Posts Tagged Öcalan

Öcalan’ın Misakı Milli’si

Biri 21 Nisan, diğeri 30 Mayıs tarihli iki İmralı Notu sızdırıldı. Bunu hangi kesimin ne amaçla sızdırdığı ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu. Çünkü Öcalan, DEM heyeti ve devlet yetkililerinin yaptığı bu görüşmelerin “düzeltilmemiş” ham hali, en azından görüşmede adı geçen kimi iç ve dış aktörler nezdinde sorun çıkaracak cinsten. 

İşin o boyutunu uzmanlarına bırakarak, İmralı Notlarındaki “Misakı Milli” konusunu ele alacağım.

Açılımın zokası

Biliyorsunuz, daha öncekiler de dahil her açılımda “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” denildi. Bu son açılım da aynı hedefle, Misakı Milli denilerek yürütülüyor.

Kuşkusuz “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” konusu bir hayaldir, ama kurulmaktadır. Cumhur İttifakı’nın Suriye’de “nüfuz bölgesi” elde etme amacından tutun, Halep’e, Musul’a, Kerkük’e plaka dağıtmalarına kadar pek çok politikaları bu amaçladır. 

Ama “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hedefi, aynı zamanda Türk ve Kürt milliyetçilerini projeye kaydetmenin zokasıdır. Türkiye’nin genişlemesi Türk milliyetçileri için, Kürt bölgesinin büyüyecek olması da Kürt milliyetçileri için zokadır.

Öcalan önce Suriye’yi işaret etti

Peki Öcalan bu konuda ne diyor? Aynen şöyle diyor 21 Nisan’da: “Misakı Milli, Türk-Kürt ittifakının özüdür. Bu ittifak birinci planda Suriye’de yürüyecek. Birinci plan bu. Türkiye’ye Türkiye katar bu. Suriye eşittir Türkiye kadar değerdir.”

Misakı Milli açısından birinci plan Suriye. Ya ikinci plan? Onun da Irak olduğunu biliyoruz.

Öcalan’ın Misakı Milli formülü; ABD Büyükelçisi Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisini, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ümmeti” çıkışını ve elbette Bahçeli’nin Halep’e, Musul’a, Kerkük’e plaka dağıtmasını bütünlüyor. 

Misakı Millicilik, bugün Osmanlıcılıktır

Misakı Millicilik elbette bazılarının kulağına hoş gelebilir. Ama Öcalan’ın, Barrack’ın, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin bugün savunduğu Misakı Millicilik, Türkiye’cilik değildir; Osmanlıcılık ve İslamcılıktır!

Osmanlı imparatorluğunun dağıldığı süreçte, dağılmayı önleyebilmek için Osmanlıcılık denendi, İslamcılık denendi, olmadı, olamazdı. En sonunda Türkçülük denendi. 

Misakı Milli bu son sürecin direnme sınırıydı. Harbiye Nezareti ve Almanlar örneğin Mustafa Kemal’i dinleyip, I. Dünya Savaşı sırasında orduyu Halep-Cerablus hattına çekseydi; henüz daha diri durumdaki ordu düşmanı o hat üzerinde durdurabilirdi. Dolayısıyla sonrasında Misakı Milli ilan etmeye bile gerek kalmayacaktı. Ama Mustafa Kemal’i dinlemediler. 

Tarih, keşkeyle, şöyle olsaydıyla, böyle olsaydıyla ilerlemiyor ve elbette tarih geriye de gitmiyor. O günün koşullarında, belirlenen Misakı Milli sınırları içinde elde tutulabilecek azami topraklar elde tutuldu. Daha ilerisi için, Musul için savaşacak güç kalmamıştı. Parmak arası terlikle 28 gün askerlik yapanların bugün bol keseden atmasına benzemiyor işler. Düşünün firar eden asker sayısının fazlalığı nedeniyle, Sakarya savaşı tarihe subay savaşı diye geçti!

Bugün Misakı Millicilik, Türkiyecilik değildir 

Halep alınamadı, Musul alınamadı. Doğru, alınabilseydi Kürt sorunu üzerine yaşanılanlar belki de hiç yaşanmayacaktı. Ama o günün koşullarında mümkün değildi ve genç Türkiye biraz güçlenince, son sınır düzeltmesini Hatay ile yapıp, sınır konusunu kapattı. 

Bugün haritaları yeniden tartışma konusu yapmanın, Misakı Milli üzerinden toprak talep etmenin Türklere de Kürtlere de bir yararı yoktur. Tersine Türklere de Kürtlere de komşularıyla uzun yıllar sürecek kaçınılmaz kan davası demektir bu. Dahası, sorunları harita değişikliğiyle çözme eğilimi, sonrasında Türklerle Kürtleri de karşı karşıya getirecektir.

O nedenle bugün Misakı Millicilik yapmak Türkiyecilik değildir.

Türklerin de Kürtlerin de (ve diğer halkların da) çıkarı, Türkiye, Irak, Suriye ve İran gibi bölge ülkelerinin “Batı Asya Birliği” kurmasındadır. Dört ülke içindeki tüm ortak halklar için de en demokratik çözümdür bu.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Ağustos 2025

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Açılımın zayıf karnı

Öncekinde, açılımın zayıf karnı “Suriye’nin kuzeyi”ydi. O açılımın kesintiye uğramasının nedenlerinin başında, Erdoğan ile Öcalan’ın bu konudaki restleşmesi geliyordu. Anımsayalım:

Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyordu Öcalan’a. Şöyle demişti Erdoğan o zamanki İmralı heyetine: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”

Sırrı Süreyya Önder bunu iletince, Öcalan da şu yanıtı veriyordu: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir” (İmralı Notları, s.179).

Paralel süreç isteniyor

Bu konu şimdiki açılımın da zayıf karnı. Zira AKP-MHP tarafı ile PKK-DEM tarafının bu konuda farklı yaklaşımları var. ABD ise iki farklı yaklaşımı uzlaştırma arayışında. O nedenle ABD’nin stratejik düzlemde hedeflediği ile süreç ilerleyebilsin diye taktik düzlemde savunduğu şu aşamada tam örtüşmüyor.

Somutlayalım: PKK Türkiye’de zaten yoktu, Irak’taki varlığının da önemli bir kısmını geçen yıllar içerisinde Suriye’ye transfer etmişti. Tamam, Irak’taki PKK silah bırakıyor ama ya Suriye’deki PKK? Gerçi Ankara, memnuniyet açıkladığı 10 Mart tarihli HTŞ-SDG anlaşması nedeniyle “PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG/SDG” tezinden bir oranda geri adım attı ancak o anlaşmanın hayata geçmesinin gecikmesi, Ankara açısından sıkıntıya dönüşüyor. 

PKK’nin Türkiye’de siyasete entegrasyonu süreci ile SDG’nin Suriye’de devlete ve orduya entegrasyonu sürecinin paralel yürütülmesi isteniyor. AKP-MHP ittifakı, Türkiye’de ilerleme yaşanırken, Suriye’de yaşanmamasını, bir taktik tuzak olarak görüyor.

Entegrasyondan kim, ne anlıyor? 

10 Mart anlaşmasının maddeleri, tıpkı Öcalan’ın 27 Şubat tarihli silah bırakma çağrısındaki gibi muğlaklık içeriyor. PKK silah bırakacak ve “demokratik entegrasyon” sağlanacak. Peki nedir demokratik entegrasyon? Belli değil. Ankara’da “bireylerin Türkiye’yle bütünleşmesi” diye anlaşılıyor oysa örneğin PKK yöneticilerinden Helin Ümit’e göre “demokratik entegrasyon, kolektif hakların tanınması” anlamına geliyor.

Benzer durum Suriye’de de yaşanıyor. Ankara, SDG’nin bireyler halinde orduya entegrasyonunu savunuyor. SDG ise blok halinde, kendi bölgesinde orduya entegre olmayı, yani bir anlamda “Kürt tümeni” olarak Suriye ordusunun parçası olmayı istiyor.

Bu farklılık nedeniyle Suriye’deki süreç ilerlemiyor. ABD Büyükelçisi Barrack’ın ”Şara hükümeti, azınlıkları iktidar yapısına entegre etme konusunda ‘daha hızlı ve daha kapsayıcı’ olmayı düşünmeli” uyarısı, işte bu çelişmeyi uzlaştırma amacını ortaya koyuyor. 

‘SDG’ye 30 gün süre’ iddiası

Tam bu süreçte dikkat çeken bir iddia ortaya atıldı. Middle East Eye haber sitesinden Ragıp Soylu’nun haberine göre; Türkiye ve ABD yetkilileri, geçen hafta Suriye’de yapılan bir toplantıda, SDG’ye Suriye ordusuna katılması için 30 gün süre verdi (middleeasteye.net, 21.7.2025).

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bölünme dışında ne talebiniz varsa yapın.  Ama Suriye’yi bölmeye giderseniz müdahale ederiz” uyarısı, bu iddiayla uyumlu görünüyor (AA, 22.7.2025).

Diğer yandan Ragıp Soylu’nun haberinde ilginç bir konu daha var: “Şam hükümeti, SDG’nin tamamen kadınlardan oluşan silahlı alt gruplarından YPJ’yi ise kendi saflarına katmaya hevesli değil.”

Yeni rejimin kadınlara bakışı, acaba bu konuda taktik bir uzlaşma farsatı mı doğurdu? Kadınlardan oluşan YPJ’nin blok halinde Suriye’nin kuzeydoğusunda kalması ama erkeklerin Suriye ordusuna dağınık bir şekilde entegrasyonunda mı uzlaşılacak?

Öcalan’ın o sözleri

Evet, Suriye’nin kuzeydoğusu, açılımın zayıf karnı. 

Şu haber bile bu konunun ne derece kritik olduğunu ortaya koyuyor: “Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan, ağabeyinin ’Rojava’da Kürtler asla silah bırakamaz” dediğini söyledi. Mehmet Öcalan’ın konuşmasının ardından DEM Parti İmralı Heyeti, ’İmralı Adası’nda yapılan tüm görüşmeler heyetimizin katılımıyla gerçekleşmiştir. Diğer tüm iddialar gerçeği yansıtmamaktadır’ açıklaması yaptı” (Cumhuriyet, 14.7.2025).

Not: 17. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali kapsamında düzenlenen “Toplumsal Barış” konulu panelde konuşmacıyım. Bu vesileyle birkaç gün Arguvan’daki köyümde olacağım için cumartesi ve pazartesi günleri yazım olmayacak. Anlayışınız için teşekkürler. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Temmuz 2024

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Bahçeli’nin Lübnanlaşma önerisi

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanının iki yardımcısı olsun, biri Kürt, diğeri Alevi” önerisi, Cumhur İttifakı’nın nasıl bir rejim dönüşümü hedeflediğini iyice ortaya koyuyor: Türkiye’yi Lübnanlaştırma!

Bahçeli’nin “Kürt ve Alevi bumhurbaşkanı yardımcıları” önerisi ile Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ittifakı” söylemi ve ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın bölge için “Osmanlı millet sistemi” istemesi, aynı hedefin birbirini bütünleyen parçalarıdır.

Örtülü federasyon önerisi

2016’da Türk-İslam sentezi (MHP-AKP) ile rejimi dönüştürmeye başladılar, Türk-Kürt-İslam sentezi (MHP-DEM-AKP) üzerinden dönüşümü tamamlamayı amaçlıyorlar. 

Nereye tamamlanacak peki? Cumhur İttifakının bazı sözcüleri Halep’e, Musul’u Kerkük’e plaka dağıtarak, hedefi “Türkiye’nin Irak ve Suriye kuzeyine genişlemesi” olarak ortaya koyuyorlar. Cumhur İttifakının kimi sözcüleri de bunu “Türkiye İmparatorluğu” diye tarif ediyorlar. 

Hepsinin vardığı yer İslami federasyondur!

Bakırhan’ın işaret ettiği düzen

Ne oldu da üç gün önce DEM’li milletvekillerine terörist muamelesi yapan Bahçeli, üç gün sonra açılım için onlara elini uzattı? 

Bu üzerinde fazlasıyla durulması gereken soru, önce geçiştirildi, “ne önemi var, önemli olan el uzatılmasıdır” dendi, sonra taraflar “çünkü karşı taraf yenildi, mecbur kaldı” türünden propagandif yanıtlar ürettiler ama artık DEM yönetimi de asıl yanıtın etrafından daha fazla dolanamıyor, kısmen esasa işaret ediyor. T24’ün “Sizce Ortadoğu koşulları mı zorladı” sorusuna DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan şu yanıtı veriyor: “Hem Ortadoğu hem içerisi. Yeni bir düzen tartışmaları var, bunun ana zemini Ortadoğu” (T24, 18.7.2025).

Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın fırsat ortaklığı

Uzun zamandır anlatmaya çalışıyoruz: ABD, “İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu” dizayn etmeye çalışıyor. Erdoğan-Bahçeli ikilisi de Öcalan da bunun kaçınılmaz olduğu varsayımından hareketle ”fırsattan yararlanmak” istiyorlar. Kuşkusuz Erdoğan-Bahçeli ikilisi ile Öcalan’ın yararlanmak istediği fırsatlar tamamen örtüşmüyor, hatta bazı aşamalarda karşı karşıya bile geliyor, gelecek ama yine de taraflar “Yeni Ortadoğu” fırsatından yararlanmakta ortaklaşarak açılımı başlattılar.

Erdoğan ve Bahçeli için Yeni Ortadoğu, Türkiye’ye Irak ve Suriye’nin kuzeyi ile entegrasyon kapısını açabilir, Öcalan için Yeni Ortadoğu, “Apocu hareket”e, Türkiye’de ve Suriye’de iktidara ortak olma yolu açabilir. 

Fırsat değil hayal

Gazze’de Hamas’ın zayıflatılması, Lübnan’da Hizbullah’ın geriletilmesi, Suriye’de Esad rejiminin yıkılması ve İran’a askeri basınç uygulanması, sürecin inişli-çıkışlı ilerlediğini görmeyenlere elbette ABD’nin “yeni Ortadoğu” kurmakta olduğunu düşündürebilir. Ama bu uzun bir sürecin kısa bir kesitidir sadece.

Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan üçlüsü, bu kesitten hareketle, ABD’nin “yeni Ortadoğu” dizaynının fırsata dönüşeceğini umuyor. Tıpkı Turgut Özal’ın “bir koyup üç alma” hayali gibi, tıpkı Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin “Yeni-Osmanlı” hayali gibi… 

Boğazlaşma önerisi

Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcıları istemek, yurttaşların eşitliğinin gerisine düşüp, her yurttaşın kendi toplumundaki eşitliğini savunmak demektir.

Lübnan budur: Cumhurbaşkanı şu toplumdan, başbakan şu toplumdan, Meclis başkanı şu toplumdan. O toplumlar etnik gruplardır, dini ve mezhebi gruplardır.

Kürt ve Alevi cumhurbaşkanı yardımcıları demek, haliyle Sünni Türk cumhurbaşkanı demektir. Kürtlerin kendi içinde eşitliği, Alevilerin kendi içinde eşitliği, Sünni Türklerin kendi içinde eşitliği ama aslında cumhurbaşkanı ve yardımcıları düzleminde olduğu gibi hiyerarşi ve eşitsizlik demektir bu. Her etnisitenin, her mezhebin kendi içinde eşitliği ama aralarında bir hiyerarşi ve eşitsizlik demektir bu. (Lazlar için bakanlık, Çerkesler için müsteşarlık, Caferiler için genel müdürlük vb. diye eşitsizlik derinleşerek ilerler bu modelde.)

Öcalan’ın “demokratik entegrasyon” dediğini, Bahçeli “Sünni Türk cumhurbaşkanı ile Kürt ve Alevi yardımcıları” diye somutlamış özetle. Buradan demokrasi çıkmaz, buradan Lübnanlaşma çıkar, Lübnan’da sık sık olduğu gibi boğazlaşma çıkar!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
21 Temmuz 2025

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Devlet-PKK barışı

Türk basınının önemli bir kısmında olay şöyle resmedildi: 1984’te, Eruh-Şemdinli baskınlarıyla terör saldırılarına başlayan PKK, 11 Temmuz’da silah bırakarak “Türk-Kürt barışının” önünü açtı!

Oysa bu doğru değil. 

Resmi devlet belgelerinde de sıkça yapıldığı üzere PKK’yi 1984’e pozisyonlamak, PKK’nin 1984 öncesinde, özellikle 70’lerin ikinci yarısında Türkiye’nin doğusunda Türk ve Kürt sosyalistleri katletmesini, bölgeden sosyalist örgütleri tasfiye etmesini perdelemek anlamına geliyor.

Bugünü “Türk-Kürt barışı” diye sunmak ise ilkinden daha vahim bir hataya neden oluyor. Türk ile Kürt savaşmadı ki barışsın! Yarım yüzyıl süren teröre rağmen, aynı şehirdeki, aynı mahalledeki, aynı apartmandaki Türk ile Kürt birbirine düşman olmadı. (Dünyada daha azıyla iç savaş yaşanmış ülkeler var.)

Dolayısıyla bu bir Türk-Kürt barışı değildir, devlet-PKK barışıdır.

Öcalan’ın 2013’teki talimatı

30 PKK’linin silah bırakması ve devamında 30 kişilik gruplar halinde sıra sıra diğerlerinin de silah bırakacak olması, meselenin esası açısından bir anlam ifade etmiyor. Zira PKK’nin ana gövdesi, geride kalan yıllar içinde adım adım Suriye’ye geçti; PKK PYD/YPG’leşti, SDG’leşti.

Öcalan, önceki açılım sürecinde, 2013’te, Türk devlet yetkilisinin önünde, Sırrı Süreyya Önder’le talimat iletiyor Kandil’e. “Artık asıl mücadele alanı Suriye’nin kuzeyidir” diyor Öcalan, “örgüt oraya geçsin” diyor… 

Ve Sırrı Süreyya Önder, daha sonraki bir görüşmede talimatın sonucunu aktarıyor Öcalan’a: “Sizin Suriye hakkında serzenişlerinizi Kandil’le paylaştık. (…) Şu anda on bin, on beş bin arasında bir gücün orada bulunduğunu, bunu çok kısa bir zaman içerisinde yirmi binli rakamlara doğru evirebileceklerini aktardılar.”

Öcalan yanıt olarak şöyle diyor: “Otuz bin de olabilir, kırk bin de olabilir.” (Abdullah Öcalan, İmralı Notları, s.68).

Ve oluyor. 70 bin kişilik bir güçten bahsediyor Öcalan aylar sonraki bir başka görüşmede.

Erdoğan ve Öcalan’ın kırmızı çizgileri

Kaldı ki o açılımın kesintiye uğramasının nedeni de esas olarak Suriye’nin kuzeyidir. Yine devlet yetkilisinin önünde yapılan heyet-Öcalan görüşmelerinden aktarayım.

Sırrı Süreyya Önder, Başbakan Erdoğan’la görüşmelerini iletiyor Öcalan’a. Şöyle demiş Erdoğan: “Tek bir kırmızı çizgim var. O da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim.”

Öcalan’ın yanıtı ise şöyle: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle. Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir.” (İmralı Notları, s.179)

Bu durumda sormamız gerekiyor: İdlib’de ABD ve Türkiye destekli gruplar, 27 Ekim’de başlayacakları Şam’a yürüyüşün son hazırlıklarını yaparken, ve Bahçeli 1 Ekim’de DEM’lilerle tokalaşıp ardından 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” diyerek bu süreci başlatırken, Erdoğan mı yoksa Öcalan mı kırmızı çizgisinden taviz veriyordu? 

Perdenin arkası

Evet, PKK’nin silah bırakmasına elbette aklı başında hiç kimse itiraz edemez. Ama perdenin önünde gösterilenle yetinmeyip, perdenin arkasında aslında ne olduğunu sorgulamak geleceğimiz açısından, Türk-Kürt birliği açısından çok önemlidir. Üç gün önce “siyaset yapan HDP/DEM’e” bile tahammül edemeyen, partilerini kapatmaya çalışan, milletvekillerini TBMM’den kovmak isteyen Cumhur İttifakı ne oldu da üç gün sonra 180 derece pozisyon değiştirdi? Bunu sorgulamak, her açılımdan sonra ortaya çıkan yeni “düşmanlıkları” önlemenin gereklerindendir.

Dış gelişmeleri içeride kullanarak iktidarını sağlamlaştıranların ve bunu yeni müttefiklerle devleti ve rejimi dönüştürmekte kullananların hesaplarını çözümleyebilmektir esas olan. Bu nedenle bu yazıyı, lütfen “Yeni Ortadoğu için yeni PKK” başlıklı önceki yazımla birlikte okuyunuz. 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Temmuz 2025

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

Yeni Ortadoğu için yeni PKK

Türkiye ve komşularında, Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek önemde görüşmelerin yapıldığı zorlu bir hafta yaşanıyor: Suriye’de ABD ve Fransa’nın gözetiminde Şam ile SDG/YPG görüşmesi, Lübnan’da ABD Büyükelçisi Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma görüşmeleri, Türkiye’de Öcalan’ın mesajı ve açılım görüşmeleri, Irak’ın kuzeyinde PKK’nin silah bırakma töreni…

Dört ülkede yaşanan bu gelişmelerin hepsi birbiriyle ilgili, ABD’nin yürütücülüğünde ilerliyor ve aslında merkezinde İsrail var.

ABD ve Fransa var, Türkiye yok

ABD, 10 Mart’ta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara ile SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi’yi masaya oturtmuş ve bir anlaşma imzalatmıştı. 26 Nisan’da ise PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ile Barzanilerin Suriye kolu ENKS “Kürt Ulusal Konferansı”nı toplamış ve birlikte “ademi merkeziyetçi bir bölge” hedefi belirlemişlerdi.

İşte bu gelişmenin ardından Şam ile SDG yeniden masaya oturdu dün: Suriye Cumhurbaşkanı Şara başkanlığındaki heyetin karşısında, SDG/YPG Komutanı Mazlum Abdi dışında, örgütün Dışilişkiler Eş başkanı İlham Ahmed, Kuzey ve Doğu Suriye Temsilciliği Eş Sözcüleri Foza Yusif ve Abid Hamid Mihbaş yer aldı.

Taraflar arasındaki müzakere, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Fransa’nın Suriye Özel Temsilcisi Jean-Baptiste Febvre gözetiminde yapıldı.

Peki taraflar Suriye’de 2. perdeye neden ihtiyaç duydular? Çünkü SDG 10 Mart anlaşmasının bazı maddelerinde değişiklik istedi, ABD de o değişiklikleri onayladı.

Öcalan’ın mesajı ve silah bırakma

Suriye’de bu görüşme olurken, aynı gün Öcalan’ın yedi dakikalık görüntülü mesajı servis edildi. PKK’ye yine silah bırakma talimatı veren Öcalan “Son günlerde bölgede yaşanan gelişmeler, attığımız bu tarihi adımın önemini ve aciliyetini açıkça teyit ediyor” dedi. 

Öcalan’ın bu açıklamasının servis edilmesinden önce DEM heyeti önce Öcalan’la, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmüştü. 

Türkiye’de bu görüşmeler yapılırken, Irak’ın kuzeyinde de PKK’nin silah bırakma töreni için hazırlık yapılıyordu. DEM Parti, 11 Temmuz’da Süleymaniye’de bir grup PKK’linin silah bırakacağını açıkladı.

Burada kritik konu, bizzat Öcalan’ın talimatıyla, PKK’nin zaten ana gövdesinin parça parça Irak’tan Suriye’ye geçtiği gerçeğidir.

Barrack’ın Hizbullah’ı silahsızlandırma planı

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi sıfatıyla Şam’daki Şara-Abdi görüşmesinde gözetmenlik yapmadan önce, Lübnan’ın başkenti Beyrut’taydı. Barrack Beyrut’a, “Hizbullah’ı silahlansızlandırma planı”yla gitmişti.

Lübnan basınına bakılırsa, Barrack temaslarından bir sonuç alamamış görünüyor. Zira Lübnanlı yetkililer kendisine özetle “İsrail‘in geri çekilmesi ve silahın devletin tekelinde toplanması adımları eşzamanlı olmalı” mesajı verdiler.

İsrail hegemonyasında yeni Ortadoğu

Görüleceği üzere bölgedeki tüm bu gelişmeler birbiriyle bağlantılıdır ve yürütücüsü de ABD’dir.

ABD, “İsrail hegemonyasında yeni bir Ortadoğu” dizayn etmeye çalışıyor. Washington’a göre İran bu projenin önündeki engel. Bu nedenle bölgede İran’a karşı bir Türk-Kürt-Arap ittifakı oluşturmaya çalışıyor. 

Arka planda ise daha küresel bir strateji var: ABD, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne karşı Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru’nu (IMEC) hayata geçirmeye çalışıyor. İsrail, bu koridorda merkezi bir rol oynuyor. Trump, “Gazze Planı” üzerinden İsrail’in rolünü daha da yükseltmeye çalışıyor.

ABD açısından İran’ın etkisizleştirilmesi, Çin’in önünün kesebilmesinin ve IMEC’in hayata geçirebilmesinin kolaylaştırıcısı durumunda….

Kısacası ABD barış diyerek savaşı örgütlüyor, silah bırakma adı altında “silahlıları” yeni cepheye transfer ediyor. Yani PKK, ABD için artık SDG’dir.

Ankara ise bu gelişmeler karşısında “ikili bir yol” izlemeye çalışıyor. “Planın içinde kalarak planı çıkarlara uyarlayabilmek” diye özetlenecek bir taktik bakış bu…  

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
10 Temmuz 2025

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Üçlü ittifakın iki amacı

Açılımın dış boyutunu, Suriye ayağını, Türkiye’yi Kürtlerle genişletme amacını bu köşede bir kaç yazıda etraflıca ele aldık.

Açılımın iç boyutunu, Erdoğan’ın devleti dönüştürme hedefi bağlamında yine bir kaç yazıda tartıştık. Bir kaldıraç olarak açılımla hedeflenen rejime işaret ettik. Açılım ile Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açacak yeni anayasa arasında bir bağ olduğunu da belirttik.

Bugün her iki boyutu birlikte ele alarak çözümlemeye çalışalım:

Paralel üç süreç

Son altı aylık iç ve dış bazı gelişmeleri kronolojik olarak anımsayalım:

1) HTŞ ve SMO grupları, 27 Kasım 2024’te İdlib’den çıkarak Halep, Hama ve Humus üzerinden 8 Aralık’ta Şam’a girdi ve Esad rejimini yıktı. Bu taarruz hazırlığının ekim ayında başladığı anlaşılıyor.

ABD ve Türkiye’nin, terör örgütü kabul ettiği HTŞ ile aslında bir süredir işbirliği yaptığı, daha sonra muhatapları tarafından açıklandı. ABD’nin Eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, göreve başladığından itibaren HTŞ lideriyle çalıştıklarını, onu Esad yönetimine ve Suriye ordusuna karşı koruduklarını açıkladı. Eski ABD Büyükelçisi Robert Ford, HTŞ lideriyle, onu siyasete hazırlama amacıyla görüştüğünü söyledi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, HTŞ’yle zaten temasta olduklarını belirtti. 

2) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 1 Ekim 2024’te, TBMM yasama dönemi açılışında, daha önce Meclis’ten atılmalarını savunduğu DEM Partisi sıralarına giderek, milletvekilleriyle tokalaştı. Bahçeli 22 Ekim’de “Öcalan Meclis’e gelsin, terör örgütünü lağvettini açıklasın” dedi. Öcalan 27 Şubat 2025’te PKK’ye çağrı yaptı. PKK o çağrıya uyarak 5-7 Mayıs 2025’te kongresini topladı. 

Kimi açıklamalardan, bu süreçte “devlet heyeti” ile Öcalan arasında görüşmelerin yapıldığı anlaşılıyor. 

3) CHP Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, 30 Ekim 2024’te terör soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Ardından başka CHP’li belediyelere sıra sıra operasyonlar düzenlendi. Sıra 19 Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘na geldi.

CHP’li belediyelere iki temel suçlama yapıldı: a) Yolsuzluk suçlaması (Ancak bu konuda iddianamede hiçbir somut veri yok) b) DEM Partisiyle belediye seçimlerinde yapılan kent uzlaşısı üzerinden terörle işbirliği suçlaması.

İki temel sonuç

Bu gelişmelerin şu iki temel sonucu ortaya çıkardığı görülüyor:

1) HTŞ lideri Ahmet eş-Şara, Suriye Cumhurbaşkanı oldu. Şam yönetimi PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile anlaştı. (Daha önce Ankara PYD/YPG’nin PKK’nin Suriye kolu olduğunu savunuyor, Washington ise “PKK başka PYD/YPG başka” diyordu. Bu sorun ABD-Türkiye ilişkilerini zorlayınca, Washington PYD/YPG’nin omurgasını oluşturduğu SDG’yi kurdurmuştu). HTŞ-SDG anlaşmasından sonra Ankara pozisyonunu güncelledi. Önce Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan, PYD/YPG yerine SDG demeye başladı.

2) İktidar CHP’yi DEM’le işbirliği üzerinden terörle işbirliği yapmakla suçluyordu, nitekim bu suçlama süren ”belediyeleri silkeleme” operasyonunun da ana suçlaması durumunda. Ama iktidar aynı zamanda DEM’le açılım üzerinden işbirliğine yöneldi.

Yani iktidarın Ahmet Özer’le başlattığı ve İmamoğlu’na uzanan operasyonunun amacı CHP-DEM kent uzlaşısını ortadan kaldırarak, cumhurbaşkanlığı yolunu temizlemekti. İktidar bunu tamamlamak üzere de Bahçeli’nin koçbaşılığında açılımı başlatarak PKK ve DEM ile anayasa-seçim ittifakına yöneldi.

Başkanlığa karşı vatandaşlık tanımı

Erdoğan yeni anayasa için 11 kişilik takımını açıkladı ve AKP-MHP-DEM üçlüsü yeni anayasa cephesi oluşturdu. Amaç yeni anayasa çıkarıp Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açmak, karşılığında vatandaşlık tanımını güncellemek.

Ancak mesele şu: Bu tablodan demokratikleşme çıkar mı? Bu tablodan toplumsal barış çıkar mı? Bu tablodan yoksullar yararına adil bir ekonomik bölüşüm çıkar mı? 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
31 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Yavuz-İdris’ten Erdoğan-Öcalan’a

Erdoğan-Bahçeli-Öcalan açılımı, bir demokratikleşme hamlesi değildir, hatta amacı doğrudan Kürt meselesi bile değildir. Bu açılımın asıl amacı, “Devletin dönüşümünde kaldıraç: Açılım” başlığı altında kısmen incelediğim gibi, devleti dönüştürmektir.

Devlet, Türk-Kürt-İslam rejimine uygun bir şekilde dönüştürülmek istenmektedir.

Öcalan’ın işaret ettiği ittifak

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK’ye “gelin kongrenizi Malazgirt’te yapın“ çağrısı da, TBMM Başkanı Numan Kurtuluş’un “Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi’nin yapmış olduğu ittifak”a dikkat çekmesi de aynı amacın gereğidir. 

Devleti Türk-Kürt-İslam rejimiyle dönüştürmek isteyenler, köklerini Sünni Yavuz ile Sünni (Şafi) İdris’in Şii Türkmen Şah İsmail’e karşı kurduğu ittifaka dayandırmaktadır. 

Hatta Malazgirt’teki tabloyu da bugünkü ihtiyaçlarına göre yorumlamaktadırlar: Öcalan 1. Açılım günlerinde örneğin “1071’deki (Malazgirt’teki) Türk-Kürt-İslam ittifakı” diyor (İmralı Notları, s.420), örneğin Yavuz-İdris ittifakını “İran hegemonyasına” karşı birliktelik olarak niteliyor (s.318-319).

Misakı Millicilik adı altında

Yavuz-İdris ittifakının güncel versiyonu olarak Erdoğan-Öcalan ittifakı, Türkiye’yi Kürtlerle genişletmeyi savunuyor. Bu tam olarak Yeni-Osmanlıcılıktır.

Nitekim anımsayacaksınız, DEM Partisini’nin İmralı heyetinin kıdemli isimlerinden Ahmet Türk de bunu şu şekilde formüle etmişti: “Irak Kürtleri de Suriye Kürtleri de Osmanlı’daki gibi Türklerle birlikte yaşamak istiyor” (Nefes, 1.4.2025).

İktidarın “Lozan’ı hezimet” görmesi ama Misakı Millicilik yapması da bundandır: Türkiye’yi Kürtlerle genişleterek Musul, Kerkük ve Halep’i almak istiyorlar. Bahçeli’nin buralar için plaka dağıtması o nedenledir. 

İktidarın Suriye politikasının esası da budur. Erdoğan 10 Kasım 2017’de, Beştepe’de muhtarlara seslenirken “Kurtuluş Savaşı başlarken ilan edilen Misakı Milliye sahip çıkılamadığından” şikayet etmiş ve “Irak ile Suriye politikalarının hedefinin Misakı Milli olduğunu” belirtmiş, “İdlib’de yapılmakta olan budur, Afrin’de yapılmakta olan budur” demişti. 

Yine Öcalan da Misakı Milli’yi bir Türk-Kürt ittifakı diye niteleyerek güncel politik ihtiyacın argümanı haline getirmişti (s.93).

Yani Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan, Misakı Milli adı altında, Türkiye’yi Kürtlerle genişletip, Musul, Kerkük ve Halep’e uzanarak Yeni-Osmanlı inşa etmek istemektedirler. İşte Açılımla da bunu uygun bir Türk-Kürt-İslam rejimi oluşturup, devleti dönüştürmeye çalışmaktadırlar.

Projenin asıl sahibi

Bakınız bugünkü Misakı Millicilik, ne Türkiyeciliktir, ne de Türk ile Kürt’ün yararını gözetmektedir. Bugünkü Misakı Millicilik Yeni-Osmanlıcılıktır ve daha vahimi ABD emperyalizminin bölge planlamasının içindedir.

“Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” planının asıl sahibi Paul Henze’dir, Graham Fuller’dir, CIA’dır, Pentagon’dur, ABD’dir. “Kemalizm bitti” diyen, “Ilımlı İslami Yeni Türkiye Cumhuriyeti” hedefi koyan, “Türkiye’yi Kürtlerle genişletin” diyen onlardır. 

Graham Fuller’in 1999’da “Kuzey Irak’ı alın, Musul Kerkük sizin olsun” demesi de, Büyükelçi Robert Pearson’un 2003’te “Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin güneydoğusu tek bir ekonomik bölge olarak düşünülmeli” demesi de, David Philips’in 2007’deki “PKK’nin silahsızlandırılması, dağdan indirilmesi ve entegrasyonu” raporu da, bugün Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın dile getirdiği tezlerin asıl kaynağıdır.

ABD bugün Suriye’de PYD devletine o nedenle sponsordur, ABD bugün Irak’ta Barzani devletiyle 110 milyar dolarlık enerji işbirliğini o nedenle yapmaktadır. Ve ABD emperyalizminin planlarından Türk’e ve Kürt’e fayda ummak ise eşyanın tabiatına aykırıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

PKK Kongresinde ABD’nin rolü

PKK Kongresinin üç temel mesajı var: 

1) Kararlara göre “PKK adıyla yürütülen çalışmalar sonlandırıldı” ama “Apocu hareket” farklı şekillerde sürecek. Bunu karar metninde bazen “demokratik siyaset yöntemi”, bazen de “öz savunma örgütlülüğü” diye tarif ediyorlar. Yani PKK aslında ortadan kalkmıyor, kimlik ve şekil değiştiriyor.

2) PKK, sorunun kaynağının “Lozan ve 1924 Anayasası” olduğunu ileri sürerek, çözümü de “Lozan ve 1924 Anayasasının öncesine dönmek” şeklinde koyuyor. PKK böylece doğrudan Cumhuriyeti ve ulusal devleti hedef alıyor. Üstelik bir kaç kez Türkiye’yi “soykırım”la suçlayarak!

3) PKK, kararların uygulanabilmesinin şartlarını da açıklıyor: “Öcalan’ın süreci yönlendirmesi, demokratik siyaset hakkının tanınması ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvence!”

Erdoğan ve Bahçeli rahatsız değil

Türkiye’yi ayağa kaldıran bu mesajlar, suçlamalar, iddialar bildirinin muhataplarını hiç rahatsız etmedi! Tersine, Cumhurbaşkanı Erdoğan da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de bildiriyle ilgili memnuniyet açıkladılar. Hatta Erdoğan, “yeni bir safhaya” geçildiğini müjdeledi!

AKP medyası da bildirideki Lozan ve soykırım gibi suçlamaların kulak arkası edilmesini savundu. “Lozan hezimettir” diyenler için, “sorunun kaynağı Lozan’dır” denilmesi elbette bir sorun teşkil etmiyor!

Öcalan da ilk kısa değerlendirmesinde “PKK 12. Kongresinde alınan kararları ve önümüzdeki döneme ilişkin mesajları saygıyla selamlıyorum” dedi. (Oysa Öcalan yıllar önce ‘Sevr’e karşı Lozan’ çizgisini savunmuştu ve bu bakımdan siyasal İslamcılardan daha ileri bir tutum almıştı.)

PKK Kongresinde kim, neyi savundu?

PKK Kongresi’ndeki konuşmaları da inceledim. Açıklanan karar metninin, Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ın konuşmalarına paralel olduğu görülüyor. Hatta konuşmalar metne göre daha da üst perdeden: Açıkça 52 yıldır sürdürdükleri mücadelenin zaferle sonuçlandığını, Türk devletinin bu nedenle kendileriyle anlaşmaya oturduğunu savunuyorlar.

PKK liderleri, öncelikle PKK’nin varlığının çeşitli şekillerde süreceğini belirtiyorlar. Karayılan “PKK 2002’de de feshedildi, amaç değişim-dönüşümdü, yeni bir sürecin başlangıcıydı” diyor ve bugünkü kararın da “bir son olmadığını, yeni bir başlangıç olduğunu” savunuyor. Duran Kalkan da “bunun bir son olmadığını, yeni çıkışların önünü açacak bir başlangıç olduğunu, kararın 52 yıllık Apocu hareketin PKK adıyla yürüyüşünün sonlandırılmasından ibaret olduğunu” belirtiyor. Kalkan, Kongrenin hızla tamamlandığını ama “fiiliyatının aylarca süreceğini” belirtiyor, bu zaman diliminde de “Apocu hareketin, misyonununa uygun şekilde yeni sürece taşınacağını” söylüyor. Kalkan, “Bu sonladırıp bitirme değildir, PKK’nin kuruluşundan çok daha güçlü biçimde yeni kuruluşlar için ön açmadır” diyor. Öte yandan Karayılan, “silah bırakma kararının uygulanabilmesi için, önce yasal değişikliklerin yapılmasını” istiyor ve “Önder Apo’ya güveniyoruz ama silahları gerçekten devre dışı bırakmamız için devlete de güvenmemiz gerekiyor” diyor. (ANF, 13.5.2025).

ABD’li sözcü detay vermeden işaret etti

ABD, PKK Kongresi bildirisinden memnun. Dahası bu sonuçta parmağının da olduğu anlaşılıyor. Örneğin ”ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Tommy Pigott, ‘ABD’nin, PKK’nin bu kararında bir etkisinin olup olmadığı’ yönündeki soruya net yanıt vermekten kaçınırken, Türk ve ABD’li diplomatlar arasındaki diplomatik görüşmelerin detaylarına girmeyeceğini söyledi. Sözcü ‘terör örgütünün silah bırakması medeniyet için bir zaferdir’ değerlendirmesi yaptı” (AA, 13.5.2025).

Burada kritik konu, Suriye’deki PYD/YPG’nin durumudur. Nitekim DEM Partili Cengiz Çandar, PKK’nin fesih ve silah bırakma kararının PYD/YPG’yi kapsamadığını vurguluyor.

Anımsayacaksınız, ABD önce HTŞ ile SDG’yi (omurgasını YPG’nin oluşturduğu örgüt), ardından da PYD ile ENKS’yi (Barzanicilerin Suriye kolu) anlaşma masasına oturtmuştu. Yaptırımları aşamalı kaldırma, Washington’un buradaki kozuydu.

ABD Başkanı Donald Trump, Suudi Arabistan’dayken Suriye’ye yaptırımları kaldırdığını açıkladı. Kararında “Erdoğan’la görüşmesinin” payı olduğuna dikkat çekti. Trump, Riyad’da hem Suriye Cumhurbaşkanı Şara ile ikili görüşme yaptı, hem de Suudi Veliaht Prensi Selman ve uzaktan erişim yoluyla Erdoğan’ın da dahil olduğu dörtlü zirve yaptı.

Kısacası Açılım ile Suriye’de Esad’ın devrilmesi sürecinin paralel gitmesi ve PKK’nin Kongre kararıyla Suriye’ye yaptırımların kalkması arasında doğrudan bir ilişki var. Hepsinin çıktığı kapı da PKK’nin yeni bir kimlikle Suriye’nin kuzeydoğusunda devletleşmekte olduğudur.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
15 Mayıs 2025

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Devletin dönüşümünde kaldıraç: Açılım

PKK’nin 5-7 Mayıs 2025’te kongre toplayarak “Öcalan’ın 27 Şubat 2025’teki çağrısı temelinde” karar alması ve Erdoğan’ın 8 Mayıs 2025’te “Bugün yarın PKK silahları bırakacak, örgütü feshedecek” demesi, Türk siyasi tarihinde hem bir dönemin kapanışı ama hem de bir dönemin başlangıcıdır.

Bunu “devletin dönüşümü hedefli yeni bir döneme giriş” diye de okuyabiliriz. Şöyle ki:

İlk açılımın devamı 

1 Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’nin DEM’li milletvekilleriyle tokalaşarak başlattığı yeni açılım, 2009 ve 2013’teki açılımların devamı mıdır, yoksa tersi midir? 

İlk açılıma karşı olup şimdiki açılımı destekleyenler, bunun öncekinin tam tersi olduğunu ileri sürüyorlar. Bu kesimlere göre, eski açılım ABD’nin açılımıydı ama yeni açılım ABD’ye karşı yürüyor.

Gerçi AKP ve DEM sözcülerinden bu yönde bir değerlendirme duymadık; ne açılımın ABD’ye karşı olduğunu ne de ilkinin tersi olduğunu söylüyorlar. Hatta tersine bu açılımın, ilkinin hatalarından çıkarılan derslerle daha başarılı devamı olduğunu belirtiyorlar. 

MHP ve benzeri devletçi siyasetlerin “bugünkü açılımın dünkü açılımın tam tersi olduğunu” iddia etmeleri, öncelikle tabanlarına, tutumlarındaki 180 derecelik dönüşü kabullendirebilmek içindir.

TSK’den sonra kurucu parti

23 yıllık AKP iktidarı sermaye sınıfı içindeki değişimin ve haliyle devletin dönüşümünün tarihidir aynı zamanda. Bu dönüşümlerde açılımlar kritik önemdedir. AKP, açılımı devleti dönüştürmekte bir manivela/kaldıraç gibi kullandı.

2009 ve 2013’teki açılımlar Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla paralel yürütüldü, şimdiki açılım da “silkeleme” ve “telef etme” operasyonlarıyla paralel yürütülüyor.

AKP dün açılımı devletin dönüşümünde kaldıraç yaparken, o dönüşüme direnecek kuvvet olarak TSK’yi Ergenekon-Balyoz kumpaslarıyla etkisizleştirdi. 

AKP bugün açılımı yine devletin dönüşümünde kaldıraç yaparken, bu kez ”eski devletin” kurucu partisi CHP’yi etkisizleştirmeye çalışıyor. (Aradaki süreçlerde başta kaset operasyonları olmak üzere çeşitli alt operasyonlarla CHP önemli oranda zaafa uğratıldı zaten.)

Bu süreçte Bahçeli’nin Öcalan için “kurucu önder” ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel için “bir siyasi kurumun yöneticisi” demesi; MHP’nin DEM’le bayramlaşıp CHP’yle bayramlaşmaması; Cumhur İttifakı nezdinde DEM’in normalleştirilip CHP’nin şeytanlaştırılması; Öcalan’ın örgütüne çeşitli yollarla talimat verebilmesi sağlanırken Ekrem İmamoğlu’na sosyal medyanın yasaklanması, devletin dönüşümünde kullanılan psikolojik savaş yöntemleridir.

PKK’nin siyasete entegrasyonu

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim 2024’te, daha üç gün önce TBMM’den atılmasını istediği DEM milletvekillerinin sırasına giderek onlarla tokalaşması, ardından 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun, örgütünü feshettiğini açıklasın” demesi ve Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te bu çağrıya olumlu yanıt vermesi ile HTŞ’nin Türkiye’nin denetimindeki İdlib’den 27 Kasım 2024’te çıkarak ABD-İsrail-Türkiye desteğiyle 8 Aralık 2024’te Esad’ı devirip Şam’a girmesi arasındaki ilişkiyi görmeden, açılım anlaşılmaz. 

Yeni açılım, silah bırakması adı altında PKK’nin Suriye’de devletleşmesi ve Türkiye’de siyasete entegrasyonudur. Parlamenter rejimi yıkıp Türk-İslam sentezli başkanlık rejimine dönüşüm, şimdi Türk-Kürt-İslam sentezli yeni bir dönüşümle ilerletilmek isteniyor. 

PKK, silahlı mücadelesinin zaten hedefi olan Türk siyasetine entegrasyonu getireceği ve Suriye’de devletleşeceği için, Erdoğan da kendisine yeni anayasa ile sınırsız başkanlık yolu açacağı için açılımda uzlaşmış durumda.

Kısacası “teröre diz çöktürülüyor” örtüsünün arkasında başka şeyler oluyor. Tersine terör “50 yıllık mücadelesinin” hedeflerine ulaşıyor adım adım: Bir ”parçada” devletçiği ortaya çıkıyor, bir “parçada” da iktidar koalisyonunun unsuru oluyor.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Mayıs 2025

, , , , , , , ,

1 Yorum

Federal Suriye ön anlaşması

HTŞ lideri Ahmet Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi’nin imzaladığı 8 maddelik anlaşma, Suriye’yi federalizme götürecek sürecin ön anlaşmasıdır, ABD’nin mimarlığıyla projelendirilmiştir ve PYD’yi Suriye devletine ortak yapmaktadır. İnceleyelim:

1) Anlaşmanın mimarı ABD

Şara ile Abdi’yi masaya oturtan kuvvet ABD’dir. Abdi, ABD Merkez Kuvvetleri (CENTCOM) Komutanı Michael Kurilla ile görüştükten sonra ABD helikopteriyle Şam’a götürüldü ve Suriye’nin geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Şara’yla imza masasına oturtuldu.

Nitekim önce SDG Sözcüsü Ferhad Şami “ABD bu anlaşmanın ana taraflarından biri” dedi, ardından SDG Komutanı Mazlum Abdi ”ABD’nin aktif arabulucu” olduğunu doğruladı.

2) Federal anayasanın ön kabulü

Bu ön anlaşma ile Suriye’nin siyasal birliğinin yerini önümüzdeki süreçte federasyonun alacağı görülmektedir. Anlaşmanın 2. maddesinde “Kürt toplumu Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olarak tanınacak ve anayasal hakları garanti altına alınacak” denilerek, yeni anayasaya kimliklerin gireceği kabul edilmiş oluyor. 

Böylece anayasada Araplık, Kürtlük, Türklük, Ermenilik, Çerkezlik şeklinde etnisiteler yer bulmuş olacak.

Nitekim Mazlum Abdi de anlaşmayı değerlendirdiği açıklamasında “toprak bütünlüğü, tek başkent, tek bayrak” dedi. Yani Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunduğu ama siyasal birliğinin kalktığı bir federasyona işaret etmiş oldu.

3) Tek ordu değil, birleşik ordu

Anlaşmanın 4. maddesinde “askeri kurumların devlet yönetimi altında bütünleştirileceği” belirtiliyor. Bu SDH/YPG’lilerin tek tek Suriye ordusuna entegre edilmesi anlamına gelmiyor. Nitekim Mazlum Abdi de “toprak bütünlüğü, tek başkent, tek bayrak” dediği açıklamasında “tek ordu” ifadesini kullanmadı, “birleşik ordu” dedi. 

Abdi ayrıca “Savunma Bakanlığının parçası olma yöntemi ve uygulamasında söz sahibi olacaklarını” söyledi.

“Tek ordu” yerine “birleşik ordu” denmesi, SDG ordusunun Suriye ordusu içinde dağıtılmadan yer alacağı, dahası SDG’nin son tahlilde Suriye ordusuna ortak olacağı anlamına gelir.

4) PYD devlete ortak oldu

SDG Sözcüsü Ferhad Şami’nin altını çizdiği gibi bu 8 maddelik anlaşma “ön hazırlık” niteliğinde. Nitekim Mazlum Abdi “mevcut özerk yönetim sisteminin olduğu gibi kalmasında ısrarcı olmadıklarını, konunun anayasa tartışmalarında ele alınacağını” belirtiyor.

Sonuçta taraflara göre önemli olan imzalanan ”ön hazırlık” anlaşmasının, ABD’nin mimarlığıyla çizilen projenin ruhunu yansıtıp yantımadığıdır.

Bunun yanıtını da PYD’nin deneyimli yöneticilerinden Salih Müslim’in anlaşmayı yorumladığı açıklamasında görüyoruz:  “Bu devletin her şeyine ortak oluyoruz. Yönetimine, anayasasına, yaşamına, ekonomisine ortak oluyoruz.”

Sonuçlar

1. Sonuç: ABD ve İsrail’in “Suriye’yi parçalamak üzere federalleştirmesi” projesi, tıpkı Irak’ta olduğu gibi, yine Türkiye’nin “kullanışlı desteğiyle” hayata geçiriliyor: Ankara, önce Esad’ı devirme hedefiyle federal Suriye’ye gidecek kapıyı açtı, sonra terörle mücadele üzerinden ABD’nin “nüfuz bölgesini” kabule zorlandı, şimdi de Öcalan’la “silah bırakma” müzakeresi üzerinden PKK/PYD’nin Suriye ordusuna ve devletine ortak yapılmasını onaylıyor. PYD yöneticisi Salih Müslim “anlaşma Öcalan’ın mektubuyla uyumlu” derken, Erdoğan da anlaşmayı “doğru yönde atılmış bir adım” olarak yorumladı.

2. Sonuç: Saddam’a diktatör deyip aşiret lideri Barzani’ye komşu olundu, Esad’a diktatör deyip Öcalan’ın manevi evladı Mazlum Abdi’ye komşu olunuyor.

3. Sonuç: Türk-Kürt-İslam sentezli yeni Cumhur İttifakı, Türkiye tarihinin en antidemokratik rejiminin taşlarını döşüyor.

Demokratik yaşam sorunu, ne yazık ki bölgenin en temel sorunlarının başında gelmektedir. Sadece Türkiye’deki Kürtlerin değil, Türklerin de demokratik yaşam sorunu vardır. Türkiye’nin komşularındaki demokratik yaşam sorunu çok daha büyük sorundur. Ama mesele şu ki ABD’nin mimarlığını yaptığı projelerle, ABD-İsrail’in etnik ve mezhep haritalarıyla, demokrasinin ana bileşeni olan laiklikliğin budanmasıyla, saray rejimiyle demokratik yaşam sağlanmaz, tersine, olan demokrasinin de gerisine düşülür.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
13 Mart 2025

, , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın