Posts Tagged Ahmet Davutoğlu
REYHANLI SALDIRISININ PERDE ARKASI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 14/05/2013
Başbakan Erdoğan 46 kişinin öldüğü Reyhanlı saldırısını önce “çözüm sürecini hazmedemeyenlerin saldırısı” olarak değerlendirdi. Oysa aynı saatlerde hem İçişleri Bakanı Muammer Güler hem de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu saldırının adresinin Suriye olduğunu ilan ediyordu!
Erdoğan’ın farklı bir değerlendirme yapmasını elbette hükümetin o andaki çaresizliğine verebiliriz. Zira kamuoyu önünde ne söylerlerse söylesinler, “rüzgâr ekenin fırtına biçeceğini” biliyorlardı. Ancak Erdoğan’ı farklı değerlendirmeye iten haklı sebepler vardı!
Erdoğan iki gün sonra artık adresin Suriye olduğunu netlikle ifade ediyor ama “açık kapı politikamızda ısrar edeceğiz” diyen Davutoğlu’ndan farklı olarak şu vurguyla Şam’ı hedef alıyordu: “Bu saldırılar ateş içindeki bir ülkenin, bu ateşe Türkiye’yi de çekme yönündeki saldırılarıdır.”
MOSKOVA: HEDEF KONFERANS VE SİLAHLI MÜDAHALE
Erdoğan’ın adresi yanlış fakat hedefi doğru saptamış olması önemli!
Dün bu köşede saldırıyı, İsrail ile ABD içindeki bir kesimin Obama’yı Suriye’ye müdahaleye mecbur etme girişimi ve Cenevre Bildirisi’nde uzlaşarak Suriye Konferansı düzenleme adımı atan Lavrov-Kerry inisiyatifini hedef alması olarak değerlendirdik. Dolayısıyla Reyhanlı saldırısı bir CIA-MOSSAD ortak operasyonuydu.
Rusya’nın Sesi’nin bildirdiğine Rusya Meclis (Duma) Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Aleksey Puşkov da aynı saptamayı yapıyor. Puşkov Reyhanlı saldırısının iki hedefi olduğunu belirtiyor: “Bazı kesimler barışçıl konferansı engellemek ve silahlı müdahalenin önünü açmak istiyor.”
ABD ERDOĞAN’DAN NE İSTİYOR?
Peki, Obama ve “diğer Amerika” Erdoğan’dan ne istiyor? Reyhanlı saldırısı ile Erdoğan’a ne mesaj verildi? İnceleyelim:
1. Obama, Irak ve Afganistan’dan sonra ülkesini Suriye’ye sokmanın ABD’nin intiharı olduğunu görüyor ve başından beri müdahaleyi bizzat Türkiye’nin yapmasını savunuyor. Erdoğan ise ABD’nin aktif rol almadığı bir müdahalenin, Türkiye’yi Rusya ve komşularla karşı karşıya getireceğini görerek direniyor.
Erdoğan’ın Gül ve Davutoğlu’ndan farklı olarak zaman zaman Rusya’yla ve İran’la Suriye konusunda dirsek teması araması ve bölge çözümleri istemesi, yani oynak tutumlar alması bu nedenledir.
2. F4’ün NATO yemi yapılmasından başlayarak Türkiye’yi hedef alan tüm kanlı gelişmeler, Washington’un Ankara’yı Suriye’ye müdahaleye zorlama girişimidir.
3. Obama yönetimi, sonunda geri adım atarak Rusya’yla anlaştı. İki ülke Dışişleri Bakanları Lavrov ve Kerry, Cenevre Bildirisi’ni esas alan bir konferansın düzenlenmesini karara bağladılar.
ABD, bugüne kadar “Esadsız çözüm” istediği için Cenevre Bildirisi’ni kilitliyordu. Ancak Fransız Le Figaro’ya göre ABD Rusya’nın “Esad, devlet başkanlığının biteceği 2014’e kadar iktidarda kalsın” teklifine artık “evet” diyor. Üstelik Le Figaro’ya göre ABD, 2014 sonrası için de Suriye halkının karar vermesine sıcak bakıyor.
4. Le Figaro’ya göre ABD’nin eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford İstanbul’da ve SUKO liderlerini konferansa hazırlamakla meşgul.
SADECE SURİYE DEĞİL BÖLGENİN İSTİKRARI
5. Ancak ABD’nin Suriye’ye doğrudan müdahale isteyen kesimi ile İsrail, bu uluslararası konferansa karşı çıkıyorlar. Konferanstan önce de Türkiye’yi müdahaleye zorluyorlar! Çünkü konferans sadece Suriye’ye değil, bölgenin gidişatına etki yapacak.
Alman Bilim ve Politika Fonu Müdürü Volker Perthes konferansın yapılmasının “Suriye konusundaki barış görüşmelerini tıkanıklıktan çıkarmakla kalmayıp, barış sürecine İsrail’i, Hizbullah hareketini ve hatta İran’ı bile dâhil edebilir” diyor. Perthes’e göre konferans yapılamadığı takdirde artık “krizin Türkiye’nin de içine çekileceği bölgesel bir savaşa dönüşmesini” beklemek dışında bir seçenek kalmıyor.
Rusya’nın Sesi’nde belirtildiğine göre Moskova’ya göre de artık “söz konusu olan Suriye ya da Suriye rejimi bile değil, görüşmeler yolu ile tüm Yakın Doğu’daki durumun istikrara kavuşturulması” meselesidir.
TOP ERDOĞAN’IN KUCAĞINDA
İşte Reyhanlı’da bombalar bu şartlarda patlatıldı! Bombanın sahibi mesajı verdi, bombanın hedefi de mesajı aldı.
Artık top Erdoğan’ın kucağında: Erdoğan ya CIA-MOSSAD bombalarına boyun eğecek ve Suriye’ye girecek ya da Uluslararası Suriye Konferansı’na katılarak ve kararlara uyarak geri adım atmış ama yangını önlemiş olacak!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Mayıs 2013
ABD’DEN ESAD’LA UZLAŞMA SİNYALİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 22/04/2013
İstanbul’da yapılan Suriye muhalefetinin dostları toplantısına dair haberin başlığını, Hürriyet de pek çok gazete gibi “Suriyeli dostlara destek çıktı” diye atmış. (hürriyet.com.tr, 21 Nisan 2013)
Ancak haber, hangi editoryal işlemden geçerse geçsin, içerdiği kaçınılmaz gerçekler nedeniyle dikişleri patlatarak başlığı yalanlıyor. İnceleyelim:
TOPLANTIDAN DESTEK ÇIKMADI
Hürriyet haberin girişinde toplantı sonrası yayımlanan 15 maddelik sonuç bildirisini özetlemiş: “Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü muhafaza edilecektir. Mücadelemiz rejime karşıdır ve rejim devrilene kadar devam edecektir. Uluslararası toplumun verdiği destek yeterli değildir.”
Sonuç bildirisinde “yeterli destek yok” saptaması olan bir toplantı için “destek çıktı” başlığı atabilmek, kuşkusuz bir gazetecilik marifeti değildir!
Ancak haberdeki gerçek ile editörün kafasında rüya mizaha yol açarcasına çelişmeye devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin sözlerini aktaran Hürriyet, kendi başlığını yalanlamayı sürdürüyor: “Ciddi bir kimyasal silah meselesi var. Biz bütün bunlardan kaçınmayı istiyoruz. Bu konuda kararlı olduğumuza inanmıyorlar fakat gerçekten çok kararlıyız. Suriye muhalefetini desteklemeye hazırız ve ne gibi destekler vereceğimize dair önümüzdeki günlerde açıklamalarımız olabilir.”
Yani Kerry toplantıda bir destek açıklamıyor, bir destekleri olursa önümüzdeki günlerde bunu bilahare açıklayabileceklerini söylüyor ama Hürriyet yine de ısrarlı: “Suriyeli dostlara destek çıktı.”
Suriyeli teröristlere kuşkusuz bir destek verilmiş. O desteği Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu açıklıyor: “Bu mücadelede yalnız değiller. Biz bu mücadelede hem insani boyutuyla yani mültecileri ağırlamak suretiyle, hem de alanda mücadeleyi verenlere doğrudan destek anlamında Suriye ulusal konseyine ve Suriye askeri koalisyonuna destek vereceğiz.”
ABD: YARIN BARIŞ OLABİLİR
Bu toplantının Suriyeli teröristler için gerçekte tek bir hedefi vardı: O hedef gerçekleştiğinde ancak “Suriyeli dostlara destek çıktı” başlığı atılabilirdi. O hedef “silah desteği” alabilmekti!
Ancak toplantıdan bu konuda bir destek çıkmadı, zaten çıkamazdı!
Gerçi bu hedef de geçmişteki “dışarıdan müdahale, uçuşa yasak bölge, tampon bölge” gibi hedefler düşünüldüğünde, oldukça geri bir hedefti.
Nitekim toplantının can alıcı saptamalarından birini ABD Dışişleri Bakanı John Kerry şu sözlerle yapıyordu: “Hepimiz barışçı bir geçiş olmasından yanayız, birinci önceliğimiz bu. ABD, Esad sonrası demokratik birleşik Suriye istiyor. Yarın Suriye’de barış olabilir, Esad rejimi masaya gelip uluslararası çerçevenin şartlarını yerine getirdiğinde bu hemen gerçekleşir.”
CENEVRE MUTABAKATINA DÖNÜŞ
Bu durum toplantının sonuç bildirisine de yansıyordu. Hürriyet yer vermese de, sonuç bildirisinde iki kez “Suriye ihtilafına Cenevre Bildirisi çerçevesinde uygun bir siyasi çözüm bulunmasına yönelik güçlü destek” ifadesi yer alıyordu. Rusya’nın baş aktörlüğünü yaptığı Cenevre Bildirisi, Roma’dan sonra İstanbul’da da Atlantikçilerin gündemine geliyordu.
Yani Washington, Suriye’de kalın bir duvara dönüşen Moskova-Pekin hattını geçemeyeceğini artık kabul ediyordu!
Bu arada önemle dikkatinize sunalım: Es Sefir’den Sami Klib’in belirttiğine göre, Moskova’yı ziyaret eden Suriye hükümeti yetkililerine, “Lavrov ile Kerry’nin, rejim ile muhalefet arasında diyalogu gerçekleştirecek delegeler üzerinde ve teknik ayrıntılar konusunda anlaştıkları” açıklanmış! (medyasafak.com, 20 Nisan 2013)
Kerry’nin İstanbul’daki “Esad’lı çözüm” işareti veren açıklamaları, bu bilgiyi doğrular gibi…
SURİYELİ TERÖRİSTLER GÜÇ KAYBEDİYOR
Bitirirken bir noktaya daha dikkat çekelim: Anımsayacaksınız, bu toplantılar “Suriye’nin dostları” adı altında ilk başlatıldığında gazetelerde, televizyonlarda “160 ülkenin katıldığı” ballandıra ballandıra konuşulurdu. Dünyanın muhalefetin yanında toplandığı, Beşar Esad’ı ise sadece üç ülkenin, Çin, Rusya ve İran’ın desteklediği “saptanarak”, küçümsenirdi!
Dikkat ettiniz mi? Bu son toplantı için özellikle ülke sayısı vermekten kaçınılıyor haberlerde… Zira sadece 11 ülke toplanabildi!
Her ne kadar Haber Türk gibi televizyonlar “Suriye’nin dostları olan ülkelerden en etkili 11’inin dışişleri başkanı bir araya geldi” diyerek kurnazlığa yönelse de, gerçek artık ortadadır: Suriyeli teröristlere dostluk azalıyor!
AKP hükümetinin Suriye politikası ise ülkemizi adım adım dünyada yalnız kalmaya götürüyor!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Nisan 2013
DARBECİ BAŞBUĞ, DEMOKRAT ÖCALAN
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 20/03/2013
Ünlü barışsever Abdullah Öcalan’ın “Türkiye’yi demokratikleştirmek” hedefini ilan ettiği saatlerde, savcılar Ergenekon davasında yargılanan Türk ordusu mensuplarına “demokrasi” adına müebbet istiyordu!
Amerikan demokrasisinde buluşan Erdoğan ile Öcalan, böylece demokratlığın gereği olarak Türk Ordusu’nun Kemalist subaylarını tasfiye görevinde bir mevzi daha kazanıyordu. Zaten AKP hükümetinin ileri demokrasi formülü açıktı: “Teröristle müzakere, generallerle mücadele!”
Kuşkusuz BDP’li vekiller de ileri demokrasi için uğraşıyordu. Örneğin kimi vekiller, Öcalan ile Karayılan arasında gönüllü postacılık yapıyordu. Hatta İlker Başbuğ’a ağırlaştırılmış müebbet istendiği Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde, postacı vekiller İmralı’dan Öcalan’ın “Türkiye toplumuna” selamını getiriyordu.
Anlayacağınız önce “hepimiz Ermeni” olmuştuk, şimdi de “Türkiye toplumu”, zira Türk milleti olmak yasaktı ileri demokraside…
EŞSAVCI ERDOĞAN
Türk’ün yasaklandığı ileri demokrasi süper mega bir rejimdi.
Örneğin ileri demokrasilerde başbakanlar aynı zamanda savcıydı. Başbakan Erdoğan da o nedenle Ergenekon davasının savcısı olduğunu ilan etmişti.
Ergenekon davasında savcının okuduğu mütalaayı da zaten eşsavcı Erdoğan yazmıştı. Şuradan biliyoruz: Genelkurmay Başkanı Em. Org. İlker Başbuğ “terör örgütü kurmak ve yönetmekle” suçlanarak tutuklanmıştı. Ancak eşsavcı Erdoğan’a göre “ordu iyiydi ama yönetenler kötüydü”; dolayısıyla ordunun başı için terörist demek orduyu rencide ediyordu.
Gerekli düzeltmeler yapıldı: Savcının son mütalaasında Başbuğ artık “terör örgütü kurucusu ve yöneticisi” değildi.
Peki, hangi suça karşılık ağırlaştırılmış müebbet isteniyordu? Öcalan örgütüne kenar süslü barış mektupları yazarken, Başbuğ internet siteleri aracılığıyla hükümeti yıkmaya çalışmıştı.
BAŞDENETÇİ ERDOĞAN
İleri demokrasi kuşkusuz medyada da yaşanıyor. Öyle ki, eşsavcı Erdoğan yoğun işlerine rağmen, demokrasinin gereği olarak medyaya da başdenetçilik yapıyor. Yazılacakları da yazacakları da o belirliyor. Böylece ileri demokraside patronlar bir büyük yükten kurtuluyor; Erdoğan aynı zamanda medyanın personel müdürü oluyor.
İleri demokrasinin işlediği medyada her gün PKK’nin sınır dışına çıkacağı, silah bırakacağı yazılıyor. Hatta “PKK’nin boşaltacağı yerleri ya korucular doldurursa” diye demokrasi adına kaygı da duyuluyor.
Bu demokrasi tablosuna rağmen darbeci medya hâlâ kafa karıştıran şu soruları ortaya atıyor: “PKK zaten sınır dışında değil mi? Sınırın dışından gelip karakol basmıyor mu? Ayrıca süreç barış süreciyse, PKK’lilerin tersine Kandil’i bırakıp ülkeye dönmesi gerekmiyor mu mantıken?”
Darbeci medya Öcalan’ın İmralı zabıtlarındaki şu notunu da demokrasiye aykırı olarak halkın gözüne sokuyor: “Silah bırakma yok; çünkü İran, Irak ve Suriye’de işimiz var.”
EŞSULTAN ERDOĞAN
AKP Hükümeti, Atlantik’ten ithal ettiği “ileri demokrasiyi” komşularına da uygulamak istiyor. Eşsultan Erdoğan, yanına Suudi Arabistan Kralı ile Katar Emiri’ni de alarak Suriye’ye demokrasi götürmeye soyunuyor.
Demokrasiden nasibini almamış nankör Esad ise takdire şayan bu girişime dudak büküyor, sırt dönüyor. Ancak Erdoğan kararlı, zira “komşuluk bunu gerektirir” diyor… Ve işe ileri demokrasinin en önemli unsuru olan muhalefeti bizzat oluşturarak başlıyor.
AKP’nin diplomasi kökenli vekili Volkan Bozkır bu ileri demokrasi hareketinin zorluklara rağmen yoktan var edildiğini ortaya koyuyor: “Türkiye, Suriye’de olmayan bir muhalefetin oluşması için önayak oldu.”
AKP’nin bölgeye kazandırdığı bu muhalefet aynı zamanda kötülük yapan insanların da arınma yeri oluyor. Örneğin kendisini öpmedi diye turisti öldüren de suçtan arınmak için Suriye’ye savaşmaya gidiyor, muhalefete katılarak özgürleşiyor!
Kuşkusuz Ortadoğu, bu muhalefeti Antalyalarda, İstanbullarda oluşturan, onlara para veren Ahmet Davutoğlu’na çok şey borçlu. Öyle ki, stratejik derinliği olan Davutoğlu, 73 delegesi olan bu muhalefetle de yetinmiyor, demokrasinin gereği olarak bir de Suriye’ye başbakan seçiyor:
İstanbul’da bir otelde toplanan Suriye muhalefetinin çatı örgütü SUKO’nun 73 delegesi tek adaylı bir seçime giriyor. Her ne kadar 25 delege oy kullanmadıysa da, oy kullanan 48 delegeden 35’inin oyuyla ABD’de yaşayan Hasan Hitto Suriye’ye ileri demokrat başbakan seçiliyor!
Siz bakmayın kimi darbeci kafaların, “35 oy 73 delegenin salt çoğunluğu bile değil” demesine… Birin, ikinin ne önemi var. Kaldı ki, bir iki oy nedeniyle 1 Mart tezkeresini de reddetmiş, ABD’ye rezil olmuştuk. Önemli olan ABD’de yaşayan, ileri demokrat birinin seçilmiş olmasıdır!
Hem Yugoslavya ve Irak’a demokrasi havadan gelmişti; Türkiye’ye ve Suriye’ye ise karadan giriyor… Neticede her canlı bir gün ileri demokrasiyi tadacaktır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Mart 2013
KAPATILACAK PARANTEZ: CUMHURİYET
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 06/03/2013
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hafta sonu Bursa’da dikkat çeken bir konuşma yaptı: “Geçen yüzyıl bizim için bir parantezdi. Bu parantezi kapatacağız. Hiç kimseyle savaşmadan, hiç kimseyi düşman ilan etmeden, hiçbir sınıra saygısızlık yapmadan, tekrar Saraybosna’yı Şam’a Bingazi’yi Erzurum’a, Batum’a bağlayacağız.”
DAVUTOĞLU’NUN GÖREVİ
Böylece geçen yıl “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız” diyen Davutoğlu, asıl niyetini, daha doğrusu görevini bir parça daha açıklamış oldu!
Öncelikle şu saptamayı yapalım: Ahmet Davutoğlu’nun “geçen yüzyıl bizim için bir parantezdi, şimdi o parantezi kapatacağız” dediği Kurtuluş Savaşı’dır, Kemalist Devrim’dir, Cumhuriyet’tir!
Üstelik Davutoğlu’nun Cumhuriyet parantezini kapatma görevi yeni de değildir; o görev danışmanlığından dışişlerinin başına atanmasına kadar, kendisine verilen her rütbenin gereğidir.
KUZEY IRAK VE KUZEY SURİYE’YLE ENTEGRASYON
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yüzyıllık parantezi kapatma görevinin ayrıntılarını, Bursa’dan önce, dört gün süren röportajıyla Yeni Şafak gazetesinde verdi: “Son 100 yıl bir parantezdir, kapatılması gereken bir parantezdir. Sykes-Picot ile başlayan ayrışma kapatılması gereken bir parantezdir. Tarih coğrafi sınırlara isyan ediyordu ve evet biz bu parantezi kapatacağız.” (Yeni Şafak, 28 Şubat 2013)
Röportajın ikinci gününde, kapattıktan sonra nasıl bir parantez açacaklarını da belirtiyordu Davutoğlu: “Eskiden beri savunduğumuz ilke; bölgede yeni sınırlar oluşmasın, daha büyük ölçekli birliktelikler oluşsun. Sınırlar duvar olmaktan çıksın, anlamsızlaşsın.” (Yeni Şafak, 26 Şubat 2013)
“Yeni sınırlar oluşmasın ama eski sınırlar anlamsızlaşsın” demek, normalde anlamsızsa da, Davutoğlu’nda “perde” anlamındadır.
Nitekim Ahmet Davutoğlu ertesi gün perdeyi bir parça aralıyordu: “Sınırın hemen ötesindekilerle sınırları değiştirmeden entegrasyon yaşayacağız. Bu Kuzey Irak için de geçerlidir, Suriye’nin kuzeyinde her kesim için de geçerlidir.” (Yeni Şafak, 27 Şubat 2013)
İşte zurnanın zırt dediği delik budur; Türkiye’nin Kuzey Irak’la, Kuzey Suriye’yle entegrasyonu… Yani Kürt Koridoru, Kuzey Irak’ın Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz’e açılması; ardından da Türkiye’nin güneydoğusuna genişleyerek Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’a dönüşmesi…
Yani 2004 yılında “ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi içerisinde Diyarbakır’ı bir merkez yapma görevini” ilan eden Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi…
YANLIŞ HESAP BAĞDAT’TAN DÖNECEK!
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Yeni Şafak’ta İbrahim Karagül ve Abdülkadir Selvi’yle söyleşinde, İmralı sürecinin, dış politikadaki bu zihniyet değişiminin bir sonucu olduğunu da belirtiyor.
Böylece “barış” adı altında yürüttükleri müzakerenin de aslında ABD’nin Büyük Kürdistan hedefinin içinde olduğunu kabul etmiş oluyor!
Boşuna “barışı değil, savaşı getiriyorlar” demiyoruz! Çünkü ne Bağdat Kuzey Irak’ı, ne de Şam Kuzey Suriye’yi AKP’ye savaşmadan teslim etmez!
Üstelik küresel güç merkezinin Atlantik’ten Pasifik’e kaydığı, Rusya ve İran’ın Ortadoğu’da etkin hale geldiği şu koşullarda, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye savaşarak da teslim alınamaz!
Türk ve Kürt’ü, Arap ve Fars’la karşı karşıya getirecek bu planları, Türk milleti artık ayaklarının altına almalıdır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Mart 2013
SURİYE’DE ÇÖZÜME DOĞRU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 12/02/2013
Suriye krizinde yeni bir sürece girildi. Dışarıda Moskova’nın belirlediği ve Washington’un artık direnmekten vazgeçtiği bir müzakere sürecine geçildi. İçeri de ise Ahmet Davutoğlu’nun çizgisinin tasfiye edildiği, yerine “demokratik ve bölge içi çözümün” konduğu bir modele geçildi.
KİLİT MÜNİH’TE AÇILDI
Bu yeni sürece, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı sırasında Suriye muhalefetinin çatı örgütü olan SUKO’nun başındaki El Hatip’le baş başa görüşmesiyle girildi.
El Hatip’in sonrasında “Şam yönetimi ile diyaloga hazırız” demesi, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ikili görüşmeyi dörtlü görüşmeye çevirme ısrarını da açıklıyor. Ancak Moskova Washington’un tüm çabalarına karşı Münih’te barikat kurdu ve ikili görüşme ile silahsız çözüm yolunu açmaya çalıştı. Başarılı olduğu da görülüyor…
Suriye muhalefetinin koordinatörü olan Ahmet Davutoğlu’nun ve ekibindeki kimi AK medya yazarlarının El Hatip’e “Moskova’nın oyununa gelme” nasihati vermesi de durumu değiştirmiyor fakat çaresizliklerini ortaya koyuyor!
‘DEMOKRATİK VE BÖLGE İÇİ ÇÖZÜM’ MODELİ
AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un Yeni Şafak’a yaptığı açıklamalara bakılırsa, Ankara, Moskova’nın adımlarına uyumlu olarak, Davutoğlu’nun çizgisini tasfiye etti ve yerine “demokratik ve bölge içi çözümü” koydu!
Kurtulmuş Suriye krizinin en çok İsrail’e yaradığına dikkat çekiyor. Erdoğan’ın yeni gözdesine göre Suriye krizinin sürmesi iki önemli tehlike içeriyor: Hem Türkiye problemin içine çekiliyor hem de bölgedeki Sünni-Şii çatışma potansiyeli canlılığını koruyor.
Kurtulmuş’un “ABD’nin Irak’a müdahalesi lehineydi ama Suriye’ye müdahalesi lehine değil” sözleri de, AKP’nin kuvvet tahlilinde doğru hesaba geldiğini gösteriyor.
Numan Kurtulmuş, Ahmet Davutoğlu çizgisinin artık geçerli olmadığı anlamına gelen yeni politikalarını da ilan ediyor: “Suriye meselesi bir an önce demokratik bir şekilde sonuçlanmalıdır. Temennimiz, sorunu bölge ülkelerinin kendi aralarında halletmesi yönündedir.”
MOSKOVA’NIN SERİ HAMLELERİ
Rusya’nın bu yeni hamleleri, Şam’la istişare ederek ve Şam’ın önerilerine uygun olarak attığı anlaşılıyor. Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Basın Danışmanı Dimitri Peskov, Moskova’nın Suriye krizinin çözümü konusunda Cumhurbaşkanı Esad’ın çözüm önerilerini esas aldığını açıkladı. Moskova böylece “ABD ve Rusya, Washington’un lehine uzlaştı” şeklindeki uluslararası dedikoduya da son vermiş oldu.
Peskov’un bu açıklamasından bir hafta sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Münih’te El Hatip’le görüştü. El Hatip, Şam yönetimi ile diyaloga hazır olduklarını söyledi. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aleksander Lukaşeviç “Suriyeli muhaliflerin yönetimle diyalog yönünde yaptıkları açıklamaları olumlu karşılıyoruz” diyerek tarafları müzakere masasına oturmaya çağırdı.
Nihayet Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, Şam yönetimi ile muhaliflerden oluşan birer heyetin çok yakında Moskova’ya geleceğini ilan etti.
DOĞU’NUN ZORU, BATI’YI YENDİ
Tüm bunlar yaşanırken, Atlantik kampından, ABD’nin gidişata boyun eğdiğini gösteren açıklamalar geldi.
ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı John Kerry, “Suriye’de diplomatik çözümden umutlu olduklarını” söyleyerek, iki yıllık Suriye politikalarında köklü bir değişikliğe gittiklerinin işaretini verdi.
Bu değişikliğin somut göstergelerinden biri, örneğin Tlass’ın “ABD söz verdiği silahları teslim etmedi, CIA bize ihanet etti” demesiydi.
İhanet kuşkusuz tarihi zorunluluktu; zira Doğu’nun zoru Batı’yı yendi!
NOT: Cilvegözü Sınır Kapısı’ndaki patlama, BBC’nin 30 Ocak’ta görüntülediği “bomba atölyesinde” hazırlanan patlayıcıların Suriye’ye operasyona giderken “kazara” patlaması değilse eğer, Ankara’ya “Suriye sahnesinden çekilemezsin” mesajıdır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Şubat 2013
GÜL EMNİYET’İ, EMNİYET ABD’Yİ SUÇLADI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 11/02/2013
Milliyet’ten Pınar Ersoy’un sorularını yanıtlayan ABD Başkanı Barrack Obama’nın Ankara Büyükelçiliği’ne yönelik canlı bomba saldırısını “Türk-Amerikan ilişkilerine zarar vermek isteyenler başarısız oldu” diye yorumlaması bize dikkat çekici geldi.
Zira saldırıdan sonra Türk devletinin yaptığı resmi açıklamalarda benzer bir değerlendirme yoktu. Tersine hem Başbakan Tayyip Erdoğan hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, saldırının “teröre karşı ortaklığın ne kadar elzem olduğunu gösterdiğini” belirttiler!
Resmi olmayan açıklamalarda ise üç görüş öne çıkıyordu.
1. Suriye ve İran olağan şüpheliydiler ve bu saldırıyla ABD’nin bölge politikalarına tepki göstermiş olabilirlerdi.
2. DHKP-C stepneydi ve Almanya’nın canlı bombayı izleme gereği duymamasından başlayarak, bu örgütü kullanmasına kadar pek çok nedenle Berlin’in saldırıda rolü olabileceği belirtildi.
3. DHKP-C’nin PKK ile ilişkilerini öne çıkaran MİT-Emniyet çevreleri, saldırıyla İmralı sürecinin hedef alındığını söylediler.
SALDIRIYLA İLGİLİ SORU İŞARETLERİ
Obama’nın sözlerini başka olgularla birleştirmeliyiz:
1. Canlı bombanın 95 dakika içinde DHKP-C militanı Ecevit Şanlı olduğu tespit edilmişti ama buna rağmen ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey “Bu DHKP-C’nin yapacağı bir saldırı gibi görünmüyor” diyordu.
2. Saldırı sırasında MOBESE kameralarının bir saat boyunca neden kapalı olduğu gerçek yanıtını bulamadı!
3. Kuşkusuz Cumhurbaşkanı Gül’ün “Emniyet biliyordu ama önleyemedi” demesi özel bir anlam içeriyordu.
4. Saldırganın kimliği nasıl oldu da parçalanmaya rağmen 95 dakika gibi kısa bir zamanda tespit edilebildi? Günler sonra yayımlanan ve bu kuşkuları gidermeye yönelik olduğu anlaşılan Emniyet kaynaklı haberde dikkat çekici bir cümle vardı: “Bu arada ABD Büyükelçiliği’nin, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne sadece kulübe içindeki güvenlik kamerasının kaydettiği görüntüyü verdiği; Şanlı’nın yürüyerek geldiği Paris Caddesi üzerindeki kameraların kaydettiği görüntüleri vermediği öğrenildi.” (Akşam, 8 Şubat 2013)
Açık ki, Cumhurbaşkanı Gül Emniyet’i suçluyor, Emniyet ise ABD Büyükelçiliği’nin delil gizlediğini belirterek yanıt veriyordu!
BİNGAZİ’DEN ANKARA’YA
ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na yapılan saldırıyla, Ankara Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı arasında bir bağ var. O bağın kaynağı ise ABD’nin nasıl bir küresel strateji izleyeceğine dair süren iç mücadeledir.
12 Eylül 2012’deki Bingazi saldırısıyla 1 Şubat 2013’deki Ankara saldırısı arasında geçen 4,5 aylık sürede Washington’da çok köklü değişiklikler oldu. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus tasfiye edildi!
Üstelik üçünün ortak noktaları vardı:
1. Üçü de Obama’nın tersine ABD’nin Suriye ve İran konusunda aktif tutum almasını istiyorlardı. Nitekim tasfiyelerinden sonra üçlünün Suriyeli muhaliflere silah sağlamaya yönelik planlarının Beyaz Saray’dan döndüğü basına sızdırıldı!
Yerlerine gelen isimlerin ABD-İran diyaloguna yeşil ışık yakmaları ve Suriye’de diplomatik çözüm için umutlu olduklarını söylemeleri çok şey anlatıyor!
2. Her üç isim de ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na düzenlenen saldırı nedeniyle topun ağzındaydılar. Eski Genelkurmay Başkanı Mike Mullen’in başkanlığındaki ekipçe hazırlanan raporda hem Clinton hem de Petraeus açıkça suçlanıyordu. Senato ikisini de sorgulamayı sabırsızlıkla bekliyordu. Kasım’da CIA Başkanı Petraeus yasadışı evlilik gerekçesiyle istifa etti, Aralık’ta da Clinton beyin sarsıntısı geçirdi ve hastaneye kaldırıldı!
Ancak her ikisi de Senato’ya hesap vermekten kurtulamadılar! Ocak ayında Senato’da sorgulanan Clinton, suçlandığı raporun neden gizli tutulmadığına bir anlam veremiyordu!
CIA SURİYE MUHALEDETİNE İHANET ETTİ
Bingazi Konsolosluğu’nu Ankara Büyükelçiliği’ne bağlayan olgu ise o sorgulamada Senatör Rand Paul’ün Clinton’a bir sorusunda gizliydi. Paul, Libya’dan Türkiye’ye silah sevkiyatına ABD’nin aracı olup olmadığını soruyor, Clinton ise “CIA’ya sorun” diyordu!
Bu köşede daha önce Libya’dan İskenderun’a gelen El Entisar gemisinin öyküsünü anlatmış, Petraeus’un apar topar Türkiye ziyaretine ve Bingazi’de öldürülen ABD Büyükelçisi Chris Stevens’in saldırıdan iki saat önce Türk diplomat ile bu gemi hakkındaki görüşmesine dikkat çekmiştik!
Biz bu satırları yazarken Hürriyet Planet’e düşen “CIA, Suriye muhalefetine ihanet mi etti” başlıklı haber ise bu çatışmanın sonucunu belgeliyordu. Gerisini o muhalefetin koordinatörü olan Ahmet Davutoğlu düşünsün!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Şubat 2013