Posts Tagged Cengiz Çandar

F4, SURİYE’DE UÇUKSAVARLA VURULDU

Başbakan Erdoğan dün tüm bölgenin merakla beklediği konuşmasında yine Türk uçağının uluslararası kara sularında vurulduğunu belirtti: “Altını çizerek söylüyorum. Suriye kara sularında uçağımız vurulmamıştır, uluslararası sularda vurulmuştur. Bunun bilinmesi lazım, bunun saptırma gayreti içinde olan içerde ve dışarıdakiler var.”

Diyelim ki Başbakan haklı ve uçağımız uluslararası sularda, yani 12.6 milde (20.3 kilometre) vuruldu. O zaman uçağımız mutlaka füzeyle vurulmuştur, çünkü bu menzile erişecek uçaksavar mermisi dünyada yok! Ve “uçağınız 100 metre yükseklikte alçak uçuş yaparken ve kıyılarımıza 2.5 km mesafedeyken uçaksavar mermisiyle vuruldu” diyen Suriye de yalan söylüyordur.

UÇAK VE RADAR FÜZE TESPİT ETMEDİ

Hürriyet‘ten Okan Konuralp çok önemli bir habere imza attı: BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Başbakan Erdoğan‘a soruyor: “Füze ateşlendiğinde, uçaktaki sistemin pilotu uyarması gerekmiyor mu? Bu uyarı doğrultusunda pilotların uçaktan ayrılması gerekmiyor mu?”

Başbakan Erdoğan‘ın yanıtı çok önemli bir gerçeği ortaya koyuyor: “Füzenin fırlatıldığı anı tespit edemedik. Ne uçağımız ne de kara radarlarımız bu yönde bir tespitte bulundu. Uçağın vurulmuş olabileceğini de irtibat kesildikten sonra anladık.”

Ne uçak ne de radarlarımız bu füzeyi tespit edemediğine göre demek ki ortada Suriye’den ateşlenen bir füze yok! Bu durumda da “uçaksavar mermisiyle vurduk” diyen Suriye haklıdır.

3. ÜLKE OLASILIĞI YOK

Bu çelişkiyi farkeden Erdoğan, Demirtaş‘a yanıtına şu sözleri de ekliyor: “Farklı bir füze donanımı olduğunu tahmin ediyoruz. Mobil bir rampa olduğunu tahmin ediyoruz.”

Bu durumda ortada Türkiye’nin, NATO’nun ve ABD’nin teknolojisinin çok ilerisinde geliştirilmiş korkunç bir füzeyle karşı karşıyayız! Haliyle bu teknolojinin Suriye’ye ait olamadığını düşünen Demirtaş yeniden soruyor Başbakan’a: “3. bir ülkenin uçağı düşürmesi ya da elektronik karartma yaparak düşürülmesine yol açması söz konusu mu?”

Erdoğan ve görüşmede yer alan asker ve sivil ekibi şu karşılığı veriyor: “O olasılığa da baktık. Böyle bir ihtimal görünmüyor. Füzenin ateşlenmesi ve sonrasında ön işaret alınmamış.”

Üzerinden beş gün geçmesine rağmen uçağımızın hangi silahla düşürüldüğü üstelik NATO teknolojisi ile hâlâ saptanamıyorsa, ortada artık iki seçenek vardır: Ya AKP hükümeti yalan söylüyor ya da Rusya – Çin teknolojisi almış başını gitmiş!

Aslında gerçek artık ortadadır: Uçağımız füzeyle düşürülmediğine göre uçaksavarla vuruldu. Uçamsavarla vurulabildiğine göre de uluslararası sularda değil, Suriye sınırları içinde vuruldu!

AKP TUZAĞI OKUYABİLECEK Mİ?

Sanki AKP hükümeti de “tuzağa düşürüldüğünü” anlamaya başlamış gibi görünüyor ancak iktidarının dayanağı olan ABD ile imzaladığı hizmet sözleşmeleri ve 10 yıldır girilen angajmanlar, onları çaresiz bırakmış durumda…

ABD istiyor diye Şam’a şahin kesilen, yüksek perdeden Beşar Esad‘a “istifa et” diyen, Şam karşıtlarını örgütleyen ve silahlandıran AKP hükümeti, şimdi “gerçek” durum kapıya dayanınca ortada kalmış oldu!

AKP hükümeti sözcüsü Bülent Arınç “savaş istemiyoruz” diyor, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik “Bizim tabanımız ‘ordu Şam’a’ demez” diyor…

Hükümetin kalemşorları New York Times‘in uçağımızın düşürülmesinden bir gün önce yayınladığı “CIA Beşşar’a karşı Türkiye’de üslendi” şeklindeki haberin amacını anlamaya çalışıyor. Hatta bazıları bugüne kadar AKP’ye akıl hocalığı yapan Cengiz Çandar gibi isimlerin son dönemde neden kendilerini “ABD’nin Ortadoğu’daki taşeronu” diye suçladığını anlamaya çalışıyor.

Türkiye’nin bir tuzağa düşürüldüğü gerçeğini tam olarak anlamalarını ve Suriye’ye savaş açılmasına karşı çıkmalarını temenni ediyoruz. Geçmiş 10 yılı affettirmez belki ama en azından daha da kirlenmemiş olurlar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Haziran 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

PKK SİLAH BIRAKIR MI?

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay‘ın, AKP’nin yeniden PKK’yle müzakere ettiğini ilk elden doğrulayan açıklaması, “Obama – Erdoğan dostluğu” rüzgarlarının neden estirildiğini de açıklıyor…

Gelin önce Açılım Koordinatörü de olan Beşir Atalay‘ın açıklamalarını anımsayalım: “Haziran ayı bir yandan ombudsmanlık, bir yandan insan hakları kurumu kurulması, yargı alanındaki 3. ve 4. paketlerin hepsi bu konularla ilgili. Anadille ilgili çalışmalarımızı Başbakan açıklayacak. Kuzey Irak’ta silahların teslimi için görüşmeler yapılıyor.

Atalay‘ın bu müjdesi(!) Ankara’da heyecan yarattı; “PKK’nin silah bırakmaya hazırlandığı” bilgisi Irak ve Suriye merkezli Ortadoğu politikalarının merkezine oturdu. Talabani‘nin de çift taraflı ateşkes sağlanması için devrede olduğu iddia edildi.

ERDOĞAN’IN DEĞİL, OBAMA’NIN ÇIKARI

Peki PKK silah bırakır mı?

Sorumuza yanıtı, bir haftadır estirilen “Obama – Erdoğan dostluğu” rüzgarı üzerinden arayalım…

Önce Davos’taki “van münit” dramasının ünlü moderatörü David  Ignatius yazdı… Washington Post‘taki “Obama’nın Türkiye’deki dostu” başlıklı makalede, Obama‘nın Erdoğan‘ı en yakın dostu gördüğü ilan edildi. Öyle ki Ignatius şu iddiayı bile dillendirdi: “Dünyada hiçbir liderin Obama’nın yeniden seçilmesinde Türkiye’nin başbakanı kadar çıkarı yok!

Cengiz Çandar daha da ileri giderek, Türkiye – ABD ilişkisinin, çeşitli sorunlara rağmen Erdoğan – Obama dostluğu nedeniyle zirve yaptığını yazdı.

Ömer Taşpınar bu sağlam dostluk üzerinde yükselen Türkiye – ABD ilişkisini değerlendirmiş ve bu “altın döneme” rağmen Türkiye’de “anti-Amerikanizm”in sürmesini eleştirmiş!

DOSTLUK DEĞİL, ÖZEL İLİŞKİ

İki ülke ilişkisinin, iki ülke liderinin olağanüstü dostluğu nedeniyle geliştiğini varsaymak, kuşkusuz uluslararası ilişkiler ve siyaset biliminde yer almayan, dolayısıyla bilimsel bir değeri olmayan, bizim Amerikancılara özgü bir bakıştır… 20 yıl önce de “Bush – Özal dostluğu” derlerdi…

“Ülkelerin dostları olmaz, çıkarları olur” şeklindeki en basit gerçeği de bir kenara bırakarak söyleyelim: Ortada bir dostluk yoktur, özel türden bir ilişki vardır!

Bu öyle bir ilişkidir ki, bir ülke çıkarını, diğerinin çıkarı nedeniyle yok bile saymaktadır!

Ayrıca o ilişki, Erdoğan ile Obama arasında değil, Erdoğan ile ABD arasındadır! Dün Bush dosttu, bugün Obama

RADARA BAĞLI DOSTLUK?!

Hadi geçtik son 9 yılı… Şu son bir yılda bile acaba Kürecik radarına evet denilmeseydi, acaba Suriye’de Atlantik taşeronluğuna soyunulmasaydı bir dostluktan, bir altın dönemden bahsedilebilecek miydi?

Elbette hayır!

Bugün Türkiye ile ABD arasında bir altın dönemden bahsediliyorsa, bu iki ülke çıkarlarının örtüşmesi nedeniyle değil, fakat AKP hükümeti ile ABD çıkarlarının örtüşmesi nedeniyledir. O çıkar da AKP’nin hükümet olabilmeyi sürdürmesidir!

PKK’NİN DEĞERİ SİLAHTADIR!

Türkiye ile ABD’nin neredeyse hiçbir konuda çıkarı örtüşmemektedir. Bugün “istihbarat paylaşımı” adı altında parlatılan “PKK’ye karşı ortak mücadele” diye pazarlanan meselede bile ABD’nin tek taraflı çıkarları söz konusudur!

Irak’ın kuzeyinden ve Suriye konusundan bağımsız bir PKK meselesi yoktur artık! Irak’ın kuzeyindeki yapının Türkiye tarafından himaye edilmesinde, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasında ve Türkiye’nin güneydoğusundan kuzeye büyütülmesinde, PKK tam merkezdedir!

Ve bu nedenle de ABD’nin stratejik piyonudur!

Ve bu piyon, yani PKK, Ortadoğu satranç tahtasındaki varlığını ve değerini silaha borçludur!

PKK bu nedenle silah bırakmaz, bırakamaz! BDP’nin açıkça ABD’den rol talep ettiği şu koşullarda, değil PKK’nin silahsızlandırılması, tersine daha da silahlandırılması gündemdedir!

Mehmet Ali Güller

Aydınlık Gazetesi
12 Haziran 2012

 

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KİM, KİMİN AKİL ADAMI?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, içinde “mutabakat komisyonu” ve “akil adamlar grubu” gibi önerilerin de olduğu 10 maddelik “teröre çözüm” paketini, bugün başbakan Erdoğan’a sunuyor. Böylece Kılıçdaroğlu, din ve darbe meselelerinden sonra, Kürt meselesinde de AKP’nin kozlarını elinden almış olacak!

Anımsarsınız, Kılıçdaroğlu, din konusundaki hamlesiyle turbanın ilköğretim okullarına kadar girmesini sağlamış, darbe konusundaki hamleleriyle de AKP’nin TSK karşıtlığını bile aratır olmuştu! Bakalım, Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesine el atması, neyle sonuçlanacak?

ÖCALAN-ERDOĞAN-KILIÇDAROĞLU MUTABAKATI

Aslında bu “akil adamlar grubu” önerisi, Oslo’da ortaya çıkan mutabakatın genişlediğini gösteriyor. Oslo’da Erdoğan ile Öcalan yüzde 95 anlaşmıştı. Şimdi mutabakata Kılıçdaroğlu’nun da dâhil edildiği anlaşılıyor…

Nereden mi çıkardık? Gelin şu “akil adamlar grubu” meselesinin aslına bakalım:

Öncelikle “akil adamlar” konusunun, Kılıçdaroğlu tarafından daha önce de gündeme getirildiğini anımsatalım. Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi olan MİT’çilerle PKK yetkililerinin Oslo’da görüştükleri ortaya çıktığında ilginç bir şey olmuştu… Normalde ana muhalefet partisi liderinin, suçüstü yakaladığı Başbakan’ın üzerine gitmesi, onu köşeye sıkıştırması gerekirdi.

Ama Kılıçdaroğlu karşı çıkıyormuş gibi yapıp, Erdoğan’a can simidi uzatmıştı! Kılıçdaroğlu, Fatih Altaylı’ya, PKK’yle MİT’in değil “akil adamların” görüşmesi gerektiğini söylemişti. (HaberTürk TV, 7 Haziran 2011)

AKİL ADAMLAR, ÖCALAN’IN ESERİ

Tabi işin tuhaflığı şuydu: “Akil adamlar” fikrinin asıl sahibi Öcalan’dı. Kılıçdaroğlu da, Öcalan’ın önerdiği akil adamların, Öcalan’la görüşmesini istemiş oluyordu!

Öcalan bu “akil adamlar” fikrini Aralık 2007’de ortaya atmıştı: “Akil adamlar komisyonu kurulmalıdır. Bu akil adamların kimlerden oluşacağı çok önemli… Ben sadece biz seçelim, bizim seçtiğimiz insanlardan oluşsun demiyorum. Devletin de seçeceği kişilerden oluşan bir komisyon olur. Örneğin İlter Türkmen olabilir. Bu komisyona Aahtisari gibi, ki özellikle onu öneriyorum, insanlar bulunmalı. Bunlar gelip benimle de görüşürler.”

KOORDİNATÖR ÜLKE TEMSİLCİLERİ

Öcalan’ın “akil adamlar” için özellikle önerdiği Marti Aahtisari, sonradan Türkiye’ye gelmiş ve Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile bu konuyu görüşmüştü!

Peki, “akil adamlar grubu” Aahtisari ile İlter Türkmen dışında kimlerden oluşacaktı? Bu ikisi Öcalan’ın kontenjanıydı… Ya AKP’nin, CHP’nin, Gül’ün akil adamları kimlerdi?

O dönemde, gündeme başka isimler de geldi… Örneğin Cengiz Çandar, Hasan Cemal ve Sezgin Tanrıkulu

Murat Karayılan’la görüşmelerinin Cumhurbaşkanı temsilcisi sıfatıyla yapıldığı konuşulan Hasan Cemal, kuşkusuz Gül’ün akil adamıydı… Çandar, muhtemelen üçüncü tarafın, yani Oslo’daki adıyla “koordinatör ülkenin” temsilcisi olacaktı.

Ya Sezgin Tanrıkulu? Şimdilerde CHP Genel Başkan Yardımcısı da olan Tanrıkulu’nun elbette CHP’nin akil adamı olduğu düşünülür… Ancak Tanrıkulu’nun, Wikileaks’in yayımladığı belgelere göre “gölge CIA” olan Stratfor’un TR705 nolu kaynağı olması, onun da “koordinatör ülke” temsilcisi olduğunu düşündürüyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Haziran 2012

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

GÜL’ÜN LİDERLİK SIRRI!

Bu Pazar, üç konuğumuz var. Zaman’dan Hüseyin Gülerce, Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu ve Hürriyet’ten İsmet Berkan… Hafta içi kaleme aldıkları üç ayrı konuyu değerlendireceğiz; işledikleri konulara, sözcüklerinin gerisinde duran anlamlarıyla birlikte bakacağız:

YENİDEN AB RÜZGARI İHTİYACI

Bir Washington projesi olarak “Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adaylığı”nın iki önemli anlamı vardı. Batı, birincisi, Türkiye’yi AB kapısına bağlayarak Avrasya’ya kaymasını engelleyecekti; ikincisi, bu adaylık üzerinden Türkiye’yi istedikleri gibi biçimlendireceklerdi.

Bu nedenle, ne zaman yapmakta zorlandıkları bir icraat olsa, hemen kamuoyuna “Ama AB üyesi olabilmek için…” diye başlayan cümleler sarf ederlerdi.

Sonra, AKP devlet içinde mevzi kazandıkça “AB masalına” ihtiyacı azaldı. Şimdilerde “İyi ki AB üyesi olmadık” diyen hükümet üyeleri bile var.

Ancak, Zaman yazarı Hüseyin Gülerce 23 Mayıs tarihli yazısında Erdoğan hükümetini uyarıyor. GülerceAB rüzgârına neden ihtiyaç var?” başlıklı yazısında yanıtı şöyle veriyor: “Yeni bir anayasa için en kritik düzlüğe gelindi. Türkiye’nin şu anda AB üyelik rüzgârına, her dönemden daha fazla ihtiyacı var.

Dikkat buyurunuz; AB üyeliğine değil, sadece rüzgârına ihtiyaçları var. Çünkü anayasa yapmakta zorlanıyorlar!

LİBERALLER TUTUKLANMAKTAN KORKMUŞ

Son dönemde AKP destekçisi kimi liberallerin yazıları, tutum değişikliği sinyali olarak algılandı. Hatta Fenerbahçeli bir dostum şakayla karışık, “Fenerbahçe kimliği sahibi olmanın, Cengiz Çandar’ı bile bir parça düzelttiğini” iddia etti.

Kimi çevrelerde liberallerin eleştirel yazıları, liberallerin “doğru” rotaya girdikleri şeklinde yorumlandı. Ya da “AKP güç kazandıkça, sırtından liberalleri atmaya başladı” diyenler oldu.

Meğer mesele başkaymış!

Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, 23 Mayıs’taki yazısında başlıktan soruyor: “Bizi de mi tutuklayacaktınız?”

Meğer istihbarat almışlar… Başta Cengiz Çandar olmak üzere 44 gazeteci, KCK iddianamesine takılmış!

Bayramoğlu yazısını şöyle bitiriyor: “İş Çandar’a ve benzerlerine uzanırsa, otoriter cesaret bu noktaya kadar gelmişse, demokrasinin beli doğrulmayacak kadar bükülmüş olacak. Bu durumda asıl beli kırılması gereken o ‘cesaret’tir.”

Bayramoğlu’nun vurgulayarak tırnak içine aldığı “cesaret” kelimesini, nedense ben “cemaat” diye okudum…

Yoksa liberaller bölündü de, bir kısmı AKP’ci, bir kısmı da cemaatçi mi oldu? Selim Uslu ne güzel yorumlardı bu tabloyu…

NATO GÜL’DEN İYİSİNİ BULAMAZ

Hürriyet yazarı İsmet Berkan NATO Zirvesi için ABD’ye giden Gül’ün, Stanford Üniversitesi’ndeki konuşmasından hareketle 25 Mayıs’ta bir yazı yazdı. Başlık şu: “Abdullah Gül’ün liderlik sırları

Berkan 11 maddede ballandıra ballandıra anlatmış bu sırları.

İlginç olan, Gül bu konuşmayı yaparken, bir yandan da “2014 yılında NATO Genel Sekreteri olacağı” konuşuluyordu. Hatta AB Bakanı Egemen Bağış, “NATO Gül’den iyisini bulamaz” diyordu.

Bağış’a katılıyor ancak Gül’ün asıl “liderlik” sırrını anımsatıyoruz:

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde kaydı var. Gül, tıpkı Margareth Thatcher gibi, Helmuth Kohl gibi, Giscard d’Estaing gibi, ABD’nin “liderlik programı” ile yetiştirildi!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Mayıs 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

YENİ ŞAFAK CEZAEVİ Mİ DİNLİYOR?

Yeni Şafak’ta “Karadayı da gelecek mi?” başlıklı bir “haber” vardı. Güya 28 Şubat operasyonuyla tutuklanan Çevik Bir ile koğuş arkadaşı İdris Koralp’in en çok konuştukları konu İsmail Hakkı Karadayı’nın da tutuklanıp tutuklanmayacağıymış: “Bir ve Koralp’in koğuşunda bugünlerde yegâne gündem maddesinin ise eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın soruşturma kapsamında ‘gözaltına alınıp alınmayacağı’ konusu olduğu iddia ediliyor.” (Yeni Şafak, 29 Nisan 2012) Kim iddia ediyor? Gizli özne!

Yeni Şafak İdris Koralp’i şöyle tanıtıyor: “28 Şubat’ta Genelkurmay İç Güvenlik Harekât Dairesi Plan Şube Müdürlüğü yapan emekli Tuğgeneral Koralp, o dönem Genelkurmay Karargâhı’nda Çevik Bir’in ‘kara kutusu’ olarak öne çıktı.”

Yeni Şafak, “yegâne gündem” dediği konuyu Çevik Bir ve kara kutusundan öğrenemeyeceğine göre geriye iki ihtimal kalıyor. Bir ve Koralp bu “yegâne konuyu” bağıra çağıra konuşuyor ve gardiyanlar da istemeden duyup Yeni Şafak’a iletiyor veya Yeni Şafak açıkça cezaevi dinliyor, ortam dinlemesi yapıyor!

Ya da gizli özne, tertip merkezidir! Ve o merkez, eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın da tutuklanması için “psikolojik harekâta” başlamıştır!

YENİ ŞAFAK’IN PSİKOLOJİK HAREKÂTI

Psikolojik harekât deyince… 28 Şubat operasyonuyla birlikte bu konuda da çok önemli teorik çalışmalara imza atılıyor. En önemlisi, Cengiz Çandar’ın da beğendiği Ali Bayramoğlu imzalı olanıydı: “28 Şubat, bir ordunun kendi toplumuna karşı giriştiği bir kalkışma, kandırma, yönlendirme eylemleridir.” Çandar eylemleri bir bütün olarak “yani psikolojik harekâttır” diye isimlendiriyor.

Yukarıdaki Yeni Şafak haberini bir de bu tanım çerçevesinde okuyun şimdi… Psikolojik harekâtın alasını kim yapıyor, görün!

TSK’YE PSİKOLOJİK HAREKÂT

Türk Ordusu’na saldırmak için koparılan bu “nasıl psikolojik harekât yaparlar” yaygarası trajiktir.

Anımsarsınız mutlaka: Öldürdüğü PKK’lilere “pusu” kurmakla da suçlanmıştı TSK! Yandaş kalemler “TSK nasıl pusu kurar?” diye utanmadan yazabilmişlerdi! Pusunun bir askerlik sanatı olduğunu elbette biliyorlardı ama psikolojik harekât tam da böyle bir şeydi işte…

BAŞBUĞ’A PSİKOLOJİK HAREKÂT

“İnternet Andıcı” davasına bir de bu gözle bakınız. Vay efendim TSK nasıl internet sitesi kurarmış, nasıl bu sitelerden yayın yaparmış?

Psikolojik harekât içinde kaynayıp gitti; o sitelerin çoğu sözde Ermeni soykırımı yalanlarına karşı ya da PKK ile mücadelede kullanılmaktaydı… Ve elbette “irtica ile mücadele” kapsamında olanlar da vardı. Ulusal güvenlik açısından bölücülükle birlikte irtica da tehdit olarak belirenmişse, bir ordu elbette o zaman irticaya karşı mücadele edecekti!

Ama öyle bir psikolojik harekât uyguladılar ki, sanki irticayla mücadele etmek görev değil de suçmuş gibi kamuoyu yarattılar. Görevi irticayla mücadele etmek olanlar bile görevine sahip çıkmaktan sakındı.

“TSK nasıl internet sitesi kurar” diyerek İlker Başbuğ’a savaş açanların silahı neydi peki? Bağbuğ’a psikolojik harekât yapan bazı internet siteleriydi. Ki o sitelerde yer alan, örneğin Başbuğ’un ağlama duvarındaki fotoğrafı, mahkemede terör örgütü yönetmekle suçlanan eski Genelkurmay Başkanı em. Org. İlker Başbuğ’a sorulan ilk soruydu! Başbuğ bu fotoğrafın sorulmasını haklı olarak “insanlık suçu” diye değerlendirdi! (Hürriyet, 30 Nisan 2012)

“TSK nasıl internet sitesi kurar” diyenler, kendi internet sitelerindeki psikolojik harekât malzemelerini açık açık kullandılar!

Bir ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın İsrail’deki ağlama duvarı fotoğrafını suçlayarak gazetelerine manşet yapanlar, Yahudi komitesinin aynı ülkenin Başbakanına cesaret madalyası takmasını ise alkışladılar!

YALÇIN KÜÇÜK’E PSİKOLOJİK HAREKÂT

Şemdin Sakık’ın ifadelerine dayandırılarak hazırlandığı belirtilen andıç konuşuluyor günlerdir. 28 Şubat generallerinin o andıçla başta Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand ve Altan biraderler olmak üzere kimi gazetecileri fişlediği, işinden ettiği yazılıyor, çiziliyor.

Ama o andıçta, örneğin Yalçın Küçük’ün isminin de yer aldığından nedense hiç bahsedilmiyor! Üstelik Yalçın Küçük o süreçte, bırakın işinden olmayı, hapis bile yattı! (Küçük, Haymana Cezaevi’nde Doğu Perinçek’le birlikte yattı. Patatesten üretilmiş sahte bir mühürlü mektupla PKK yöneticisi yapılan(!) Doğu Perinçek’in davası, en az bugünkü davası kadar ibretliktir, tarihe geçecektir!)

Evet,  Ergenekon yöneticisi olmakla suçlanan ve Silivri zindanında yatan Yalçın Küçük’ün ismi de geçiyor o andıçta… Ama varsa yoksa Çandarlar, Birandlar, Altanlar, Barlaslar, Ilıcaklar deniliyor hep…

İşte psikolojik harekât, tam da budur!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Mayıs 2012

, , , , , , , , ,

1 Yorum

ÇEVİK BİR NEDEN TUTUKLANDI?

“ABD’yle nasıl mücadele edilir” sorusuna hayatıyla en iyi yanıtı veren Doğu Perinçek, “Çevik Bir ve doğru mevzilenme” konusunda önemli bir uyarı yapmıştı: “Bir zamanlar üçü de Yahudi JINSA madalyası almışlardır, doğrudur. Ama bugün Tayyip Erdoğan – Abdullah Gül ikilisi, Org. Çevik Bir’i hapse atıyor. Geçmişteki mevzilenmeler değiştiği zaman, hâlâ o geçmiş mevzilenmenin içinde kalmak, zamanı şaşırmaktır ve siyasal mücadelede kişinin kendi mevzilerine ateş etmesine yol açar.” (Aydınlık, 21 Nisan 2012)

Kuşkusuz çok öğretici…

Çevik Bir’in tutuklanması önemli derslerle doludur.  Neden tutuklandığını anlayabilmek de, bugünün mevzisinde iyi mücadele edebilmek için gereklidir.

ABD’nin 28 Şubat’ta “Truva atı” olan Çevik Bir’i tutuklatması kadar öğretici olan bir başka olay da Cengiz Çandar’ın 28 Şubat operasyonu konusunda söyledikleriydi.

Çandar gibi tescilli bir ABD-İsrail piyonunun, 28 Şubat’ı ABD-İsrail projesi diye suçlaması haliyle kafaları karıştırdı. Çünkü 28 Şubat bir ABD projesiyse eğer, en başta Çandar’ın 28 Şubatçı olması gerekirdi… Tersi, Cengiz Çandar’ı anti-emperyalist yapar ki, bu da eşyanın tabiatına aykırı!

28 ŞUBAT’IN ABD PROJESİ OLMADIĞINI KANITI, ERDOĞAN’DIR!

Gelin Çandar’ı bir kenara atarak şöyle soralım: 28 Şubat gerçekten bir ABD projesi olsaydı, Erdoğan – Gül – Gülen üçlüsü 28 Şubat operasyonuna soyunabilir miydi?

Ya da gelin yanıtı ortada olan şu sorular üzerinden düşünelim: Erdoğan’ı kim iktidar yaptı? Erdoğan hangi devletin projesinin eşbaşkanı? Erdoğan Suriye’ye kimin NATO’sunun sopasını sallıyor? Erdoğan kimin model ortağı? Kim, ABD’yle altın bir işbirliği dönemi içinde olduklarını ilan etti? Başta İran olmak üzere komşu ülkeler, neden AKP’yi ABD’nin Ortadoğu’daki taşeronu ilan ediyor? Kim ABD-İsrail kurumlarından cesaret madalyaları alıyor? Irak’a saldıran ABD askerilerinin sağlığına kim duacı? Kim ABD ile gizli sözleşmeler imzaladı?

SÜREKLİ DARBE DÖNEMİ

Doğru, ABD bir ölçüde 28 Şubat’a sızmıştır. Çevik Bir ABD’nin 28 Şubat’taki Truva atıdır. Ancak 28 Şubat toplamda ABD’nin çıkarlarına karşıdır. Bu nedenle ABD, 28 Şubat generallerini “hizadan çıktı” diyerek çizmiştir; “28 Şubat bin yıl sürecek” kararlılığına, “binyılın meydan okuması” isimli tatbikatıyla yanıt vermiştir!

Ve ABD, 2002’de Hilmi Özkök üzerinden Türk Ordusu’na, Tayyip Erdoğan üzerinden de Türkiye’ye darbe yapmıştır. ABD, AKP-Cemaat koalisyonu eliyle yürüttüğü Ergenekon tertibiyle, “sürekli darbe” dönemini başlatmıştır.

Türk Ordusu direndikçe Balyoz, Andıç diye sürdürmüştür operasyonu…

ABD 28 Şubat’la hesaplaşmadan Ergenekon tertibi bitmez! Çünkü 28 Şubat Türk Ordusu’nun 27 Mayıs’tan sonraki ikinci büyük atılımıdır ve en başta ABD’nin çıkarlarına karşıdır!

ABD, esas hedefe, yani 28 Şubat’a darbe indirebilmek ve kamuoyu desteği alabilmek için de önce kendi eseri olan 12 Eylül’e yönelmiş ve 95 yaşındaki iki görevlisini kurban vermiştir; ardından da Çevik Bir’i…

TSK’Yİ BİR BÜTÜN OLARAK SAVUNMAK

Çevik Bir’in tutuklanmasının asıl önemi şudur: Operasyon Çevik Bir’e kadar uzandığına göre, ABD TSK’yi tam teslim alamamıştır!

Tabi buradan şu sonuç da çıkıyor: ABD dün 28 Şubat’ın yönünü değiştirebilmek için Çevik Bir’i kullandı; bugün de yine Türk Ordusu’na saldırabilmek için Çevik Bir’i kullanıyor, harcıyor… Yani NATO’cu generaller, iradelerinin dışında da NATO’ya hizmet etmiş oluyorlar.

ABD’nin ilişki ahlakı böyledir; kullanır, atar! Nitekim bunu çok iyi bilen Cüneyd Zapsu, Erdoğan için şu ricada bulunmuştu ABD’ye: “Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın.

Erdoğan’ın, Çevik Bir’in durumundan bir ders çıkaramayacağı ortada…

Biz ise geçmişin mevzisinde kalarak, bugünün mücadelesini kazanamayacağımızı biliyoruz ve Türk Ordusu’nu bugün bir bütün olarak savunuyoruz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Nisan 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

AMERİKANCI OLDUĞUMUZA ABORJİNLER BİLE İNANMAZ!

Yandaş medyanın yeni kampanyası ibretlik: 28 Şubat’ın bir ABD operasyonu olduğunu iddia ediyorlar.

Örneğin Yeni Şafak’tan İbrahim Karagül, ABD-İsrail tarafından planlandığını iddia ettiği 28 Şubat’ın hedefini şöyle saptamış: “Öncelikle Türkiye’nin iç politikası yeniden dizayn edildi, ardından bölgesel dizayn başladı. Yeni Ortadoğu dizaynı çerçevesinde İran-Irak-Suriye istikrarsızlaştırılacaktı.” (Yeni Şafak, 17 Nisan 2012)

Karagül’ün, meşhur “Büyük Ortadoğu”yu, “Yeni Ortadoğu” diye isimlendirmesi, kurnazlıktan! Böylece, “Büyük Ortadoğu’nun eşbaşkanı biz değil miydik” diye soracak mahallelisine, şimdiden “yok o başka proje” demiş oluyor!

Gazetecilikle yandaşlığın çelişkisini nasıl yaşadıklarını az çok tahmin ediyoruz ama ölçünün de bir ayarı olmaz mı?!

28 Şubat’ın hedefi iddia ettiği gibiyse, o hedefi bizzat yerine getiren AKP hükümeti değil midir? Bugün İran-Irak-Suriye ekseninin istikrarsızlaştırılmasında görev alan Erdoğan-Gül-Davutoğlu üçlüsü değil, sanırsınız Metin-Ali-Feyyaz üçlüsü! İnsaf!

AYDINLIKÇILARI AMERİKANCI DİYE SUÇLAMA ÇARESİZLİĞİ

Yeni Şafak’ın bir diğer kalemşoru Tamer Korkmaz ise bu mahallede artık ölçü kalmadığını açıkça göstermiş. Korkmaz’ın Allah’tan da korkmayarak sarıldığı yalan dudak uçuklatan cinsten.

Öyle ki Korkmaz, eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın İran ve Rusya’yla ittifaka vurgu yapan sözlerinin, aslında Amerikancılığını gizlemek üzere bir kamuflaj olduğunu bile söyleyebiliyor! (Yeni Şafak, 17 Nisan 2012)

Bugün Irak’a, İran’a, Suriye’ye açıkça saldırı peşinde olanların, İran’la ittifak isteyenleri “gizli Amerikancı” diye suçlayabilmesine tıp bilimi acilen el koymalıdır!

Ancak Tamer Korkmaz, freni patlak kamyon misali, en sonunda duvara tosluyor. 28 Şubat’ı destekleyen Aydınlık’ın Amerikancı olduğuna, bırakın tek bir yurttaşımızı, bir Aborjin’i bile ikna edemezsiniz!

Amerikan emperyalizmine karşı mücadelenin bayrağını onurla dalgalandıran Perinçek’i ve Aydınlık’ı Amerikancılıkla suçlamaya kalkmak, güneşin batıdan doğacağını iddia etmekten bile dayanaksızdır!

Aydınlık’ı, Doğu Perinçek’i Amerikancı diye suçlamaya kalkmanız, aslında çapsızlığınızdan çok çaresizliğinizdendir, biliyoruz!

BİR’İNKİ İSRAİLCİLİKSE, ERDOĞAN’INKİ NE?

Kampanyanın ağır toplarından Cengiz Çandar’ın söyledikleri en azından kendi içinde mantıklı. Nitekim Çandar, Korkmaz’a göre daha profesyonel.

Neşe Düzel’e röportaj veren Cengiz Çandar, 28 Şubat’ın bir Amerikan-İsrail operasyonu olduğunu ispatlayabilmek için bakın neler söylüyor: “28 Şubat’ın simge ismi olan Çevik Bir o dönemde çok muteber biriydi. Amerika’da iki tane aleni İsrail lobisi var. Bir’in bunlarla o kadar yoğun ilişkisi vardı ki, 2000 yılında ilk kez ihdas ettikleri ‘uluslararası devlet adamı’ ödülünü Bir’e verdiler. Bir’in Demirel’den sonra cumhurbaşkanı olması gerektiği fikrini yaydılar.” (Taraf, 16 Nisan 2012)

Peki, Çevik Bir’den sonra o ödülü kim aldı?

Erdoğan, boynuna takılan “Davut boynuzunu” yani “cesaret madalyasını”, anımsayın, Mavi Marmara olayından sonra bile çıkarıp atmadı! Ne ödülmüş!

Çandar’ın koroya dâhil olup 28 Şubat’ı Amerikancı ilan etmeye soyunması, Amerika’yı da şaşırttı! Çandar’ın kanıt diye bahsettiği toplantıda Dışişleri Bakanlığı Siyasi Planlama Dairesi görevlisi olarak yer alan Henry Barkey, iddialara “Şaka mı bu?” diye yanıt verdi!

BİRBİRİNİZİ EN İYİ SİZ BİLİRSİNİZ!

Aslında Çevik Bir’i en iyi, aynı tastan su içtiği Cengiz Çandar bilir; tıpkı Barkey’in de Çandar’ı bildiği gibi…

Bir’in neden 28 Şubat’ın “Truva atı” olduğunu, neden Karadayı tarafından Genelkurmay Başkanlığının engellendiğini, neden Karadayı ve Kıvrıkoğlu “hizadan çıkmış generaller” diye Pentagon’da çizilirken, Bir’in Cumhurbaşkanı adayı yapıldığını, en iyi “Pentagon’un adamı” olan Cengiz Çandar bilir haliyle…

Keza Çevik Bir’in Cumhurbaşkanı olamayınca Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e danışman yapıldığını da Meral Akşener biliyor!

Tayyip Erdoğan Belediye Başkanıyken 1. Ordu komutanı olan Çevik Bir’le protokol düzeyde elbette görüştü. Ancak asıl görüşme trafiğinin Çevik Bir emekli olduktan sonra başladığını da, en iyi Star yazarı Nasuhi Güngör biliyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Nisan 2012

, , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN KOZU: PKK

AKP’nin Tel Aviv – Şam arabuluculuğuna soyunup, önce Tel Aviv’le, sonra da Şam’la karşı karşıya gelmesinin bir dış politika iflası olduğu, kuşkusuz tartışma götürmez…

Sonuçları bakımından, AKP’nin Suriye karşıtlığının da nesnel bir İsrail müttefikliğine dönüştüğü ortada… Şam’ın bu nedenle saldırı Türkiye’den gelse bile neden İsrail’e yanıt vereceği, Rafet Ballı’ya söyledikleri şu veciz ifadede anlamını buluyor: “Düşmanın kuyruğuyla uğraşmaktansa, başını hedef alırız.”

SURİYE’YE MÜDAHALE GEREKÇESİ OLARAK PKK

AKP’nin bu karşıtlık görüntülü müttefiklik ilişkisi, sadece İsrail’le sınırlı değil elbette; PKK’yle ilişkisi açısından da geçerli.

Suriye’ye müdahale konusunda içeride bir türlü meşruiyet bulamayan AKP’nin PKK’ye bir koz olarak sarılması, bu ilişkinin en somut göstergesidir.

AKP kurmayları ve yönlendirdiği kalemşorlar, bir süredir Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın PKK’yi Türkiye’ye karşı kullanmaya başladığını işliyorlar. Bu iddiayı dayandırdıkları kanıt ise PKK’nin askeri liderlerinden Fehman Hüseyin’in Suriye doğumlu olması. Böylesi ciddiyetsiz bir bağ karşısında, insan belirtmeden duramıyor: Murat Karayılan da Türkiye doğumlu!?

KAMIŞLI’DAKİ PKK, AKP’YE YARAR

AKP’nin Esad karşıtlarını bir türlü birleştirememesini bile PKK’ye bağlıyorlar. AKP’nin Barzani üzerinden Erbil’de topladığı Suriye Kürt Konseyi’ni, tüm baskılara rağmen İstanbul’da Suriye Ulusal Konseyi’ne dâhil edememesini de…

Konuyla ilgili daha sağlam dayanak bulmaya soyunan Cengiz Çandar ise Ortadoğu’daki kaynaklarından bazı “gözlemler” aktarmış. Kamışlı, Amude gibi kentlerde PKK’nin fiilen yönetimi devraldığını savunuyor. Çandar’ın amacı belli: Rejim karşıtlarına desteği artırmak için, Esad’ın otoritesini yitirdiğini ve ortada bir Suriye devleti kalmadığına ikna etmeye çalışıyor…

Varsayalım ki öyle… Yani Kamışlı’da Esad değil de PKK hâkim. Türkiye açısından ne ifade eder bu?

Bizce Türkiye’yi yakından ilgilendiren şu gerçeği ifade eder: Tıpkı Irak’ta olduğu gibi merkezi otoritenin zayıflatılmasına yönelik tüm dış müdahaleler, ayrılıkçı Kürt hareketini besler, büyütür.

Irak bu konuda Ankara için hazine öneminde deneyime sahiptir: Barzani ve Talabani ikilisi Bağdat’ı yenerek kuzeyde otonom bir yapı kurmadı. Tersine ABD Bağdat’ı zayıflattıkça, Erbil güçlendi.

TÜRKİYE’NİN MÜTTEFİKİ PKK DEĞİL, ESAD’DIR

Aynı durum Suriye için de geçerli. Şam zayıflarsa, Kamışlı güçlenir ve Irak’tan sonra Suriye’de de otonom bir yapı olanağı doğar.

Ankara Kuzey Irak’tan sonra bir de Kuzey Suriye gibi bir tehditle karşı karşıya kalmamak için, tersine Esad’a omuz vermelidir.

Üstelik Ankara’nın önünde 2004 – Kamışlı deneyimi de vardır. ABD, Irak’tan sonra 2004 yılında Suriye’yi de karıştırmaya çalıştığında, Kamışlı’da Kürt ayaklanması başlatmış ve Amude’ye sıçratmıştı. Washington’un hedefi daha o zaman bile Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmaktı. Esad’ın bastırdığı bu ayaklanma, en çok Ankara’ya yaramıştı!

TÜRKİYE VE AKP FARKLI CEPHELERDE

İşte bu nedenle görüntüde nasıl karşıtlıklar olursa olsun, bölgemizdeki saflaşma nesnel olarak şöyledir:

1. Cephe: ABD – İsrail – AKP – PKK – Barzani.

2. Cephe: Rusya – Çin – İran – Irak – Suriye.

Türkiye’nin çıkarları da AKP’nin tersine 2. cephededir!

NOT: Bugün 14.00 – 18.00 saatleri arasında, Ankara Kitap Fuarı’nda okurlarla buluşuyoruz ve kitaplarımızı imzalıyoruz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
1 Nisan 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

KOD ADI: AKİL ADAM

Yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Oslo sürecinin devam ettiğini, görüşmelerin ve pazarlıkların sürdüğünü açıkladı. (HaberTürk, Köşke bizim adayımız seçilir, 11 Mart 2012)

Kılıçdaroğlu’nun sürecin ilerletilmesine bir itirazı yok. Ancak pazarlıklarda kimin rol alacağına ilişkin başka bir önerisi var. Kılıçdaroğlu, PKK ile MİT yerine akil adamların görüşmesini istiyor.

Aslında Kılıçdaroğlu’nun bu önerisi yeni değil. Kılıçdaroğlu, Haziran 2011’de Fatih Altaylı’nın “Öcalan’la da görüşülebilir mi?” sorusuna şu yanıtı vermişti: “Sorunun çözümü Öcalan ile görüşmekse, gitsin görüşsün bu akil adamlar.”

Peki, nereden çıktı ve kimdir bu akil adamlar?

ÖCALAN ÖNERDİ, KILIÇDAROĞLUSAHİP ÇIKTI

Önerinin asıl sahibi Abdullah Öcalan.

Kemal Kılıçdaroğlu ise Öcalan’ın önerdiği akil adamların, Öcalan’la görüşmesini istiyor!

Öcalan Aralık 2007 ve Ocak 2008’de, avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde ortaya atmıştı bu akil adamlar önerisini: “Akil adamlar komisyonu kurulmalıdır. Bu akil adamların kimlerden oluşacağı çok önemli. Ben sadece biz seçelim, bizim seçtiğimiz insanlardan oluşsun demiyorum. Devletin de seçeceği kişilerden oluşan bir komisyon olur. Örneğin İlter Türkmen olabilir. Demokratik ilkeler çerçevesinde silahlar bırakılabilir. Bu komisyonun belirleyeceği esaslar çerçevesinde gerekli adımlar atılır. Bu komisyona Aahtisari gibi, ki özellikle onu öneriyorum, insanlar bulunmalı. Bunlar gelip benimle de görüşürler.”

Öcalan’ın önerdiği kişilerden Finlandiya eski Başbakanı Martti Aahtisari’nin daha sonra Türkiye’ye geldiğini ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den başlayarak iktidar ve muhalefet liderleriyle görüştüğünü anımsatalım.

ÖCALAN’IN AKİL ADAMLARI

Öcalan’ın ardından PKK’nin iki numarası Murat Karayılan da “akil adamlar” meselesini AKP’nin önüne getirdi. Karayılan, Kürt Açılımı’nın aktörlerine Hasan Cemal üzerinden içinde “akil adamalar komisyonunun” kurulmasının da yer aldığı dört şart öne sürdü. Kandil, AKP’ye isim de önerdi: İlter Türkmen!

Sonraki süreçte Ahmet Türk ve Selahattin Demirtaş tarafından öneri daha da somutlaştırıldı ve kamuoyuna sunuldu. Bu esnada Aahtisari ve İlter Türkmen dışında akil adamlar komisyonu” için ismi konuşulan kişiler arasında Hasan Cemal, Cengiz Çandar ve Sezgin Tanrıkulu da vardı…

TR705 KODLU SEZGİN TANRIKULU

12 Eylül döneminin Dışişleri Bakanı olan eski büyükelçi İlter Türkmen’in isminin “akil adamlar komisyonu”nda geçmesi anlamlı. Zira Türkmen, Dışişleri Bakanlığı’nın en Atlantikçi büyükelçisi diye bilinir. Türkmen’in kimliği nedeniyle bir heyetimizin Moskova ziyaretinde başına gelenler, Dışişleri’nin belleğindedir!

Üstelik İlter Türkmen’in babası Behçet Türkmen de, 1953 – 1957 yılları arasında Milli Amale Hizmetleri Reisliği yapmış ve MİT – CIA ilişkisinin temellerini atmıştı.

Bir diğer “akil adam” Sezgin Tanrıkulu ise her ne kadar 12 Eylül referandumu sırasında açıkça CHP’nin karşısında olmuşsa da, Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Yeni CHP’de görevlendirilmiş ve hem milletvekili hem de CHP Genel Başkan Yardımcısı katına çıkartılmıştı.

İsmi o dönemde “akil adam” adayları arasında geçen Sezgin Tanrıkulu bugünlerde yeniden gündemde. Wikileaks’in yayımladığı belgelere göre, meğer Sezgin Tanrıkulu, “gölge CIA” olan Stratfor’un  TR705 kodlu kaynağıymış!

YENİ TÜRKİYE’NİN AKTÖRLERİ

ABD “Yeni Türkiye” planı yapıyor. AKP o plana göre PKK ile masaya oturuyor. Öcalan, hakem olarak “akil adamlar” öneriyor. Kılıçdaroğlu o akil adamların bazılarını CHP’ye monte ediyor. Sonra hep birlikte “akil adamları” masaya çağırıyorlar!

Bir yandan da “uzlaşma komisyonlarında” buluşup, “yeni Türkiye”ye, “yeni Anayasa” yapmaya çalışıyorlar!

Kimi dostlar ise hâlâ Cumhuriyet’in korunabileceğini ve CHP’nin kurtarılabileceğini umut ediyorlar. Cumhuriyet, ne kadar yeniden kurulmak zorundaysa, CHP’liler de o kadar “Kılıçdaroğlu’nu kazanmak” yerine, 6 ok programı hangi partideyse, orayı büyütmek zorundadırlar!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Mart 2012

, , , , , , , , , ,

1 Yorum

SURİYE PLANI İŞLEMEDİ

Cengiz Çandar, Brüksel’deki NATO karargâhında, gece yarısı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile buluşmuş! Hayır, biz öğrenmedik, kendisi söylüyor dünkü yazısında…

Bu buluşmadan iki şey öğreniyoruz:

Birincisi emperyalizmin Suriye planının işlemediğini…

DIŞ MÜDAHALE MASADA DEĞİL

Çandar – Davutoğlu buluşmasında konuşulduğuna göre artık dış müdahale planı masada yok. Nitekim bir zamanlar Suriye’nin mandateri olarak bölgeyi bilen Fransa dahi, bu ülkenin Libya’dan çok farklı olduğunu söyleyerek, dış müdahale seçeneğinden uzak duruyormuş.

Zaten Ahmet Davutoğlu da, Suriye’deki iç dinamiklerin dış müdahaleyi gerektirmeyecek şekilde rejim değişikliğini sağlayacağına inanıyormuş!

Ancak ilginç olan şu ki, Ahmet Davutoğlu ne Arap Birliği’ni ne de Türkiye’yi Suriye için dış unsur saymıyormuş, ailenin fertleri olarak görüyormuş.

TAMPON BÖLGE DE MASADA DEĞİL

Suriye’ye dış müdahalenin yöntemi olarak gündeme getirilen tampon bölge fikri de artık masada değilmiş.

Zaten Ahmet Davutoğlu bu fikre karşıymış, çünkü öyle bir tampon bölgeye Sünniler gelirmiş, diğer yerler de Nusayrilere kalır ve ülke bölünürmüş. Mezhep çatışması istemeyen AKP, o yüzden bu fikre zaten en başından karşıymış!

Ahmet Davutoğlu’nun hem dış müdahale hem de tampon bölge konusunda söylediklerini, planı işlemeyen AKP’nin çaresiz savunmaları olarak değerlendiriyoruz. Zira şimdi mezhep çatışması istemediğini söyleyen Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın sözleri ve eylemleri arşivlerdedir.

MOSKOVA SİLAH GÖSTERDİ

Sonuç itibariyle ABD, Suriye’ye Türkiyeli müdahalenin bile zor olduğunu görmüştür. Daha doğrusu Moskova, Washington’a somut bir şekilde işgalin maliyetini göstermiştir.

Rusya Suriye’nin Tartus limanına 3 savaş gemisi demirlemiş, bununla da yetinmeyerek, “Amiral Kuznetsov” isimli uçak gemisini bölgeye göndermek üzere yola çıkarma kararı almıştır. Yani Moskova, Washington’a Libya’dan farklı olarak bu kez silah göstermiştir.

Washington ve Paris de, Şam büyükelçilerini yeniden Suriye’ye gönderme kararı alarak, Moskova’nın uyarılarını doğru okuduklarını ve ciddiye aldıklarını göstermişlerdir.

AKP’NİN NATO KADROLARI

Çandar – Davutoğlu buluşmasından öğrendiğimiz ikinci konu ise AKP’nin Türkiye’yi artık Rusya ile de doğrudan karşı karşıya getireceği tehlikesidir!

Davutoğlu, Suriye’deki Baas rejimini “Sovyetik rejim” olarak görüyor ve ona göre önlem alınmasını istiyormuş. NATO’nun bölgeye yaklaşımı, 1990’ların başında Doğu Avrupa’ya yaklaştığı gibi olmalıymış!

Davutoğlu, Brüksel’deki NATO toplantısında da bu görüşünü dile getirmiş!

Davutoğlu’nun tek başına bu çağrısı bile AKP kadrolarının anti-komünist iklimlerde ve süperNATO örgütlenmelerinde oluşturulduğunu göstermez mi?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
10 Aralık 2011

, , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın