Posts Tagged CIA
AMERİKAN İSLAMCILARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 27/12/2012
ABD’nin İran’ı “günümüzün Marks’ı” diye, İran’ın da Tayyip Erdoğan ve AKP’yi “Amerikan İslamcısı” diye nitelemesi çok önemli iki saptamadır.
Birinci saptama, kendisini “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımlayan bir ülkenin ne denli anti-emperyalist olabileceğini, ikinci saptama ise İslamcıların, bölgede emperyalizmin en önemli aracı da olabileceğini ortaya koymaktadır.
İslamcı akımların emperyalizmle ilişkisinin bu kadar birbirine zıt olabilmesi ve emperyalist ABD’nin Müslüman Irak’ı, Afganistan’ı, Libya’yı işgal etmesine, Suriye’ye savaş açmasına İslamcıların neden sessiz kaldığı hatta bir bölümünün açık destek verdiği ayrıca incelenmelidir.
Biz bugün Başbakan Erdoğan’ın neden Amerikan İslamcısı ilan edildiği üzerinde duracağız.
ERDOĞAN – MÜSLÜMAN KARDEŞLER İLİŞKİSİ
Gerçi sorumuzun yanıtı ortadadır. Erdoğan’ın neredeyse tüm politikaları ABD yararınadır ve Washington adınadır. Ama Tahran’dan AKP’ye yöneltilen geçmişteki itirazlarla birleştirilince, meselenin bir de Erdoğan – Müslüman Kardeşler MK ilişkisi olduğu görülmektedir.
Ufuk Ötesi okurları anımsayacaklardır. Biz de 1 Ekim 2011 tarihli “Erdoğan’ın savaş çıkartacak teklifi” başlıklı yazımızda bu ilişkiye değinmiştik. Okumayanlar için kısaca anımsatalım. Erdoğan Beşar Esad’a, kabinenin dörtte birine MK üyelerini almasını istemişti, karşılığında da ayaklanmanın bastırılmasında Şam’a yardımcı olma sözü vermişti.
Çünkü MK örgütünün Türkiye’deki lideri Gazi Mısırlı, Erdoğan’ın arkadaşıydı ve MÜSİAD Yüksek İstişare Heyeti üyesiydi. MK’nin ikinci önemli adamı Cemalettin Kerim de hem MÜSİAD üyesiydi hem de Mazlum-Der ile İHH’nin faaliyet sponsoruydu.
Suriye’nin Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan’ın verdiği bilgiye göre, Suriye Cumhurbaşkanı 2009’da İstanbul’a geldiğinde Erdoğan Gazi Mısırlı’yı Esad’la tanıştırmış ve ondan arkadaşının faaliyetlerine yardımcı olmasını istemişti!
Erdoğan-MK ilişkisi geçmişe dayanıyor. Örneğin İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri raporunda ve DGM hazırlık soruşturması raporunda, MK’nin Ürdün sorumlusu Mohammed Ashmawey ile Mısır sorumlusu Hasan Huvaydi’nin bir otelde gizlice Tayyip Erdoğan’la görüştüğü bilgisi var.
Daha da geriye gidersek tabi, Erdoğan’ın 70’li yıllarda MK’nin kolu olan Dünya Müslüman Gençlik Birliği WAMY üyesi olduğu bilgisiyle karşılaşıyoruz. Örneğin 90’larda MK’nin sözcüsü olan Kemal Helbavi, Erdoğan, Rabbani ve Enver İbrahim gibi isimlerle burada tanıştığını söylüyor ve “Hepimiz işe WAMY’de başladık” diyor!
Jöntürk isimli internet sitesinde yayımlanan şu tablo, yazdıklarımızdan daha fazlasını içermesi bakımından önemlidir:
SAİD RAMAZAN CIA’YE ELEMAN KAYDEDİLDİ!
MK’nin Mısır’da “Özgürlük ve Adalet Partisi” ismiyle iktidar olması, ABD’nin bir halk hareketi karşısında “Mübarek’i verip, rejimi kurtarma” stratejisinin sonucudur. ABD, çok eskiye dayanan MK çalışmasıyla bu örgütün bir kanadını “Amerikan İslamcısı” yapmayı başarmıştır.
