Posts Tagged CIA

Hindu cihatçılığı

Hindistan Pakistan’ın Keşmir bölgesine füze saldırısı düzenleyerek riskli bir “sınırlı savaş” başlattı. Pakistan Hindistan’a bağlı Keşmir bölgesine topçu misillemesi yaparak, savaşın sınırlı kalmasını istediğini ortaya koydu. Umarım böyle olur ve iki nükleer güç daha fazla ileri gitmez.

1945’ten bu yana Keşmir nedeniyle defalarca karşı karşıya gelen iki ülke, Anglo-Sakson bakiyesi sorunun girdabı içinde ne yazık ki… 

İngiltere, sömürgeci ve işgalci politikalarıyla etkisi bugün de süren sorunlar bıraktı; Filistin meselesi, Kıbrıs meselesi, Kürt meselesi, Keşmir meselesi… Anglo-Sakson İngiltere’nin sorunlarını devralan Anglo-Sakson ABD de bu sorunları emperyalist ihtiyaçlarına göre kullandı. 

Yeni bir dünya, işte bu tür sorunları çözebilmek için ihtiyaç en başta.

Pakistan’daki CIA örgütleri

Bu kez “sınırlı savaş” 22 Nisan’da 26 kişinin ölümüne yol açan terör saldırısıyla tetiklendi. Saldırıyı Leşker-i Tayyibe örgütünün bir kolu olan Direniş Hareketi üstlendi. Hindistan ise doğrudan Pakistan‘ı sorumlu ilan etti. 

Pakistan suçlamaları reddetti ve uluslararası soruşturma açılmasını istedi ancak Hindistan kabul etmedi. 

Evet, Pakistan’da böyle yüzlerce örgüt var ama bunların Pakistan devletinin doğrudan kumandası altında olduğunu iddia etmek güç. Doğru, bir dönem Pakistan istihbaratı üzerinden pek çok örgütü yönlendirdiler ama o örgütler aslında Pakistan istihbaratından çok ABD istihbaratının kontrolündeydi. Çünkü bu örgütler, ABD’nin yeşil kuşak projesi kapsamında SSCB’ye karşı Pakistan’da eğitip, Afganistan’da harekete geçirdiği örgütlerdi.

Pakistan: ”Cihat, Batı kaynaklı”

Hindistan’ın iddialarının aksine, aslında bu örgütlerin asıl hedefi Pakistan’dır. Son bir yılda bu örgütler Pakistan’daki Çin tesislerine saldırdı, İran’a saldırdı ve Hindistan’a saldırdı. Yani bu örgütler Pakistan’ın komşularıyla ilişkilerini sabote etmeye çalışıyor aslında.

Nitekim Hindistan’a düzenlenen saldırının ardından Pakistan Savunma Bakanı Muhammed Asıf çok net ortaya koydu; “ABD’nin bölge politikaları nedeniyle terörün mağduruyuz” dedi, “Pakistan’ın geçmişte SSCB’ye karşı Afganistan savaşına katılarak ABD adına cihatçıları eğitmek ve yerleştirmek için bir üs haline gelmesi hataydı” dedi, “Batı tarafından icat edilen cihat kavramı, Pakistan toplumunun dokusunu değiştirdi ve bugünkü sorunlara zemin hazırladı” dedi (cumhuriyet.com.tr, 28.4.2025).

Modi’nin iç politika hedefi

Ancak Hindistan tüm bunları görmezden geldi ve riskli bir “sınırlı savaş” başlattı. Çünkü Hindistan Başbakanı Modi için bu savaş, iç politikayı pekiştirme amaçlı dış basınçtır.

“Hindu milliyetçiliği” adı altında “Hindu cihatçılığı” yapan Bharatiya Janata Partisi lideri Narendra Modi, ülkenin adını da Bharat yapmaya çalışıyor. Ülkedeki Müslümanların, azınlık grupların, kast sistemine göre daha altta olanların çareyi Komünistlerin yönettiği eyaletlere kaçmakta bulduğu ağır bir süreç yaşanıyor Hindistan’da… 

İşte Modi’nin terör saldırısını bahane ederek Pakistan’a riskli “sınırlı savaş” açması, bu iç politikasının bir uzantısıdır. 

Modi’nin fırsatçılığı

Hindistan Dışişleri Bakanı Vikram Misri, Sindoor Operasyonu adını verdikleri bu saldırıyı “terör saldırısını önleme” ve “Hindistan’a gönderilmesi muhtemel teröristleri etkisiz hale getirme” amaçlı diye tarif etti. 

“Önleyici vuruş”, jeopolitikçiliğin ürettiği ve sürekli savaş riski doğuran bir yöntem; Alman emperyalizminden ABD emperyalizmine geçti, Bush bir doktrin olarak Irak’ta uyguladı, Şaron ve Netanyahu Filistin’de uyguladı, şimdi Modi bunu Pakistan’da uygulamak istiyor.

Rusya’nın Ukrayna’da Atlantik’le boğuştuğu, Çin’in ABD’nin açtığı ticaret savaşıyla uğraştığı bir süreçte Modi, Pakistan üzerinden içeride Hindu cihatçılığını pekiştirmeye çalışıyor.

Ama eski dünyaya ait bu anlayışlar, yeni dünyanın doğum sancılarını artırıyor son tahlilde… 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Mayıs 2025

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

Pakistan’daki CIA örgütleri

Keşmir’in Pahalgam bölgesinde, turistleri hedef alan silahlı saldırı Hindistan ile Pakistan’ı karşı karşıya getirdi. 26 kişinin öldüğü 22 Nisan’daki saldırıyı Leşker-i Tayyibe örgütünün bir kolu olan Direniş Cephesi (TRF) üstlendi. 

Hindistan yönetimi bu örgütün Pakistan merkezli bir örgüt olması nedeniyle Pakistan’ı hedef aldı. Pakistan yönetimi ise suçlamaları reddetti. 

Ancak iki ülkenin tarihsel sorunları nedeniyle yine de tansiyon yüksek ve gerilim sınırda karşılıklı askerlerin ateş açmasına kadar vardı. Vizelerin iptalinden hava sahasının kapatılmasına kadar bir dizi karşılıklı karar da alındı. İki ülkenin nükleer güç olması, meseleyi daha da kritik hale getiriyor.

Pakistan’ın komşularını hedef alan örgütler

Peki Leşker-i Tayyibe örgütünün Pakistan merkezli olması Pakistan’ı suçlamaya yeter mi? 

Örneğin bir süre önce Pakistan’daki Çinli işçileri hedef alan bir saldırı olmuş, onu da yine Pakistan merkezli Belucistan Kurtuluş Ordusu üstlenmişti. Öncesinde de Çin’in işlettiği Gwadar Limanı’na yine bir terör saldırı olmuş, Belucistan Kurtuluş Örgütü saldırıyı üstlenmişti. 

Örneğin, yine yakın zamanda, Ceyşu’l Adl isimli Pakistan merkezli örgüt,  İran’ı hedef almış, Tahran yönetimi de bu örgüte ait olduğunu belirttiği Pakistan’daki mevzileri vurmuştu.

Pakistan’da böyle onlarca büyük, yüzlerce küçük örgüt var. Peki bu örgütlerin varlığı ve saldırıları nedeniyle Pakistan yönetimi mi suçlanmalı?

ABD Pakistan’ı üs yapmıştı

Bu örgütlerin varlık zeminini siyasal ve tarihsel olarak anlamadan yapılacak her değerlendirme eksik olur. Zira Pakistan yönetimi de bu örgütlerin hedefinde…

Bu örgütlerin önemli bir kısmı gerçekte CIA örgütleridir!

Evet, Pakistan’ı Afganistan’daki SSCB’ye karşı saldırı üssü yapan, Suudi Arabistan başta pek çok ülkeden “cihatçıyı” Pakistan’a yönlendiren, bu örgütleri kuran, finanse eden, eğiten ABD’dir, CIA’dır, Pentagon’dur.

Bu örgütlerin geride kalan yıllar içinde zaman zaman ABD’yi de hedef almış olması, “made in USA” olma durumunu değiştirmez. Bu ilişkiler böyledir, kurarsınız ama her zaman tam denetiminizde olmaz, kalamaz. Örgüt büyür, bir kolu kontrolden çıkar vb. Nitekim 1979’dan bu yana Pakistan’da yüzlerce örgüt bölünmesi, yüzlerce yeni örgüt kurulması örnekleri yaşandı.

ABD Pakistan’da uyguladığını, Türkiye’de de uyguladı. Suriye’de iç çatışma başladığında Türkiye sınırı da benzer durumu yaşadı. Gündüz Türkiye’deki çadır kentlerde kalan, gece silahıyla sınırı geçip Suriye’de savaşan cihatçı görüntülerini anımsayınız… 

Pakistan: “Cihat, Batı tarafından yaratıldı”

O nedenle bugünkü saldırılarından Pakistan yönetimini sorumlu tutmak doğru değil ama ülkeyi ABD’nin operasyon üssüne çevirmesine izin veren eski Pakistan yöneticileri, CIA’nın şubesi gibi çalışan Pakistan istihbaratı elbette sorumlu. (CIA, Pakistan devlet aygıtı içinde hâlâ etkin, bu da bir başka ciddi sorun oluşturuyor.) 

Bu gerçeği Pakistan’ın şimdiki yönetimi de görüyor ve kabul ediyor zaten. Pakistan Savunma Bakanı Khavaja Muhammed Asıf, “Cihat, Batı tarafında yaratıldı” diyor ve ülkesinin “ABD’nin bölge politikaları nedeniyle terörün mağduru olduğunu” savunuyor. 

Asıf, Pakistan’ın geçmişte “Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen Afganistan savaşına katılarak ABD adına cihatçıları eğitmek ve yerleştirmek için bir üs haline gelmesinin, büyük bir hata olduğunu” belirtiyor ve ekliyor: “Batı tarafından icat edilen cihat kavramı, Pakistan toplumunun dokusunu değiştirdi ve bugünkü sorunlara zemin hazırladı.” (cumhuriyet.com.tr, 28.4.2025).

Üç ülke, üç hedef

Kuşkusuz bu örgütlerin mensupları, hatta üst düzey yöneticileri bile bu ilişkileri bilmez, hatta bu örgütlerin üyeleri ABD’ye karşıdır ama ilişkinin doğası nedeniyle, bu tür örgütler çoğu zaman ABD’nin işine yarayan eylemlerde bulur kendini!

Pakistan’daki bu CIA örgütleri de ABD’nin işine yarayan üç amaca hizmet ediyor:

1) Kuşak ve Yol projesi üzerinden Çin’i hedef alıyor: Gwadar limanı, stratejik öneme sahip. Çin petrol tankerleri, Arap/Fars Körfezi’nden çıktıktan sonra uzun yolu ve kritik Malaka Boğazı’nı geçmeden, körfeze çok yakın olan Gwadar’a boşatıyor yükünü. Petrol, Gwadar’dan boru hattıyla ülkenin kuzeyine iletiliyor ve Çin’in batısındaki Kaşgar’a bağlanıyor. (ABD’nin Sincian-Uygur meselesini kışkırtmaya çalışmasının bir nedeni de budur.)

2) İran-Pakistan ilişkilerini hedef alıyor: Belucistan’ın ayrılığı için hareket eden örgütler zaman zaman İran’ı hedef alarak, İran ile Pakistan’ı karşı karşıya getirmeye çalışıyor.

3) Hindistan-Pakistan savaşının çıkmasını amaçlıyor: Pakistan merkezli bu CIA örgütleri, son olayda da görüldüğü üzere, iki ülkeyi savaştırmak istiyor. İki ülke savaşmasa bile, ilişkilerinin dondurulması hatta soğutulması bile bu örgütlerin (tabii ABD’nin) işine geliyor.

ABD’nin üç amacı

İşte işin bam teli de bu: Hindistan ile Pakistan’ı karşı karşıya getirmek ABD için bir kaç yönlü getiri olarak değerlendiriliyor.

1) Pakistan ve Hindistan savaşırsa, bu yükselen Asya’yı zayıflatır, Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) dağıtır! Tersine Çin ve Rusya bu iki ülkeyi ŞİÖ içinde barışa taşıyor… 

2) Pakistan ve Hindistan savaşı çıkarsa, Çin-Pakistan ilişkileri nedeniyle ABD Hindistan’ın kendisine daha çok yanaşacağını hesaplıyor. Bu da ABD’nin “Çin’e karşı Hindistan’ı dengeleyeci faktör yapma” stratejisini besliyor.

3) ABD, Pakistan-Hindistan savaşı üzerinden, Rusya-Hindistan işbirliğini de baltalayacağını hesaplıyor.

ABD-İsrail-Cihatçılık bağı 

Görüldüğü üzere Pakistan merkezli örgütlerin Çin’i, Hindistan’ı, İran’ı hedef alması, son tahlilde ABD’ye, ABD’nin amaçlarına yarıyor.

ABD, zaman zaman kendisine zarar veriyorsa bile, işte bu tür stratejik kazançları nedeniyle bu örgütlerle ilişkisini sürdürüyor. Zira “cihatçılık” üzerinden bu örgütleri ve kollarını, ihtiyaç duyduğu coğrafyalarda kullanıyor. 

Suriye sahası, Afganistan sahasından sonra ABD için ikinci büyük vaka alanı oldu. İşte Ankara’nın da desteklediği HTŞ! Bu cihatçı terör örgütü Şam’da iktidar oldu ve şimdi İsrail’le anlaşmaya doğru gidiyor. 

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu açık açık HTŞ’nin Beşar Esad’ı devirmesini kolaşlaştırdıklarını açıklıyor: “İran Esad’ın devrilmesini önlemek için Şam’a havadan asker indirmeyi planladı, F-16’larla önledik. İran’ın Esad’a gönderdiği silahların yüzde 90’ını da imha ettik.”

Sonuç olarak ABD-İsrail-Cihatçı örgütler bağını kavramak, doğru politik mevzi inşa edebilmenin öncelikli yoludur.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
29 Nisan 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA-MI6’nın ortak mesajı kimlere?

Eski ABD Başkanı Donald Trump, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris ile seçim yarışında yaptığı canlı yayın tartışmasında tekrarladı: “Seçildiğimde 24 saat içerisinde Ukrayna’daki savaşı durduracağım.”

Trump’ın bunu gerçekleştirebilmesi için Amerikan mali sermaye sınıfını hem seçimde hem de seçim sonrasındaki iç mücadelede yenebilmesi gerekiyor. Zira Ukrayna’da son Ukraynalı kalana kadar “uzun savaş” isteyen asıl kesim mali sermayedir, finans kapitaldir… 

Burns ve Moore’un ortak mesajı

CIA-MI6 şeflerinin ortak deklarasyonu da aslında bir yönüyle Trump’a ve onu destekleyen sermaye kesimlerine, bir yönüyle de Avrupa’ya mesajdır.

CIA Direktörü William J. Burns ile MI6 Başkanı Richard Moore’un ortak kaleme aldıkları ve 7 Eylül’de Financial Times’ta yayınlanan makale, üç temel mesaj veriyor: 

1) Artık çekişmeli bir uluslararası sistem var ve CIA ile MI6 birlikte direniyor ama bu işbirliğini özel sektörle olan ortaklık ağıyla güçlendirmeliyiz.

2) ABD ve İngiltere, Ukrayna’yı savunmaktan vazgeçemez.

3) CIA ve MI6 için asıl zorluk Çin’dir; buna göre hazırlanıyoruz. Çin’i Rusya, Ortadoğu ve ekonomi alanındaki mücadele izliyor.

Scholz’un çıkışı

Ukrayna’nın Kursk saldırısı 5 Kasım seçimi öncesinde ABD’yi “uzun savaş” stratejisinde tutmak için CIA ve Pentagon tarafından planlanmış bir saldırıydı. Ukrayna Batı’nın büyük desteğiyle bin kilometrekarelik alanı köprü başı yapmaya çalışırken, Rusya bu süreçte Donetsk’in batısında bunun bir kaç katı alanı ele geçirdi.

Kurks’teki durum, ABD mali sermaye sınıfını memnun edemese de, Alman sanayi sınıfı için yeni bir hamle yapma fırsatı doğurdu muhtemelen. Alman Şansölyesi Olaf Scholz’un şu çıkışı buna işaret olmalı: “Ukrayna’da barışla ilgili yeni bir konferans daha yapılmalı. Üstelik Rusya da müzakere masasında olmalı. Bu görevi şimdi yerine getirmeliyiz.”

Amerikan mali sermayesi, askeri endüstrisi, enerji şirketleri Ukrayna’da savaşın uzamasından memnun ama savaş uzadıkça bu Alman sanayisini zayıflatıyor. Geçen yıl binlerce şirket iflas etmişti, bu yıl sayı daha da arttı: Almanya’daki iflas eden şirket sayısı, bu yılın ilk yarısında, geçen yıla göre yüzde 24,9 artarak, 10 bin 702 şirketin iflasına ulaştı.

Draghi’nin raporu

Ukrayna krizi sadece Almana’yı değil, Avrupa’yı tümden olumsuz etkiledi. ABD’nin Avrupa’yı Rusya’ya karşı yaptırımlara zorlaması, Rusya-Avrupa ucuz enerji işbirliğini kesmesi Avrupa ülkelerinin ekonomilerini çok olumsuz etkiledi. 

İşte Avrupa Komisyonu bu amaçla Eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı ve Eski İtalya Başbakanı Mario Draghi’den “Avrupa sanayisi için yeni bir çıkış/çare stratejisi” hazırlamasını istemişti. Draghi raporunu bu hafta sundu. Özetle rapor AB’nin yılda ek 800 milyar avro yatırıma ihtiyacı olduğuna işaret ediyor! Rapor ayrıca “kamu desteği olmadan özel sektör finansmanının yetmeyeceğini” saptıyor ve AB düzeyinde yeni vergi çağrısı yapıyor.

İşin daha önemli yanı ise Draghi’nin Avrupa Parlamentosu üyelerine ve daha sonra  üye ülke diplomatlarına yaptığı sunumlarda, hem Çin’den ama hem de ABD’den, “Avrupa’nın ekonomik rakipleri” diye bahsetmesi oldu.

Final değil başlangıç

Kısacası ABD’de Donald Trump ile mali sermaye, Avrupa’da stratejik özerkçilerle transatlantikçiler, Almanya içinde “iki Almanya” çarpışıyor. 

5 Kasım ise final değil, yeni bir başlangıç olacak.

Peki Türkiye bu tablodan nasıl etkilenecek, bu çelişmelerden yararlanabilecek mi? Bizim için ise asıl mesele bu elbette…

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Eylül 2024

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

Pentagon’un trolleri

Reuters’in bir araştırması, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un sosyal medyadaki trol hesaplarıyla Çin’e karşı yürüttüğü psikolojik savaşı ortaya koydu. Buna göre Pentagon trolleri, Covid salgını boyunca Çin aşısını kötülemek için Ortadoğu ve Uzakdoğu’da kampanya yaptı: Çin aşısının “domuz jelatini” içerdiğini, “İslam’a aykırı” olduğunu iddia etti. Reuters 300 trol hesabı saptamış, muhtemel ki daha fazladır. 

Pentagon kampanyayı doğrulamak zorunda kaldı. Reuters’e bilgi veren üst düzey bir Pentagon yetkilisi, ABD ordusunun Çin’in aşısını küçümsemek için “gizli propaganda yürüttüğünü” kabul etti, ancak ayrıntı vermeyi reddetti.

Elbette mesele “gizli propaganda” yapmaktan ötedir; kara propagandadır, psikolojik savaştır.

Asıl psikolojik savaş kendi halkına

Reuters’e konuşan Dartmouth Geisel Tıp Fakültesi’nden bulaşıcı hastalık uzmanı Daniel Lucey, “ABD hükümetinin bunu yaptığını duyunca dehşete ve hayal kırıklığına kapıldım” diyor.

Neden hayal kırıklığı? Çünkü liberal kapitalizm, demokrasi, şeffaflık, açık toplum vb. propagandası altında dünyanın en “ahlaklı” devletine ve hükümetine sahip olduklarını sanıyorlar. Pentagon’un ve diğer Amerikan devlet aygıtlarının yürüttüğü asıl psikolojik savaş işte budur, kendi toplumuna karşı olanıdır.

Dahası Pentagon, CIA ve NATO trolleri bu propagandayı müttefiklerine de uygulamakta, diğer ülke vatandaşlarının bir kesimi de bu propaganda altında “Amerikancılık” övücüsüne dönüşmektedir.

Halkın değil Wall Street’in devleti

Pentagon ve başka çalışmalarda ortaya çıkacak diğer Amerikan aygıtlarının bu türden faaliyetleri, şirketlerin kârları içindir. Bu örnekte görüldüğü gibi Pentagon Çin aşısına karşı kara propaganda yaparak, Amerikan Pfizer’ın aşı satışını artırmaya çalışıyor. 

Anımsayacaksınız: Covid salgını sırasında ABD hükümeti halkı değil şirketleri fonlamıştı. Nitekim üç yılın sonunda Amerikan şirketleri, başta mali sermaye olmak üzere, covid salgınından büyük kârla çıkmıştı. 

Çünkü ABD devleti, son tahlilde Amerikan halkının değil Wall Street merkezli büyük sermayenin devletidir.

ABD’nin kirli savaşı

Pentagon trollerini salgında mı kullandı sadece? Elbette değil. Daha trol kavramı bile yokken, ABD devletinin yazılı basında kullandığı yerli-yabancı trolleri vardı. 

Ve yüz yıldır o troller çalışıyor: İhtiyaca göre komünizmi kötülemek için propaganda yapıyorlar, ihtiyaca göre Amerikan saldırganlığını dünyaya haklı göstermek için. İhtiyaca göre uzaylıların çoktan geldiğini ve Ortadoğu’daki medeniyetleri Ortadoğuluların değil uzaylıların inşa ettiğini propaganda ediyorlar, ihtiyaca göre de Çinlilerin, Kuzey Korelilerin, Rusların, İranlıların, Türklerin ne kadar “kötü” olduğunu ileri sürüyorlar. 

Amerikan büyük sermayesinin devleti, eline tutuşturduğu beyaz tozu “Saddam’ın kitle imha silahının kanıtı” diye BM salonunda sallatarak, Dışişleri Bakanı Colin Powell’ı bile trol olarak kullandı! (Powell’ın sonraki yıllarda “kullanıldım (trollendim)” demesi elbette sonucu değiştirmez).

ABD’nin müttefik ülkelerde üst düzey görevlere getirmek üzere yatırım yaptığı ve hatta bazılarının devlet başkanlığına yükseldiği türden piyonları, onların siyasal, ideolojik, reklam kampanyalarını düzenleyen üst-trolleri, o kampanyayı medyada yaygınlaştıran trolleri, kampanyadan nemalanarak Amerikancılık yapan alt-trolleri de var elbette…. (Bu konuda ibretlik itiraftır: Eski İtalya Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga, NATO’nun Gladyo örgütlenmesi üzerinden ABD’nin müttefik ülkelerde nasıl iktidar belirlediğini, yıllar önce gazeteci Nur Batur’a anlattı. Söyleşinin geniş hali için bakınız: Nur Batur, Ortadoğu’nun Şahları, Vezirleri, Piyonları, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2022).

Özetle: ABD devlet aygıtlarının, Amerikan şirketlerinin kârları için Amerikan halkına ve dünya halkalarına söylemeyeceği yalan, yapmayacağı hukuk dışı eylem yok. 

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
18 Haziran 2024

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

MADEM CIA KARIŞTIRDI, ‘ONE MİNUTE’ DEYİN!

Türkiye’den sonra Brezilya’da da protesto eylemlerinin başlaması, AKP kurmaylarını sevindirdi. Yeni Şafak’tan Sabah’a kadar tüm yandaş basın, aynı hikâyeye sarıldı:

“Türkiye ve Brezilya IMF’ye borçlarını ödedi. Küresel sermaye, bu iki ülkenin gelişmesinden çok rahatsız, faiz lobisi aynı anda harekete geçti. Washington Türkiye’nin bölgesinde büyümesini ve genişlemesini istemiyor. ABD, CIA üzerinden iki ülkeyi de karıştırdı. CIA belirlediği eylem biçimleriyle gençliği harekete geçirdi. Ağaç eylemi de duran adam eylemi de CIA’nın broşüründe yer alan eylem biçimleri.”

AKP’nin kalemşorları bu saçmalıklara itiraz edenleri “büyük resmi göremeyen ahmaklar” olarak niteliyor!

Peki, gerçekte büyük resim ne?

ERDOĞAN OBAMA’YA REST ÇEKSİN!

AKP’nin yönettiği Türkiye, NATO üyesidir ve Batı’nın bölgedeki ağır topudur. Pentagon adına Afganistan’dadır, Lübnan’dadır. CIA adına Libya’ya saldıran Haçlı Koalisyonuna dâhil olmuştur ve şu anda da Atlantik adına Suriye’de üstü örtülü savaş sürdürmektedir.

AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıdır, Irak’ta Mehmetçiğe çuval geçiren Amerikan askerlerinin sağlığına duacıdır, kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı’yla arasını yapması için Neo-Con Paul Wolfowitz’den aracı olmasını talep etmiştir, Bush’un stratejik Obama’nın da model ortağıdır. Hatta “sesini özleyecek” kadar Obama’ya yakındır!

Protestoların CIA eseri olduğunu iddia edenler, daha bir ay önce Obama ile Erdoğan’ın “yağmurda beraber ıslanmasını” manşet yaptılar, o fotoğrafın iki müttefikin derin dostluğu olduğunu analiz ettiler.

Tüm bunlara rağmen Gezi eylemlerinin CIA eylemi olduğunu savunanlar için basit bir test vardır: Erdoğan Obama’ya “one minute” desin!

AKP’NİN EYLEMLERİ CIA EYLEMİ

Hilal Kaplan’dan Nihal Bengisu Karaca’ya kadar birçok AKP kalemşoru, “duran adam” eyleminin sosyal medyada büyük yankı uyandırdığı gece, milletin karşısına bir “belge” getirdiler ve bu eylemin CIA eylemi olduğunu savundular. Belgelerine göre CIA 198 eylem şekli belirlemişti ve “duran adam” da işte madde 163’de açık açık yazıyordu!

Anlaşılan bu arkadaşlar “ellerinin altında hazır tuttukları” bu kâğıt parçasını tam olarak okumamışlardı… Zira madde 20’ye göre dua ve ibadet de CIA eylemiydi, madde 41’a göre Hac yolculukları da; madde 58’e göre aforoz etme de CIA eylemiydi, madde 159’a göre oruç tutmak da…

Daha doğrusu hemen her şey bu listeye göre CIA eylemiydi ve en müthişi de madde 69’daki “topluca ortadan kaybolma” eylemiydi…

Hayır, şimdilik kimse ortadan kaybolmamıştı ama halkın eylemlerine düşmanlık yapanlarda yine de zekâ ve ahlakı arıyorduk!

Zira o listede yer alanların en az yarısını bu arkadaşlar 28 Şubat’ta uygulamıştı!

ERDOĞAN ÇAPULCU DEDİ, ROUSSEFF GURUR DUYDU 

ABD hem Türkiye’yi hem de Brezilya’yı hedef aldığına göre her iki ülkenin de lideri benzer tepki vermeli, değil mi? Bakalım:

Erdoğan eylemci gençlere çapulcu, alkolik, sidikli, boklu gibi seviyesiz yakıştırmalar yaptı. Yetinmedi “aynı yerden emir aldıkları için ulusalcılarla bölücülerin kardeşlik yaptığını, faşistlerle sosyalistlerin muhabbeti artırdığını, sözde dindarlarla din düşmanlarının Gezi’de ittifak yaptığını” iddia etti! Herkes aynı yerden emir almıştı ama nedense o yerin Türkiye temsilcisi kendisiydi!

Peki ya Brezilya Devlet Başkanı Başkanı Dilma Rousseff neler söyledi? Protestocularla gurur duyduğunu belirten Rousseff,  “Gösterilerin boyutu demokrasimizin enerjisini gösterdi” dedi!

Yani iki lider arasında 180 derece fark vardı!

Her neyse, uzatmayalım ve şu kadarını söyleyerek bitirelim: CIA’yı Taksim’de arayacağınıza, bakanlıklarda arayın ki memlekete bir hayrınız olsun!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Haziran 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

TERÖR, GİZLİ SERVİS FAALİYETİDİR

Londra’dan sonra Paris’te de üniformalı bir asker saldırıya uğradı. 35 yaşlarında, uzun boylu ve geleneksel Arap kıyafetli olduğu söylenen erkek saldırganın elindeki bir maket bıçağıyla devriye gezen askere arkadan yaklaştığı ve boynunu kestiği belirtiliyor.

Birkaç gün önce de Londra’da Michael Adebolajo isimli saldırgan, elindeki satırla bir askeri öldürmüş, üstelik yakalanma kaygısı duymadan eylemini filme çektirmişti. Video tüm dünyada yoğun paylaşıldı.

Boston saldırısını da aynı kulvarda sayabilir miyiz? Henüz kanıtlanamayan iddiaya göre Çeçen Tsarnayev kardeşler, 15 Nisan’da Boston Maratonu’na bombalı saldırı düzenlemiş, üç kişinin ölümüne 260 kişinin de yaralanmasına neden olmuşlardı.

YENİ BİR TERÖRİZM TÜRÜ MÜ?

Fransız Liberation gazetesi konuyu manşetine taşıdı ve şu değerlendirmeyi yaptı: “Dünyada özellikle İslam adına cinayet işleyen, yalnız başına hareket eden, internet üzerinden radikalleşen ve yakınlarının yardımı ile silah temin eden yeni bir terörizm türü ve ‘yalnız kurtlar’ fenomeni doğuyor.”

Gazeteye konuşan Sorbone Üniversitesi Profesörü Jean Pierre Filiu, “Asıl kâbus, yalnız kurtların internetle birleşmesi ve internet siteleri üzerinden dünyanın öbür ucundaki cihatçı örgütle her gün temasa geçebiliyor olması” diyor.

Terör uzmanı soruşturma hâkimi Marc Trevidiç ise “Bu yeni tarz terörizm adliye ve polis ile halledilecek bir boyutun ötesinde bir büyüklüktedir. Gençlerimizin bir bölümü radikal İslam tarafından ele geçirilmiş durumda.” diyor.

Boston saldırısı sonrasında konu ABD’de de çokça tartışılmıştı. 10 yıldır ABD’de eğitim gören Tsarnayev kardeşlerin nasıl böyle bir saldırı düzenleyebildiği sorgulandı. ABD eğitim sistemi, bu gençleri 10 yılda neden sisteme entegre edememişti?

SALDIRGANLARIN CIA, MI5 BAĞLANTILARI

Peki, gerçekten de internet üzerinden örgütlenen yeni tür bir radikal İslamcı terör dalgasıyla mı karşı karşıyayız?

Böylesi bir genellemede bulunmak Liberation için kolaysa da bizim için oldukça zor. Zira hem Boston hem de Londra saldırılarında bazı tuhaflıklar var.

Örneğin Boston saldırganları olduğu iddia edilen Tsarnayev kardeşlerin biri çatışmada öldürüldü, diğeri ise gırtlağından vurularak konuşamaz hale getirildi! İki kardeşin arkadaşı ve zanlı adayı olarak FBI’nın sorguladığı bir başka genç ise sorgu sırasında öldürüldü! FBI, gencin kendilerine saldırdığı için vurulduğunu açıkladı!

Daha da ilginci, Tsarnayev kardeşlerin yengesi, ünlü CIA ajanı Graham Fuller’in kızı çıktı! Amca Ruslan Tsarnayev, ABD’nin Rusya’ya karşı Çeçen kartını kullandığı 90’lı yıllarda ABD’nin bu tip kirli işlerini yapan yardım kuruluşu USAID’e danışmanlık yapmış. Bu sırada da, CIA’nın eski Ankara istasyon şefi olan Graham Fuller’in kızı ile evlenmiş!

Londra’daki satırlı saldırganın durumu da ilginç, zira İngiliz gizli servisi MI5’in Michael Adebolajo’ya bu saldırıdan 6 ay önce iş teklif ettiği ortaya çıktı!

TERÖR ÖRGÜTÜ, İSTİHBARAT ÖRGÜTÜNÜN UZANTISIDIR

İlla bir genelleme yapacaksak, genel olarak terörün, özel olarak da “radikal İslamcı terörün” Batılı istihbarat servisleriyle mutlaka bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. İstihbarat örgütlerinin başka devletlere karşı kurduğu, desteklediği ve büyüttüğü ama o sorun ortadan kalktıktan sonra, kontrolden çıkan terör örgütlerinin en ünlüsü kuşkusuz El Kaide’dir. CIA-Usame Bin Ladin ilişkisi üzerine çok şey yazıldı, çizildi.

Aynı yöntem şimdi de devam ediyor. Örneğin Suriye’de desteklenen pek çok terörist grup var. ABD kimisini kendisi için ileride tehlikeli olur diye ayrı tutmaya çalışsa da, onun ayrı tuttuğunu başka bir ülke yanında tutabilmektedir!

Türkiye’ye karşı PKK, Rusya’ya karşı Çeçen örgütleri, Çin’e karşı Sincian örgütleri, İran’a karşı Halkın Mücahitleri, Suriye’ye karşı Müslüman Kardeşler, Selefiler, Libya’ya karşı El-Kaide… Listeyi uzatabiliriz.

Bu tip ilişkiler, hukuk dışı yöntemler kuşkusuz etki-tepki prensibi gereği karşılığını buluyor. Ya rakip devletler de aynı yöntemi uyguluyor, ya da kullanılan bu örgütlerin içinden, kontrol edilemeyen hücreler çıkıyor.

Devletler hem içerdeki mücadeleyi, hem de dış ilişkilerini, konvansiyonel savaşa gerek kalmadan, bu tip örgütleri kullanan istihbarat kurumlarının mücadelesiyle yürütüyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Mayıs 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ARINÇ’TA EMİNE ERDOĞAN’IN KASETİ Mİ VAR?

Başlıktaki soruyu Ergenekon davasında dinlenen 31 gizli tanıktan birinin iddiası nedeniyle sorduk. Madem Ergenekon’un hâkimleri ciddiye alıp da bunları dinliyor, bugünlük biz de kulak verelim…

27 Temmuz 2012 günü dinlenen Yıldız kod isimli gizli tanık anlatıyor: “Papa Türkiye’ye geldiği gün, Bülent Arınç Emine Hanım ile Ergün Poyraz’ı buluşturmuş, Emine Hanım demiş ki, ‘Niçin bizle uğraşıyorsun, biz sana ne yaptık’ demiş… Pardon Bülent Arınç buluşturmamış, Bülent Arınç’ta bu kaset varmış… Bülent Arınç’ın bildiği isimler çekmişler, bu benim mantığım. Tayyip’i yıkacağını, bu kasetle Tayyip’i yıkacağını…

İşin ilginç yanı, gizli tanık Yıldız, sözlerinin devamında tertibi de aslında ifşa ediyor: “Bakın duyduğumu ben yazdırdım. Polis sadece isim söyledi, Bülent Arınç, Emine Erdoğan dedi… Çünkü biliyorlar.

Hâkim “Emniyet nasıl biliyor?” diye soruyor. Yıldız’ın yanıtı: “O Türk polisinin gücü işte.”

Tek başına bu sözler bile Ergenekon tertibini, tertipte Emniyet içindeki F Tipi yapının rolünü ortaya koymaya yetiyor!

GİZLİ TANIK TERÖRÜ

Bu çarpıcı sözleri, Ergenekon davasının kıdemli sanıklarından Hikmet Çiçek’in son kitabından alıntıladım. Yılların usta gazetecisi Hikmet Çiçek, Ergenekon davasında dinlenen 31 gizli tanığı kitaplaştırdı. Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Ergenekon Tertibinde Gizli Tanıklar” isimli bu kitap, biz gazeteciler için bir hazine!

Cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı, gasp, tecavüz, adam yaralama, adam kaçırma, dolandırıcılık, fuhuş hükümlüsü gibi “saygın” mesleklere sahip bu gizli tanıklar içinde PKK, Dev-Sol ve Hizbullah itirafçıları da var.

Hikmet Çiçek bu gizli tanıkların anlattıklarını yazarken, aslında tam bir gizli tanık terörüyle karşı karşıya bulunduğumuzu da sergilemiş oluyor.

MİT: ERDOĞAN’IN HESAPLARINI CIA’YA ARINÇ VERDİ

Son olarak Fethullah Gülen’le görüşen Bülent Arınç’la ilgili bu iddia önemli.

Zira Cemaati “devlet içinde devlet” olarak nitelendiren Tayyip Erdoğan da biliyor ki, kendisini dinleme olanağına sahip tek yapı Fethullah Gülen’in Emniyet’in TEM ve İstihbarat birimlerine yerleşmiş çocuklarıdır. Nitekim dinlendiği ortaya çıkınca ilk iş olarak polis korumalarının tamamını değiştirdi.

Bülent Arınç’ın adı bu tip işlere ilk kez karışmıyor tabii… Örneğin Ergenekon sanığı olarak Silivri’de yatarken şüpheli bir şekilde ölen MİT’in üst düzey yöneticisi Kâşif Kozinoğlu, Tayyip Erdoğan’ın gizli hesap bilgilerini CIA’ya Arınç’ın verdiğini iddia etmişti!

DENİZ YILDIRIM: ERDOĞAN’I KİM DİNLEYEBİLİR?

Bülent Arınç faslını burada kapatıyor ve bu kez Hikmet Çiçek’in koğuş arkadaşı Deniz Yıldırım’a kulak veriyoruz. Erdoğan’ın kasetlerini haberleştirdiği için Ergenekon’da yargılanan Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yıldırım, önceki gün son savunmasını yaptı.

Yıldırım, Çiçek’in kitaplaştırdığı 31 gizli tanığın ifadeleri dışında, dinlenen tüm tanıkların, yani 157 kişinin ifadelerini de incelemişti. 10 bin sayfayı aşkın ifadelerden çıkardığı sonuçları son savunmasında özetledi. Biz sadece 157 tanığın da varlığı iddia edilen Ergenekon örgütüne dair tek bir somut şey söyleyemediğini, en fazla “görmedim, bilmiyorum, sadece duydum” diyebildiklerini köşemize alalım.

Yıldırım savunmasının ikinci bölümünde üç önemli saptamayı dile getirdi:

1. Deniz Yıldırım, savcının mütalaasında da görüldüğü gibi, sadece 4 konuşmayı yayımladığı için yargılanıyordu.

2. Ancak Yıldırım’ın yayımladığı 4 konuşma da, basın savcılarının açtığı davalar nedeniyle yargılanmıştı fakat tamamı beraat etmişti. Suç bulunmamış, tersine gerekçeli kararda da belirtildiği gibi kamu yararı bulunmuştu!

3. Üstelik mahkemede tanık olarak dinlenen Vatan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu,  Yıldırım’ım yayımladığı görüşmelerin Aydınlık gibi diğer gazetelere de gönderildiğini açıklamıştı. Üstelik Vatan ve Haber Türk, bunları kısmen haberleştirmişti.

Savcıların iddialarını tek tek çürüten Deniz Yıldırım savunmasının sonunda haklı olarak mahkeme heyetine soruyordu: “Erdoğan’ı kim dinleyebilir?

Yanıtı da yine kendisi veriyordu: “Başbakan Erdoğan’ı ben dinlemedim, dinleyemem de… Erdoğan’ı sadece en yakınındakiler dinleyebilir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Mayıs 2013

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA-MOSSAD BOMBASI VE AKP’NİN SORUMSUZLUĞU

Hatay-Reyhanlı’da 45 yurttaşımızı katleden bombalı terör saldırısından sonra ekranlara fırlayanlar yine zamanlamaya dikkat çekti, yine Türkiye’nin büyümesini hazmedemeyenleri adres gösterdi… Hatta “Banyas katliamını kim yaptıysa, Reyhanlı’daki saldırıyı da o yaptı” diyenler bile oldu.

Oysa ilk dakikalarda hükümet henüz adres konusunda anlaşmamıştı: Başbakan Erdoğan saldırıyı PKK’nin geri çekilmesiyle irtibatlandırıyor, adresi “çözüm sürecini hazmedemeyenler” diye açıklıyordu. Adalet ve İçişleri Bakanları ise saldırıyı doğrudan Suriye’ye bağlıyordu.

Sonradan topluca, Suriye istihbarat örgütü El Muhaberat’ın yönlendirmesiyle THKP-C Acilciler’in yapmış olabileceğinde birleştiler.

F4’ümüzün hâlâ nasıl düşürüldüğünü, neyle vurulduğunu saptayamayanların Reyhanlı saldırısının adresini bir kaç saat içinde belirlemesi, haliyle gayriciddi görünüyor.

Her neyse, umarız gerçek adres saptanır ve 45 yurttaşımızı katledenlerden hesap sorulur!

SALDIRI KİME YARIYOR?

Bu tip saldırılarda bizi adrese götürecek ilk soru, saldırının kime yaradığıdır.

İçeride Batı destekli silahlı teröristlerle uğraşan, güneyinde İsrail’in yeni bir cephe açtığı Şam yönetimi, neden üçüncü bir cephe açmak istesin? Türkiye’nin Suriye’ye savaş açmasını Esad değil, Esad karşıtları istiyor!

Daha geniş ölçekte bakarsak eğer, ABD’nin Suriye’ye müdahale etmesini en çok İsrail istiyor! Zira ABD’nin bölgede olması, İsrail’in güvenliğinin garantisidir. ABD içinde de bu konuda tam bir ikiye yarılma durumu söz konusu. ABD devlet aygıtının bir bölümü Suriye’ye müdahaleyi açıkça savunuyor, istiyor ve hatta Obama yönetimini buna mecbur etmeye çalışıyor!

ABD içindeki bu müdahaleci kesimle İsrail devleti, şu anda omuz omuza çalışmaktadır. İsrail’in İran’ı kışkırtan ve ABD’yi müdahaleye mecbur etmeye yönelik Suriye hava harekâtları, Esad’ın kimyasal silah kullandığına dair üretilen yalanlar bu ortak çalışmanın eseridir.

SALDIRININ ZAMANLAMASI

Saldırının adresini doğru tespit edebilmemizi sağlayacak ikinci parametre ise saldırının zamanlamasıdır. Nedense medyada zamanlama açısından öncelik, Erdoğan’ın Washington ziyaretine verildi.

Oysa asıl zamanlama, ABD’nin geri adımlar atarak ilk kez Suriye konusunda Rusya’nın çizgisine geldiğini ilan etmesi ve Cenevre Bildirisi’ni esas alacak bir çözüm için ay sonunda bir konferans toplamakta anlaşmasıydı.

Dolayısıyla “kimin işine yarıyor” ve “saldırının zamanlaması” incelemelerinden çıkacak sonuç şudur: Reyhanlı’da bomba patlatanların hedefi, ABD’yi ve dolayısıyla Türkiye’yi Suriye’ye müdahaleye zorlamak ve Washington-Moskova uzlaşmasını baltalamaktır! Bu durumda bombaları patlatanlar CIA-MOSSAD’dır.

DÜŞMANLIK YAPAN, FELAKET ÜRETİR

Ancak saldırının kaynağının CIA-MOSSAD olması, AKP Hükümeti’nin sorumluluğunu azaltmaz.

Artık AKP Hükümeti’ni destekleyenler şu sorulara dürüstçe yanıt vermelidir: Erdoğan-Davutoğlu ikilisi Esad’ı devirmek istemese, Başbakan “Suriye iç işimizdir” demese, Hükümet Şam yönetimine karşı savaşanların sırtını ovmasa, gece Suriye topraklarında terör estirenleri gündüz Türk topraklarında dinlendirmese, El Kaide üyelerinin sınırdan silahlı geçişlerine yol vermese, her gün açık açık bu ülkeyi hedef almasa, Reyhanlı’da bombalar patlar mıydı?

Kimse kendini kandırmasın. Türkiye’nin 900 km’lik Suriye sınırını El Kaide-PKK-ÖSO üçlüsünün fiili kontrolüne bırakan bu dış politika değişmezse, daha büyük felaketlerle karşılaşırız.

Üstelik tehlike adım adım, göstere göstere geldi: Kilometrelerce uzakta önce F4’ümüz NATO yemi yapılarak düşürüldü. Sonra sınıra 20 km’den Akçakale’ye toplar düştü. Ardından sınıra dayanıldı ve Cilvegözü Sınır Kapısı’nda bomba patlatıldı. Ve sonunda sınırdan içeride girilip Reyhanlı’da bomba patlatıldı!

Tüm bunlara rağmen AKP Hükümeti hâlâ “Ortadoğu’da sınırlar anlamsızlaşacak”, “Türkiye Kürtlerle büyüyecek”, “Yüzyıllık parantezi kapatarak yeniden buluşacağız” diyorsa ve medyadaki sözcüleri açık açık “Osmanlı Birleşik Devletleri” yazıları döşeniyorsa, artık ülke güvenliği AKP Hükümeti’nin değil, milletin sorumluğuna geçmiştir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Mayıs 2013

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN CIA OPERASYONUNUN NERESİNDE?

ABD Büyükelçiliği’ne bombalı intihar saldırısı yapıldığı 1 Şubat günü, Milliyet’in manşetinde dikkat çekici bir haber vardı: Usame Bin Ladin’in damadı Süleyman Ebu Geyt, CIA’nin verdiği bilgiyle Ankara’da bir otelde yakalanmıştı.

Habere göre Ebu Geyt, 11 Eylül olayları sırasında El Kaide’nin sözcüsüydü ve olaydan sonra kayıplara karışmıştı. Sonradan İran’da özel bir kampta saklandığı öğrenilmişti. Ancak İran Ebu Geyt’i bu yılın başında kamptan çıkarmış ve sınır dışı etmişti. Bin Ladin’in damadı sahte Suudi Arabistan pasaportuyla Türkiye’ye giriş yapmıştı. CIA bu bilgileri MİT’le paylaşmış ve Ebu Geyt’i Ankara’da yakalatmıştı.

Milliyet’ten Fikret Bila, ABD Büyükelçiliği’ne saldırı sonrası CNNTürk’te katıldığı canlı yayında, Ebu Geyt’in aslında beş gün önce yani 26 Ocak’ta yakalandığını söylüyordu.

İRAN EBU GEYT’İ TESLİM Mİ ETTİ?

Bu operasyonla ilgili, günler sonra 18 Şubat’ta, Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’taki köşesinde resmi kurum kaynaklı olduğu anlaşılan çarpıcı iddialar yayınlandı. İranlı bir ajan Ebu Geyt’i Türkiye’ye getirmiş ve yakalandığı operasyon günü ortadan kaybolmuştu. Ayrıca ABD, Ebu Geyt daha İran’dan çıkmadan önce Türkiye’yle istihbaratı paylaşmıştı.

Selvi bu çarpıcı iddialara dayanarak ortaya şu imalı soruyu atıyordu: “İran, Bin Ladin’in damadını Amerika’ya İran’da teslim etmek istemedi, Türkiye’den almasının önünü mü açtı?”

Selvi “Acem oyunu” vurgulu yazısında, ayrıca Ebu Geyt’in sorgusunda itiraf ettiği çok çarpıcı bir bilgiyi de okurlarıyla paylaştı. Bin Ladin’in damadı, 11 Eylül saldırısı için Amerika’nın önlerini açtığını söylüyordu!

İran’ın rolünü de, Ebu Geyt’in bu itirafı yapıp yapmadığını bilemiyoruz ama bu süreçte basına servis edilen bir kaç haberde, Bin Ladin’in damadının CIA’ya kesinlikle teslim edilmeyeceğinin öne çıkarılmasını anlamlı bulduk. Büyük olasılıkla bu haberler, bir süre sonra yapılacak CIA’ya paket servisinin perdesiydi…

OPERASYONDAKİ ‘KUVEYT’ YALANI

Nihayet beklenen(!) haber 7 Mart günü bu kez Hürriyet’in manşetinden geldi. Ebu Geyt, Kuveyt’e verilmesi için Ürdün’e teslim edilmiş ancak CIA bir operasyonla Bin Ladin’in damadına Ürdün’de el koymuştu! Haberde Ebu Geyt’in ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin geldiği gün Ürdün’e verildiği belirtiliyordu.

Kuşkusuz sorulacak çok soru var ama biz şu tek soruyla yetinelim. Amaç Ebu Geyt’i Kuveyt’e vermekse, neden doğrudan değil de Ürdün’ün aracılığına ihtiyaç duyuldu. Türkiye’nin Kuveyt’le diplomatik ilişkisi yok mu?

Yanıt ortada… AKP Hükümeti Ortadoğu politikaları nedeniyle teslimatı Türkiye’den değil, üçüncü bir ülke üzerinden yapmayı siyaseten daha az maliyetli bulmuştu!

AKP HÜKÜMETİNİN ONAYI

Hükümete en yakın gazete olan Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, bu operasyonla ilgili ilginç bir makale yazdı dün. Karagül, “Ürdün Kralı ne zaman Türkiye’ye gelse, bölgede umulmadık şeyler olur” dedi.

Karagül’e göre, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Ürdün Kralı Abdullah aynı zamana gelen Türkiye ziyaretlerinde bu paketleme işlemini bağlamışlardı. Karagül Ebu Geyt’in, Kerry’nin geldiği gün Ürdün’e gönderildiğini, Kral’ın geldiği gün de Ürdün’de CIA’ya teslim edildiğini belirtti.

İbrahim Karagül, Kral Abdullah’ın operasyondaki rolünü şu sözlerle saptıyor: “Ürdün Kralı bu tür örtülü operasyonları çok iyi bilir. Bölgede oynadığı tek rol de neredeyse budur. Bakmayın öyle gözyaşları döktüğüne; bölge genelindeki bazı örtülü operasyonlarda, ABD-İngiliz ve İsrail istihbaratıyla bağlantılı konularda her zaman gerekenden fazla yardımsever olmuştur.”

Şimdi asıl konuya geliyoruz. Karagül, her ne kadar Kerry ile Kral Abdullah’ın anlaşmasını sanki Türkiye’den habersiz yapmışlar gibi sunmaya çalıştıysa da, böyle bir operasyonun Ankara’nın onayı olmadan gerçekleşemeyeceğini hemen herkes saptar!

Ankara’nın elindeki El Kaide yöneticisi, Ankara’nın onayı olmadan CIA’ya teslim edilmek üzere Ürdün’e gönderilemez. Ankara’daki onay makamı da Ergenekon olmadığına göre, açık ki Erdoğan hükümeti operasyondan haberdardır.

O nedenle bitirirken mecburen soruyoruz: Ebu Geyt’i CIA’ya teslim eden Kral Abdullah Yeni Şafak’a göre örtülü operasyon görevlisi ise Ebu Geyt’i Kral Abdullah’a teslim eden Erdoğan bu operasyonun neresindedir?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Mart 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

CIA’NIN TÜRKİSTAN KARTI

Geçenlerde bu köşede Menderes hükümetinin Türkiye tarihinde nasıl bir rol oynadığını anlatırken, usta gazeteci Lütfü Akdoğan’ın anılarından bahsetmiştik. Akdoğan, “Krallar ve Başkanlarla 50 yıl” isimli üç ciltlik anılarında, ünlü Hint lider Cavaharlal Nehru’nun Fatin Rüştü Zorlu’ya dair söylediklerini aktarmıştı.

Bağlantısızlar Hareketi’nin liderlerinden Nehru, Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu’nun ve Menderes hükümetinin bölgedeki Amerikancı politikalarından şikâyet etmektedir: “Amerikan, İngiliz ve Rus hegemonyasından bütün milletlerin kurtarılması lazımdır. Türkiye Dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 18-24 Nisan 1955 tarihlerindeki Bandung Konferansı’nda İngiltere ve Amerika’yı nasıl savunduğunu ve onların nasıl avukatlığını yaptığını size daha önceki bir görüşmemiz sırasında anlatmıştım. O Konferans’ta Kıbrıs Rumlarının lideri Makarios, toplantının yapıldığı binanın koridorlarında mahalle kavgası çıkarmıştı. Bunun yanı sıra, Türkiye de Bandung Konferansı’nı baltalamak için birçok ülkeye baskı yapmıştı. Kısacası Türkiye, İngiltere ve Amerika’nın yapamadığını çok iyi bir şekilde başarmıştı.

CIA’NIN BANDUNG’DAKİ ROLÜ

Eski MİT mensubu Enver Altaylı, “Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu” isimli yeni çıkan kitabında hocasının kimi anılarını yazar. Rus Kızıl Ordusu’ndan Nazi’lere oradan da CIA’ya katılan ve 12 yıl boyunca Türkiye’de CIA yetkilisi olarak görev yaparak MİT’i CIA’ya bağlayan Ruzi Nazar, meğer Bandung Konferansı’nın baltalanması için Zorlu’yla birlikte uğraşanlardanmış…

Bağlantısızlar Hareketi’nin bir parçası olarak düzenlenen ve Asya ile Afrika’da sömürge olmaktan kurtulmuş ülkeleri bir araya getiren bu konferansın amacı, emperyalist Batı ülkelerine baskı yaparak diğer sömürge ülkelerinin de boyunduruktan kurtulmasını sağlamaktır.

Ancak CIA yetkilisi Ruzi Nazar, “Türkistan gözlemci delegesi” sıfatıyla katılarak Konferansı baltalamayı planlamaktadır. Eski Senatör olan ABD’nin Filipinler Büyükelçisi Homer Ferguson’a görevini şu sözlerle açıklar: “Konferansta ABD’nin Avrupa’daki müttefiklerinin Asya ve Afrika’da hâlâ sömürgelere sahip oldukları belirtilecek ve müttefiklerimiz kınanacak. Biz ise Rusya ve Çin’in sömürgeci olduğunu konferans gündemine almaya çalışacağız.”

Ancak gözlemci üyelerin konuşma ve oy kullanma hakkı yoktur. Nazar, Hint lider Nehru ve Mısır’ın efsane lideri Cemalabdül Nasır ile Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Çu En Lay’ın önderlik yaptığı konferansın kimi üyelerine baskı uygular. Son koz olarak da Konferans’ın düzenlendiği yerin tam karşısındaki bir otelde basın toplantısı yapar. Yanına Türkiye’den gelen ve ünlü Şeyh Şamil’in torunu olan Kuzey Kafkasyalı Seyit Şamil’i de alan Ruzi Nazar, Moskova ve Pekin’i Türkistan’a baskı yapmakla suçlar!

ZORLU, ABD ADINA 3. DÜNYA ÜLKELERİNİ TEHDİT ETTİ

Ruzi Nazar anılarında Nehru’nun Lütfü Akdoğan’a aktardığı bilgileri de doğrular. Gerçekten de Fatin Rüştü Zorlu, İngiltere ve ABD’nin avukatlığını yapmıştır Konferans’ta.

Nazar’ın anlatımlarına göre Zorlu Bandung’da tarafsızlığın ve bağlantısızlığın yanlış olduğunu savunmuş, yanına Irak, Pakistan ve Seylan’ı alarak oluşturduğu blok ile Konferans’ı açıkça baltalamaya çalışmıştır. Zorlu daha acısı, Çin, Hindistan, Mısır ve Endonezya’nın liderliğini yaptığı bağlantısız ülkeleri, ABD’ye destek vermedikleri takdirde Rusya’nın yayılmasına hizmet etmekle suçlamıştır!

İlginç olanı Ruzi Nazar’ın, Fatin Rüştü Zorlu’ya kendisine açık ilgi ve aleni destek göstermemesini, bunun Moskova’ya koz verebileceğini söylemesidir!

CIA’NIN TÜRKİSTAN FAALİYETİ

Ruzi Nazar’ın anıları sadece Türkiye’deki faaliyetlerine ışık tutmuyor; ayrıca ABD’nin SSCB’yi kuşatmak için İslamcıları, Çin’e baskı yapmak için de Türkistanlı ayrılıkçıları nasıl kullandığını belgeliyor!

Türkistan dergilerinin CIA’nın kontrolünde olduğu, Türkistan Enstitüleri’ni CIA’nın kurduğu, Türkistan derneklerini CIA’nın yönlendirdiği gerçeği, eminiz bu meseleyi yeniden düşünmenizi sağlayacaktır.

Bitirirken belirtelim: Asıl meselemiz, CIA’nın elinden hem Türk hem de Kürt kartlarını almaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Mart 2013

, , , , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın