Posts Tagged Öcalan
APOYASA
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 04/05/2013
AKP’li yetkili anayasa konusunda gelinen noktayı şu sözlerle özetliyor: “Başkanlık sistemi parti kararımız. Eğer Başkanlık sistemi, yeni anayasa önünde engel ise diğer maddelerde bir uzlaşma olursa parlamenter sistem ile yolumuza devam edebiliriz. Başkanlık sisteminden çekilme şartımız uzlaşmadır.” (Radikal,3 Mayıs 2013)
Yani AKP, CHP’ye “Anayasa’ya ortak ol, Başkanlık’tan vazgeçelim” diyor!
Bu veciz ifade, medyada estirilen “CHP sürece destek vermezse biter” yayınlarını, yani AKP ve yandaşlarının ansızın ortaya çıkan CHP sevdasını açıklıyor.
Zira AKP çok iyi biliyor ki, CHP’yi bu sürece ortak etmeden, sürece meşruiyet kazandıramaz!
ANAYASA MEYDAN SAVAŞI
Öcalan Erdoğan’a “al başkanlığı, ver özerkliği” demişti; Erdoğan da Kılıçdaroğlu’na “Anayasa’da uzlaşalım, başkanlığı erteleyelim” demiş oluyor.
Kuşkusuz bu sonuç, hem Yeni Anayasa’nın aslında Apoyasa olduğunu hem de Erdoğan’ın Anayasa Meydan Savaşı’nın ilk üç muharebesini kaybettiğini ortaya koyuyor. Ancak savaş sürüyor.
Atlantik cephesinin bölünme anayasası ya da Apoyasa’da kaybettiği muharebeleri ve mevzileri inceleyelim:
1. Anayasa’yı bir yılda çıkartacaklardı, yapamadılar!
2. Türksüz anayasa yapacaklardı, yapamadılar!
AKP, her ne kadar tanımları ve ifadeleri sulandırdıysa da, yoğun tepkiler nedeniyle hazırladığı taslağa Türk ifadesini koymak zorunda kaldı. Hatta AKP bu konuda, taslağına “Türkiye ahalisi” gibi ifadeler koyan CHP’nin bile ilerisine konumlandı.
Daha da ilginci ise PKK’nin tavrıydı. PKK’nin iki numarası Murat Karayılan bile Tük milletini oluşturan milliyetlerin tek tek yazılması halinde, anayasada “Türk milleti” ifadesinin bulunmasından rahatsız olmayacaklarını ilan etti. (Ezgi Başaran, Radikal, 26 Nisan 2013)
3. Türk tipi başkanlık sistemi getireceklerdi, yapamadılar! Türk tipi başkanlık, bir sultanlık rejimiydi ve sultan sadece yürütmenin başı değil, fiilen yasamanın da, yargının da başıydı.
Ancak tepkiler AKP’yi bu konuda da geri adım atmaya mecbur etti. Erdoğan önce yarı başkanlık, sonra partili cumhurbaşkanı, son olarak da “başkanlıktan vazgeçebiliriz” mevziisine geriledi.
MİLLİ MERKEZ’İN BAŞARISI
Her üç konuda da AKP’nin karşısına esas olarak Milli Merkez dikildi. Milli Merkez hem siyasal faaliyetleriyle Erdoğan-Öcalan anayasasının karşısında bir tepki örgütledi hem de 12 Eylül anayasasının gerçek karşıtı olan milli anayasayı yurt çapında yaptığı 153 toplantı ile oluşturdu.
Başbakan Erdoğan’ın İşçi Partisi’ni, Doğu Perinçek’i ve Milli Merkez’i açıktan hedef almasının esbabı mucibesi buradadır.
Milli Merkez’in varlığı aynı zamanda CHP içindeki ulusalcıların da elini güçlendirmiştir. Ulusalcılar Yeni CHP içine yuvalanan ve üst yönetime yerleşen neo-liberal kesimlere karşı Türkiye’yi kararlılıkla savunurken, Milli Merkez’in yarattığı rüzgârdan beslenmiştir.
CHP’NİN TARİHİ GÖREVİ
Milli kuvvetler ile gayri millî kuvvetleri Anayasa Medyan Savaşı’nın ön muharebelerinde karşı karşıya getiren sürecin analizi ve doğru okunması, asıl savaşın kazanılması için zorunluluktur.
Artık Türkiye için kritik bir dönemece girilmiştir ve CHP’ye büyük görev düşmektedir. Şöyle ki, CHP’nin AKP’nin yaptığı pazarlığa razı olmaması, ilk üç muharebenin ardından asıl savaşı kazanmayı da kolaylaştıracaktır.
CHP bilmelidir ki, AKP’nin “anayasada uzlaşırsak, başkanlıktan vazgeçeriz” demesini kabul etmek Türkiye’yi bölünme sürecinden çıkarmaz!
CHP’nin yapması gereken Erdoğan ile Öcalan’ın anayasasına da, başkanlık sistemine de, özerklik hamlelerinde de toptan karşı çıkmaktır!
Çıkmazsa Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve Öcalan’ın girişimlerine meşruiyet sağlamış olur.
Ancak bitirirken altını çizerek belirtelim: CHP’nin AKP’ye parlamentoda sağlayacağı bu meşruiyet, Türk milleti nezdinde asla geçerli olmayacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Mayıs 2013
PERİNÇEK’İN HAYALETİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 01/05/2013
Perinçek sendromu yaşayan Erdoğan’ın İP korkusunu açığa vurduğu dünkü grup konuşması muhtemelen tüm psikologların ilgisini çekmiştir.
Meğer 15 Aralık 2012’de Erdoğan’a “Bizi duvarların içine hapsettiğinizi sanıyordunuz değil mi?” diye soran ve “Silivri duvarının önüne kurduğunuz barikatınızı yıkan bizdik” yanıtı veren Perinçek, haklıymış!
Meğer Silivri’ye esir edilen yiğit devrimcinin hayaleti, TBMM koridorlarında Erdoğan’ı korkutuyormuş!
ERDOĞAN’IN DAYANDIĞI KUVVET
O korku Erdoğan’a bol İP’li cümleler kurdurtmadı sadece; bir de itiraf getirdi: “Ortada BOP diye bir şey kalmadı. Bu proje, Sayın Bush zamanda başlamıştı, başlamasıyla bitişi bir olmuştur. Bunun üç tane dönem içinde görevlendirilmiş ülkesi vardı; İtalya, Türkiye, Yemen. Üçünün çalışma alanı farklıydı.”
Hani Erdoğan BOP’un eş başkanı değildi?
Kendinden güçlüyü –Kerry örneğinde olduğu gibi- alttan alan ama kendinden zayıfı –çiftçi örneğinde olduğu gibi- azarlayan Erdoğan’ın BOP eş başkanlığı da gücün varlığına göre değişiyor.
Örneğin Erdoğan, Amerikan askerleri Irak’tayken 40 farklı yerde 40 kere “Ben Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” diyerek övünüyordu.
Ancak Amerika Irak’ta yenilip de çekilmeye başlayınca Erdoğan bu kez şöyle demeye başlamıştı: “Ellerine bir kâğıt almışlar, bu proje ABD’nin projesidir diye. Bunu ispat etsinler her şeye varım. Eğer ispat etmezlerse namussuz ve alçaktırlar.”
Amerikan askeri varlığına göre konumlanan Erdoğan’ı, bu kez Perinçek’in hayaleti korkuttu ve konuşturdu!
PAZARLIK YOK, ABD’NİN TALİMATI VAR
Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasında dikkatimizi çeken bir başka açıklaması da yemin billah edercesine “PKK ile pazarlık yapmadıklarını” belirtmesiydi.
İlginç olan, Ahmet Türk’ün de Erdoğan’ı doğrulaması ve “pazarlık yapılmıyor” demesiydi.
Haliyle insan merak ediyor: AKP ile PKK hiç pazarlık yapmadan, hiç taviz vermeden, birbirini üzmeden neden öpüştü, neden barıştı?
Zira çok değil daha 6 ay önce Erdoğan Öcalan’ı asmaktan bahsediyordu, PKK’li teröristle kucaklaşan BDP milletvekilleri için fezleke hazırlatıyordu, Zerdüşt diyerek Kürtleri aşağılamaya kalkıyordu…
Ya Öcalan’a ne demeli? Dün korkuyla “devletimin hizmetindeyim” derken, bugün hangi cesaretle “AKP benim sayemde iktidar oldu” diyebiliyor?
Tüm bu tablonun, tüm bu tükürdüklerini yalamalarının tek bir sebebi var: Obama’nın beyzbol sopası!
O sopa Erdoğan ile Öcalan’ı “hiç pazarlıksız” el ele tutuşturabildi!
Çünkü ikisi adına kararlar alındı, al-ver kontratları bağlandı!
OBAMA’NIN SOPASI MI, MİLLETİN TOKADI MI?
Ancak Erdoğan’ın asıl korkusu şimdi başladı: Milli Merkez korkusu.
Çünkü Milli Merkez’de Erdoğan’ın “ananı da al git” dediği çiftçi var, sanatına ucube dediği heykeltıraş var, fabrikasını sattığı işçi var, coplattığı öğrenci var, “onunla bizi meşgul etmeyin” dediği Fazıl Say var, “koyun” dediği Demirel var, hayaletinden korktuğu Perinçek var!
Çünkü Milli Merkez’de; “Suriye’ye düşmanlık yaptırtmam” diyen Hataylı var, “Hepimiz Kubilayız” diyen İzmirli var, “Batı Asya Birliği’nin tutkalıyım” diyen Diyarbakırlı Furkan var…
Erdoğan’ın Akillerine bayrak gösteren Kocaelili var, “şehit evlatlarımın hakkını helal etmiyorum” diyen Kütahyalı var, Akillere fırça atan Konyalı Kemal dede var…
Milli Merkez’de Jön Türk geleneğinin şimdiki temsilcisi TGB var…
Milli Merkez’de “Atatürk’te birleşen” ve “Türksüz Anayasa yaptırtmam” diyen vatanseverler var…
Milli Merkez’de “Türk de biziz, Kürt de biziz, hepimiz Türk milletiyiz” diyen millet var!
NOT: 1 Mayıs bayramınız kutlu olsun.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Mayıs 2013
GENÇ PKK’LİLER RAHATSIZ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 21/04/2013
Siirt ve Mardin il Emniyet Müdürlüğü, ortak bir operasyon yaparak 3 genci, “PKK’nin dağ kadrosuna katılmak üzereyken” yakalamış! Adıyaman24.com’um haberine göre polis ikisi 21, biri 15 yaşındaki üç genci sorguladıktan sonra ailelerine teslim edecekmiş!
Haberin neresinden tutsanız elinizde kalır… En iyisi AKP’nin “çekilme başlıyor” müjdesine tezat oluşturan bu haberi yandaş kalemlerin yorumuna havale etmek.
‘ÖCALAN YANINDAKİ MAHKÛMLARDAN RAHATSIZ’
Yalnız bu tip tuhaf haberler gittikçe artıyor. Örneğin birini Başbakan Erdoğan patlattı: “Öcalan’ın yanına adam da verdik. Kendi istediği isimler olmasına rağmen, yanındakilerden rahatsız, gitmelerini istiyor.” (Hürriyet, 18 Nisan 2013)
Öcalan’ın rahatsız olduğu isimlere bakın: Öcalan’ın tecrit koşullarının kaldırılması için 2005’te ölüm orucuna yatan Şeyhmuz Poyraz. Öcalan yakalandığında kendini yakmaya kalkan Bayram Kaymaz. Tuzla Tren İstasyonu’nu patlatan Cumali Karasu. Bingöl’de güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada yakalanan Hasbi Aydemir ve TİKKO üyesi Hakkı Alkan.
Öcalan, kendisi için ölüme yatan, kendisi için bedenini yakmaya kalkan, kendisi için ölüme koşan bu isimlerden neden rahatsız?
ÖCALAN MİT’LE NE GÖRÜŞÜYOR?
Belki de yanıtı şu haberdedir: “MİT ile Öcalan arasındaki müzakereler diğer mahkûmlarca duyulma ve ortam dinlemesine karşı, kullanılmayan üç koğuşun ortak alanı avluda yürütülüyor.” (Vatan, 15 Şubat 2013)
Öcalan “yoldaşlarının” duymasından çekineceği neler konuşuyor olabilir MİT’le?
Zira Başbakan Erdoğan’a göre “pazarlık yok”, BDP’ye göre “barış konuşuluyor”, ABD ve AB’ye göre “çözüm” geliyor… O zaman bu gizem ne?
MİT ÖCALAN’A GÜVENCE VERDİ
Öcalan’ın MİT’le bu yakın mesaisinin Kürtler arasında bir “rahatsızlık” yarattığını biliyoruz.
Örneğin kardeş Mehmet Öcalan’ın ağabeyinin ağzından yaptığı “MİT samimi” açıklaması, büyük tepki çekmişti. (Hürriyet, 5 Nisan 2013)
Ancak buna rağmen Öcalan, MİT’le yakın mesaisinin önemine vurgu yapmayı sürdürüyor. Örneğin Kandil’e yazdığı son mektupta da şöyle diyor: “MİT güvence verdi.” (Milliyet, 20 Nisan 2013)
Tüm bu olgulara bakılırsa Başbakan Erdoğan gerçeği tersyüz ediyor olmalı. Yani Öcalan yanındaki mahkûmlardan değil, olsa olsa mahkûmlar Öcalan’dan rahatsızdır!
KAMER ÖZKAN GERÇEĞİ
6 Nisan tarihli “MİT’ten MİT’e Öcalan” başlıklı makalemizde, PKK’nin kuruluş hazırlığı olan bazı toplantılarını, daha sonra “MİT ajanı” diye suçladıkları Kamer Özkan’ın evinde yaptıklarını yazmıştık. Toplantıları doğrulayan ama Kamer Özkan’ın “MİT ajanı” olmadığını, PKK’lilerin bu iddiasının yalan olduğunu belirten önemli bir bilgi notu ulaştı elimize. Hiç yorumsuz takdirinize sunuyoruz:
“Kamer Özkan 12 Mart döneminde (1971) Aydınlıkçı oldu.1972 yılındaki bölünmede İbrahim Kaypakkaya ile birlikte ayrıldı. TİKKO içinde yer aldı. 1972 yılından PKK tarafından öldürüldüğü 1993 yılına kadar Tunceli’de dağda kaldı.
“1975 yılında ‘Apocular’ olarak ortaya çıkan grubun ilk beş kişilik çekirdek kadrosunun içindeydi. Ama çok geçmeden 1975 veya 1976 yılında, grubun devrimci olmadığını görerek ayrıldı. Sonraki yıllarda çoğunluğunu Tuncelilerin oluşturduğu ‘Tekoşin’ adlı örgütün kurucuları arasında oldu. PKK ile aralarında zaman zaman silahlı çatışmalar yaşandı. Bir seferinde Kamer Özkan kendisini pusuya düşüren PKK’lılardan birini öldürerek kurtuldu.
“Kamer Özkan 1980 sonrasında da PKK ile birkaç silahlı çatışma daha yaşadı. 1991 ya da 1992’de gene kendisine kurulan bir pusudan yaralı olarak kurtuldu.
“Son olarak 1993 yılında Tunceli Merkez Gömemiş ve Erdoğdu köyleri arasındaki bölgede kalabalık bir PKK’lı grup tarafından pusuya düşürüldü ve öldürüldü.
“Kamer Özkan halkına bağlı, yiğit bir devrimciydi. 21 yıl boyunca neredeyse yalnız başına dağda barınabilmesinin açıklaması da budur.”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Nisan 2013
PKK’Yİ ARTIK ERDOĞAN YÖNETİYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/04/2013
Son bir aydır ısrarla yazıyoruz: AKP-PKK “barışının” sahibi ABD’dir. “Barışın” nedeni ABD ve İsrail’in Ortadoğu çıkarlarıdır. İsrail’den gelen “özür”, “barışa” bölgesel cephe yaratmak içindir. “Barışın” taktik hedefi önce Suriye, sonra da İran’dır. “Barışın” stratejik hedefi Türkiye’dir; Türkiye’nin küçültülüp, Büyük Kürdistan’ın kurulmasıdır.
Yani “Amerikan barışı” aslında bölgeye açılan savaştır. Gerisi laftır, hikâyedir!
Dolayısıyla ortada bir Türk-Kürt barışı ya da kardeşlik projesi yoktur. Ne vardır? Türk ve Kürt’ü Ortadoğu’da ateşe sürmek, Arap ve Fars’a düşman yapmak vardır.
Yazdıklarımıza inanmayanlar, Amerikan barışının sözcülerinden Aysel Tuğluk’un üç gündür Radikal’de yazdıklarını okusunlar.
PKK’YE SURİYE VE İRAN GÖREVİ
Aysel Tuğluk açıkça söylüyor: “Bölge üzerine politika yapan ve bölge gücü olan hiç kimse silahtan arınmış bir PKK seçeneğine hazır değil.”
Tuğluk üstelik basında yazılanların da yalan olduğunu belirtiyor: “Dolayısıyla silahsızlanma meselesi zannedildiğinin aksine İmralı’daki tartışmaların merkezinde değil, böyle bir talep de yok.” (Radikal, 10 Nisan 2013)
Peki, Erdoğan ile Öcalan PKK’nin silahsızlanmasını konuşmuyorsa, neyi konuşuyor? Onu da ertesi gün yazmış Tuğluk: “PKK’nin ne olacağına dair soruya verilecek cevap konusunda açık yürekli olmak gerekiyor. En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK de çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı; İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa’da kurumsal vs. PKK, Türkiye’de de çeşitli biçimlerde olacak. Ancak Öcalan’ın yeni dönem kurgusunda PKK’nin silahlı güçlerini Türkiye siyasal sahasının dışına geri dönüşsüz biçimde çıkarmak var.” (Radikal, 11 Nisan 2013)
Ne diyordu Öcalan İmralı zabıtlarında: “Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)
Yani anlayacağınız ABD asıl şimdi silahlandırıyor PKK’yi; Suriye’ye ve İran’a saldırması için büyütüyor, Erdoğan’ın denetimine veriyor! (PKK bu nedenle bölünmeye gebedir.)
ERDOĞAN PKK’Yİ SURİYE ÜZERİNE SÜRDÜ
Nitekim PKK’yi silahlandırma ve bölgeye sürme operasyonu aslında çoktan başlatılmıştı. “PKK’nin Esad’ın kartı olduğunda” ısrar edenler, umarız birincisi PYD’nin Suriye güvenlik güçlerine saldırıya geçmesini ve ikincisi de Erdoğan’ın Kırgızistan’dan söylediği şu cümleyi doğru okurlar: “Türkiye’den Suriyeli olan PKK’lilerin bir kısmı Suriye’deki gelişmeler arttıkça geçmişlerdi.” (Hürriyet, 11 Nisan 2013)
Erdoğan çok açıkça PKK’nin, kendisine verilen “Esad’ı yıkma” görevinin bir parçası olduğunu söylemiş oluyor.
Yani artık PKK’yi ABD adına Erdoğan yönetiyor!
TSK’YE İSRAİL SİGORTASI
Kuşkusuz ABD, PKK’nin askeri varlığına dayanarak bölgeyi dizayn edemez! ABD’nin bölge planlarının olmazsa olmaz şartı asıl TSK’nin kullanılmasıdır! ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, bu nedenle Erdoğan ve Davutoğlu’na “Ergenekon ve Balyoz’da kantarın topuzu kaçıyor, Türk Ordusu bize lazım” mesajı vermiştir. (Savaş Süzal, Yeni Çağ, 9 Nisan 2013)
TSK’yi bölgeye sürmeden planlarını gerçekleştiremeyeceğini bilen ABD, anlaşılan Ergenekon tertipleriyle karargâhına diz çöktürülen Ordu’nun kıvama geldiğini ve yeni 1 Mart tezkere sürprizleriyle karşılaşmayacağını düşünmektedir.
Ancak bunun en önemli sigortalarından biri, Türk ve İsrail ordularına “ilişki” sağlamaktır.
İşte ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel de bu ilişkiyi sağlamak üzere Türkiye’ye geliyor: “Hagel’in ziyareti sırasında Türkiye ve İsrail arasındaki askeri işbirliğinin güçlendirilmesi, savunma antlaşmalarının imzalanması ve beraber tatbikat yapması konuşulacak. Suriye’deki iç savaşın da gündemde olması bekleniyor.” (Milliyet.com.tr, 13 Nisan 2013)
PLANI 8 NİSAN BOZAR!
Peki, tablo bu denli karanlık mı? Bu plan yıkılamaz mı?
8 Nisan’dan bakınca ben aydınlık görüyorum… 8 Nisan’da barikatı yıkan millet, Türk’üyle, Kürt’üyle bu planı da er geç yıkacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Nisan 2013
MİT’TEN MİT’E ÖCALAN
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 06/04/2013
Mehmet Bedri Gültekin’in İmralı’dan bugüne Abdullah Öcalan’ı incelediği çok önemli çalışmasını Aydınlık şu vurguyla öne çıkarmıştı: “Dün ‘Kemalistlerle yürüyelim’ diyordu, bugün Fethullah Gülen’e selam gönderiyor.”
Kuşkusuz 1999-2013 arası süreç için çok doğru ve önemli bir saptama.
Biz bu saptamayı derinleştirmek için Öcalan’ın 14 yılından ziyade 40 yılına odaklanacağız bugün…
1. MİT’İN YAN KURULUŞUNDAKİ OFİS BOY
Başbakan Erdoğan’ın “akil adamı” Avni Özgürel, 60’lı yıllarda yer aldığı derneğin kullandığı “komünizm karşıtı materyallerin” kendilerine MİT tarafından ulaştırıldığını belirtiyor. Özgürel, bu yayınları veren kuruluşlardan birinin de Refik Korkut’un Fikir Ajansı olduğunu söylüyor. Ankara’daki bu ajansa sık sık gittiğini anlatan Özgürel “bizim yaşlarda bir genç vardı” diyor:
“Ajansa gittiğimde onu hep orada görüyordum. 1966, 1967 yıllarında ajansta gördüğüm o genç, hayal meyal hafızamda kalmış. Yıllar içinde Abdullah Öcalan’ın resimlerini medyada gördüm ama insanlar yaşla birlikte değişiyor tabii. Ancak 1993’te Öcalan’la yüz yüze geldiğimizde bende bir takım çağrışımlar oldu.”
Avni Özgürel Panorama’nın Genel Yayın Yönetmeni olarak Bekaa’da görüştüğünde bunu Öcalan’a sorar. Öcalan, “Doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım” der.
Öcalan 1966, 1967 yıllarında Ankara Tapu Kadastro Lisesi’nde okumaktadır. Gelelim Fikir Ajansı’na…
Bu ajansa ve Refik Korkut’a dair çok önemli bir bilgi şu: 27 Mayıs’ta Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur’un kasasında çıkan örtülü ödenek hesabı kayıtlarında, Korkut’a Ağustos 1959’da 28 bin lira ödendiği yer almaktadır!
2. ÖCALAN MİT’LE ANLAŞARAK SERBEST KALDI
Abdullah Öcalan 1972 yılında MİT’le anlaştı. Gelin bu saptamayı Uğur Mumcu’nun Kürt Dosyası isimli çalışmasından okuyalım: “Yıl 1972. Günlerden 31 Mart Cuma. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapılan boykotta gözaltına alınanlar arasında Urfalı bir öğrenci vardı. Adı Abdullah, soyası Öcalan’dı. Şafak Bildirisi’ni SBF’de dağıtmak suçuyla 7 Nisan günü gözaltına alınmış ve 27 Nisan günü tutuklanmıştı. Askeri Savcı Baki Tuğ 22 öğrenci hakkında dava açtı. En ağır ceza Abdullah Öcalan ile Metin Yalçın’a istenmişti. Askeri Savcı Baki Tuğ, duruşma sırasında görüş değiştirdi, ‘Öcalan’ın Şafak bildirisi dağıtmak suçundan aklanmasını, boykota katılmak suçundan cezalandırılmasını’ istedi. Öcalan sadece boykota katılma suçundan üç ay hapis cezası aldı.”
Tuğ’a görüş değiştirten ise Öcalan’ın MİT’le anlaşmayı kabul etmesiydi!
3. KAMER ÖZKAN’IN EVİ
Abdullah Öcalan’ın PKK’yi kurma hazırlıklarını yaptığı toplantıların bir kısmı Ankara Dikmen’de Kamer Özkan’ın evinde yapılıyordu. Yıllar sonra kimi PKK’liler, Kamer Özkan’ın aslında MİT ajanı olduğunu iddia ettiler.
4. KESİRE YILDIRIM VE PİLOT NECATİ’NİN KİMLİĞİ
Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978’de evlendiği Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu artık biliniyor. Öcalan ve Kesire Yıldırım’ı evlendikten üç ay sonra Ankara’dan Diyarbakır’a götüren isim ise ordudan ayrılma Pilot Necati’ydi.
ÖCALAN EN BAŞA GERİ DÖNDÜ
Öcalan Suriye’ye geçtiğinde ise artık Suriye istihbarat servisi Muhaberat’ın kontrolündeydi. Bu durum 1991 yılına kadar sürdü.
ABD’nin Ortadoğu’ya geldiği 1991 yılında ise PKK, CIA’nın denetimine girmeye başladı. 1991-1999 yılları arasını örgütün iki başlı dönemi olarak değerlendirebiliriz.
ABD 1999’da Öcalan’ı Türkiye’ye (MİT’e) teslim ederek bu iki başlılığa bir son vermeyi ve örgütü tamamen kontrol etmeyi hedefledi. Ecevit’in “neden bize verdiler, anlamadık” dediği buydu. Fakat Türk Ordusu araya girdi ve Öcalan’ın MİT’e verilmesini engelledi. TSK, 1999-2004 yılları arasında Öcalan’ı denetimine alarak terörü en aşağı seviyeye indirdi.
Ancak Washington’un Türk Ordusu’na tertipleri sırasında bu beş yıllık sürece darbe vurulmuş oldu. İmralı’daki Öcalan adım adım TSK’den MİT’e devredildi. Önce Emre Taner’in sonra Hakan Fidan’ın kontrol ettiği Öcalan ise ABD’nin AKP hükümetine uygulattığı bölge politikalarında kullanılmaya başlandı.
Sonuç olarak Öcalan 1966 yılında başladığı yere geri döndü. MİT’ten MİT’e süren bu 48 yıllık operasyon ise binlerce ölüme, silaha harcanan milyarlarca dolara ve Türkiye’nin Türk-Kürt diye ayrışmasına neden oldu.
Böylece MİT’i yönlendiren CIA, ABD’nin Türkiye’nin önüne ilk defa 1965’te getirdiği “Federe Kürt Cumhuriyeti” planını adım adım uygulatmış oldu!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Nisan 2013
AÇILIM LAFORİZMALARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 04/04/2013
PKK sınırdan çıkacak mı, çıkmayacak mı? Haziran’da mı çıkacak, sonbaharda mı? Silahlı mı çıkacak, silahsız mı?
Günlerdir gazeteler, televizyonlar, Salı grup konuşmaları, siyasi parti oturumları, bakanlar kurulu toplantıları, Erdoğan’ın milletvekilleriyle kapalı görüşmeleri bu soruyla meşgul.
Koca Türk devletinin tek ve en önemli gündemi bu.
Devlet açısından asıl acı olan ise şu gerçektir: Türk devleti PKK’nin önce sınırdan içeri girmesini engelleyemedi, şimdi de çıkartamıyor!
GÖMÜLECEK SİLAHLAR
Başbakan Erdoğan canlı yayında PKK militanlarına ve Kandil’deki yönetime sesleniyor: “Silahla sınır dışına çıkma olmaz. Ya mağaraya gizleyin, ya da toprağa gömün, öyle çıkın.”
Erdoğan’ın açıklaması Kandil’de tebessüm yarattı mı bilmiyoruz ancak sosyal medyada şu yoruma neden oldu: “Sonra o silahları yerinden çıkarıp ‘Ergenekon’un gömdüğü silahları bulduk’ demesinler!”
DEVLET KÖR-SAĞIR-DİLSİZ OLACAK!
Ortada Habur çadır mahkemesini de aşan bir tablo var aslında: Silahlı terörist yürüyüp sınırı aşacak, devletin güvenlik kuvvetleri de görmemek için arkasını dönecek. PKK’liler silahlarını da bir köşeye atarlarsa eğer, AKP nezdinde tam temize çıkmış olacaklar…
Habur’da da devlet soruyordu: “Neden geldiniz?”
PKK’lilerin hepsi aynı yanıtı veriyordu: “Başkan Apo’nun çağrısıyla geldik.”
Devlet “yaz kızım” diyordu: “Pişmanlık yasasından yararlanmak istediğini söylediler, serbest bırakılmalarına…”
KİM DAHA YASAL?
Abdullah Öcalan da, Murat Karayılan da çekilme için “yasa çıkarılmasını” şart koşuyorlar.
AKP’nin Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise “çekilme için yasaya gerek yok” diyor ve savcılara meydan okuyarak “suçsa ben bu suçu işliyorum” diyor.
AKP’nin yasa tanımazlığı mı, yoksa PKK’nin “ille de yasa” demesi mi daha ironik, bilemedik.
AKP’NİN RAKAM OYUNLARI
Devletin açıkladığı rakamlara göre 2011’de 332’si içeride, 790’ı dışarıda olmak üzere toplam 1122; 2012’de 698’i yurtiçinde, 860’ı yurtdışında olmak üzere toplam 1158 PKK’li öldürülmüş!
Yine devletin açıkladığı rakamlara göre sınır dışına çıkması gereken PKK’li sayısı 1500’müş. Ancak bunların 300’ü lojistik hizmeti yapanlarmış, bir kısmı eline silah almamış, bir kısmı çocuk yaştaymış… Yani sınır dışına çıkması gereken PKK’li sayısı en fazla 800 kadarmış!
İşte bütün bu kavga kıyamet 800 PKK’linin sınır dışına çıkıp çıkmayacağı üzerinden kopuyor.
Ancak 800 PKK’li sayısı, son iki yılda içeride 1030, dışarıda 1650 olmak üzere toplam 2680 öldürülen PKK’linin üçte birinden bile az. Bu durumda ya bu “çekilme” meselesi hikâye, ya da devletin açıkladığı rakamlar hikâye…
Öldürülen PKK’li sayısı açıklanırken AKP’ye büyüme rakamları hazırlayanlar, “çekilme” rakamları açıklanırken AKP’ye enflasyon rakamları hazırlayanlar devreye sokuluyor anlaşılan…
ŞEYH UÇMAZ, MÜRİT UÇURUR
Güneri Civaoğlu sağlam yerden dinlediğini belirterek anlatıyor: “İmralı’da Abdullah Öcalan’la konuşan BDP milletvekilleri, hatıra olarak Öcalan’dan imza almışlar. O milletvekilleri daha sonra Kandil’e gittiler. Orada gösterdikleri kâğıt üzerindeki hatıra Abdullah Öcalan imzasını Kandil’dekiler öpmüşler.” (Milliyet, 3 Nisan 2013)
Bu kadar da olmaz dedirten bu hikâye kuşkusuz doğrudur. Zira BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak’ın TBMM grup toplantısında söylediği şu sözler ancak şeyh-mürit ilişkisiyle açıklanabilir: “Öcalan’ın doğum günü olan 4 Nisan, Kürtlerin de doğum günüdür, hepimizin doğum günüdür.”
Artık TBMM adına İmralı’ya bir pasta gönderirler! Mumlar da AKP’den…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Nisan 2013
AKP’YE AÇILIM YANITI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/04/2013
Başbakan Tayyip Erdoğan “PKK’nin silahlı geri çekilmesine TSK müdahale eder” diye uyarıyor, yardımcısı Bekir Bozdağ da “Anayasa’dan Türk kelimesini çıkarmıyoruz” diyor…
TSK’nin PKK ile mücadelesinin fiilen zaafa uğratıldığı ve Türk’ün Türkiyeli yapılmaya çalışıldığı şartlarda, kuşkusuz her iki “açılıma ince ayar” kabilindeki açıklamanın da bir geçerliliği yoktur.
Peki, neden böyle bir açıklamaya ihtiyaç duydular?
Yanıt, Aydınlık’ın manşetinde yer alan son anketin sonuçlarında: Açılım, AKP’yi eritiyor!
Genel seçimler için oyu yüzde 50-54 bandında, yerel seçimler için oyu yüzde 60-64 bandında çıkan AKP’nin yerel seçim oyunun, Öcalan’ın Nevruz mesajından sonra yüzde 38’e düşmesi, milletin AKP-PKK ortaklığına somut tepkisidir!
AÇILIM TUZAĞI GÖRÜLDÜ
Nitekim Başbakan Erdoğan’ın önce “baldıran zehri içtim” demesi, sonra “ateş üstünde yürüyoruz” ve “sırat köprüsünden geçiyoruz” demesi, bu sonuçları en başından az çok tahmin etmesindendir.
Başbakan Erdoğan’ın iki ay önce özellikle Karadeniz milletvekillerini “bölgesini ikna etmekle” görevlendirmesi, şimdi ortaya çıkan bu “erime” gerçeğini önlemek içindi.
Sonuçlara bakılırsa, milletvekilleri milleti ikna edememiş! Etmesi de mümkün değildi zaten.
Zira PKK ile müzakerenin ve Öcalan ile ortaklığın “barışı” değil “savaşı” getireceği görülüyor. Hem Türk Mehmet’i hem de Kürt Mehmet’i emperyalist planlar için Ortadoğu’ya sürmenin hedeflendiği anlaşılıyor. Millet, AKP sözcülerinin “Türk ve Kürt ortaklığı ile Ortadoğu’yu yeniden şekillendireceğiz” demesinin Irak’a, Suriye’ye ve İran’a müdahale demek olduğunu, Arap ve Fars düşmanlığı anlamına geldiğini görüyor.
Öcalan’ın AKP ile İslamcılıkta buluşması ve Kürt’e “demokratik modernite sisteminde mezhep ve tarikat mensupluğunu” reva görmesi, Kürt yurttaşlarımız arasında da tepki topluyor.
AÇILIM TAKVİMİNDE DURUM
Başbakan Erdoğan’ın yeni yılın hemen başında Öcalan’la görüşüldüğünü açıklamasından sonra sürece dair tek hedef olduğu ilan edilmişti: Pazarlıksız PKK’ye silah bıraktırılması!
Hükümete yakın isimler tarafından açıklanan bu hedefin yol haritası da şöyleydi:
1. Mart’ta Öcalan çekilme ve silahları bırakma çağrısı yapacak.
2. Mayıs sonuna kadar geri çekilme tamamlanacak.
3. Haziran’da silahlar bırakılacak.
Peki, yol haritası gerçekleşiyor mu? Bakalım:
1. Öcalan silahları bırakma çağrısı yapmadı. Tersine PKK’ye İran, Irak ve Suriye hedefleri çizdi.
2. Mayıs sonuna kadar tamamlanacağı söylenen geri çekilme başlamadı. Kandil, yasal güvence sağlanmadan çekilmeyeceklerini ilan ediyor. Murat Karayılan yasallık sağlansa bile çekilmenin sonbahara sarkacağını belirtiyor.
3. Ortaya çıkan bu tablo karşısında Erdoğan, canlı yayınında yardımcılarını uyarıyor ve “tarih konusunda açıklama yapmak doğru değil” diyor. Erdoğan çareyi takvimi genişletmekte arıyor ve “yılsonunu hedefliyoruz” diyor.
8 NİSAN’DA SİLİVRİ’YE
Türkiye artık tarihi bir dönemece girmiştir. Türk milletinin adına, vatanına, bayrağına ve diline sahip çıkma eylemi, artık daha fazla geciktirilemez!
Türk ve Kürt, Laz ve Çerkez, Alevi ve Sünni, sağcı ve solcu, muhafazakâr ve ulusalcı, aydın ve işçi, emekli ve öğrenci, kadın ve erkek, tekmil milletin bu tarihi dönemeçte ülkesine sahip çıkması artık zorunludur, görevdir ve acildir.
Türk milletinin Türkiye’ye sahip çıkmaya başlayacağı yer ise Silivri, tarihi de 8 Nisan’dır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Nisan 2013
BAŞKANIN TÜM ADAMLARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/03/2013
Öcalan’ın “çekilme” şartlarından biri de Akil Adamlar heyeti…
Ancak önerinin yeni olmadığını, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun da bu öneride mutabık kaldığını önemle vurgulamalıyım.
Öcalan bu önerisini Aralık 2007’de ortaya atmıştı: “Akil adamlar komisyonu kurulmalıdır. Bu akil adamların kimlerden oluşacağı çok önemli… Ben sadece biz seçelim, bizim seçtiğimiz insanlardan oluşsun demiyorum. Devletin de seçeceği kişilerden oluşan bir komisyon olur. Örneğin İlter Türkmen olabilir. Bu komisyona Aahtisari gibi, ki özellikle onu öneriyorum, insanlar bulunmalı. Bunlar gelip benimle de görüşürler.”
Ardından Kılıçdaroğlu, Öcalan’ın Akil Adamlarını, bir Y-CHP önerisi olarak gündeme getirdi. Hatta daha da ileri gitti ve PKK’yle MİT’in değil, Akil Adamların görüşmesi gerektiğini savundu. (Haber Türk TV, 7 Haziran 2011)
ÖCALAN’IN VE DEVLETİN AKİL ADAMI: AAHTİSARİ
Marti Aahtisari, Öcalan tarafından Akil Adam olarak önerildikten sonra AKP ve CHP tarafından Türkiye’ye davet edildi.
Aahtisari Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Ana Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’yla görüşerek sadece Öcalan’ın değil, devletin de Baş Akil Adamı kabulü gördü.
KANDİL’İN AKİL ADAMI: İLTER TÜRKMEN
Ardından Murat Karayılan, Cumhurbaşkanı Gül adına röportaja gelen Hasan Cemal’e Kandil’in Akil Adamı’nı açıkladı: İlter Türkmen!
MİT’i CIA’ya bağlayan General Behçet Türkmen’in oğlu İlter Türkmen, 12 Eylül rejiminin Dışişleri Bakanı yapılmıştı. Türkmen’in kimliği Türk heyetinin bir Moskova ziyaretinde de gündeme gelmişti
Yıl 1974. Yer Kremlin. Sovyetler Birliği Yüksek Prezidyum başkanı Potgorni, TBMM Başkanı Kemal Güven’e İlter Türkmen’i parmağı ile işaret ederek, “sizin bu büyükelçiniz Amerikan casusudur” diye bağırır. Heyette yer alan milletvekillerinden Necdet Evliyagil, yanında oturan Türkmen’e “Bu nasıl iş? Cevap ver” der.
Ancak Türkmen’in vereceği bir cevabı yoktur!
BDP’NİN AKİL ADAMI CHP’DE: TANRIKULU
Sonra BDP’nin Cengiz Çadar, Hasan Cemal, Sezgin Tanrıkulu gibi Akil Adam önerileri oldu.
“Gölge CIA” olan Stratfor’un TR705 kodlu istihbarat kaynağı Sezgin Tanrıkulu, bilahare Akil Adam kontenjanından CHP’ye girdi, milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı oldu.
AKP’NİN AKİL ADAMI: HİLMİ ÖZKÖK
AKP’nin en önemli Akil Adamı ise Hilmi Özkök’tü. Gerçi Özkök, Erdoğan’a bağlılığının sürekliliği nedeniyle pozisyonunu şöyle tanımlıyordu: “Akil değil makul adamım!”
Böylece Özkök, karşı devrimdeki rolü nedeniyle aslında AKP için “makul” olduğunu sergilemiş oluyordu!
İSRAİL’İN AKİL ADAMI: HİSARCIKLIOĞLU
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ismi önce İmralı sürecinin Akil Adamı olarak gündeme geldi.
Ancak İsrail’in özrü sırasında ortaya çıktı ki, 17 Mart’ta Kudüs Tahkim Merkezi’nin Eş Başkanı ilan edilen Hisarcıklıoğlu meğer Suriye’ye karşı İsrail-Türkiye cephesi kurulmasında da Tel Aviv’in Akil Adamı olarak görev almış!
AB’NİN AKİL ADAMI: BEJAN MATUR
Eski Zaman yazarı Bejan Matur ise Alman Der Spiegel’e yazdığı bir makalede PKK’ye akıl vererek, Akil Adam olduğunu göstermiş oldu.
Matur AKP’nin her an çark edebileceği uyarısı yaparak sürece, örneğin AB gibi bir garantör gücün yetkili olmasının şart olduğunu savunuyor.
ABD’NİN AKİLADAMI: EGE CANSEN
Hürriyet yazarı Ege Cansen ise “ihanet önerileri” listesinde üst sıralar için yarışacak şu öneriyi yaptı: “PKK değil, bölgedeki (Güneydoğu’daki) güvenlik güçleri geri çekilsin!” (Hürriyet, 27 Mart 2013)
Tüm okurlarını şaşırtan Cansen, bu dudak uçuklatan önerisiyle kendiliğinden Atlantik’in Akil Adamlığına terfi etti.
AKP’NİN AKİL ADAMI: YALÇIN AKDOĞAN
Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ise bu karşı devrim sürecinin nasıl tamamlanacağını belirtiyor: “Tarihle, geçmişle hesaplaşmadan, sorgulamadan, yüzleşmeden kronik meseleler aşılamaz.” (Yeni Şafak, 27 Mart 2013)
Akdoğan’ın tarih dediği Atatürk’tür, Cumhuriyet’tir, Kurtuluş Savaşı’dır, Kemalist Devrim’dir; kökleri kazınmadan, milletin hücrelerinden sökülüp atılmadan nihayete erilmez!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Mart 2013