Jöntürk internet sitesi bu konuda da dikkat çekici bir bilgi sunuyor. 1928 yılında Hasan El Benna tarafından kurulan örgütün 1950’lerde Benna’nın damadı Said Ramazan aracılığıyla en azından bir kanadının CIA güdümüne sokulduğu anlaşılıyor.
Said Ramazan MK’yi etkinleştirmek ve Kahire’ye karşı kalkan bulmak için 1953 yılında Washington’a gidiyor ve ABD Başkanı Dwight Eisenhower ile görüşüyor.
Sağ başta elinde kâğıt olan Said Ramazan, emperyalizmin desteğini aradığı 4 yılın sonunda, 1957 yılında CIA ajanı Robert Dreher tarafından “şirket”e eleman olarak kaydediliyor!
Nitekim Washington o yıllarda Sol ve Arap Milliyetçiliğine karşı İslamcı akımları kullanmayı planlıyor.
ABD Türkiye’de de Fethullah Gülen gibi isimlere Komünizmle Mücadele Dernekleri kurdurarak ve kimi İslamcı kesimleri Kanlı Pazarlarda kullanarak Sol’la ve Kemalizm’le mücadele etmiştir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Aralık 2012
CIA BAŞKANI’NIN İSKENDERUN SIRRI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 19/11/2012
Amerikan devleti içindeki çarpışmanın göstergesi olan CIA Başkanı David Petraeus’un istifasıyla ilgili gündeme gelen nedenlerin başında, onun Bingazi’deki saldırıyı “izlemekle” yetinmesi geliyordu…
Gerçekte CIA üssü olan Bingazi’deki büyükelçilik binasına Müslümanlara hakaret eden bir film gerekçe gösterilerek saldırı düzenlenmiş, ABD Büyükelçisi Chris Stevens ile 3 diplomat ölmüştü! Hatta bir iddiaya göre film protestosu bahaneydi ve organize bir saldırıyla CIA üssünden belge çalınmış, adam kurtarılmıştı!
Petraeus, 15 Kasım’da Kongre İstihbarat Komitesi’ne CIA Başkanı olarak bu konuda ifade vermeden birkaç gün önce evlilik dışı ilişkisini gerekçe göstererek istifa etti! Ancak istifanın üzerinden ortaya saçılanların önemi nedeniyle, Petraus Komite’ye eski başkan olarak ifade vermek durumunda kaldı.
ABD basınına yansıdığına göre Petraeus, başından beri saldırının “bir terör saldırısı” olduğunu ve saldırganların El Kaide bağlantılı olduğunu raporlarında belirttiğini savundu. Petraeus, Beyaz Saray’ın ilk açıklamalarında “terörist” yerine “aşırı gruplar” ifadesinin neden yer aldığını bilmediğini söyledi.
Bu “aşırı grup” ile “terörist” farkının neden ön plana çıkarıldığı önemli. ABD Kongresi’nin bunun üzerinde neden durduğunu anlamamızı sağlayacak bazı olguları ve iddiaları inceleyelim.
STEVENS’IN SON YEMEĞİ
İngiliz Sunday Times gazetesi, 11 Eylül’de saat 21:30’da öldürülen ABD Büyükelçisi Chris Stevens’ın o akşamki yemeğini bir Türk diplomatla yediğini yazdı. Sunday Times’ın 15 Eylül tarihli bu haberi 17 Eylül’de Sabah gazetesinde “son yemeğini Türk diplomatla yemiş” başlığıyla duyuruldu.
Jöntürk haber sitesi ise 14 Kasım’da yeni bir iddia ortaya attı ve Chris Stevens’le öldürülmeden bir saat önce görüşen bu Türk diplomatın, Türkiye’nin Bingazi Konsolosu Ali Sait Akın olduğunu haber yaptı.
Jöntürk, iddiaya kaynak olan ABD’li yetkililerin, görüşmenin olağan olmadığına dikkat çektiklerini belirtiyor.
Peki, o görüşme neden olağan değildi?
Anlatacağız ama Chris Stevens’ın Suriye’ye silah sevkiyatında kilit bir isim olduğu bilgisinin son dönemde bazı haber sitelerinde yer aldığını özellikle belirtelim.
LİBYA’DAN GÖNDERİLEN 400 TON KARGO
Aydınlık, 21 Ağustos’ta “İnsani yardım gemisiyle Libya’dan militan getirdiler” başlığıyla çok önemli bir haber yapmıştı. Aydınlık’a göre El Entisar isimli bir gemi Libya’dan İskenderun’a gelmiş ve gemiden inen 24 militan bir otele yerleşmişti. Aydınlık bu 24 militanın Suriye’ye geçmeyi konuştuklarını yerel kaynaklara dayandırarak duyurmuştu.
Ancak olay 24 militandan çok daha önemliymiş.
14 Ekim tarihli Times of London’da yer alan ve ABD Kongre raporuna dayandırılan bir haberde, Libya bandıralı El Entisar adlı geminin 400 ton kargoyla İskenderun limanına demirlediği belirtiliyordu. Gemide karadan havaya uçaksavar füzeleri, RPG’ler ve MANPAD tipi füzeler olduğu iddia ediliyordu. Silahlar Suriyeli muhalifler içindi.
Haberde, 400 ton kargo ile Suriye’ye şimdiye kadarki en büyük silah sevkiyatının gerçekleştiği belirtiliyordu.
Oysa resmi açıklamaya göre, gemide İHH aracılığıyla temin edilen tıbbi malzeme vardı!
PETRAEUS GELDİ, YÜK BOŞLADI
İskenderun yerel basınında çıkan 22 Eylül tarihli bir habere göre “yolcular inmiş ama yük boşaltılmamıştı”, çünkü Ankara’dan izin bekleniyordu.
Jöntürk’e göre günlerce bekleyen gemi, 6 Eylül’de yasal izin alıyordu!
Tam burada, CIA Başkanı David Petraeus’un 2 Eylül’de “Suriye ve terörle mücadele” gündemiyle Türkiye’ye geldiğini anımsatalım. İlginçtir, Petraeus, 6 ay önce 12 Mart’ta da Türkiye’ye gelmişti!
KONSOLOSA VERİLEN GÖREV
Ancak bu silah sevkiyatı Rusya’nın tepkisini çekiyordu.
Jöntürk’ün iddiasına göre Başbakan Erdoğan, Moskova’nın tepkisi üzerine, Bingazi Konsolosu Ali Sait Akın’ın ABD’lilerle görüşmesini istiyordu.
İşte Chris Stevens’ın ölümünden sonra haber olan “son yemek” iddiaya göre bu görüşmeydi!
MOSKOVA’DAN KALKAN UÇAK
Bitirirken bir olayı daha anımsatmalıyız. Bu olaydan bir ay sonra, 10 Ekim’de Moskova’dan kalkan bir Suriye yolcu uçağı, “füze var” istihbaratı üzerine zorla Ankara’ya indirildi. İstihbaratın kaynağı ise CIA’ydı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Kasım 2012
CIA AJANLARI SIKIŞTI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 16/12/2011
Irak’ta ve Afganistan’da yenilen, güneyde Latin Amerika bloğunun, Pasifik’te Çin’in ve Ortadoğu’da Rusya ile İran’ın baskısı altında olan ABD, siyaseten girdiği gerileme döneminde sadece askeri yenilgiler almıyor!
ABD’nin meşhur CIA’sı da bu gerilemenin ağır kayıplarını yaşıyor.
İRAN, CASUS UÇAĞI ELE GEÇİRDİ
ABD’nin “en son yüksek teknoloji” ürünü olan süper casus uçağı RQ-170 Sentinel uçağı İran tarafından ele geçirildi. ABD önce bu gerçeği sakladı, sonra Afganistan’da görevde olan bir casus uçağıyla irtibatın kesildiğini duyurdu.
Peki, uçak nerede ele geçirilmişti? Afganistan hava sahasında mı, yoksa İran hava sahasında mı? ABD bir türlü resmi açıklama yapamıyordu. Zira yanıt Afganistan olsa, ABD işgali altındaki topraklarda İran’a yenilmiş olurdu.
Eğer yanıt İran hava sahası olsa, bu hem uluslararası anlaşmalara aykırılık oluşturacak, hem de yine ağır yenilgi anlamına gelecekti.
Üstelik birkaç gün sonra İran’ın sergilediği RQ-170 Sentinel, yara da almamıştı. Acaba İran, elektronik casusluk yoluyla Sentinel’i ele mi geçirmişti? Bu üstüne bir de teknolojik yenilgi demekti.
Gerçek ortadaydı ve gizlenemezdi. ABD Başkanı Barack Obama, yenilgiyi kabul etti ve uçağı İran’dan resmen istedi.
İran Dışişleri’nin yanıtı anlamlıydı: “Obama, İran hava sahasının ve uluslararası yasaların ihlal edildiğini, casusluk operasyonları yürütülmüş olduğunu ve İran’ın iç işlerine müdahale edildiğini unutmuş görünüyor. Özür dilemek ve yaptıkları ihlalleri kabul etmek yerine, uçaklarını geri istiyorlar.”
İran Savunma Bakanı General Ahmet Vahidi son noktayı koydu: “ABD’nin avlanan casusluk uçağı İran’a aittir.”
Bu arada ABD’nin Somali operasyonundaki bir MQ-9 tipi insansız hava aracı da (predatör) Şeyseller üzerinde düştü.
TAHRAN, 12 CIA AJANI YAKALADI
İran, ABD’nin casus uçağından önce de, bir CIA şebekesini çökertti.
Şebeke, suikast düzenlemek ve çeşitli devlet birimlerindeki gizli belgeleri ifşa etmek üzere organize olmuştu.
İran İstihbarat Başkanı Haydar Moslahi, İran aleyhinde casusluk yapan 12 kişinin tutuklandığını, bu kişilerin CIA’ya çalıştıklarını belirtti.
HIZBULLAH, 10 CIA AJANI YAKALADI
İran gibi Hizbullah da CIA şebekesi çökertti. Dahası Hizbullah, 10 kişilik CIA ekibinin kimliklerini de kamuoyuna açıkladı.
Hizbullah sözcüsü içinde kadınların da olduğu şebekenin “devlet memurları, güvenlik personeli ve askeri personel ile din adamları, bankacılar ve akademisyenlerden oluştuğunu” belirtti.
CIA sözcüsü Jennifer Youngblood, El Manar’da açıklanan isimlerin gerçekten CIA çalışanı olup olmadığı konusunda bir açıklama yapmayı reddetti.
İran ve Lübnan’da ağır yenilgiler alan CIA, diğer bölge ülkelerinde de kan kaybedecek gibi görünüyor. Zira CIA adına çalışan yerel isimler, bir zamanlar birlikte çalıştıkları isimleri açığa düşürmeye başladılar bile! Hem de Türkiye’de…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Aralık 2011
HAKKANİ ÖRGÜTÜNÜ CIA KURDU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 05/10/2011
28 Eylül günü Ufuk Ötesi’nde olguları alt alta sıralamış ve “ABD Pakistan’ı kaybediyor” sonucuna ulaşmıştık. Gelişmeler gün geçtikçe bu yönde ilerliyor.
PAKİSTAN ABD’YE MEYDAN OKUDU
30 Eylül günü Pakistan devletinin en üst düzey 50 yetkilisi bir araya gelerek ABD ile ilişkileri masaya yatırdı. Toplantıdan şu
önemli sonuçlar çıktı:
1.) ABD’nin Pakistan’a yönelik suçlamaları kınandı.
2.) ABD’nin yaptırımlarına karşı rest çekildi.
3.) Pakistan’ın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunmasında kararlılık ilan edildi.
4.) Başbakan Yusuf Rıza Gilani, “Pakistan, ordusuyla gurur duyuyor ve ulusal güvenliği sağlamak konusunda sahip olduğu kapasiteye güveniyor” diyerek ABD’nin olası saldırısına meydan okudu.
İslamabad yönetiminin üst düzey 50 liderinin bu toplantısı, katılan isimler bakımından da, “ABD saldırısına karşı birlik mesajı” olarak yorumlandı.
Süreci bu noktaya getiren son ve en önemli iki gelişme, eski Afganistan Cumhurbaşkanı Burhaneddin Rabbani’nin öldürülmesi ve ABD’nin Kabil Büyükelçiliği’ne düzenlenen saldırıydı. Washington, saldırının Hakkani örgütü tarafından yapıldığını açıkladı. ABD Genelkurmay Başkanı Org. Mike Mullen, daha da ileri giderek, saldırıdan Hakkani örgütünü kontrol ettiğini iddia ettiği Pakistan askeri istihbaratı ISI’yı sorumlu tuttu.
HAKKANİ PAKİSTAN’I SUÇLUYOR
Hakkani örgütü ise ABD’nin iddialarıyla ilgili BBC’ye dikkat çeken açıklamalar yaptı ve Pakistan’ı suçladı.
Örgütün lideri Siraceddin Hakkani, hem Burhaneddin Rabbani suikastını hem de Kabil’deki saldırıları reddetti. Daha da ilginci, Siraceddin Hakkani Kabil’deki saldırıların “Pakistan’daki yapılar tarafından düzenlendiğini” iddia etti! Hakkani örgütü bu suçlamayla da yetinmeyip, Pakistan devletini İslami değerlere özen göstermeye çağırdı.
ABD, Taliban’ın silah bırakmasının hedeflendiği Yüksek Barış Şurası’na başkanlık eden Burhaneddin Rabbani’nin ölümünden Hakkani’yi sorumlu tutmuş, Hamid Karzai yönetimi de, 20 Eylül’deki bu suikast üzerine, Taliban’la müzakereleri sona erdireceklerini açıklamıştı.
Sonuç olarak Hakkani örgütünün “yaptığı” ya da “ona mal edilen saldırılar” Afganistan – Pakistan hattında önemli gelişmelere neden oluyor…
HAKKANİ ABD’NİN ADAMIYDI
Peki, kimdir bu Hakkani örgütü? Ne zaman ve nasıl kurulmuştur? Kime hizmet etmiştir?
Hakkani örgütü, SSCB’nin Afganistan’ı işgaline karşı, CIA tarafından Celaleddin Hakkani’ye kurduruldu. Celaleddin Hakkani, o dönemde CIA’nın en güvendiği komutandı. ABD, şimdi suçladığı ISI üzerinden, Hakkani örgütüne yıllarca silah sevk etti.
ABD, Afganistan’ın Paktia bölgesindeki Cadran aşireti üyesi olan Celaleddin Hakkani ve adamlarını, Pakistan’ın Kuzey Veziristan bölgesine yerleştirdi. Hakkani, SSCB’ye karşı saldırılarını buradan düzenledi.
SSCB işgali bittikten sonra Celaleddin Hakkani Taliban hükümetinde bakanlık yaptı.
ABD, 2001’de Taliban’ı hedef alarak Afganistan’a saldırdığında, Celaleddin Hakkani Taliban lideri Molla Ömer’e destek verdi. Örgütün başında artık Celaleddin’in oğlu Siraceddin Hakkani var.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Ekim 2011
ABD BİN LADİN’İ NEDEN ÖLDÜRDÜ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 04/05/2011
ABD’nin El Kaide lideri Usame Bin Ladin’i öldürdüğünü açıklamasından bu yana en çok konuşulan şey, bunun doğru olup olmadığı… Elbette böyle bir kuşkunun maddi zemini vardır: ABD’nin Bin Ladin’le ilişkisi, Bin Ladin’in 1979’da CIA adına SSCB’ye karşı mücahit örgütlenmesi yapması, ABD’nin 11 Eylül’den sonra Bin Ladin “tehlikesi” üzerinden Afganistan’ı işgal etmesi, 1 numaralı terörist olmasına rağmen yıllardır yakalanamaması(!), zaten 2007’de böbrek yetmezliği nedeniyle öldüğünün gündeme gelmesi vb.
Biz bunların üzerinde durmayacağız. Sonuçta, gerçek ya da sanal, ABD Usame Bin Ladin’i öldürdü. Sanal bile olsa ABD’nin Bin Ladin’i neden öldürdüğü üzerinde duracağız. Önce olgular:
AFGANİSTAN’DAN ÇEKİLME DÖNEMİ
1.. ABD Afganistan’dan çekilme takvimini geçen yıl ilan etmişti. Ancak ABD içinde bu takvime itiraz edenler olmuştu. Örneğin ABD’nin Afganistan komutanı General McCyrstal, bu itirazı dillendirdiği için görevden alınmış ve yerine General Petreaus atanmıştı.
ABD’yi bu takvimi yapmaya zorlayan iki ana etmen, siyasi başarısızlık ve ekonomik krizdi. Öyle ki, Amerikan halkı, ABD’nin denizaşırı askeri operasyonlarını sorgular hale gelmişti.
ABD, bu nedenle Obama ile birlikte Büyük Ortadoğu Projesi’nde revizyon yapmış ve askeri doktrini olan 2.5 savaş konseptini rafa kaldırmıştı. Bush döneminin Savunma Bakanı olan Robert Gates’in yaptığı yeni “Milli Savunma Stratejisi”nin omurgasını artık “yumuşak güç” oluşturuyordu. Gates bu geçiş nedeniyle Obama’nın birinci yılında da Pentagon’un başında kalacaktı.
ABD, yeni BOP gereği, NATO’yu etkin hale getirecek, AB ile transatlantik ilişkileri yeniden kuracak ve “düşman İslam” söyleminden “ortak İslam” söylemine geçerek, Ortadoğu’daki yıpranan etkisini onaracaktı. Kısmen bunda başarı da kazandı.
HALK HAREKETLERİ
2.. Ancak, Tunus’ta başlayan ve Mısır, Yemen, Ürdün, Bahreyn ve Kuzey Irak gibi ABD nüfuzu olan bölgelerde gelişen halk hareketleri, Washington’u yeni bir sürece zorladı.
Washington örneğin Mısır’da, İsrail’in bütün çabalarına rağmen, Mübarek gibi bir müttefikini koruyamadı. Ki süreci izleyenler anımsayacaktır, Washington “Mübarek’i verip, rejimi kurtarmaya” yönelmişti. “Ara dönemler”, “geçiş rejimleri” gibi ataklarla mevzi kazanmaya çalışan ABD, bunda kısmen başarılı oldu.
ABD, diğer yandan nüfuz alanı olmayan, dahası kendisine karşı olan İran, Suriye ve Libya gibi ülkelerde de, son 10 yıldır denediği gibi yine kışkırtmalar yaratarak, karşı atağa geçti. İran gibi güçlü devletler her ne kadar bu kalkışmaları hızla bastırsa da, önce Libya sonra Suriye, bu kalkışmalar karşısında zorlandı.
ABD, BM’nin sözde meşruiyeti üzerinden, Fransa-İngiltere ikilisinin kuyruğuna takılarak, Libya’ya saldırdı. Ancak, atılan her füzenin artık mali hesabı yapılıyordu. Ardından operasyon, NATO’nun üzerinde yıkılmaya çalışıldı. Süreç devam ediyor…
TALİBAN’LA PAZARLIK DÖNEMİ
3.. Bu arada içinde eski NATO Afganistan Temsilcisi Hikmet Çetin’in de olduğu 15 kişilik bir komisyon, ABD devleti için yeni Afganistan yol haritasını hazırladı. Buna göre, yeni dönem Washington ve Karzai’nin Taliban’la müzakeresi üzerinden yürütülecekti. Ki bu durumda, ABD’nin ilan ettiği geri çekilme takvimi de işleyebilecekti.
4.. ABD merkezi kurumları olan CIA ve Pentagon’da iki önemli ve köklü değişikliğe gitti. Obama CIA Başkanı Panetta’yı Pentagon’un başına, Afganistan komutanı General Petreaus’u da CIA’nın başına atadı!
ÖZEL SAVAŞ
Peki, bu dört olgu ne anlama geliyor?
Birincisi, Obama’nın en önemli komutanı olan Petreaus’un CIA’nın başına geçmesi, CIA’nın askerileştirileceğinin bir işaretidir. 2.5 savaş konseptini rafa kaldıran ABD’nin, konvansiyonel savaşlar yerine, “yumuşak gücü” de kullanarak, “özel operasyonlara” yöneleceğinin ifadesidir.
ABD, doğrudan askeri müdahale seçeneği yerine, bu özel operasyonlar üzerinden “Ortadoğu’da güç ve nüfuz kaybının” önüne geçmeye çalışacak.
İkincisi, bu özel savaşın bir parçası olarak, ABD yeni dönem ilişkiler oluşturacak. Ki bu ilişkiler başladı. Washington Mısır’da Müslüman Kardeşler’in “ılımlı” kanadıyla, Suriye’de Selefi örgütlerle, Libya’da El Kaide üyesi militanlarla yakın temas halinde…
Bin Ladin’in –gerçek ya da sanal- varlığı, bu tip yeni dönem ilişkilerinin önünde bir engel oluşturuyordu.
İşte ABD, Büyük Ortadoğu’daki bu yeni dönemin ihtiyaçları gereği, Bin Ladin’i öldürdü; daha doğrusu kullanıp attı!
Mehmet Ali Güller
4 Mayıs 2011
CIA GÖREVLİSİ PROF. VAMIK VOLKAN, GÜL’E AÇILIM RAPORUNU SUNDU
Posted by Mehmet Ali Güller in Odatv Yazıları, Politika Yazıları on 21/12/2010
Kürt Açılımı konusunda çalışmalar yapmak üzere ABD’den Türkiye’ye gönderilen CIA görevlisi Prof. Dr. Vamık Volkan, dördüncü kez görüştüğü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e 71 önerinin yer aldığı raporunu sundu.
Ekibiyle birlikte 27 Ocak 2009’dan beri çeşitli çalıştaylar yapan Prof. Dr. Vamık Volkan, son olarak 11 Aralık 2010 tarihinde, İstanbul Sheraton Otel’de ülkesel çekirdek ekip ile Hakkari, Mersin ve Malatya’dan gelen yerel çekirdek ekiplerin katılımıyla, “Türkiye’nin Büyük Çatısı: Demokratikleşmeye Doğru Türkiye’nin Ağacı” başlıklı bir çalıştay düzenledi.
Volkan’ın moderatörlüğünde yapılan çalıştaya katılan ve Cumhurbaşkanı Gül için hazırlanacak rapora katkı sunan isimlerden bazıları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muammer Güler başta olmak üzere şunlardı: Tarık Çelenk, Murat Sofuoğlu, Avrupa Türk İslam Birliği Kurucu Başkanı ve eski ülkücü Musa Serdar Çelebi, Murat Belge, Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Muhsin Kızılkaya, Yavuz Arslan Argun, Turan Sarıtemur, Eski Özel Harp Dairesi Subayı Mete Yarar, Ümit Fırat, Altan Tan, Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Cezmi Bayram, Deniz Ülke Arıboğan, Bekir Berkay Türkay, İsris Ağacanoğlu, Halit Yalçın, Tahirhan Taş, Zeynep Besi, Mehmet Alaca, M. Duran Özkan, Metin Aktaş, Yasmina Lokmanoğlu, Yaşar Erjem ve Erdoğan Günal.
Prof. Vamık Volkan ve ekibinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “Reçeteler” diye sunduğu 71 önerinin belli başlıları ise şunlar:
- Ulusallaşan, hırçınlaşan ve gittikçe de güç kaybeden ulusal cephe olarak bildiğimiz insanları da anlamaya çalışalım ki onlar da gittikçe radikalleşmesinler.
- Türklük kavramı yerine Türkiyeli kavramı kullanılmalıdır.
- Bütün kentler geçmişte yaşadıkları sıkıntıları hazırlanan yeni anayasaya yansıtacak bir takım önerileri şimdiden hazırlamaya başlasınlar ve bunları seçim için gelecek milletvekili adaylarına, parti genel başkanlarına ve parti yetkililerine versinler ve 2011 seçimlerinden sonraki süreçte bu önerilerimizin takipçisi olalım.
- Dünyanın en iyi, en kaliteli Kürtçe eğitim veren üniversitesi Siirt ve Mardin’e kurulmalıdır.
- Öğretmenler günü yılın öğretmeni ödülü Mili Eğitim Bakanımız tarafından Siirt Tillo’da İbrahim Hakkı Hazretleri’nin bulunduğu yerde verilmelidir.
- Anneler günü Anna Jarvis’in yaptığı eylemle değil, dünyada annesini en iyi seven Veysel Karani Hazretleri’nin türbesinde cumhurbaşkanımızın katılımıyla kutlanmalıdır.
- Özerlik sistemi de artık tartışılır hâle getirilmelidir.
- Ekopolitik Misak-ı Milli sınırları ile ilgili çalışma yaptığına göre bu tür toplantıları Erbil’de, Musul’da, Süleymaniye’de gerçekleştirmek için çaba harcamalıdır.
- Devlet temel hak ve özgürlükler kapsamında imzaladığı uluslararası anlaşmalara uymalıdır.
- Ana dilde eğitim yapılması için demokratik sınırlar içinde düzenlemeler yapılmalıdır.
- Yerel yönetimlere sosyal problemlere çözüm bulacak yetki verilmelidir.
- Cem evlerinin yasal statüye kavuşması için Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Yasası ve bunun paralelindeki yasalar yeniden gözden geçirilmelidir.
- Kılık ve kıyafetten dolayı insanların eğitimlerinin ellerinden alınması ilkelliğine son verilmesini ve başörtüsünün bütün eğitim kurumlarında serbest hâle gelmesini öneriyorum.
- Silahsızlanma konusunda devlet son derece önemli adımlar atarak PKK’yı dağdan indirme çalışmalarında realiteye uygun çözümler geliştirmelidir.
- Hükümet, Kürt halkının siyasi partilerini, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerini muhatap alarak açılım konusunda cesaretli davranmalıdır.
- Anayasanın özellikle ilk üç maddesinin değişmelidir.
- Barış sürecinin, çatışmasızlık sürecinin devam edebilmesi için hâlâ devam eden sınır ötesi operasyon ve bombalamalar durdurulmalıdır.
- Adalet Bakanlığı, örgüt propagandası ve toplantılara muhalefet konusunda 7-8 yıldır devam eden davalar hususunda hızlı adımlar atılması için çaba sarf etmelidir.
- Özellikle anayasamızda, kanunlarımızda ve diğer mevzuatta Türklüğü ön plana çıkaran, üst kimlik olarak vurgulayan hükümlerin ivedi olarak düzeltilmesi, çıkartılması ve daha kapsayıcı hâle getirilmesi gerekir.
- Toplumsal olaylarda gösteriye katılan insanların terörle mücadele yasasından yargılanması ve cezalandırılması konusu yeniden gözden geçirilerek, daha vicdanlı ve adil bir düzenleme yapılmalıdır.
- Dağlara, taşlara yazılan “Ne mutlu Türk’üm!” yazısı ayrışmalara yol açtığı için silinmelidir.
- Andımız kaldırılmalıdır.
- YAŞ kararı ile terfi ettirilemeyen askerlerin yanında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da suça karışmış asker ve polisler de görevden alınmalıdır.
- Hakikatleri araştırma komisyonu kurulmalıdır.
- Sonradan değiştirilen coğrafya isimleri geri iade edilmelidir.
PROF. VOLKAN NEREDEYSE, ORASI AYRIŞIYOR!
Körü Körüne İnanç ve Kimlik Adına Adam Öldürmek isimli kitaplarında açıkça CIA adına görev yaptığını beyan eden Vamık Volkan, ABD’nin hedef ülkelerinde önemli işler yaptı. Filistin-İsrail çatışmasında Filistin’de, Yugoslavya parçalanmadan önce Yugoslavya’da, Kuveyt’te, Bosna Hersek’te, Arnavutluk’ta, Kafkaslarda, Ukrayna’da, Gürcistan’da ve Kıbrıs’ta görev yapan Prof. Dr. Vamık Volkan, Kürt Açılımı’nın Amerikalı mimarlarından David L. Philips ile birlikte “Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu”nda da görev yaptı.
Politik Psikoloji uzmanı Prof. Volkan’ın son görev sahası ise Türkiye. Volkan, açılım için ABD’den Türkiye’ye ilk gönderildiğinde önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile sonra da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştü. Volkan, Cumhurbaşkanı Gül’e “Açılım çalışmalarında siyasetin ve siyasetçilerin ön planda olmadığı, 20-30 kişilik özgün bir grup oluşturularak, çalışmaların bunların eliyle yürütülmesi gerektiğini” söyledi.
Prof. Volkan, Açılım Koordinatörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile görüşmesinde, açılım için “Ağaç Modeli” önerdi. Bu modele göre “Kök” soruna teşhis koymak, “Gövde” görüşleri ortaya koymak, “Dallar” da geliştirilen çözüm yolları olarak ele alınıyordu.
Periyodik olarak hükümetle bir araya gelen ve raporlar sunan Volkan ve ekibi son olarak 26 Ağustos 2010 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile İstanbul Tarabya’da görüşmüştü.
MEHMET ALİ GÜLLER