunu gösteriyordu. Anketler sadece belgelemişti, zira İşçi Partisi 1 Mayıs, 19 Mayıs, 16 Eylül, 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık ve 23 Aralık’taki atılımların tümünde yer alan tek kuvvet olarak yerini zaten göstermişti.

Nitekim son 6 ayda Türkiye’nin dört bir tarafında İşçi Partisi’ne toplu katılımlar yaşanması, bu gerçeğin yansımasıdır.

Bu nedenle 2013, İşçi Partisi’nin kitleselleşmesi ve Milli Merkez’in odağı olma yılıdır.

Kuşkusuz AKP de bu gerçeğin farkındadır. Bülent Arınç’ın ODTÜ’de Başbakan Erdoğan’ın protesto edilmesi karşısında “ama Perinçek’i alkışlarlardı” demesi anlamlıdır. Doğu Perinçek’in yıl boyu Ergenekon savunması nedeniyle aldığı cezalar da işte o korku nedeniyledir.

Ancak son beş yıl, mücadele edecek kuvvetler için şu dersle doludur: İşçi Partisi’nin tarihi misyonunu gerçekleştirme azmi, Doğu Perinçek’in Silivri zindanında esir edilmesiyle de kırılamamıştır, tersine daha da bilenmiştir!

ATATÜRK’TE BİRLEŞMEK

Türkiye açısından korku dağları yıkılmıştır ve çeşitli kesimler ayağa kalkmaktadır.

İşçi Partili, CHP’li, DSP’li, MHP’li gençlerin TGB’de birleşebilmeleri, sanatçıların “sanat sanat için midir, yoksa toplum için midir” sorusuna kesin yanıtı anlamına da gelen atılımı ve Sanatçılar Girişimi altında birleşerek ve halkla kucaklaşarak “reddediyoruz” demesi ve ODTÜ eylemlerinden sonra akademisyenlerin Türkiye çapında seslerini yükselterek, “itiraz” etmesi, başka kesimlere de yansıyacaktır.

Gençlik hareketi ile Cumhuriyetçi hareketin birleştiği ve aydınlarla buluştuğu bu sürecin başarısı, emekçi hareketiyle iç içe geçmesine bağlıdır. Burada İşçi Partisi anahtar olacaktır.

Mustafa Kemal’in askerleri” olma iradesinin beyan edildiği 2012 mücadeleleri, tüm kesimlerin bir tek “Atatürk’te birleşebileceğini” göstermiştir. Bu gerçek Kürt yurttaşlarımız için de “birlik içinde yaşamanın” adresidir.

1920’de Atatürk ile Diyap Ağa’nın birliği emperyalizme karşı zaferi ve Cumhuriyeti getirmişti, 2013’te kurulacak benzer ittifaklar, emperyalizmi bir daha yenmeyi ve Cumhuriyeti yeniden kurmayı sağlayacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Ocak 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

KOMŞULARLA SIFIR SORUN, ATATÜRK İLKESİYMİŞ!

Bekir Coşkun, önceki gün organ karışıklığıyla ilgili enfes bir yazı yazdı.

Organlarını karıştıran adamın, tedaviden sonra hangi organın nerede olduğunu bilmesi ve kafasını göstererek “eee… Buna döt derler” diyerek övünmesi, derslerle dolu…

Bekir Coşkun’un bu çağda hâlâ bu fıkra üzerinden mesaj vermek durumunda kalması, elbette onun suçu değil! Nitekim her gün Bekir Coşkun’u haklı çıkaran örneklerle karşılaşıyoruz.

ATATÜRK’Ü DÜŞMANLARI BİLE ANLAMIŞKEN…

Örneğin BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” sözlerinden ne anladığını TBMM kürsüsünden şöyle açıklıyor: “Bu söz barışın değil, teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir.”

Durumu daha da vahim kılan ise Sırrı Süreyya Önder’in bu yorumu, Suriye’ye saldırıyı savunurken “Büyük Atatürk”e yaslanan AKP milletvekili Ömer Çelik’e karşı söylemesidir!

Yani karışan sadece organlar değildir!

DİYAP AĞA’YA İHANET

Sırrı Süreyya Önder’in “O söz bir barış havariliği değildir. Bunu herkes yanlış biliyor.” diyerek başladığı konuşması burada kalsaydı, “cehalet” der geçerdik. Ancak Sırrı Süreyya Önder’in şu sözleri, cehaletten öte tarihe ihanet içinde olduğunu göstermektedir:

“Biz yutta sulhu istiyoruz, cihanda sulhu istiyoruz değil, o bir teslimiyetin ve acziyetin ifadesidir. Bu Misak’ı Milli’den vazgeçme durumunun formüle edilmiş biçimidir. Biz yani Hatay’la, Suriye’yle, Irak’la, Musul’la bütün taahhüt ve taleplerimizden vazgeçiyoruzun Atatürkçesidir.”

Sırı Süreyya Önder bu sözleriyle sadece tarihe değil, Diyap Ağa’ya da ihanet etmiştir!

ATATÜRK TESLİM OLMADI, TESLİM ALDI!

Atatürk’ün teslimiyetçi olduğu saçmalığı, en az irticacıların Atatürk’ü İngiliz ajanı diye suçlamaya kalkması kadar saçmadır, yalandır, haincedir!

İrticacıların türbanı savunmak için “keşke İngilizler bizi yönetseydi” diyebilmesinde bile bir mantık bulunabilir ama ayrılıkçı Kürtçülerin Atatürk’ü teslimiyetçi diye suçlamasında en ufak bir mantık bulunamaz!

Hadi İngilizlerin Mondros’unu, Sevr’ini kimin imzaladığını unuttunuz… Bari 17 Kasım 1922 günü İngiliz zırhlısı Malaya ile kaçanın Vahdettin olduğunu hatırlayın!

DAVUTOĞLU’NUN ATATÜRK YORUMU

Ömer Çelik’in “Büyük Atatürk” demesine gelince…

Ne zaman kamuoyunun geçit vermeyeceği Atlantik görevlerine soyunsalar, akıllarına Atatürk gelir. Milletin Atatürk sevgisini ABD görevleri için kullanırlar…

Kenan Evren’in de Kemalizm’i, “Yüce Atatürk” diye diye tasfiye ettiği belleklerdedir.

Tıpkı Ömer Çelik gibi Ahmet Davutoğlu da ABD’nin Suriye görevi için Atatürk’e yaslanmak zorunda kalıyor.

MHP Milletvekili Lütfü Türkkan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na “Suriye’de tutuklu 49 Türk istihbaratçı” iddiasını sordu geçenlerde. Yanıtta ilginç bir ayrıntı vardı:

“Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana dış politikamızın temel dayanağını oluşturan ‘yurtta barış, dünyada barışanlayışımız, gerek bunun günümüze yansıması olarak dile getirdiğimiz ‘komşularla sıfır sorun’ ilkesi, Türkiye’nin etrafında bir barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağı oluşturulmasını hedeflemektedir. Suriye’deki gelişmeler de bu mercekten izlenmektedir.”

Meğer Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” ilkesi, Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin günümüze yansımız haliymiş!

AKP’nin takîyecilikte sınır tanımadığını da böylece öğrenmiş olduk!

Ama daha önemlisi, mecbur kaldıklarında Atatürk’ün komşularla barış istemesini bile sömürmekten, Suriye’ye saldırı ve Kuzey Irak’ı himaye gibi görevlerine alet etmekten geri durmayacaklarını görmüş olduk!

ATATÜRK KARŞITI CEPHE

AKP ve BDP el ele önce Atatürk’ün Cumhuriyetini yıktılar, şimdi de Cumhuriyetçilerin içindeki Atatürk’e saldırıyorlar!

Atatürk’ün partisi CHP ise Yeni Türkiye’nin Yeni Anayasası için kendini yeniliyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Nisan 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

ATATÜRK’ÜN JAMES BOND’ÇULARDAN FARKI

Bildiğiniz gibi 007 James Bond serisinin son filmi Skyfall’un bir bölümü Türkiye’de çekiliyor. Çekimler önce Adana’da başladı, ardından da İstanbul’da, Eminönü ve Beyazıt’ta sürdü…

İstanbul’un ve Türkiye’nin tanıtımına bir katkısı olur mu olmaz mı diye süren tartışmalar, filmin İstanbul’a verdiği zararları perdeliyor. Örneğin filmin çekimleri için ikisi asırlık çınar olmak üzere 12 ağaç kesildi!

Umarız, “ne var bunda, altı üstü 12 ağaç kesilmiş” diyeniniz yoktur içinizde…

FATİH BELEDİYESİ’NİN OO7 AŞKI

Fatih Belediyesi bir açıklama yaparak, bu ağaçların kesilmesi karşısında James Bond’u savundu. Film ekibi, tarihi dokunun daha iyi ortaya çıkarılabilmesi için kesmiş ağaçlarımızı… Daha doğrusu, film ekibi önce uygun budama için kolları sıvamış ama ağaçlar bakımsız olduğundan kurtarılamamış, mecburen hepsi kesilmiş!

Daha vahimi, Belediye, James Bond’u savunacak diye kendini batırmış, ağaçları bakımsız bıraktığını itiraf etmiş!

ATATÜRK, AĞAÇ KESMEMEK İÇİN EVİNİ KAYDIRDI

Birçoğunuz biliyordur gerçi, yine de anımsatalım istedik:

Atatürk’ün resmi mekânı Çankaya’ydı ancak yakınlarının belirttiğine göre istirahat için kullandığı Yalova’daki köşkü “evi” gibi benimsemişti.

Atatürk bir gün yine Yalova’daki evine gittiğinde, bahçıvanın çınar ağacını kökünden kesmeye hazırlandığını görür. Bahçıvanı çağırır ve nedenini sorar. Bahçıvandan “ağacın dallarının binanın duvarlarına dayanmış olması nedeniyle yıkıntıya sebebiyet vereceği” yanıtını alınca, “Sen dur çocuk.. Bir çare düşünelim…” der. Uzunca bir süre evin çevresinde dolanıp “Evin buraya yapılmasını ben istedim. Üstelik bu çınardan dolayı istedim. Onu kesmek evin havasını bozar” diyen Atatürk sonunda emir verir: “Evi kaydırın biraz öteye!”

İstanbul Belediyesi’nin başmühendisi Ali Galip Alnar ve ekibi, binanın çevresindeki toprağı dikkatle kazar, yapının temel seviyesine inilir. Binanın altına santim santim itilerek raylar döşenir. Ve bina 5 metre öteye taşınır!

Kız kardeşi Makbule Atadan ile birlikte bu kaydırma işlemini fırsat buldukça gelip izleyen Atatürk’ün vatan sevgisi, öncelikle bu topraklarda yetişen her canlıya saygı duymak demekti…

ATATÜRK’E YAZILAN KÜRTÇE TÜRKÜ

Atatürk her canlıya bu saygıyı gösterirken, biz ona ve mirasına maalesef aynı saygıyı gösteremiyoruz. Bize emanet ettiği Cumhuriyeti koruyamadık en başta!

Türk ve Kürt’ün onun önderliğinde omuz omuza birlikte çarpışarak kanıyla kazandığı bağımsızlığı sürdüremedik!

Dahası, kabrine ziyarete gelenlerin sayısını bile gizledik!

Ona yazılmış türküyü bile TRT arşivlerine hapsetmişiz meğer…

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Van Gölü Çevresi Tarihi Eserler ve Kültür Değerlerini Araştırma Merkezi Müdürü Murat Oto bulup çıkardı o Kürtçe ağıtı, ama biz utanmadık!

Gürpınar’ın Yoldüştü Köyü’nden Semut Elmas’ın yazdığı bu Kürtçe şarkı, 1967 yılında Muammer Sun ve Cenan Akın tarafından TRT için hazırlanan “Birinci folklor derlemesi” kayıtları arasında ortaya çıktı!

Büyük usta Muammer Sun, Atatürk’e yakılan bu ağıtı, Ali ve Babacan Elmas isimli iki amcaoğlundan dinlemiş ve kayıt altına almış!

Sonra, TRT’yi ve de ülkeyi yönetenler, Atatürk’e yazılan bu Kürtçe türküyü, öğrenmememiz için TRT arşivine hapsetmiş!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Nisan 2012

,

2 Yorum

STAR’IN ‘MİLLİ’YE AÇTIĞI SAVAŞ

Başbakan Erdoğan’ın çok beğenerek twitter’da takipçililerine yönlendirdiği AKP milletvekili Fatih Şahin’in önceki gün Star’da yayımlanan yazısı, ibretle okunmalı! (19 Mayıs’ta Atatürk mü, Recep Peker mi anılıyor? Star, 30 Ocak 2012)

Konumuz “AK Parti, Cumhuriyet tarihinde ilk defa ‘Gençlik ve Spor Bakanlığı’nı kurarak gençliğe ve spora ne kadar önem verdiğini ortaya koymuştur” diyen Fatih Şahin’in cehaleti değil kuşkusuz. Ancak bu cehaletle varılmak istenen nokta önemli.

Zira AKP’li Şahin, bu gerçek dışı sözlerinden hareketle, 19 Mayıs törenlerinin gençlikle ve sporla alakası olmadığını ispatlamaya çalışıyor ki buradan 19 Mayıs törenlerinin kaldırılmasına haklılık zemini bulabilsin…

AKP’li Şahin bu tip “faşist” uygulamaların kaynağının İsmet İnönü, Recep Peker ve Şükrü Kaya üçlüsü olduğunu söyleyip; bu üçlünün düşüncede Nazi Almanya’sını, siyasal yapılanmada ve hukukta Faşist İtalya’yı ve ekonomide sosyalist SSCB’yi model alarak Türkiye’yi inşa etmeye çalıştıklarını belirtiyor.

Henüz direkt saldırmaya cesaret edemedikleri için ismini anmadıkları Atatürk ise bu durumda bu üçlüyü çaresizce izliyor olmalı!

İNKILÂP TARİHİ’NDEN RAHATSIZLAR!

Star, Fatih Şahin’in takıye ve cehalet dolu yazısının yetersiz olduğunu görmüş ki, birkaç koldan saldırıya geçmiş.

Örneğin Ahmet Kekeç’e, aynı gün “İnkilap tarihi” derslerine saldırma görevi düşmüş. Kaldırılan “milli güvenlik” dersi gibi “bu saçmalığın da bitmesini” istemiş Kekeç.

1925 yılından itibaren Mahmut Esat Bozkurt tarafından “İhtilaller Tarihi” olarak verilen ancak 12 Eylül darbesinden sonra “İnkılap Tarihi”ne dönüşen bu ders, kuşkusuz Atatürk’ü bir devrimciden, reformcuya dönüştürdüğü için eksiktir ve bozuktur. Ancak dersin bu yetersiz hali bile yandaşları rahatsız ediyor artık.

Devrimci Atatürk’ten sonra, İnkılapçı Atatürk’e de cepheden saldırıya geçtiler!

‘MİLLİ’ EĞİTİM’E KARŞILAR!

Star’ın önemli isimlerinden ve Başbakan Erdoğan’ın manevi oğlu olan Mustafa Karaalioğlu da aynı gün eğitimin “milli” olma durumuna yönelmiş.

Karaalioğlu, hafta sonu TRT’de buluştuğu Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in “Bırakın milli tarafını, bugüne kadar eğitim var mıydı, o bile sorgulanabilir” şeklindeki sözlerini yazısına kılavuz yaptığına göre, şüphesiz onun saptanmış intihalciliğini hiç duymamıştır!

Eğitimin bunca zamandır Ergenekon’a göre şekillendiğini iddia eden Karaalioğlu, tıpkı askeri vesayetten arınmak gibi bu konuya da topyekun odaklanmak gerektiğini savunuyor.

GENÇLİĞE HİTABE’DEN KORKUYORLAR!

Star’ın prensi Mustafa Akyol da, Ömer Dinçer’in “ideolojik eğitimin sonu geliyor” sözlerini yazısına taşıyarak, kapsamlı bir reformun müjdesini veriyor. Akyol bu reformun başarılı olması için de hem “andımız”ın, hem de “Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinin” kaldırılması gerektiğini savunuyor.

Akyol, Hitabe’nin “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.” şeklindeki başlangıcına şu cıvık sözlerle itiraz ediyor:

“Kimsenin bunu her daim ‘birinci vazife’ edinme zorunluluğu yoktur. İsteyen bunu edinir kendine ‘birinci vazife’ olarak, isteyen de aynı ülkeyi demokratikleştirmeyi, veya dini inancını yaymayı, yahut sokak kedilerine bakmayı.”

Gençliğe Hitabe’yi “askeri darbeleri ve Ergenekonvari oluşumları meşrulaştıran çok sorunlu bir metin” diye nitelen Akyol, derhal okullardan ve ders kitaplarından kaldırılmasını talep ediyor.

Akyol, yazısının sonlarında asıl korkusunu itiraf ediyor; 1960’da gençlerin Hitabe’nin verdiği görevi yerine getirdiğini, 27 Mayıs’ın da bu görevin sonucu olduğunu belirtiyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Şubat 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KİM JONG-İL DİKTATÖR DEĞİLDİ

Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti DHC lideri Kim Jong-İl’in ölümü borsaları düşürmüş. BBC’nin haberine göre, Japonya, Avustralya, Singapur, Çin, Hindistan ve Tayvan borsası gerilemiş.

En büyük düşüş ise yüzde 3,43’le Güney Kore borsasında yaşanmış. Güney Kore’nin parası da yüzde 1,6 değer kaybetmiş.

Sadece Asya borsaları değil, Avrupa borsaları da gerilemiş. Dünya borsaları bu kadar etkilendiğine göre Kore DHC, yazıldığı kadar izole bir ülke değilmiş!

AHMET HAKAN FELEĞİNİ ŞAŞIRDI

İşin ilginci, Kore DHC liderinin ölmesi, önceki gün sosyal medyanın da bir numaralı gündemiydi. Gazetelerin köşe yazarları, yorum üzerine yorum paylaştılar.

Ahmet Hakan, kendi yorumunu dün Hürriyet’te de sürdürdü. Kim Jong-İl’i “azılı bir ceberut, süper bir zorba ve acımasız bir diktatör” diye, Kore DHC’yi de “bir kâbus ülkesi” diye niteleyen Hakan,  ölüm haberi karşısında Kore ahalisinin görüntülerini izleyince “feleğini şaşırmış.”

Ahmet Hakan, görüntüleri şöyle özetlemiş: “Ahali, diktatörün ölümü üzerine öyle bir ağlıyor ki, anasını babasını kaybeden bir insan evladı öyle ağlamaz. (…) Koskoca ülkeden hıçkırık sesleri yükseliyor. O derece yani.”

Görüntüleri analiz etmeye çalışan Hakan, işin içinden çıkamamış. Halkın numara yapmadığını, gerçekten üzüldüğünü belirtmiş ama bir “diktatörün” bu kadar sevilemeyeceğini belirtip, işi psikiyatrlara havale etmiş.

Keşke, soruna bir de başka açıdan bakabilmeyi becerebilseydi ve şu soruyu sorsaydı kendine: “Yoksa Kim Jong-İl, Batı’nın iddia ettiği gibi, aslında diktatör değil mi?” Eminim insani bir rahatlama yaşardı!

Bugün Kemalizm’e saldıranlar, Atatürk’ü diktatör ilan edenler de, bir milletin ona nasıl gözyaşı döktüğünü anlayamıyorlar hâlâ.

ATATÜRK KORKUSU

Atatürk’e de diktatör diyorlar, çünkü Kemalizm’den hâlâ korkuyorlar.

Sabah’tan Emre Aköz, bu korkuyu şöyle ifade etmiş: “1938 Dersim katliamının ‘askeri harekât’ sorumlusu olan Korg. Abdullah Alpdoğan’ın adını taşıyan sokak, Tunceli’nin Hozat İlçesi Belediye Meclisi’nin aldığı kararla Özgürlük Sokağı olmuş. Hozat’tan şehre inen vatandaşlarımız ise Alpdoğan’a harekâtın emirlerini veren Mareşal Fevzi Çakmak’ın adını taşıyan caddeyle karşılaşacak. En yüksek düzeydeki siyasi sorumlunun adı ise zaten dağa taşa yazılmış durumda. Kemalizm’i silmek kolay mı sanıyorsunuz?

Bu öyle bir korku ki, Atatürk’ün muhafız ve tören taburunun 91 yıl sonra TBMM’den çıkarılmasını selamlayan Emre Aköz, Anıtkabir Komutanlığı’nın da lağvedilmesini istemiş!

Neymiş, Anıtkabir’de asker bulunması da “vesayet rejimi” görüntüsüymüş!

Asker dediysek, Kore DHC askerinden, Çin askerinden, Türk askerinden rahatsızlık onlarınki…

FRANSIZ GENERALİ ÖNÜNDE…

Örneğin, hafta sonu, Fransa’nın Yaşar Kemal’e verdiği ödülün takdim törenindeydiler sıra sıra: Mehmet Barlas’tan Derya Sazak’a, Hasan Cemal’den Mehmet Ali Birand’a, Oral Çalışlar’dan İsmet Berkan’a… Askeri vesayete karşı mücadelenin neferleri olan bu meslektaşlarımız, Fransız generalinin karşısında, hiç rahatsız olmadan sıraya geçebilmişler. Nasıl mı?

Fransa, Yaşar Kemal’e 1983 yılında verdiği “Legion d’Honneur” yani “onur lejyonu – komutan” rütbesinin bir üstü olan “Grand Officier” yani “büyük komutan” nişanını da verme kararı almış. Paris, nişanı vermek üzere, törene, Legion d’Honneur Grand Şansölyesi Orgeneral Jean-Louis Georgelin’i göndermiş.

General de, haliyle askeri üniformasıyla nişanı takmış. Anıtkabir’de atasını bekleyen Türk askerine bile tahammül edemeyen bizimkiler ise “Fransa’da sivil yok mu?” diye sormayıp, Fransız askerin usta edebiyatçımıza nişan takmasını alkışlamışlar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Aralık 2011 

, , , , ,

1 Yorum

MUSTAFA KEMAL ve RUSYA’YLA İTTİFAK

Prof. Dr. Anıl Çeçen’in “Rusya ve Çin emperyalisttir, ittifak yapılmaz” tezine itirazımıza çok sayıda olumlu tepki geldi. Ancak gelen değerlendirmeler arasında, az da olsa, Prof. Dr. Çeçen’in tezine destek verenler de vardı. Özetle, Rusların ve Çinlilerin tarihsel olarak Türk düşmanı olduğunu savunuyorlar…

İlginçtir. Geçmişte, Rusya ve Çin’e itiraz edenlerin dayanağı her iki ülkenin de komünist oluşuydu… Çünkü dönemin Atlantik bakış açısı öyleydi.

Ama şimdilerde, Rusya ve Çin’e itiraz edenlerin dayanağı, her iki ülkenin de “Türk düşmanı” olduğu iddiasıdır. Ki bu da aslında şimdinin Atlantik bakışıdır.

(Çin’de Uygur Türklerini ayrılıkçılığa kışkırtanların, Kıbrıs’ta Türkleri Rumlarla birleşmeye zorlaması anlamlıdır.)

MUSTAFA KEMAL, EN BAŞTA İTTİFAKÇIDIR!

Türkiye ve İran’ın ABD emperyalizmine karşı Rusya ve Çin’le ittifak yapması gerektiği görüşümüze itiraz edenler, her iki ülkenin de tarihsel olarak Türk düşmanı olduğunu savunuyorlar. Bunu söyleyenlerin kendisini “Kemalist” olarak nitelemesi konuyu daha da ilginç kılıyor.

Zira “Kemalist” kimlikle Rusya’ya itiraz edenler, ya Mustafa Kemal’i bilmiyorlar, ya da aslında Kemalist değiller. Çünkü Mustafa Kemal, Rusya’yla ittifakın bizzat eylemcisidir!

Gerek Prof. Dr. Anıl Çeçen’in gerekse ona destek verenlerin büyük yanılgısı işte buradadır. Çünkü Mustafa Kemal, emperyalizme karşı kurtuluş savaşında, SSCB (Rusya) ile ittifak kurarak başarının yolunu açmıştır. Mustafa Kemal, kurtuluş savaşından sonra da, ülkeyi kalkındırmak için SSCB ile ittifakı sürdürmüştür. Ve Mustafa Kemal, SSCB’yle dostluğu vasiyet bırakmıştır!

TAKSİM ANITI’NIN ÖĞRETTİĞİ

Prof. Dr. Anıl Çeçen ve ona destek veren “Kemalistler”, tüm bu gerçeklere gözlerini kapasalar bile, en azından gidip Taksim Meydanı’ndaki anıtı incelesinler.

1928’de yerine yerleştirilen anıtta Mustafa Kemal, yanına İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak ile iki Rus generalini, Kliment Vefremoviç Voroşilov ile Mihail Vesilyeviç Frunze’yi almıştır.

Ki bu tablo, bir bakıma kurtuluş savaşının da özet tablosudur, büyük ittifakın sembolüdür!

İTTİFAKLARIN KAYNAĞI, ORTAK ÇIKARLADIR

Kimi “Kemalistler” Mustafa Kemal’in SSCB ile ittifakını, “o günün şartlarının zorunluluğu” olarak görüp, “politika” diye değerlendiriyorlar.

İttifakı olumsuzlamak adına savunulan bu görüş, aslında tam da gerçeği işaret etmektedir. Çünkü ittifakların kaynağı bu tarihsel zorunluluklardır; güncel ortak tehditlerdir, ortak düşmanlardır, güncel çıkar birliktelikleridir…

Zira Mustafa Kemal, geçmişin Osmanlı – Rus savaşlarına saplanıp kalarak bu ittifakı inşa edemezdi.

Aynı durum şimdi de söz konusudur. Geçmişin Türk – Rus ve Türk – Çin savaşlarına bakarak, geleceği inşa edemeyiz.

ÖNEMLİ UYARI

Okurlarımızdan Bahri Karakuş’un önemli bir uyarısıyla bitirelim: “Prof. Dr. Çeçen’in objektif olarak Amerikancı olduğunu tespit etikten sonra, onun artık Kemalist sıfatını yitireceği tartışmasızdır. Tespitinizde iradeniz dışında sanki Kemalistlerle Sosyalistler arasında antiemperyalizm konusunda köklü bir sorun varmış gibi gözüküyor. Oysa Kemalistlerle Sosyalistlerin en çok buluştuğu noktadır. Yani esas Kemalist fikirleri siz temsil ettiniz. Tabiî ki, aynı zamanda Sosyalist fikirleri de…”

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Aralık 2011 

, , ,

1 Yorum

BAYKAL, ERDOĞAN’I ALTI OKÇU İLAN ETTİ

Atatürk’ün partisinin lideri, Atatürk ilkelerine karşı odak olduğu Anayasa Mahkemesi’nce hükme bağlanan partinin genel başkanını, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, altı okçu ve Atatürkçü ilan etti. Zira altı ok, bir süredir “babaannelerinin resmi gibi asılı duruyordu” Atatürk’ün partisinde…

Farkındayım, biraz karışık oldu. Hemen açalım:

Başbakan Erdoğan, KCK operasyonları konusunda şöyle konuşmuştu: “Bu ifadelerim sebebiyle beni ‘devletçi, milliyetçi’ diye ifade edenler varsa, bu ifadeleri kullanmak devletçilikse, milliyetçilikse evet, devletçiyim, milliyetçiyim.”

ALTI OK ORTADA KALDI

Erdoğan’ın bu açıklamasına CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal şu yanıtı verdi: “Başbakan ‘Ben devletçi ve milliyetçi bir anlayıştayım’ diyor. Bir süre önce de laik bir anlayışta olduğunu söylüyordu. Başbakan artık ‘6 ok’a sahip çıkmak için herhangi bir eksik bırakmamıştır. Herhalde Cumhuriyetçiliği ve Halkçılığı reddedecek değildir.”

Elbette Baykal, bu sözleri ironi olarak söylüyor ve Erdoğan’ın altı okçuluğuna inanmıyor. Ancak Baykal’ın Erdoğan’a yönelik ironisi, kendisinin de altı oku, “babaannesinin duvarda aslı resmi” gibi değerlendirmesi nedeniyle çifte ironi halini alıyor.

Erdoğan’ın 12 Eylül halkoylamasından bir gün önce CHP’yi “altı oktan sapmakla” suçlaması ise ironiye bile ironi yaptırıyor.

Durun, ironiler daha bitmedi. CHP yönetimi, eski lideri Bülent Ecevit’i anlatmak üzere partiden kimseyi bulamıyor. Ve Ecevit’i CHP’lilere, Süleyman Demirel anlatıyor. Ecevit’in Atatükçülüğünü anlatmak, siyasi hayatının büyük bölümünü Atatürk’ün partisi CHP’ye vurarak geçiren Demirel’e nasip oluyor.

SOSYAL DEMOKRASİ: ALTI OK’UN REDDİ

Atatürk’ün ölüm yıldönümünde mizah gibi olan bu gelişmeleri bırakalalım ve CHP’yi bu hallere düşüren sapmaya odaklanalım: Sosyal demokrasi. Oldukça geniş bir konuyu bu sütunda kıcasa özetlemek gerekirse:

Avrupa’da emekçi hareketi içinde ortaya çıkan ama 1900’ların başında dönüşüme uğrayan sosyal demokrasi, geçen yüzyılda emperyalizmin sol eli haline geldi. 20. yüzyıl boyunca sosyal demokrat partiler ezen – ezilen saflaşmasında ezenin yanında saf tuttular. Örneğin, yüzyılında başında Avrupa sosyal demokratları, Sovyet devrimcilerini Kemalistleri destekledikleri için eleştirdi. Keza İstanbul’daki sosyal demokrat parti de Kurtuluş Savaşı’na saldırıyordu.

Nitekim, Atatürk hiç “sosyal demokrat” olmadı! Kemalist Devrimin önderleri programlarını Altı Ok’ta özetlediler: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik.

CHP’NİN KARŞI-EVRİMİ

Altı Ok 1961’de anayasadan çıkarıldı ve sosyal demokratçılık ülkemize 1960’larda girdi. Turan Güneş ve Deniz Baykal’ın liderliğini yaptığı mülkiye cuntası, teorilerini Ecevit’e de benimsetti. Ve CHP önce ortanın solu, sonra da sosyal demokrat oldu.

Öyleki, Ecevit 1970 yılında yazdığı kitapta artık şöyle diyordu: “Atatürk Devrimleri altyapı devrimleri değildir; üstyapı değişiklikleridir. Bu değişiklikler yüzeysel gelişme ve biçimsel çağdaşlaşma getirmiştir.”

İşte Baykal’ın 1990’larda kendisini siyaseten Mendereslere, Özallara bağlaması bu çizginin devamıdır. Ve o çizgi 1995, 1999 ve 2002 seçimlerinde güçbirliği çalışmalarına “hayır” deyip, Çillerleri, Erdoğanları Türkiye’de iktidar yapmıştır. Ve o çizgi, 2007’de de, Cumhuriyet mitinglerine sırtını dönerek iktidarı reddetmiş ve halk hareketini söndürmüştür.

“Altı Ok” günümüzde iktidar ile anamuhalefet partileri arasında mizah unsuru olmuş, ortada kalmıştır. Neyse ki Türkiye’nin, Altı Ok’un günümüzün de kurtarıcı programı olduğunu bilen,  devrimci öncüleri hâlâ vardır.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Kasım 2011

, , , ,

Yorum bırakın

LENİN: CUMHURİYET KAHRAMANI

CHP’li Bornova Belediyesi “Cumhuriyet kahramanları Bornova’da” isimli bir belgesel fotoğraf sergisi düzenlemiş. Belediyenin davet afişinde Vladimir Lenin’in de fotoğrafı var.

Zaman gazetesi kıyameti koparmış; “Lenin nasıl Cumhuriyet kahramanı ilan edilir”, “Lenin nasıl Atatürk’le aynı kefeye konur” diye… Sanırsın, Atatürk karşıtlığı başka gazetelerde sergileniyor!

LENİN’İN SİLAHLARI

Zaman’ın milyonlarca insanı katleden kişi olarak tanıttığı Lenin’in Cumhuriyetimize katkısı yadsınamaz: Kurtuluş Savaşı’nda 37 bin tüfek, 44 bin fişek, 324 makineli tüfek, 66 top, 200 bin top mermisi ve 11 top kaması… Cumhuriyet’in inşası sırasında pek çok kurumun inşasına, fabrikanın kurulumuna insan, malzeme ve para kaynağı…

SSCB’nin ve Lenin’in Cumhuriyet’e katkıları haliyle bu köşeye sığmaz. Şöyle özetleyelim: Kemalist Devrim, Bolşevik Devrimi’ne, Bolşevik Devrimi de Kemalist Devrim’e çok şey borçludur!

Çanakkale Savaşı Rusya’da Bolşevik Devrimi’nin koşullarının oluşmasına katkı yapmıştır; Kurtuluş Savaşı Bolşevik Devrimi’nin düşmanlarını güneyde durdurmuştur; Atatürk Türkiye’si Bolşevik Devrimi’nin barış cephesi olmuştur.

Bolşevik Devrimi de, Doğu cephesini ortadan kaldırarak, Kuvayı Milliye’nin Batı cephesine yığınak yapmasına olanak yaratmıştır ve Batı’nın abandığı Anadolu’ya doğuda nefes borusu açmıştır vs.

KOMÜNİZM PROPAGANDASIYMIŞ!

Zaman gazetesinin bu gerçeği çarpıtarak Lenin’e saldırmasını anlayabiliyoruz. Ancak gazetenin demeç aldığı AKP’nin Bornova İlçe Başkanı Hüseyin Özkan’ın sırf Lenin düşmanlığı yapabilmek için Atatürk’e ve İsmet İnönü’ye sarılmasını anlayamıyoruz.

Zira “Atatürk ve Lenin aynı kefeye konamaz, Cumhuriyet kahramanı Atatürk ve İsmet İnönü’dür” diyen Hüseyin Özkan, en azından partisinin genel başkanının İnönü ile Hitler’i aynı kefeye koyduğunu biliyor olmalı!

Gazetenin demeç aldığı “tarihçi-yazar” Ozan Semerci’nin, “CHP komünizm propagandası yapıyor” demesinin ise hiç üstünde durmuyor, sadece tarihçiliğimize tebesssüm ediyoruz.

ATLANTİK MİLLİYETÇİLİĞİ

MHP’nin Bornova İlçe Başkanı Ünal Kutluhan ise sergiye sert tepki göstermiş ve konuyu belediye meclisinde gündeme getireceğini belirtmiş. Kutluhan MHP’nin tarihsel misyonunu da sergileyen şu sözleri dile getirmiş:

Atatürk ile Lenin’in yan yana koyulmasına izin vermeyeceğiz. Lenin‘in, Cumhuriyet’imizin kahramanlarıyla ne ilgisi var? Bunu kabul etmemiz mümkün değil.”

İşte MHP’nin tarihi misyonu ve milliyetçiliğinin türü budur! Atlantik milliyetçiliği, Atatürk ve Lenin’i ayırma milliyetçiliğidir. Atlantik milliyetçiliği, emperyalizmin isteği doğrultusunda geçmişte SSCB’ye şimdi de Rusya’ya ve Avrasyacılığa düşmanlık yapmanın adıdır!

Atlantik Türkçülüğü, kökleri NATO’culukta olduğundan, 68’lerde “bağımsız Türkiye” diyenlere saldırabilmiştir!

Ve kökleri NATO’culukta olan Atlantik Türkçülüğü, o nedenle Türkiye’nin bağımsızlığını bırakıp, AB’ye aday üyeliğe saplanabilmekte, şimdi de AKP ile “uzlaşma komisyonunda” buluşup, “Türksüz” anayasa yapımına ortaklık edebilmektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Kasım 2011 

,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın