Posts Tagged Irak
Davutoğlu’nun Kürt jeopolitiği
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 20/01/2025
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Esad yönetiminin yıkılmasını ve terör örgütü HTŞ’nin Şam’da iktidar olmasını, “Stratejik Derinlik” tezine 13 yıl sonra itibar kazandırma fırsatı olarak görüyor.
Davutoğlu bu amaçla Serbestiyet’e uzun bir yazı yazdı ve özetle haklı çıktığını, kendisini suçlayanların yanıldığını iddia etti ve hatta yüzleşme çağrısı yaptı (Serbestiyet, 19.1.2025).
Türkiye’ye taşeronluk rolü biçti
Davutoğlu bu uzun yazısıyla “Stratejik Derinlik tezini yeniden yorumlama”ya soyunduğunu belirterek şu girişi yapıyor: “Stratejik Derinlik tezinin öngördüğü en önemli varsayım değişikliği, Türkiye’nin artık Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi bir kutbun ‘kanat ülkesi’ olarak değil, tarihin büyük bir ivmeyle aktığı bir stratejik ve jeopolitik ortamın ‘merkez ülkesi’ olarak görülmesi ve politikalarının buna göre şekillenmesi gerektiğiydi.”
Peki Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik tezi ve aynı adlı kitabı, dahası danışmanlığı, dışişleri bakanlığı ve başbakanlığı, bugün iddia ettiği gibi Türkiye’nin “ABD’nin kanat ülkesi olmaktan çıkıp merkez ülke olmasını” mı hedefliyordu? Elbette değil.
Davutoğlu’nu kendi sözleriyle yalanlayalım: “ABD ile Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, enerji güvenliği konularına ilişkin yaklaşımımız neredeyse aynıdır. O yüzden ABD ile ilişkilerimizde önümüzde altın bir işbirliği dönemi var. Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak ve bu da Soğuk Savaş sonrasının yeni dünya düzeni olacaktır” (AA, 21.3.2009)
Yani Davutoğlu bugün iddia ettiği gibi Türkiye’yi ABD’nin kanat ülkesi olmaktan çıkarıp merkez ülke yapmaya soyunmuş değil; tersine Türkiye’yi, ABD’nin küresel düzeninin altında alt bölgesel düzen kuran bir taşeron olarak konumlandırmıştı. Anımsayın, bu görevi de “model ortak” diye nitelediler.
Bütünleşme ve genişleme
ABD’nin küresel düzenin altında bir alt düzen kurabilmeleri, Türkiye’nin Irak ve Suriye Kürtleri ile genişlemesi üzerinden olacaktı. Bunun için Bağdat’ı dışlayarak Erbil’le işbirliğine yöneldiler ve Şam yönetimini devirmeye soyundular.
İşte Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik tezi esas olarak bu hedefin gereği yazılmış ve ileri sürülmüştü. Bakınız kitapta bunlar nasıl yer alıyor:
“Bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturamamasının en önemli sebebi doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da bu coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesi ile bütünleşmesini kaçınılmaz kılmaktadır.” (Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 2001, S. 438)
“Kürt jeopolitiği uzun dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güç ile bütünleşme süreci içine girecektir. Uzun dönemde meselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren bir kader birliği meşruiyeti ile çözümlenecektir” (s. 448-449)
ABD stratejisinde derinlik
Aslında ortada Davutoğlu’na “ait” bir tez yok. Çünkü “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” politikası, gerçekte Washington’ın “Türkiye himayesinde Kürdistan” planıdır.
Anımsayın, Irak’a kuzey cephesi açmayacağını ilan eden Ecevit hükümeti Bahçeli eliyle yıkılmış ve bu misyona AKP talip olmuştu. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson görevi net tarif etmişti: “Türkiye’nin güneydoğu ve doğusuyla, Irak’ın kuzeyi tek bir ekonomik bölge olmalı.”
İşte AKP’nin “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” politikası budur, işte DEM’in İmralı heyetindeki Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtleri, tıpkı Osmanlı’daki gibi Türklerle beraber yaşamak istiyor” sözleri budur…
Yani, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından, Stratejik Derinlik tezine iade edilebilecek bir itibar yoktur!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
20 Ocak 2025
Yeni paradigmanın iflası
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 02/01/2025
Öcalan’ın mesajı üzerinden “yeni paradigma”nın ne olduğu tartışılıyor. Öcalan DEM’lilerle gönderdiği mesajda “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya ben de gerekli katkıyı sunacağım” diyor. Peki Erdoğan ve Bahçeli’nin güç verdiği “yeni paradigma” nedir?
Paradigma, en yalın haliyle ”izlenen mevcut model, yöntem” demektir. Fikret Başkaya’nın ünlü Paradigmanın İflası kitabının alt başlığı “Resmi İdeolojisinin Eleştirisine Giriş” idi ve Başkaya esas olarak Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist olmadığı iddiası üzerinden “paradigmayla” hesaplaşmaya çalışıyordu.
Kemalist Devlet karşıtlığı cephesi
Hem “Siyasal İslamcılar” hem de ”Ayrılıkçı Kürtler” açısından yıkılmak istenen paradigma “Kemalist Devlet” idi ve ikisi de iki ayrı koldan Kemalist Devlet ile çarpıştı. En önemli müttefikleri de ABD ve AB oldu. (Kemalist görünümlüler ve sermayenin rolü ayrı bir yazı konusu.)
AKP’liler “100 yıllık parantez”, DEM’liler “100 yıllık yıkım süreci” diyerek Kemalist Devlet’ten arta kalanlara karşı fiilen aynı cepheden saldırılarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla Siyasal İslamcı ile Ayrılıkçı Kürt, zaman zaman siyasi kazanç için çatışsa da tarihsel olarak Kemalizme karşı nesnel ittifak halindedir.
Ülkücü milliyetçiler mi? Kemalist Devrim’in milliyetçiliği etnisiteye dayanmıyordu ve en önemlisi antiemperyalistti. Türkiye’nin yıkım sürecini başlatan NATO’culuk, Türk milliyetçiliğinin bu iki özelliğini, ülkücü milliyetçilik ile adım adım değiştirdi. 12 Eylül ile Türk-İslam sentezciliğinin devlete egemen yapılmaya çalışılması, MHP’den İslamcı-Türkçü BBP’nin çıkması, sonra MHP’nin de İslamcılaşması ve en sonunda Türk-İslam sentezinin AKP-MHP ittifakı eliyle rejim değiştirmesi bir bütün süreçtir.
Türkiye’yi Kürtlerle genişletme
Yeni paradigma dedikleri ise 22 yıldır inişli çıkışlı uygulamaya çalıştıkları “ABD’nin küresel düzeninin altında bir alt bölgesel düzen kurma” hedefidir. Bunun somut ifadesi ise ”Türkiye’yi Kürtlerle genişletme”dir. AKP-MHP koalisyonunun eski Osmanlı vilayetlerine plaka dağıtması da bu yeni paradigmanın karikatür halidir!
Esad yönetiminin yıkılması, AKP-MHP iktidarının yeni paradigmasının yeni aşamasını başlatmış oldu. Suriye’yi yeni paradigmalarının oyun sahası haline getirdiler. Öcalan’ı yeni oyun sahasında yardımcı aktör olarak görüyorlar.
Önceki yazımda belirtmiştim, planları şu: Öcalan PKK’nin kendini tasfiye ettiğini açıklayacak, PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ise Federal Suriye içinde özerkliğin kabulü üzerinden silahlı güçlerini Suriye ordusuna entegre edecek.
Asıl amaç Irak ve Suriye’deki Kürtleri Türkiye himayesine almak elbette…
ABD’nin İran hedefi
Suriye’deki aktörlerin pozisyonları, mücadeleleri bakımından karışık ama hedefleri bakımından sadedir: ABD ve PYD Suriye’nin kuzeydoğusunda bir cephe. Türkiye ise HTŞ ile yakın ama ABD’nin müttefiki. HTŞ iktidarını aynı zamanda İsrail’e borçlu ve bu nedenle çatışma istemiyor. İsrail hem Suriye’nin güneyini işgal ediyor, hem kuzeydeki PYD’yi kolluyor. HTŞ ise Türkiye’nin desteğine rağmen asıl ABD’nin olurunun peşinde.
Tüm bu güçler Esad’ı devirmede fiilen ittifak yaptılar. Ve hepsi İran’ın Suriye’deki varlığından rahatsızdı. Şimdi direniş ekseninin kara bağlantısının kopmasından topluca memnunlar.
Peki ilerleyen süreçte tüm bu güçler, fiilen İran’a karşı aynı cephede toplanırlar mı? İşte asıl soru ve “yeni paradigmanın son aşaması” budur!
Anımsayın, ABD ve İsrail 90’lardan beri Türkiye’de İran karşıtlığını besliyor. Siyasi cinayetlerde sürekli Tahran’ı işaret ederek kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. ABD ve İsrail, bölgede asıl olarak bir Türk-Fars çatışması arzuluyor.
Geçen yıllardaki pek çok düşünce merkezi raporundan biliyoruz ki Washington, Ankara’nın “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hevesini, işte bu amacı doğrultusunda kullanmak isteyecektir.
Önemle uyaralım: 1639 statükosunu bozmaya çalışmak ise daha baştan “yeni paradigmanın iflası” demektir!
Türk-Kürt birliğinin paradigması bellidir: Atlantik düzeninde yıkıma uğrattıkları cumhuriyetimizi, devrimle yeniden inşa etmek!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
2 Ocak 2025
Kalkınma Yolu’nda Türkiye-Irak-İran
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 18/09/2024
İran, Türkiye ile Irak arasındaki Kalkınma Yolu projesine katılacak mı? Bu sorunun yanıtı hem bölgesel işbirliğinin derinleşmesine hem de Güney Kafkasya’daki yol problemlerinin çözümüne katkı yapacak.
Zira Azerbaycan ile Nahçıvan arasında oluşturulmaya çalışılan Zengezur Koridoru konusunda İran’ın endişeleri var. Tahran yönetimi “ulaşım yollarındaki engellerin ortadan kaldırılmasını” kategorik olarak destekliyor ancak bölgede “sınır değişikliği” oluşmasına ise itiraz ediyor.
Peki bir sınır değişikliği oluşturmadan, örneğin tünel yoluyla, hatta İran’ı da dahil ederek, Azerbaycan ile Nahçıvan arasında bir bağlantı kurulmaz mı?
Bunu ayrıca tartışmamız gerekiyor ancak asıl konumuza, İran’ın Kalkınma Yolu’na katılıp katılmayacağı konusuna bakalım.
Irak davet etti, İran memnun
Irak, Kalkınma Yolu’na katılımı için İran’a davette bulundu. İran’ın Bağdat Büyükelçisi Muhammed Kazım Sadık, davet için Irak hükümetine teşekkür ederek Tahran’ın memnuniyetini aktardı: “Bölge ülkelerinin arasında ekonominin ve ticaretin büyümesine ve refahına katkıda bulunabilecek her türlü projeyi memnuniyetle karşılıyoruz.”
Büyükelçi Sadık, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pazeşkiyan’ın “bölge ülkelerinin demiryolu ve karayolu hatlarının birbirine bağlanmasının bir zorunluluk olduğu” görüşünü de aktardı.
Özetle İran yönetimi, Türkiye ve Irak’ın Kalkınma Yolu’na ilgi gösteriyor diyebiliriz.
MEHR’in işaret ettiği bağ
Bu haberi servis eden İran’ın MEHR haber ajansının Kalkınma Yolu ile ilgili değerlendirmesi önemli, çünkü “Kalkınma Yolu” ile “Kuşak ve Yol“ arasında bir bağ kuruyor. Ajans, Çin’in Pakistan’daki Gwadar Limanı’nı 2015 yılından beri işletiyor olmasının, Irak’ın jeopolitik önemini artırdığını vurgulayarak şöyle diyor:
“Çünkü Gwadar’a ulaşan Çin malları, Süveyş Kanalı’ndan geçerek deniz yoluyla Avrupa’ya ulaşmak yerine çok daha düşük maliyetle kısa sürede Avrupa’ya varacaktır.” (MEHR Haber Ajansı, 15.9.2024)
İşte bu gerçek, Türkiye ve Irak ile Çin’in ekonomik işbirliğini de daha derineleştirecektir.
Unutulmamlı: Haziran’da Çin’i ziyaret eden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Kalkınma Yolu ile Kuşak ve Yol’u entegre etmek istiyoruz” demişti.
Kuşak ve Yol ile kalkınma Yolu birleşecek
Bağdat’taki Kalkınma Yolu Projesi Konferansı’ndan hemen sonra Cumhuriyet’te yazdığım makalede, tam da buna dikkat çekmiştim:
”Kalkınma Yolu Projesi, Çin’in liderlik ettiği Kuşak ve Yol ile aslında birbirini bütünleyen bir projedir. Kaldı ki Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşerek Körfez’e boşaldığı bölgedeki Büyük Fav Limanı, Çin’in işlettiği Pakistan’daki Gwadar Limanı’yla birlikte daha da önem kazanmaktadır.
“Şöyle ki, Gwadar Limanı, Çin’in Körfez’den aldığı petrolü ABD denetimindeki Malakka Boğazı’ndan geçirmesine gerek kalmadan, yoldan ve süreden tasarruf etmek için Pakistan üzerinden transfer ettiği adrestir. Petrol, buradan boru hattıyla Çin’in Sincan bölgesine ulaştırılmaktadır. (ABD’nin Uygur kışkırtmasının bir nedeni de budur.)
“Dolayısıyla şimdi Gwadar Limanı ile Büyük Fav Limanı ticarette bütünlük oluşturacak, Çin mallarının daha kısa bir yol üzerinden ve daha kısa bir sürede Avrupa’ya ulaştırılması sağlanacaktır.
“Yani Kuşak ve Yol ile Kalkınma Yolu birleşecek, Batı Asya’nın birlikte kazanmasının ve kalkınmasının yolu olarak Körfez bölgesi Türkiye üzerinden Avrupa’ya bağlanacaktır.”
Akraba ülkeler
Başta değindiğimiz konuya dönersek…
Körfez’deki Fav Limanı ile Avrupa arasında Irak ve Türkiye topraklarından geçecek bu kara ve demiryolu projesi, önemli bir ticaret köprüsü olmanın dışında, bölge barışı için de önemli potansiyeller taşıyor.
Örneğin İran’ın Kalkınma Yolu’na katılması, sınır değişikliğine yol açmadan bulunabilecek çözüm üzerinden Zengezur Koridoru için de kolaylaştırıcı olacaktır.
Ve bitirirken belirtelim: İran Cumhurbaşkanı Pazeşkiyan ilk yurtdışı ziyaretini Irak’a yaptı ve ülkesinde düzenlediği ilk basın toplantısında, “Türkiye dostumuz, kardeşimiz ve akrabamızdır” diyerek yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret edeceğini ifade etti.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
17 Eylül 2024
ABD’NİN ÜÇ KÜRT AÇILIMI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 10/09/2013
PKK lideri Cemil Bayık’ın “Geri çekilmeyi durduruyoruz” sözleri AKP-PKK işbirliğinin ve “Kürt Açılımının” bittiği şeklinde yorumlandı. Ardından PKK liderlerinden Remzi Kartal’ın, “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi, biten bir sürecin muhasebesi gibi algılandı.
Peki, öyle mi? Bugün bu soruya yanıt arayacağız.
Öncelikle belirtelim. Remzi Kartal’ın “Açılımdan biz kârlı çıktık” demesi bir doğruya, ama eksik bir doğruya işaret etmektedir. PKK’nin AKP’ye göre Açılımdan daha kârlı çıktığı doğrudur ama ABD’nin hem AKP’den, hem de PKK’den daha kârlı olduğu en doğrusudur. Çünkü alt yüklenicilerin kârlarının toplamı ana yükleyicinin hanesine yazılacaktır ve her halükarda ABD, enstrümanlarından daha kârlıdır.
Bu gerçek, bir başka gerçeğe daha işaret eder. Açılımı AKP ya da PKK başlatmadığı için AKP ya da PKK bitiremez. Kim bitirebilir? Açılımın ana yüklenicisi olan ABD; zira açılımı o başlatmıştır.
Peki, ABD Açılımı ne zaman başlattı? İnceleyelim:
ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 1. AÇILIMI
Bu Açılım, 1986 yılında Pentagon’un iki numarası olan William Taft’ın “Kürt dosyasını” Turgut Özal’a getirmesiyle başlar. Özal dosyayı kabul eder ama dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ, Taft’la görüşmeyerek dosyayı Türk Ordusu adına reddeder.
ABD bu ilk Açılımda atılımı, Irak’a saldırarak yaptı. Sonuçları ise Irak’ın kuzeyinde, 1991’de bir kukla devletçiğin filizlenmesidir.
Çekiç Güç’ün 17 Nisan 1991’de Irak’ın kuzeyine girmesiyle kurulan devletçik, 1992’de parlamentoya kavuştu ve 1996 yılına kadar iyice serpildi. TSK’nin Türk hükümetlerine rağmen bu devletçiğe yaptığı Çelik Harekâtı gibi müdahaleler ise devletçiğin resmiyet kazanmasını engelledi.
ABD’NİN IRAK ÜZERİNDEN 2. AÇILIMI
Bu Açılım, aslında 1998 Washington sürecinde Barzani’nin TSK denetiminden çıkarılmasıyla başladı ve 1999’da Türkiye’ye dayatılan ABD’nin Yeni Kürt Planı ile uygulamaya geçti. Plan Pentagon tarafından Alan Makovsky başkanlığındaki bir ekibe hazırlatıldı, ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın onayı ve ABD Başkanı Bill Clinton’un parafı ile yürürlüğe girdi.
ABD bu ikinci Açılımda atılımı, 2003’te Irak’ı işgal ederek yaptı. Bu süreçte Irak fiilen üçe bölündü ve Washington, Erbil merkezli Kürt Devleti’ni adım adım Bağdat’tan kopardı.
Ancak Irak’ın 2004’te ABD’ye direnmeye başlaması, 2006’da Hizbullah’ın İsrail’i yenmesi, 2008’de Rusya’nın Gürcistan’a saldırması ve 2008’de ekonomik krizin patlaması ABD’yi planlarını tamamlamaktan alıkoydu. Washington adım adım Ortadoğu’dan çekildi ve kalan işlerini taşeronlarına bıraktı.
ABD’NİN SURİYE ÜZERİNDEN 3. AÇILIMI
Bu Açılım, 2009’da Abdullah Gül’ün “çok güzel şeyler olacak” demesiyle başlatıldı. Ankara, Bağdat, Şam ve Beyrut’la bir Ortadoğu Birliği kurarak, Büyük Kürt devletinin yollarını döşeyecekti.
Ancak Ortadoğu’da halk hareketleri başladı ve plan değiştirilmek zorunda kaldı. Suriye, Büyük Kürdistan’a silahla mecbur bırakılacaktı.
2011’de başlatılan Atlantik saldırısının merkezinde ABD’nin Kürt Koridoru planı vardı. ABD, Irak’ın kuzeyindeki devletçiğini Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmaya çalışacaktı. Bu planın aktörleri Erdoğan ve Öcalan’dı. Paranın kaynağı ise Katar ve Suudi Arabistan…
İşte AKP’nin Türkiye’de bir “Kürt Açılımı” başlatması ve Öcalan’la Suriye merkezli bir ortaklığa soyunmasının sebebi bu üçüncü Açılımdır. Öcalan’ın PKK’ye İran, Irak ve Suriye’de yeni görev alanları çizmesi bu nedenledir.
ABD’NİN TÜRKİYE ÜZERİNDEN 4. AÇILIMI
Kısaca özetlediğimiz gibi Açılımların sahibi ABD’dir ve AKP ile PKK Açılımın alt yüklenicileridir. Dolayısıyla ABD’ye rağmen süreci bitirmeleri mümkün değildir.
Ancak ABD’nin Açılımını Türkiye’nin, hele de komşularıyla birleşen Türkiye’nin bitirebileceğini özellikle vurgulayalım. Hatta bitirmek zorunda olduğunun da altını çizelim.
Zira ABD’nin dördüncü Açılımı Türkiye üzerinden olacaktır ve Irak’ın kuzeyindeki yapı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açıldıktan sonra Türkiye’ye doğru genişleyecek ve Diyarbakır merkezli olarak Büyük Kürdistan kurulacaktır!
O nedenle Türkiye’nin ve bölgenin savunma hattı bugün Suriye’dedir.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Eylül 2013