Posts Tagged Irak

Öcalan’ın Misakı Milli’si

Biri 21 Nisan, diğeri 30 Mayıs tarihli iki İmralı Notu sızdırıldı. Bunu hangi kesimin ne amaçla sızdırdığı ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu. Çünkü Öcalan, DEM heyeti ve devlet yetkililerinin yaptığı bu görüşmelerin “düzeltilmemiş” ham hali, en azından görüşmede adı geçen kimi iç ve dış aktörler nezdinde sorun çıkaracak cinsten. 

İşin o boyutunu uzmanlarına bırakarak, İmralı Notlarındaki “Misakı Milli” konusunu ele alacağım.

Açılımın zokası

Biliyorsunuz, daha öncekiler de dahil her açılımda “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” denildi. Bu son açılım da aynı hedefle, Misakı Milli denilerek yürütülüyor.

Kuşkusuz “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” konusu bir hayaldir, ama kurulmaktadır. Cumhur İttifakı’nın Suriye’de “nüfuz bölgesi” elde etme amacından tutun, Halep’e, Musul’a, Kerkük’e plaka dağıtmalarına kadar pek çok politikaları bu amaçladır. 

Ama “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hedefi, aynı zamanda Türk ve Kürt milliyetçilerini projeye kaydetmenin zokasıdır. Türkiye’nin genişlemesi Türk milliyetçileri için, Kürt bölgesinin büyüyecek olması da Kürt milliyetçileri için zokadır.

Öcalan önce Suriye’yi işaret etti

Peki Öcalan bu konuda ne diyor? Aynen şöyle diyor 21 Nisan’da: “Misakı Milli, Türk-Kürt ittifakının özüdür. Bu ittifak birinci planda Suriye’de yürüyecek. Birinci plan bu. Türkiye’ye Türkiye katar bu. Suriye eşittir Türkiye kadar değerdir.”

Misakı Milli açısından birinci plan Suriye. Ya ikinci plan? Onun da Irak olduğunu biliyoruz.

Öcalan’ın Misakı Milli formülü; ABD Büyükelçisi Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisini, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ümmeti” çıkışını ve elbette Bahçeli’nin Halep’e, Musul’a, Kerkük’e plaka dağıtmasını bütünlüyor. 

Misakı Millicilik, bugün Osmanlıcılıktır

Misakı Millicilik elbette bazılarının kulağına hoş gelebilir. Ama Öcalan’ın, Barrack’ın, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin bugün savunduğu Misakı Millicilik, Türkiye’cilik değildir; Osmanlıcılık ve İslamcılıktır!

Osmanlı imparatorluğunun dağıldığı süreçte, dağılmayı önleyebilmek için Osmanlıcılık denendi, İslamcılık denendi, olmadı, olamazdı. En sonunda Türkçülük denendi. 

Misakı Milli bu son sürecin direnme sınırıydı. Harbiye Nezareti ve Almanlar örneğin Mustafa Kemal’i dinleyip, I. Dünya Savaşı sırasında orduyu Halep-Cerablus hattına çekseydi; henüz daha diri durumdaki ordu düşmanı o hat üzerinde durdurabilirdi. Dolayısıyla sonrasında Misakı Milli ilan etmeye bile gerek kalmayacaktı. Ama Mustafa Kemal’i dinlemediler. 

Tarih, keşkeyle, şöyle olsaydıyla, böyle olsaydıyla ilerlemiyor ve elbette tarih geriye de gitmiyor. O günün koşullarında, belirlenen Misakı Milli sınırları içinde elde tutulabilecek azami topraklar elde tutuldu. Daha ilerisi için, Musul için savaşacak güç kalmamıştı. Parmak arası terlikle 28 gün askerlik yapanların bugün bol keseden atmasına benzemiyor işler. Düşünün firar eden asker sayısının fazlalığı nedeniyle, Sakarya savaşı tarihe subay savaşı diye geçti!

Bugün Misakı Millicilik, Türkiyecilik değildir 

Halep alınamadı, Musul alınamadı. Doğru, alınabilseydi Kürt sorunu üzerine yaşanılanlar belki de hiç yaşanmayacaktı. Ama o günün koşullarında mümkün değildi ve genç Türkiye biraz güçlenince, son sınır düzeltmesini Hatay ile yapıp, sınır konusunu kapattı. 

Bugün haritaları yeniden tartışma konusu yapmanın, Misakı Milli üzerinden toprak talep etmenin Türklere de Kürtlere de bir yararı yoktur. Tersine Türklere de Kürtlere de komşularıyla uzun yıllar sürecek kaçınılmaz kan davası demektir bu. Dahası, sorunları harita değişikliğiyle çözme eğilimi, sonrasında Türklerle Kürtleri de karşı karşıya getirecektir.

O nedenle bugün Misakı Millicilik yapmak Türkiyecilik değildir.

Türklerin de Kürtlerin de (ve diğer halkların da) çıkarı, Türkiye, Irak, Suriye ve İran gibi bölge ülkelerinin “Batı Asya Birliği” kurmasındadır. Dört ülke içindeki tüm ortak halklar için de en demokratik çözümdür bu.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Ağustos 2025

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Trump’ın BOP’u

Açılım’la beraber, o denklemler yeniden raftan indi. “Musul ve Kerkük’ü almazsak, Diyarbakır’ı veririz” denmeye, “Türkiye büyümezse küçülür” denmeye başlandı yine… 

Oysa…

1960’lar: Irak-İran Kürtleri

ABD’nin federasyon planıydı bu aslında. Senato Üyesi Sadi Koçaş 1977’de yazdığı anılarında anlatmıştı: “ABD AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde, ‘Irak-İran ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım’ isteğinde bulundu.” Amiral Vedii Bilget 24 Şubat 1987’de Cumhuriyet’te doğruladı bunu: ABD, 1965 yılında, Türkiye’ye bağlanacak bir “Federe Kürt Cumhuriyeti” için Başbakan Süleyman Demirel’in ağzını aramıştı. 

Evet, 60’larda Irak-İran Kürtleri Türkiye’ye bağlanmak istenmişti ABD tarafından. 

Sonra… 

1990-2010: Irak Kürtleri

1986 yılında Türkiye’ye gelen ABD Savunma Bakan Yardımcısı William Taft, konuyu “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı olarak yeniden Ankara’ya dayattı. Kenan Evren ve Turgut Özal kabul etti, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ karşı çıktı. ABD’nin Irak’a 1991’de saldırısı sırasında, Turgut Özal bu projeyi “bir koyup üç alacağız” diyerek Türk Ordusu’na yutturmaya çalıştı. Danışmanı Cengiz Çandar “Türkiye büyümezse küçülür” diyerek ABD adına sopa salladı.

Sonra ABD’nin 2003 Irak işgali geldi ve plan, bu kez ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) merkezi konularından biri oldu. BOP Eşbaşkanı Erdoğan, “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde bir merkez yapacağız” dedi. Henri Barkey, ABD’nin “Güneydoğu ve Kuzey Irak’ı kapsayan bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulmasını önereceğini” açıkladı. Bir kaç ay sonra, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson ilan etti: “Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz.”

ABD bunları açıklarken, “our boys”u Kenan Evren, 2007’de sahneye çıkıyor ve “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” diyordu. Erdoğan daha 1990’larda eyalet sistemini savunuyordu zaten ve 12 Eylül 2010 referandumunun akşamında yaptığı konuşmada, “Federal meclis, federal konsey”e işaret etti!

2025: Irak ve Suriye Kürtleri

Görüldüğü üzere ABD, İran’ı hedef alırken Türkiye’yi Irak ve İran Kürtlerine hamilik ettirmek istedi. Irak’a saldırdığı 90’larda ve 2000’lerde ise Irak Kürdistan’ını Türkiye’ye bağlamayı hedefledi. 

Suriye’de Beşar Esad yönetimi devrildi ve proje bu kez Irak ve Suriye Kürtlerini kapsayarak yeniden Türkiye’nin önüne konuldu. İşte yeni açılım budur. 

Devlet Bahçeli’nin Halep, Musul ve Kerkük’e plaka dağıtması, Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” demesi, ABD Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisi, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap” ittifakı ile ümmete işaret etmesi… 

Sorun şu ki “Türkiye büyümezse küçülür” sopasına taktıkları “Türkiye’yi Irak ve Suriye Kürtleriyle genişletme” oltası, aslında ve son tahlilde “Türkiye’yi büyüterek küçültme” projesidir.

Güncellenen BOP

ABD Büyükelçisi Barrack, bir diplomat değil, işadamı ve her şeyi açık açık anlatıyor. HaberTürk televizyonunda Trump’ın “çok sayıda ülke ve farklı planlar arasında yaşanan karmaşayı” nasıl ayırmak ve ilerletmek istediğini açıkladı: “Düşünün, Abraham Anlaşmaları’nı, bölgenin güçlü oyuncularından Türkiye’yi birleştirdiğinizi. Ama sadece Türkiye değil; Arap olmayan nüfusu Müslüman ağırlıklı bir ülke olarak Türkiye, İsrail, Körfez, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, kuzeye çıkın Azerbaycan, Ermenistan… Bunları birleştirdiğinizde dünyanın en güçlü bölgesi ortaya çıkar.”

Güncellenen BOP’tur bu, Trump’ın BOP’u…

Kürt meselesi, demokratikleşme, Büyük Türkiye vb diyerek, ABD’nin “yeni Ortadoğu düzeni”ne uyum sağlama peşindeler. ABD’nin yeni düzenine uyarak, iktidarlarını sürdürebilmenin derdindeler.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
2 Ağustos 2025

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’nin yeni harita niyeti

Mesele ne rejim meselesidir ne de nükleer meselesidir. Mesele harita meselesidir, mesele İngiltere ve Fransa yerine, yüzyıl sonra bölgenin haritasını ABD’nin çizmek istemesi meselesidir.

Beyaz Saray’daki anlaşma

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Beyaz Saray’daki koltuğuna 10 gün önce oturan Donald Trump’la görüşmek üzere Washington’a gitmeye hazırlanıyordu. Uçağa binmeden önce havalimanında şöyle dedi: “Hamas ve Hizbullah’a düzenlediğimiz saldırılarla Ortadoğu’nun haritasını yeniden çiziyoruz. Ancak Başkan Trump ile yakın çalışarak, haritayı daha da iyi bir şekilde yeniden çizebileceğimize inanıyorum” (AA, 2.2.2025).

ABD Başkanı Trump, Netanyahu ile Beyaz Saray’da görüşmesinden bir gün önce Oval Ofis’te gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtlıyordu. Batı Şeria’nın İsrail tarafından ilhak edilip edilmeyeceğine dair bir soruya şu yanıtı veriyordu: “İsrail toprak bakımından kesinlikle küçük bir ülke. Bakın masam Ortadoğu olsun, bu elimdeki harika kalem de, hatta kalemin üst kısmı da İsrail” (AA, 3.2.2025).

Barrack’ın misyonu

Trump, dedesi Lübnan göçmeni olan işadamı arkadaşı Tom Barrack’ı Ankara’ya ABD Büyükelçisi olarak gönderdi ve onu aynı zamanda ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi yaptı. Barrack Suriye’de cumhurbaşkanı Şara ve SDG Komutanı Mazlum Abdi’yle görüştü. Ve kamuoyuna sürekli “Yüzyıl önceki anlaşmalar ve haritalar” yanlıştı mesajı verdi, “Kürtlere haklarının verilmediğini” savundu, Lozan’ı hedef aldı. 

Özetle ABD Büyükelçisi Tom Barrack, bu söyledikleriyle aslında Ortadoğu’da Kürtler ve Yahudiler lehine yeni harita çizilmesini fiilen savunmuş oldu. Öyle ki Barrack “İsrail’in Suriye’de 400 kilometrekarelik tampon bölge kontrolü ele geçirdiğini” söyleyerek “harita çizmeye başladıklarını” bile söylemiş oldu.

İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu

İşte İsrail’in İran’a saldırısı bunun içindir, Ortadoğu’da yeni harita çizmek içindir.

ABD, 90’lar ve 2000’lerde Irak’a karşı, 2010’lar ve 2020’lerin ilk yarısında Suriye’ye karşı ”yeni harita çizme” saldırıları yaptı. Şimdi de İran’a karşı “yeni harita çizme” saldırısı başlattı.

Çünkü Washington “İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu” inşa etmek istiyor: İsrail’in genişlediği, Ortadoğu’da enerji ve ticaret yolu merkezi olduğu, Arapların İsrail’i tanıdığı ve gücünü kabul ettiği, Kürtlerin İsrail’e müttefik yapıldığı bir Ortadoğu… 

Peki bu hayata geçer mi? 

ABD’de İran yarılması

İran, büyük Atlantik propagandasına rağmen, Irak ya da Suriye olmadığını sahada gösteriyor. Öte yandan dünya ve küresel güç mücadelesinin yönü değişiyor. 

Ve ABD’de bu konuda “iç cephe bütünlüğü” yok: ABD halkının çoğunluğu Ortadoğu’da yeni bir macera istemiyor. ABD Kongresi Trump yönetiminin İran’a karşı savaşa dahil olmaması için yasaklayıcı bir tasarı çıkarıyor. ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, Trump’ı yalanlayarak “İran’ın nükleer silah üretmediğini” açıklıyor. İran konusunun Trump’a seçim kazandıran MAGA cephesini böldüğü belirtiliyor… 

Türkiye ne yapmalı?

35 yılda Irak, Suriye ve İran… 

İran engeli aşılırsa bu sıranın nasıl takip edeceği ortada. Ankara’nın Irak ve Suriye hatalarını İran’da tekrarlaması, kendi felaketimiz olacaktır.

Türkiye bu gerçeği görerek stratejik pozisyon almalıdır. Tarafsızlık masalı, ABD ve İsrail’e taraf olmaktır fiilen; Türkiye yarını düşünerek bugün komşusu İran’dan taraf olmalıdır. Taraf olarak, İsrail’e dolaylı istihbarat sağlayan Kürecik Radarı ile İncirlik Üssü’ne el konulması bile yeterli olacaktır. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Haziran 2025

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Yavuz-İdris’ten Erdoğan-Öcalan’a

Erdoğan-Bahçeli-Öcalan açılımı, bir demokratikleşme hamlesi değildir, hatta amacı doğrudan Kürt meselesi bile değildir. Bu açılımın asıl amacı, “Devletin dönüşümünde kaldıraç: Açılım” başlığı altında kısmen incelediğim gibi, devleti dönüştürmektir.

Devlet, Türk-Kürt-İslam rejimine uygun bir şekilde dönüştürülmek istenmektedir.

Öcalan’ın işaret ettiği ittifak

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK’ye “gelin kongrenizi Malazgirt’te yapın“ çağrısı da, TBMM Başkanı Numan Kurtuluş’un “Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi’nin yapmış olduğu ittifak”a dikkat çekmesi de aynı amacın gereğidir. 

Devleti Türk-Kürt-İslam rejimiyle dönüştürmek isteyenler, köklerini Sünni Yavuz ile Sünni (Şafi) İdris’in Şii Türkmen Şah İsmail’e karşı kurduğu ittifaka dayandırmaktadır. 

Hatta Malazgirt’teki tabloyu da bugünkü ihtiyaçlarına göre yorumlamaktadırlar: Öcalan 1. Açılım günlerinde örneğin “1071’deki (Malazgirt’teki) Türk-Kürt-İslam ittifakı” diyor (İmralı Notları, s.420), örneğin Yavuz-İdris ittifakını “İran hegemonyasına” karşı birliktelik olarak niteliyor (s.318-319).

Misakı Millicilik adı altında

Yavuz-İdris ittifakının güncel versiyonu olarak Erdoğan-Öcalan ittifakı, Türkiye’yi Kürtlerle genişletmeyi savunuyor. Bu tam olarak Yeni-Osmanlıcılıktır.

Nitekim anımsayacaksınız, DEM Partisini’nin İmralı heyetinin kıdemli isimlerinden Ahmet Türk de bunu şu şekilde formüle etmişti: “Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” (Nefes, 1.4.2025).

İktidarın “Lozan’ı hezimet” görmesi ama Misakı Millicilik yapması da bundandır: Türkiye’yi Kürtlerle genişleterek Musul, Kerkük ve Halep’i almak istiyorlar. Bahçeli’nin buralar için plaka dağıtması o nedenledir. 

İktidarın Suriye politikasının esası da budur. Erdoğan 10 Kasım 2017’de, Beştepe’de muhtarlara seslenirken “Kurtuluş Savaşı başlarken ilan edilen Misakı Milliye sahip çıkılamadığından” şikayet etmiş ve “Irak ile Suriye politikalarının hedefinin Misakı Milli olduğunu” belirtmiş, “İdlib’de yapılmakta olan budur, Afrin’de yapılmakta olan budur” demişti. 

Yine Öcalan da Misakı Milli’yi bir Türk-Kürt ittifakı diye niteleyerek güncel politik ihtiyacın argümanı haline getirmişti (s.93).

Yani Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan, Misakı Milli adı altında, Türkiye’yi Kürtlerle genişletip, Musul, Kerkük ve Halep’e uzanarak Yeni-Osmanlı inşa etmek istemektedirler. İşte Açılımla da bunu uygun bir Türk-Kürt-İslam rejimi oluşturup, devleti dönüştürmeye çalışmaktadırlar.

Projenin asıl sahibi

Bakınız bugünkü Misakı Millicilik, ne Türkiyeciliktir, ne de Türk ile Kürt’ün yararını gözetmektedir. Bugünkü Misakı Millicilik Yeni-Osmanlıcılıktır ve daha vahimi ABD emperyalizminin bölge planlamasının içindedir.

“Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” planının asıl sahibi Paul Henze’dir, Graham Fuller’dir, CIA’dır, Pentagon’dur, ABD’dir. “Kemalizm bitti” diyen, “Ilımlı İslami Yeni Türkiye Cumhuriyeti” hedefi koyan, “Türkiye’yi Kürtlerle genişletin” diyen onlardır. 

Graham Fuller’in 1999’da “Kuzey Irak’ı alın, Musul Kerkük sizin olsun” demesi de, Büyükelçi Robert Pearson’un 2003’te “Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusu tek bir ekonomik bölge olarak düşünülmeli” demesi de, David Philips’in 2007’deki “PKK’nin silahsızlandırılması, dağdan indirilmesi ve entegrasyonu” raporu da, bugün Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın dile getirdiği tezlerin asıl kaynağıdır.

ABD bugün Suriye’de PYD devletine o nedenle sponsordur, ABD bugün Irak’ta Barzani devletiyle 110 milyar dolarlık enerji işbirliğini o nedenle yapmaktadır. Ve ABD emperyalizminin planlarından Türk’e ve Kürt’e fayda ummak ise eşyanın tabiatına aykırıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Davutoğlu’nun Kürt jeopolitiği

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Esad yönetiminin yıkılmasını ve terör örgütü HTŞ’nin Şam’da iktidar olmasını, “Stratejik Derinlik” tezine 13 yıl sonra itibar kazandırma fırsatı olarak görüyor.

Davutoğlu bu amaçla Serbestiyet’e uzun bir yazı yazdı ve özetle haklı çıktığını, kendisini suçlayanların yanıldığını iddia etti ve hatta yüzleşme çağrısı yaptı (Serbestiyet, 19.1.2025).  

Türkiye’ye taşeronluk rolü biçti

Davutoğlu bu uzun yazısıyla “Stratejik Derinlik tezini yeniden yorumlama”ya soyunduğunu belirterek şu girişi yapıyor: “Stratejik Derinlik tezinin öngördüğü en önemli varsayım değişikliği, Türkiye’nin artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bir kutbun ‘kanat ülkesi’ olarak değil, tarihin büyük bir ivmeyle aktığı bir stratejik ve jeopolitik ortamın ‘merkez ülkesi’ olarak görülmesi ve politikalarının buna göre şekillenmesi gerektiğiydi.”

Peki Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik tezi ve aynı adlı kitabı, dahası danışmanlığı, dışişleri bakanlığı ve başbakanlığı, bugün iddia ettiği gibi Türkiye’nin “ABD’nin kanat ülkesi olmaktan çıkıp merkez ülke olmasını” mı hedefliyordu? Elbette değil.

Davutoğlu’nu kendi sözleriyle yalanlayalım: “ABD ile Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, enerji güvenliği konularına ilişkin yaklaşımımız neredeyse aynıdır. O yüzden ABD ile ilişkilerimizde önümüzde altın bir işbirliği dönemi var. Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak ve bu da Soğuk Savaş sonrasının yeni dünya düzeni olacaktır” (AA, 21.3.2009)

Yani Davutoğlu bugün iddia ettiği gibi Türkiye’yi ABD’nin kanat ülkesi olmaktan çıkarıp merkez ülke yapmaya soyunmuş değil; tersine Türkiye’yi, ABD’nin küresel düzeninin altında alt bölgesel düzen kuran bir taşeron olarak konumlandırmıştı. Anımsayın, bu görevi de “model ortak” diye nitelediler.

Bütünleşme ve genişleme

ABD’nin küresel düzenin altında bir alt düzen kurabilmeleri, Türkiye’nin Irak ve Suriye Kürtleri ile genişlemesi üzerinden olacaktı. Bunun için Bağdat’ı dışlayarak Erbil’le işbirliğine yöneldiler ve Şam yönetimini devirmeye soyundular.

İşte Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik tezi esas olarak bu hedefin gereği yazılmış ve ileri sürülmüştü. Bakınız kitapta bunlar nasıl yer alıyor:

“Bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturamamasının en önemli sebebi doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile bütünleşmesini kaçınılmaz kılmaktadır.” (Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 2001, S. 438)

“Kürt jeopolitiği uzun dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşme süreci içine girecektir. Uzun dönemde meselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren bir kader birliği meşruiyeti ile çözümlenecektir” (s. 448-449)

ABD stratejisinde derinlik

Aslında ortada Davutoğlu’na “ait” bir tez yok. Çünkü “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” politikası, gerçekte Washington’ın “Türkiye himayesinde Kürdistan” planıdır. 

Anımsayın, Irak’a kuzey cephesi açmayacağını ilan eden Ecevit hükümeti Bahçeli eliyle yıkılmış ve bu misyona AKP talip olmuştu. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson görevi net tarif etmişti: “Türkiye’nin güneydoğu ve doğusuyla, Irak’ın kuzeyi tek bir ekonomik bölge olmalı.”

İşte AKP’nin “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” politikası budur, işte DEM’in İmralı heyetindeki Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri, tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle beraber yaşamak istiyor” sözleri budur… 

Yani, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından, Stratejik Derinlik tezine iade edilebilecek bir itibar yoktur!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Ocak 2025

, , , , , ,

Yorum bırakın

Yeni paradigmanın iflası

Öcalan’ın mesajı üzerinden “yeni paradigma”nın ne olduğu tartışılıyor. Öcalan DEM’lilerle gönderdiği mesajda “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya ben de gerekli katkıyı sunacağım” diyor. Peki Erdoğan ve Bahçeli’nin güç verdiği “yeni paradigma” nedir?

Paradigma, en yalın haliyle ”izlenen mevcut model, yöntem” demektir. Fikret Başkaya’nın ünlü Paradigmanın İflası kitabının alt başlığı “Resmi İdeolojisinin Eleştirisine Giriş” idi ve Başkaya esas olarak Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist olmadığı iddiası üzerinden “paradigmayla” hesaplaşmaya çalışıyordu. 

Kemalist Devlet karşıtlığı cephesi

Hem “Siyasal İslamcılar” hem de ”Ayrılıkçı Kürtler” açısından yıkılmak istenen paradigma “Kemalist Devlet” idi ve ikisi de iki ayrı koldan Kemalist Devlet ile çarpıştı. En önemli müttefikleri de ABD ve AB oldu. (Kemalist görünümlüler ve sermayenin rolü ayrı bir yazı konusu.)

AKP’liler “100 yıllık parantez”, DEM’liler “100 yıllık yıkım süreci” diyerek Kemalist Devlet’ten arta kalanlara karşı fiilen aynı cepheden saldırılarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla Siyasal İslamcı ile Ayrılıkçı Kürt, zaman zaman siyasi kazanç için çatışsa da tarihsel olarak Kemalizme karşı nesnel ittifak halindedir. 

Ülkücü milliyetçiler mi? Kemalist Devrim’in milliyetçiliği etnisiteye dayanmıyordu ve en önemlisi antiemperyalistti. Türkiye’nin yıkım sürecini başlatan NATO’culuk, Türk milliyetçiliğinin bu iki özelliğini, ülkücü milliyetçilik ile adım adım değiştirdi. 12 Eylül ile Türk-İslam sentezciliğinin devlete egemen yapılmaya çalışılması, MHP’den İslamcı-Türkçü BBP’nin çıkması, sonra MHP’nin de İslamcılaşması ve en sonunda Türk-İslam sentezinin AKP-MHP ittifakı eliyle rejim değiştirmesi bir bütün süreçtir.

Türkiye’yi Kürtlerle genişletme

Yeni paradigma dedikleri ise 22 yıldır inişli çıkışlı uygulamaya çalıştıkları “ABD’nin küresel düzeninin altında bir alt bölgesel düzen kurma” hedefidir. Bunun somut ifadesi ise ”Türkiye’yi Kürtlerle genişletme”dir. AKP-MHP koalisyonunun eski Osmanlı vilayetlerine plaka dağıtması da bu yeni paradigmanın karikatür halidir!

Esad yönetiminin yıkılması, AKP-MHP iktidarının yeni paradigmasının yeni aşamasını başlatmış oldu. Suriye’yi yeni paradigmalarının oyun sahası haline getirdiler. Öcalan’ı yeni oyun sahasında yardımcı aktör olarak görüyorlar.

Önceki yazımda belirtmiştim, planları şu: Öcalan PKK’nin kendini tasfiye ettiğini açıklayacak, PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ise Federal Suriye içinde özerkliğin kabulü üzerinden silahlı güçlerini Suriye ordusuna entegre edecek.

Asıl amaç Irak ve Suriye’deki Kürtleri Türkiye himayesine almak elbette… 

ABD’nin İran hedefi

Suriye’deki aktörlerin pozisyonları, mücadeleleri bakımından karışık ama hedefleri bakımından sadedir: ABD ve PYD Suriye’nin kuzeydoğusunda bir cephe. Türkiye ise HTŞ ile yakın ama ABD’nin müttefiki. HTŞ iktidarını aynı zamanda İsrail’e borçlu ve bu nedenle çatışma istemiyor. İsrail hem Suriye’nin güneyini işgal ediyor, hem kuzeydeki PYD’yi kolluyor. HTŞ ise Türkiye’nin desteğine rağmen asıl ABD’nin olurunun peşinde.

Tüm bu güçler Esad’ı devirmede fiilen ittifak yaptılar. Ve hepsi İran’ın Suriye’deki varlığından rahatsızdı. Şimdi direniş ekseninin kara bağlantısının kopmasından topluca memnunlar.

Peki ilerleyen süreçte tüm bu güçler, fiilen İran’a karşı aynı cephede toplanırlar mı? İşte asıl soru ve “yeni paradigmanın son aşaması” budur!

Anımsayın, ABD ve İsrail 90’lardan beri Türkiye’de İran karşıtlığını besliyor. Siyasi cinayetlerde sürekli Tahran’ı işaret ederek kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. ABD ve İsrail, bölgede asıl olarak bir Türk-Fars çatışması arzuluyor. 

Geçen yıllardaki pek çok düşünce merkezi raporundan biliyoruz ki Washington, Ankara’nın “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hevesini, işte bu amacı doğrultusunda kullanmak isteyecektir. 

Önemle uyaralım: 1639 statükosunu bozmaya çalışmak ise daha baştan “yeni paradigmanın iflası” demektir! 

Türk-Kürt birliğinin paradigması bellidir: Atlantik düzeninde yıkıma uğrattıkları cumhuriyetimizi, devrimle yeniden inşa etmek!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
2 Ocak 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Kalkınma Yolu’nda Türkiye-Irak-İran

İran, Türkiye ile Irak arasındaki Kalkınma Yolu projesine katılacak mı? Bu sorunun yanıtı hem bölgesel işbirliğinin derinleşmesine hem de Güney Kafkasya’daki yol problemlerinin çözümüne katkı yapacak. 

Zira Azerbaycan ile Nahçıvan arasında oluşturulmaya çalışılan Zengezur Koridoru konusunda İran’ın endişeleri var. Tahran yönetimi “ulaşım yollarındaki engellerin ortadan kaldırılmasını” kategorik olarak destekliyor ancak bölgede “sınır değişikliği” oluşmasına ise itiraz ediyor. 

Peki bir sınır değişikliği oluşturmadan, örneğin tünel yoluyla, hatta İran’ı da dahil ederek, Azerbaycan ile Nahçıvan arasında bir bağlantı kurulmaz mı? 

Bunu ayrıca tartışmamız gerekiyor ancak asıl konumuza, İran’ın Kalkınma Yolu’na katılıp katılmayacağı konusuna bakalım. 

Irak davet etti, İran memnun

Irak, Kalkınma Yolu’na katılımı için İran’a davette bulundu. İran’ın Bağdat Büyükelçisi Muhammed Kazım Sadık, davet için Irak hükümetine teşekkür ederek Tahran’ın memnuniyetini aktardı: “Bölge ülkelerinin arasında ekonominin ve ticaretin büyümesine ve refahına katkıda bulunabilecek her türlü projeyi memnuniyetle karşılıyoruz.”

Büyükelçi Sadık, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pazeşkiyan’ın “bölge ülkelerinin demiryolu ve karayolu hatlarının birbirine bağlanmasının bir zorunluluk olduğu” görüşünü de aktardı.

Özetle İran yönetimi, Türkiye ve Irak’ın Kalkınma Yolu’na ilgi gösteriyor diyebiliriz. 

MEHR’in işaret ettiği bağ

Bu haberi servis eden İran’ın MEHR haber ajansının Kalkınma Yolu ile ilgili değerlendirmesi önemli, çünkü “Kalkınma Yolu” ile “Kuşak ve Yol“ arasında bir bağ kuruyor. Ajans, Çin’in Pakistan’daki Gwadar Limanı’nı 2015 yılından beri işletiyor olmasının, Irak’ın jeopolitik önemini artırdığını vurgulayarak  şöyle diyor: 

“Çünkü Gwadar’a ulaşan Çin malları, Süveyş Kanalı’ndan geçerek deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşmak yerine çok daha düşük maliyetle kısa sürede Avrupa’ya varacaktır.” (MEHR Haber Ajansı, 15.9.2024)

İşte bu gerçek, Türkiye ve Irak ile Çin’in ekonomik işbirliğini de daha derineleştirecektir. 

Unutulmamlı: Haziran’da Çin’i ziyaret eden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Kalkınma Yolu ile Kuşak ve Yol’u entegre etmek istiyoruz” demişti.  

Kuşak ve Yol ile kalkınma Yolu birleşecek

Bağdat’taki Kalkınma Yolu Projesi Konferansı’ndan hemen sonra Cumhuriyet’te yazdığım makalede, tam da buna dikkat çekmiştim:

”Kalkınma Yolu Projesi, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol ile aslında birbirini bütünleyen bir projedir. Kaldı ki Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşerek Körfez’e boşaldığı bölgedeki Büyük Fav Limanı, Çin’in işlettiği Pakistan’daki Gwadar Limanı’yla birlikte daha da önem kazanmaktadır.

“Şöyle ki, Gwadar Limanı, Çin’in Körfez’den aldığı petrolü ABD denetimindeki Malakka Boğazı’ndan geçirmesine gerek kalmadan, yoldan ve süreden tasarruf etmek için Pakistan üzerinden transfer ettiği adrestir. Petrol, buradan boru hattıyla Çin’in Sincan bölgesine ulaştırılmaktadır. (ABD’nin Uygur kışkırtmasının bir nedeni de budur.)

“Dolayısıyla şimdi Gwadar Limanı ile Büyük Fav Limanı ticarette bütünlük oluşturacak, Çin mallarının daha kısa bir yol üzerinden ve daha kısa bir sürede Avrupa’ya ulaştırılması sağlanacaktır.

“Yani Kuşak ve Yol ile Kalkınma Yolu birleşecek, Batı Asya’nın birlikte kazanmasının ve kalkınmasının yolu olarak Körfez bölgesi Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanacaktır.”

Akraba ülkeler

Başta değindiğimiz konuya dönersek… 

Körfez’deki Fav Limanı ile Avrupa arasında Irak ve Türkiye topraklarından geçecek bu kara ve demiryolu projesi, önemli bir ticaret köprüsü olmanın dışında, bölge barışı için de önemli potansiyeller taşıyor.

Örneğin İran’ın Kalkınma Yolu’na katılması, sınır değişikliğine yol açmadan bulunabilecek çözüm üzerinden Zengezur Koridoru için de kolaylaştırıcı olacaktır.

Ve bitirirken belirtelim: İran Cumhurbaşkanı Pazeşkiyan ilk yurtdışı ziyaretini Irak’a yaptı ve ülkesinde düzenlediği ilk basın toplantısında, “Türkiye dostumuz, kardeşimiz ve akrabamızdır” diyerek yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret edeceğini ifade etti.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
17 Eylül 2024

, , , , , ,

1 Yorum

AKP’NİN Şİİ’MSİ KARTI: İZZETTİN DOĞAN

Bağdat’a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye ile Irak arasında iki yıldır yaşanan gerilimin bittiğini söyledi ve “artık beyaz sayfa açıyoruz” dedi. (Yeni Şafak, 11 Kasım 2013)

AKP BEYAZ BAYRAK SALLIYOR

Davutoğlu’nun Irak’la “beyaz sayfa açmasını”, biz, AKP’nin bölgeye beyaz bayrak sallaması olarak okuyoruz. Nitekim bu köşede AKP’nin Irak, İran, Suriye ve Mısır konularından geri adımlar atmaya başladığını birkaç kez incelemiştik.

Şimdi AKP, bölgeye beyaz bayrak sallamasını, diplomatik bir başarı gibi göstermeye, “beyaz sayfa açtık” gibi barışsever sözlerle perdelemeye çalışacak, çalışıyor…

Kuşkusuz bölge, beyaz bayrak sallanmasını bir ölçüde kabul edecek, bundan yararlanmaya çalışacak. Fakat AKP’nin Suriye’de Beşar Esad’ı, Irak’ta Nuri El Maliki’yi yıkma girişimini de arşivin en önemli rafında tutacak!

DAVUTOĞLU’NUN SÖZLERİNDEKİ ŞİFRELER

Davutoğlu’na göre, Türkiye ile Irak arasındaki iki yıllık gerilimin bitmesinde ve beyaz sayfa açılmasında etkili olan üç unsur şöyle:

1. “En önemli faktör Irak içindeki yumuşama.”

Maliki’nin değil, AKP’nin “yumuşadığını” ortada. Davutoğlu bu sözle eğer Maliki ile Barzani’nin ilişkileri normalleştirmesine vurgu yapıyorsa, o ilişkileri germeye çalışanın da AKP olduğu ortada. Dolayısıyla bu söz ancak Bağdat’a “Erbil’i kışkırtmayacağız” sözü anlamında okunabilir.

2. “İkinci boyutu, seçimler yaklaşıyor.”

Allavi-Haşimi ikilisine dayanarak Maliki’yi devirmeye çalışan ve başarısız olan Davutoğlu, bu açıklamasıyla önümüzdeki seçimleri de Maliki çizgisinin kazanacağına işaret etmiş oluyor.

3. “Üçüncü boyutu ise bölgede Suriye bağlamında bir Şii Sünni çatışması ihtimali doğarken bu atmosferi kıracak, gerilimi dağıtacak, mezhep çatışmasından medet uman çevrelerin planlarını bozacak en önemli şey, Türkiye Irak ve Türkiye İran ilişkileridir.” (Yeni Şafak, 11 Kasım 2012).

Davutoğlu’nun üçüncü etkeni üzerinde biraz daha ayrıntılı durmalıyız.

İRAN’DAN MEZHEP ÇATIŞMASI UYARISI

Suriye’ye Batı baskısı, her ne kadar bir mezhep savaşı temelinde başlamadıysa da, oraya doğru evirilmesinde Atlantik kuvvetlerinin sayısız çıkarı var. Çünkü bölgenin Şii-Sünni şeklinde bölünmesi ve taraflar arasında uzun süreli savaşlar çıkması, her takvimde emperyalizme bölgeye müdahale imkânı verecektir.

Nitekim bölgedeki savaşın diğer tarafını temsil eden İran da artık bu tehlikeye dikkat çekmektedir. BBC’ye konuşan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, mezhep savaşı uyarısı yapmaktadır: “Bazıları dar görüşü çıkarları için düşmanlıkları körükledi. Suriye, Irak ve Pakistan şu anda mezhep çatışmaları artışı gösteren başlıca ülkeler arasındadır. Sünniler ile Şiiler arasındaki çatışma, sadece bölge değil bütün dünya için en ciddi güvenlik tehdidi. İslam dünyasında mezhep eksenli bir bölünmenin hepimiz için bir tehdit olduğunu anlamamız gerektiğini düşünüyorum.” (BBC Türkçe, 11 Kasım 2013).

AKP’NİN ÇARESİZ HAMLELERİ

Zarif’in Davutoğlu’yla yaptığı son görüşmede bu konunun en önemli gündem maddesi olduğu anlaşılıyor.

Mezhep çatışmasının kaynağı, emperyalizmdir; Irak’ı işgalidir, Suriye’yi bölmek istemesidir. Peki, AKP bariz rolü de olan bu saflaşmada şimdi ne yapacak?

Davutoğlu’nun açıklamalarından iz sürelim: “Sistani, çok saygı duyduğum birisi. Sünni Şii gerilimini düşüren, terör saldırılarının intikam kültürü haline dönüşmesini engelleyen, olağanüstü pozitif rol oynayan birisi. Üç ilim adamını götürüyorum o yüzden. H. Kamil Yılmaz, Hüseyin Hatemi ve İzzettin Doğan’ı da götürüyoruz. Şii Sünni geriliminin önüne geçilmesini konuşuruz.” (Yeni Şafak, 11 Kasım 2013)

Böylece İzzettin Doğan’ın sadece Fethullah Gülen’in Cami-Cemevi projesine dâhil olmadığını da öğrenmiş oluyoruz. Davutoğlu’nun açıklamasına bakılırsa, Doğan aynı zamanda AKP’nin bölgede Şii’msi bir kartı olarak kullanılacak.

Kuşkusuz Doğan’ın bu alanda bir karta dönüşmesi, AKP’nin düştüğü çaresizliğin göstergesidir.

AKP bölgede Sünni-Şii gerilimini gerçekten düşürmek istiyorsa, Doğan gibi kartlarla komşularını oyalamayacak; önce Esad’ı yıkma hedefinden tamamen vazgeçtiğine bölgeyi inandıracak!

İşi oldukça zor…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Kasım 2013

, , , ,

Yorum bırakın

‘DEĞERLİ YALNIZLIK’TAN ‘DEĞERSİZ DÖNÜŞ’E

Baştan saptayalım: “Sıfır sorun” aslında bir Ahmet Davutoğlu icadı değildir. BOP’un AKP’ye düşen görev kısmının adıdır.

Nitekim Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olarak atanmadan hemen önce şu sözlerle o projenin uygulayıcısı olacağının sözünü vermişti: “ABD ile Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, enerji güvenliği konularına ilişkin yaklaşımımız neredeyse aynıdır. O yüzden ABD ile ilişkilerimizde önümüzde altın bir işbirliği dönemi var. Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak ve bu da soğuk savaş sonrasının yeni dünya düzeni olacaktır.” (Anadolu Ajansı, 21 Mart 2009).

Yani Davutoğlu, ABD’nin küresel düzenine katkı olarak bir alt düzen inşa edeceklerinin sözünü vererek koltuğa oturmuş oldu. O alt düzen de “komşularla sıfır sorun” diyerek ABD adına bir Ortadoğu Birliği kurmaktı.

BOP DA, SIFIR SORUN DA ÇUVALLADI

Ancak olmadı. ABD’yle birlikte AKP de yenildi. Üstelik Ortadoğu’dan asker çeken ABD, AKP gibi hükümetlere verdiği askeri desteği de çekmiş oldu.

İşte “sıfır sorundan”, “sıfır komşuya” dönüşen macera özetle budur. Maceranın sonunda AKP İran başta olmak üzere Irak, Suriye ve Mısır’la karşı karşıya kalmıştır.

AKP ise bu berbat tabloyu “değerli yalnızlık” diyerek yutturmaya çalışmıştır. Güya, “tamam yalnızız ama doğru yerde ve haklı zeminde duruyoruz, o yüzden de pozisyonumuz çok değerli” demeye getirmiştir.

Oysa hiç de öyle değildir. Tersine doğru yerde ve haklı zeminde durmadığı için yalnız kalmıştır!

‘HAYSİYETLİ KIVIRIŞ’ ADIMLARI

AKP şimdi “değerli yalnızlık” saçmalığını bir kenara bırakarak, “haysiyetli bir kıvırış”, “değerli bir dönüş” arayışına girmiştir. Zira “değerli” sandığı bu yalnızlık ile kritik seçimli 18 ayı atlatamayacağını görmektedir.

AKP, şu ana kadar “haysiyetli kıvırış” ya da “değerli dönüş” adına şu adımları attı:

1. Davutoğlu, Suriye konusunda, “ben hiç kırmızı çizgi telaffuz etmedim” dedi! AKP Cenevre-2 konferansına mecbur kaldı. El Kaide türevleriyle arasına mesafe koymaya başladı. Teröristlerin kontrolüne bıraktığı sınırları, TSK’nin inisiyatifine adım adım devretmeye başladı. Ankara-Tahran arasında varılan mutabakat gereği, sadece muhaliflere değil, Şam yönetimine de insani yardımda bulunmayı kabul etti.

2. AKP, provokatör dediği ve uzun süre Allavi-Haşimi kuvvetlerine dayanarak devirmeye çalıştığı Irak Başbakanı Nuri El Maliki’ye el uzattı. Erdoğan Bağdat’a özel elçi gönderdi ve Maliki’yi Ankara’ya davet etti. AKP, Erbil’i Bağdat’tan koparma ve himaye etme hamlelerini durdurdu.

3. Mursi’yi destekleyen, hatta İhvan’ı Mısır devrimine direnmeye çağıran, büyükelçisini Kahire’den çeken AKP, burada da “haysiyetli kıvırışlar” içine girdi. Önce Mısır karşıtı açıklamalara ve meydanlarda Mursicilik yapmaya bir son verdi. Ardından Büyükelçi Hüseyin Avni Botsalı’yı yeniden Kahire’ye gönderdi ve darbe dediği 3 Temmuz devrimini, onun ağzından “devrim” diyerek düzeltme yoluna girdi.

4. İran’ı karşısına alarak ve dışlayarak Ortadoğu’da başarılı olamayacağını gören AKP hükümeti, Tahran’la işbirliğine açık olduğu mesajını verdi ve yolu açtı. Ankara-Tahran arasında şimdi öncelikle Suriye olmak üzere bazı konularda mutabakat arayışları son hızla ilerliyor. İki ülke Dışişleri Bakanları arasında yapılan son görüşmede de, ilkini yukarıda yazdığımız 3 mutabakata varıldığı açıklandı.

DEĞERSİZ GERİ ADIMLAR!

Peki, bu “haysiyetli kıvırış”, bu “onurlu dönüş” AKP Hükümeti’ni kurtaracak mı?

Son tahlilde AKP’nin kaderi, Haziran Halk Hareketi’nin ve o harekete önderlik eden örgütlü kuvvetlerin elinde. Şimdi o kuvvetler güç topluyor ve yeni bir toplumsal dalgaya hazırlanıyor.

İşte o süreç geldiğinde, AKP Hükümeti için hiçbir geri adımının değeri kalmayacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Kasım 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

ABD’NİN ÜÇ KÜRT AÇILIMI

PKK lideri Cemil Bayık’ın “Geri çekilmeyi durduruyoruz” sözleri AKP-PKK işbirliğinin ve “Kürt Açılımının” bittiği şeklinde yorumlandı. Ardından PKK liderlerinden Remzi Kartal’ın, “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi, biten bir sürecin muhasebesi gibi algılandı.

Peki, öyle mi? Bugün bu soruya yanıt arayacağız.

Öncelikle belirtelim. Remzi Kartal’ın “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi bir doğruya, ama eksik bir doğruya işaret etmektedir. PKK’nin AKP’ye göre Açılımdan daha kârlı çıktığı doğrudur ama ABD’nin hem AKP’den, hem de PKK’den daha kârlı olduğu en doğrusudur. Çünkü alt yüklenicilerin kârlarının toplamı ana yükleyicinin hanesine yazılacaktır ve her halükarda ABD, enstrümanlarından daha kârlıdır.

Bu gerçek, bir başka gerçeğe daha işaret eder. Açılımı AKP ya da PKK başlatmadığı için AKP ya da PKK bitiremez. Kim bitirebilir? Açılımın ana yüklenicisi olan ABD; zira açılımı o başlatmıştır.

Peki, ABD Açılımı ne zaman başlattı? İnceleyelim:

ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 1. AÇILIMI

Bu Açılım, 1986 yılında Pentagon’un iki numarası olan William Taft’ın “Kürt dosyasını” Turgut Özal’a getirmesiyle başlar. Özal dosyayı kabul eder ama dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ, Taft’la görüşmeyerek dosyayı Türk Ordusu adına reddeder.

ABD bu ilk Açılımda atılımı, Irak’a saldırarak yaptı. Sonuçları ise Irak’ın kuzeyinde, 1991’de bir kukla devletçiğin filizlenmesidir.

Çekiç Güç’ün 17 Nisan 1991’de Irak’ın kuzeyine girmesiyle kurulan devletçik, 1992’de parlamentoya kavuştu ve 1996 yılına kadar iyice serpildi. TSK’nin Türk hükümetlerine rağmen bu devletçiğe yaptığı Çelik Harekâtı gibi müdahaleler ise devletçiğin resmiyet kazanmasını engelledi.

ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 2. AÇILIMI

Bu Açılım, aslında 1998 Washington sürecinde Barzani’nin TSK denetiminden çıkarılmasıyla başladı ve 1999’da Türkiye’ye dayatılan ABD’nin Yeni Kürt Planı ile uygulamaya geçti. Plan Pentagon tarafından Alan Makovsky başkanlığındaki bir ekibe hazırlatıldı, ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın onayı ve ABD Başkanı Bill Clinton’un parafı ile yürürlüğe girdi.

ABD bu ikinci Açılımda atılımı, 2003’te Irak’ı işgal ederek yaptı. Bu süreçte Irak fiilen üçe bölündü ve Washington, Erbil merkezli Kürt Devleti’ni adım adım Bağdat’tan kopardı.

Ancak Irak’ın 2004’te ABD’ye direnmeye başlaması, 2006’da Hizbullah’ın İsrail’i yenmesi, 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a saldırması ve 2008’de ekonomik krizin patlaması ABD’yi planlarını tamamlamaktan alıkoydu. Washington adım adım Ortadoğu’dan çekildi ve kalan işlerini taşeronlarına bıraktı.

ABD’NİN SURİYE ÜZERİNDEN 3. AÇILIMI

Bu Açılım, 2009’da Abdullah Gül’ün “çok güzel şeyler olacak” demesiyle başlatıldı. Ankara, Bağdat, Şam ve Beyrut’la bir Ortadoğu Birliği kurarak, Büyük Kürt devletinin yollarını döşeyecekti.

Ancak Ortadoğu’da halk hareketleri başladı ve plan değiştirilmek zorunda kaldı. Suriye, Büyük Kürdistan’a silahla mecbur bırakılacaktı.

2011’de başlatılan Atlantik saldırısının merkezinde ABD’nin Kürt Koridoru planı vardı. ABD, Irak’ın kuzeyindeki devletçiğini Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmaya çalışacaktı. Bu planın aktörleri Erdoğan ve Öcalan’dı. Paranın kaynağı ise Katar ve Suudi Arabistan…

İşte AKP’nin Türkiye’de bir “Kürt Açılımı” başlatması ve Öcalan’la Suriye merkezli bir ortaklığa soyunmasının sebebi bu üçüncü Açılımdır. Öcalan’ın PKK’ye İran, Irak ve Suriye’de yeni görev alanları çizmesi bu nedenledir.

ABD’NİN TÜRKİYE ÜZERİNDEN 4. AÇILIMI

Kısaca özetlediğimiz gibi Açılımların sahibi ABD’dir ve AKP ile PKK Açılımın alt yüklenicileridir. Dolayısıyla ABD’ye rağmen süreci bitirmeleri mümkün değildir.

Ancak ABD’nin Açılımını Türkiye’nin, hele de komşularıyla birleşen Türkiye’nin bitirebileceğini özellikle vurgulayalım. Hatta bitirmek zorunda olduğunun da altını çizelim.

Zira ABD’nin dördüncü Açılımı Türkiye üzerinden olacaktır ve Irak’ın kuzeyindeki yapı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açıldıktan sonra Türkiye’ye doğru genişleyecek ve Diyarbakır merkezli olarak Büyük Kürdistan kurulacaktır!

O nedenle Türkiye’nin ve bölgenin savunma hattı bugün Suriye’dedir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Eylül 2013

, , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın