Posts Tagged Obama
Davutoğlu’nun Golan Tepeleri dosyası
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 19/12/2024
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu Suriye’deki işgali sürdürmeyi şöyle gerekçelendiriyor: “İsrail’in güvenliğini sağlayacak başka bir düzenleme bulunana kadar bu önemli noktada (Hermon Dağı’nda işgal edilen tampon bölge) kalmaya devam edeceğiz” (AA, 17.12.2024).
HTŞ lideri Colani ise “Suriye’nin İsrail’e saldırılar için kullanılmasına izin vermeyeceğiz” diyor ve ekliyor: “İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı” (cumhuriyet.com.tr, 17.12.2024).
İsrail’in “güvenlik sorunu” yalanı
İsrail için “güvenlik sorunu”, saldırganlığın ve işgalin gerekçesi ve perdesidir. İsrail’in bir güvenlik sorunu yok, tersine İsrail’in komşularının güvenlik sorunu var. Çünkü İsrail saldıran, Filistin dahil komşuları ise savunan durumdadır.
İsrail’e karşı açılan savaşlar temelde bir savunma savaşıdır, çünkü ilk saldıran, işgal eden, yayılan, başkasının toprağına el koyan ve doymayan, sürekli genişleme peşinde olan İsrail’dir.
Dolayısıyla bu genişlemeye karşı son 70 yılda açılmış tüm savaşlar, gerçekte bir savunma savaşıdır. Arap-İsrail savaşları da, Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları da, Hamas’ın Aksa Tufanı da, Husilerin eylemleri de, İran’ın füze saldırısı da özü itibariyle son tahlilde “savunma” düzlemindedir.
Davutoğlu’nun gri propagandası
İsrail hep saldıran taraftır. Şimdi de 1967’den beri işgal ettiği Suriye toprağı Golan Tepeleri üzerinden genişlemeye uğraşıyor. Bu sonuca yol açanlar ise tarihsel kabahatlerini örtmek için “Esad-İsrail işbirliği” propagandasına soyunuyorlar. Örneğin Ahmet Davutoğlu “baba Esad ve oğul Esad İsrail’e tek kurşun atmadı” diyor. Sanırsın Davutoğlu, başbakanlığı döneminde Filistin davası için İsrail’i füze yağmuruna tutmuştu!
Siyasal İslamcıların benzer tutumu, İran konusunda da var. Anımsayın, İran’ın İsrail’e füze saldırısını “danışıklı dövüş” diye damgalamaya çalıştılar.
Oysa “Suriye İsrail’e tek kurşun atmadı” ve “İran’ın İsrail’e saldırısı göstermeliktir” türünden siyasi açıklamalar, hem “peki sen naptın” sorusunu doğuracaktır ama hem de doğru değildir.
HTŞ lideri Colani’nin ”İsrail’in gerekçesi Hizbullah ve İran’ın varlığıydı, bu gerekçe ortadan kalktı” açıklaması bile tek başına bu iddianın doğru olmadığını ortaya koymaya yetmektedir. Çünkü İsrail’e tek kurşun atmadığı iddia edilen Esad’ın yönettiği Suriye, İsrail’e karşı direniş cephesinin tam göbeğiydi. Öyle olduğu için de ABD ve İsrail, Esad yönetimini yıkmak ve Suriye’yi parçalamak istiyordu.
Obama’nın üç talebi
Öte yandan Davutoğlu bugün bir “Esad-İsrail işbirliği” propagandası yaparken, en hafifinden tarihe karşı yalan söylemektedir. Çünkü Esad’dan Golan Tepelerini vererek İsrail’le işbirliği yapmasını isteyen bizzat kendisidir!
Davutoğlu’nun İsrail’le işbirliği tavsiye ettiğini, kendisiyle görüşen CHP heyetine bizzat Esad açıkladı. Heyetteki eski Hatay Milletvekili Refik Eryılmaz’ın 2012’den itibaren çeşitli gazetelerde yer alan aktarımına göre Esad şöyle dedi: “Davutoğlu ile yaklaşık 1.5-2 saat görüşmemiz oldu. Bu görüşmemizde bana söylediği tek şek ‘Obama şunu istiyor, Obama bunu istiyor’ oldu. Yani Obama’nın talepleriyle yanıma geldi.”
Peki neler miydi ABD Başkanı Barrack Obama’nın talepleri? Eryılmaz aracılığıyla Esad’dan dinleyelim: “1) Suriye, Golan Tepelerindeki haklarından vazgeçecek. 2) Suriye, Hizbullah’a verdiği desteği geri çekecek. 3) Suriye, İran’la kurduğu stratejik ittifaktan tek taraflı olarak geri çekilecek.”
Ya karşılığında ne vaat ediyor Obama’nın taleplerini Esad’a getiren Davutoğlu? Esad şöyle anlatıyor: “Eğer bunları kabul edersem beni Arapların lideri yapacaklarını söyledi.”
Özetle dün ABD Başkanı Obama’nın talebi olarak Beşar Esad’a “Golan Tepelerini ver, İsrail’le anlaş” diyen Ahmet Davutoğlu, bugün Esad’ı “İsrail’e tek kurşun atmamakla” suçlamaya kalkıyor. Çünkü Erdoğan’a ve AKP’ye dönmek istiyor!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
19 Aralık 2024
Egemen sınıf içindeki çelişkinin kurşunu
Posted by Mehmet Ali Güller in CGTN Türk, Politika Yazıları on 16/07/2024
ABD’de başkanlara suikast bir “iç savaş” geleneğidir. İlk ölümlü suikast Kuzey-Güney savaşının ardından 14 Nisan 1865’te Abraham Lincoln’e yapılmıştı.
O tarihten bu yana başkanlar James Garfield (2 Temmuz 1881), William McKinley (6 Eylül 1901) ve John F. Kennedy (22 Kasım 1963) ile başkan adayı Robert F. Kennedy (5 Haziran 1968) öldürüldüler.
Aslında ilk suikast 30 Ocak 1835’te Andrew Jackson’aydı, saldırganın silahı tutukluk yaptı. Suikastlardan yaralanarak veya yara almadan kurtulan diğer başkanlar ise şunlardır: Franklin D. Roosevelt (15 Şubat 1933), Harry Truman (1 Kasım 1950), Gerald Ford (Eylül 1975’te iki kez), Ronald Reagan (30 Mart 1981) ve George W. Bush (10 Mayıs 2005). Diğer yandan Theodore Roosevelt (14 Ekim 1912) ile George Wallace (15 Kasım 1972) adayken suikaste uğrayan ve yaralanan isimler.
Listeye adayken suikaste uğrayan son isim olarak 13 Temmuz 2024’te Donald Trump eklenmiş oldu.
Biden-Trump farkı
Donald Trump’a suikast; uluslararası ilişkileri siyasetçi, akademisyen ya da gazeteci olarak izleyen hiç kimseyi şaşırtmadı. Nitekim Tele1’deki programlarımda da bugüne kadar pek çok isim, Biden-Trump seçimini analiz ederken “suikast olabilir” uyarısı yapmıştı.
Peki neden? Donald Trump neden suikasta uğradı?
Biden ile Trump arasındaki seçim, sıklıkla bir demokrasi-neofaşizm mücadelesi olarak sunuluyor. Trump’ın seçimi tanımadığı ve taraftarlarının 6 Ocak 2021’de Kongreyi bastığı olaylar da anımsatılarak, Amerikan demokrasisinin saldırı altında olduğu savunuluyor.
Bu anlatı gerçeği resmetmiyor. Biden ile Trump arasında bu kavramlar üzerinden yapılacak bir analiz doğru sonuç vermez. İkisi de bir dönem ABD başkanlığı yaptı ve uygulamaları, en azından dünya halkları nezdinde Biden’ın Trump’tan daha demokrat olduğunu ortaya koymuyor: Ukrayna savaşı da İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım da Biden’ın sponsorluğunda sürüyor.
O zaman farkları ne?
Bush’un 2. döneminde başlayan çelişme
Farkı anlamak için ABD’nin 2001’de başlattığı büyük saldırının hemen arkasına bakmamız gerekiyor:
2004’te Irak ABD’nin beklemediği şekilde direnmeye başladı. ABD’nin bu yıllarda çeşitli ülkelerde yaptığı “turuncu darbeler” birkaç yıl içinde geri tepti. 2006’da Hizbullah İsrail’e büyük bir ders verdi. 2008’de Rusya, ABD’nin tutuncu darbeli Kafkasya çıkarmasına Gürcistan’dan silah gösterdi. Ve en önemlisi ABD’nin merkezinde olduğu liberal kapitalist düzen 2008’de (hâlâ süren) derin krize girdi.
İşte bu süreç Amerikan egemen sınıfı içinde çıkar çatışmaları doğurdu. Bazıları ABD’nin savaş aygıtının çalışıyor olmasından kazanıyor, bazıları ise zarar ediyordu.
2008 krizi çatışmayı iyice derinleştirdi.
Artık Amerikan egemen sınıfının bir kanadı “geniş Ortadoğu’daki” savaşların ekonomiye zarar verdiğini savunuyor; bu sürecin Çin’e yaradığını söylüyor; ABD’nin yeniden içeride güçlenmesi ve üreten bir ekonomiye dönüşmesi gerektiğini belirtiyor, bunun için de yurtdışındaki, özellikle Çin’deki yatırımları ABD’ye döndürmeyi istiyordu.
Diğer kanat ise özetle şöyle diyordu: Geri çekilirsek dünyadaki çıkarlarımızı tamamen kaybederiz. ABD hâlâ açık ara en büyük askeri güçtür. Yangını çıkaralım, yangından en az zarar gören biz oluruz.
Egemen sınıf Obama’da uzlaştı
Kasım 2008 seçimi, aslında Amerikan egemen sınıfının bu çelişkisini çözme seçimiydi. 20 Ocak 2009’da George W. Bush’tan görevi devralan Barack Hussein Obama, egemen sınıfın iki kanadının uzlaşmasının başkanıydı. (Bunun tipik göstergelerinden biri, Bush’un 2006’dan beri savunma bakanı olan Robert Gates’in, Obama döneminde de görevine 2011’e kadar devam etmesiydi.)
Bir uzlaşmanın, bir sentezin gereği olarak Obama hem Afganistan ve Irak’tan geri çekilmeyi başlatıyor ama hem de Libya ve Suriye gibi ülkelerde vekalet yoluyla da olsa bulunmaya çalışıyordu. Asıl rakip görülen Çin’e karşı da Asya-Pasifik’te çevreleme stratejisine geçiliyordu.
Trump’ın Kasım 2016 seçiminde kazanması ve Ocak 2017’de başkanlığı devralmasıyla uzlaşma, geri çekilmeciler lehine biraz ağırlık kazansa da, esas olarak sürdü. Trump’ın “Önce Amerika” stratejisi içeri çekilmeyi, içeride güçlenmeyi, yatırımları ABD’ye döndürmeyi, Çin’e hatta rekabet halindeki müttefiklere yaptırım uygulamayı, gümrük duvarlarını yükseltmeyi, Çin’e ticaret savaşı açmayı içeriyordu. Trump, Obama’nın başlattığı Afganistan ve Irak’tan çekilme programını ilerletti, Libya ve Suriye’deki varlığını vekiller üzerinden sürdürdü, İran’la nükleer anlaşmadan çekildi, İran’a karşı Arap-İsrail uzlaşması aradı ve “Kudüs’ü başkent olarak tanıyarak” Filistin’in devlet olma hayalini tamamen ortadan kaldırmaya yöneldi.
Çelişki derinleşiyor
Kasım 2020’de Trump’a karşı Biden’ın kazandığı ve Trump’ın tanımadığı, taraftarlarının 6 Ocak 2021’de ABD Kongresi’ni bastığı tablo ise şu gerçeğe işaret ediyordu: Amerikan egemen sınıfının iki kanadı arasında çelişki derinleşiyor, uzlaşmazlığa gidiyor.
Evet, Obama’nın başlattığı, Trump’ın ilerlettiği Irak ve Afganistan’dan çekilme programı sürdürülüyor hatta Afganistan’dan çekilme tamamlanıyor ama diğer yandan da ABD devleti stratejik özerklik arayan AB’yi yeniden tahakküm altına alacak ve ileride kesin hesaplaşmaya gideceği Çin’e karşı harekete geçecekti. Biden, bu hedeflerin gereği Ukrayna’da Küresel Güney’e karşı cephe açtı.
ABD egemen sınıfının bir kanadının temsilcisi olarak yeniden başkanlığa aday olan Trump ise “önce Amerika” isimli stratejiyi sürdürmek üzere yeniden aday oldu. Adaylığı türlü yollarla kesilmeye çalışıldı; karakolda gözaltına alınan başkan konumuna itildi, mahkemeler yoluyla önü kesilmeye çalışıldı. Olmayınca 13 Temmuz 2024’te öldürülmek istendi. Şimdi 1 cm ile kurtulmuş olmasını seçimi kazanmanın avantajına dönüştürecektir.
Asıl çelişme
Özetle ABD egemen sınıfı içindeki iki kanadın çelişmesi derinleşerek, kongre baskınlarından suikasta kadar geldi. Çelişmenin uzlaşmaz yönü ağır basmaya başladı. ABD’de Teksas ve California gibi zengin eyaletlerdeki ayrılıkçılığın güçlenmesi, bunun İç Savaş isimli Hollywood filmlerine dönüşmesi, göç sorununun Kongre’de ciddi yarılmaya yol açması ve bunun üzerinden ABD dış politikasının zaman zaman rehin alınması, işlerin ABD için daha da zorlaşacağını gösteriyor.
ABD egemen sınıfı içindeki bu çelişmenin nasıl çözüleceği, ne yazık ki ABD’nin küresel konumu nedeniyle tüm küreyi, hepimizi ilgilendiriyor. Ukrayna’da “uzun savaş” isteyen Biden yerine “Ukrayna savaşını bir günde bitireceğim” diyen Trump’ın seçilecek olması elbette Avrupa’daki bağımsızlıkçılardan başlayarak tüm küreyi belli ölçülerde rahatlatacaktır ama son tahlilde asıl çelişme Atlantik Kuzeyi ile Küresel Güney arasındadır. Ve Küresel Güney açısından asıl mesele ABD egemen sınıfının kanatları meselesi değil, toptan Amerikan emperyalist kapitalist sınıfının kendisidir.
Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
16 Temmuz 2024
ABD ERDOĞAN’IN ÜSTÜNÜ ÇİZDİ Mİ?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 24/11/2013
Önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ABD’ye gitti, şimdi de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç… Davutoğlu ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’yle, Arınç da ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la Türkiye-ABD ilişkilerini ele aldı; Suriye, Irak, Mısır, İran dosyalarını görüştü.
Bu görüşmeleri normalde 11 yıldır Başbakan Erdoğan yapardı. Neredeyse ortalama yılda iki kez ABD’ye gider Bush’la ve Obama’yla görüşürdü; Washington’un verdiği yol haritalarını iktidarının dayanağı olarak alır, Büyük Ortadoğu’da uygulamak üzere “model ortak” sıfatıyla yurda dönerdi.
ABD başkanlarıyla sıkça telefonda da görüşürdü. Azıcık çizginin dışına kaysa Bush ya da Obama arar ve çizgiyi anımsatırdı. Hatta Beyaz Saray bu telefon görüşmelerinden birinin fotoğrafını da yayımlamıştı. Obama’nın sol elinde telefon, sağ elinde beyzbol sopası vardı. Oraları iyi bilen Egemen Bağış Washington’un mesajını “onlarda beyzbol sopası tespih gibidir, sürekli eldedir” diyerek milletin gözünde yumuşatmaya çalışmıştı.
Neyse uzatmayalım. Erdoğan son olarak bu yılın Mayıs ayında Washington’da, Beyaz Saray’daydı. Hatta Obama ile Erdoğan ortak basın toplantısı düzenlendiği sırada yağmur yağmış ve basının tüm yandaş kalemleri koro olup söylemişti: “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda.” Bu sözleri Erdoğan–Obama görüşmesine başlık yapan, manşet yapan bile vardı.
AKP’NİN HAZİRAN YALANI
Sonra araya soğukluk girdi. Kimileri o soğukluğun kaynağının Haziran Halk Hareketi olduğunu propaganda etti, ediyor. ABD’den gelen kimi “gösteri hakkı” açıklamalarını iddialarına dayanak yapıyorlar.
Oysa bu gerçek değil. Hem de iki kere: Birincisi direnişin sahibi halk olduğu ve hedefinde ABD’yle birlikte Erdoğan olduğu için. İkincisi de ABD’nin Erdoğan’dan kurtulmak istediğinde böyle pahalı operasyonlara ihtiyacı olmadığı için! Danışmanının ifadesiyle “deliğe süpürmek” kolaydır.
Ancak Erdoğan ve kurmayları, medya üzerinden yaptıkları bir psikolojik harekâtla Türkiye-ABD ilişkilerindeki soğukluğu Haziran’a endekslemeye çalıştılar. Böylece hem Haziran direnişinin arkasında ABD’nin olduğunu propaganda ederek direnişi karalamış olacaklar, hem de ABD’yle esas sorunu perdelemiş olacaklardı!
Fakat bu yalana kendi tabanlarını bile ikna edemediler.
OBAMA DİREKSİYON KIRIYOR, ERDOĞAN SAVRULUYOR
Esas mesele ise başkaydı. AKP ile ABD arasında bir kırılma varsa da, bunun tarihi Haziran değil, 3 Temmuz’du. Yani Müslüman Kardeşler iktidarının Mısır’da yıkıldığı gün. ABD bu süreçte Mısır’ı tamamen kaybetmemek üzere bir manevra yapmış fakat model ortağı, projesinin eş başkanlığı bu manevraya uyamamıştı.
Öte yandan 21 Ağustos kimyasal komplosu sonrasında Suriye meselesini savaşla çözemeyeceğini kabul etmek zorunda kalan ABD, manevra yapmış ve Rusya’nın planlarına mecbur kalmıştı. Fakat model ortağı, Suriye’de de o manevraya uyum sağlayamamıştı.
Diğer taraftan Ortadoğu’da toplamda bir değişikliğe gitmek zorunda kalan ABD, İran’la da masaya oturmaya mecbur kalmıştı. Model ortağı burada da savruldu.
Ve en önemlisi ABD, Irak’ı İran’ın nüfuzuna terk etmemek için Nuri El Maliki’yle de uzlaşmak zorundaydı. Maliki’yle uzlaşmak demek mecburen Irak’ın birliğini şimdilik kabul etmek ve Ankara-Erbil hattının Bağdat karşıtı operasyonlarını bir süreliğine rafa kaldırmak demekti. AKP bu zorunlu manevraya da ayak uyduramadı.
Özetle otobüsün şoför koltuğunda oturan Obama direksiyonu sola kıvırınca en arkadaki Erdoğan sağa savruluyordu.
ERDOĞAN’IN ÜSTÜNÜ MİLLET ÇİZDİ
Peki, ABD Erdoğan’ın üzerini, bu manevralara uyum sağlayamadığı için çizdi mi? Hayır!
Eskiden ABD’nin Türkiye’de birden fazla seçeneği olurdu. Washington’un A olmazsa B, B olmazsa C ile yola devam etme kabiliyeti vardı. Fakat artık yok. ABD zayıfladıkça, böyle kabiliyetleri de azalıyor. Artık Washington’un Türkiye’de ikinci bir seçeneği yok.
Hatta diyebiliriz ki, Türkiye’de artık toplamda zaten iki seçenek var: ABD’nin seçeneği, Türkiye’ni seçeneği.
Gül–Gülen ittifakı, ABD açısından Türkiye’ye kumanda edebilecek bir seçenek değildir. Bu ittifakın değeri, ABD’nin Erdoğan’ı çizgi içinde tutma sopası olabilmesine bağlıdır.
ABD, yerine gerçekçi bir seçenek bulmadan, asla Erdoğan’ın üstünü çizmez.
Üstünlük milli güçlerdedir! Erdoğan’ı da, Erdoğan için sopa görevi görecek kuvvetleri de çizme kabiliyeti artık milli güçlerindir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
24 Kasım 2013
ESAD DEĞİL, OBAMA GERİ ADIM ATTI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 12/09/2013
“Esad zoru görünce geri adım attı” haberleri cehaletten kaynaklanmayacak kadar bariz yalan olduğuna göre, ancak psikolojik savaş ürünü olarak değer kazanabilir. Gerçi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Obama’nın topu Kongre’ye atmasını “kendisine güvenmesine” bağlaması, bu alanda da çaresiz kaldıklarını ortaya koymaktadır.
Peki, gerçek ne? Kim geri adım attı? İnceleyelim:
OBAMA’NIN DÜŞTÜĞÜ TUZAK
ABD Başkanı Barack Obama, geçmişte “kimyasal silahları” kırmızı çizgi ilan etmesinin kurbanı oldu. 21 Ağustos’ta Beşar Esad’ın yaptığı iddia edilen kimyasal saldırı, Obama’ya “sözünü tut” baskısına dönüştü.
Bu durum gösteriyor ki, kimyasal komplonun sahibi Esad olmadığı gibi, Obama’nın kendisi de değildi fakat Washington’du! Zira ABD hâkim sınıfları arasındaki çelişmelerin CIA başkanlarını bile “gönül ilişkileri” üzerinden vurduğu bir süreçten geçiliyor.
ABD tekellerinin bir bölümü Obama’nın ilan ettiği Asya-Pasifik merkezli güvenlik stratejisini henüz kabullenmiş durumda değil ve ülkeyi yeniden Ortadoğu merkezli stratejiye yöneltecek hamlelere soyunuyorlar. Bu tekellerin ve onların siyasetteki temsilcilerinin, Ortadoğu’daki müttefikleriyle birlikte Obama’yı tuzağa çekmeye çalıştıkları, Batı basınının da ciddiyetle yer verdiği iddialardan artık…
Obama ise tuzaktan çıkmak için kucağındaki topu Kongre’ye atmayı seçti. Böylece Kongre reddederse iradeye saygı duyacak; onaylarsa yapmak zorunda kalacağı bir saldırının sorumluluğunu tek başına üstlenmemiş olacaktı.
Ancak Obama açısından olmasa da, partisi açsından bir sorun vardı: Destek alındığında savaşa sokulmuş bir Obama Demokrat Parti’ye Bush’un kaderini yaşatabilirdi fakat destek verilmemiş bir Obama da, Demokrat Parti’ye “yenilgi” getirirdi…
Washington’daki “karar alma mekanizmalarının” bir haftadır üzerinden durdukları temel çelişki buydu.
Öte yandan Kongre’de beş ayrı görüşün olduğu, Senato’dan zor da olsa çıkarılabilecek bir desteğin Temsilciler Meclisi’nden hiç gelmeyeceği gerçeği, Obama’yı yeni bir hamle yapmaya mecbur etti.
MOSKOVA, OBAMA’YI KURTARDI
Obama yönetimi, çıkış hamlesini G-20’de, kapalı kapılar ardında yaptı. Acaba ABD’yi zaaf içinde göstermeyen, otoritesini tartıştırmayan ve Suriye’nin geri adımı gibi görülecek bir yol var mıydı? Moskova kaynaklı haberlere bakılırsa, Rus diplomasisi de Washington’a yardımcı oldu! Ve yol bulunmuş oldu…
Böylece ABD Dışişleri Bakanı John Kerry çıktı ve “Suriye’nin elindeki kimyasal silahları uluslararası denetime açması halinde savaşa gerek kalmayacağını” ilan etti. Ardından Moskova devreye girdi ve bu konuda Şam ile Washington arasında arabuluculuk yapabileceğini açıkladı.
Ardından Şam, Rusya’nın kontrolünde olan bu süreci kabul ettiğini açıkladı. Sonrasında Obama sahneye çıktı ve “savaşsız çözüme” kapı açan konuşmasını yaptı ve “tercihim diplomasi” dedi.
Süreç, Kongre’nin bir bölümünün de işine geldi zira BM’den gelen haberler, kimyasal silah saldırısı raporunun pek de ABD’nin istediği gibi olmayacağının işaretlerini veriyordu. İki durum birleşince Demokratların çoğunlukta bulunduğu Senato, fırsatı değerlendirdi ve oylamayı erteleme kararı aldı.
ERDOĞAN AÇIKTA KALDI
Tüm bu gerçeği son olarak Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da açıkladı zaten. Rusya’nın Arapça yayın yapan kuruluşu Rusya el-Yovm’un haberine göre Lavrov, Libya Dışişleri Bakanı Muhammed Abdülaziz ile yaptığı ortak basın toplantısında şunları söyledi: “Suriye’deki kimyasal silahların uluslararası denetime açılması, sadece Rusya’nın bir önerisi değil, bu öneri, Washington’la yaptığımız temaslar sonucu ortaya çıktı.”
Yalanlanmayan bu sözler de ortaya koyuyor ki, geri adımı Esad değil, Obama atmış oldu. Obama geri adım atınca da, en çok Erdoğan açıkta kalmış oldu!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Eylül 2013
8 SORUDA MISIR GERÇEĞİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 14/07/2013
Gazeteci Hilal Köylü, konuğu AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a aynen şöyle soruyordu: “Türkiye’deki küçük çocuklara askeri darbenin kötü olduğu nasıl anlatılmalı?” (Haber Türk TV, 11 Temmuz 2013)
Mısır’daki devrimi, Türkiye’deki çocuklara darbe diye anlatma ihtiyacının neden doğduğu kuşkusuz çok önemli siyasal bir problemdir. Ama gelin biz daha yararlı sorularla Mısır konusunu berraklaştıralım bugün:
ABD TAHRİR’E KARÇI ÇIKTI
1. Soru: ABD 30 Haziran’da Mısır halkının alanlara çıkmasını ve Muhammed Mursi’nin istifasını istemesini nasıl değerlendirdi?
Yanıt: Mursi’nin devrilmesinden birkaç gün önce ABD’nin Kahire büyükelçisi Ann Paterson, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin demokratik yoldan seçildiğini söyleyerek sokak gösterilerinden kaçınılmasını istedi! (Amerika’nın Sesi, 11 Temmuz 2013)
2. Soru: ABD Mısır Ordusu’nun darbe yapmasını ve Mursi’yi yıkmasını mı istedi?
Yanıt: Washington Enstitüsü Başkanı Robert Satloff: “General Abdülfettah el Sisi, Cumhurbaşkanı Mursi’ye ‘muhalefetle sorunlarını çöz, sana süre tanıyoruz’ dedi. 48 saatlik ültimatom verdi. Bu gizli bir şey değildi. Bu süre içinde Amerika Mısır ordusunu siyasi sürece müdahale etmemesi yönünde uyardı. Onlara tavsiyede bulunduk, ama bu tavsiyeye uyulmadı. Sonuçta koz Mısır ordusunun elinde ve o da kendi çıkarlarını düşünüyor.” (Amerika’nın Sesi, 12 Temmuz 2013)
ABD, HÂLÂ İHVAN DİYOR
3. Soru: ABD Mursi ve Müslüman Kardeşler (İhvan) karşıtı mı? Darbenin kurumsallaşmasını mı, sürecin biran önce normalleşmesini mi istiyor?
Yanıt: ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jen Psaki: “Müslüman Kardeşler’in temsilcileriyle temaslarımızı sürdürüyoruz. Onların bu sürecin parçası olmasını istiyoruz.” (Amerika’nın Sesi, 12 Temmuz 2013)
Washington Enstitüsü Başkanı Robert Satloff: “Mısır’da sivil yönetim sürecinin tesis edilmesi için uğraşıyoruz.” (Amerika’nın Sesi, 12 Temmuz 2013)
4. Soru: 30 Haziran’da alanlara çıkan Mursi karşıtı Mısır halkı ABD’ye nasıl bakıyor?
Yanıt: Daha önce Ufuk Ötesi’nde işlemiştik. Bu sorunun en somut yanıtı, alanlarda taşınan pankartlardır. O pankartlar ABD Başkanı Barack Obama’ya karşı çıkılıyor, Obama’nın Mursi’ye verdiği destek nedeniyle ikisi de protesto ediliyor, hatta ABD’nin Kahire Büyükelçisi Ann Paterson’un Müslüman Kardeşlerle özel ilişkisi sorgulanıyordu. Obama, Paterson ve Mursi’nin üstüne çarpı atılmış resimleri Tahrir’in en göze batan afişleriydi.
ABD, BÖLGEDEKİ ETKİSİNİ KAYBEDİYOR
5. Soru: Peki ABD, Erdoğan’ın da dikkat çektiği gibi neden darbe demiyor?
Yanıt: ABD olanı resmi olarak “darbe” diye nitelerse, Mısır’a yaptığı askeri yardımı kesmek zorunda kalacak. Bu ise Mısır Ordusu’nu tamamen karşısına alması demek. Tersini yaparak iletişimi sürdürmeyi ve yardımları üzerinden kontrol sağlayabilmeyi hesaplıyor. Üstelik ABD, her halükarda kazananla yürümek istiyor.
6. Soru: Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ABD’nin müttefiki olarak Suriye’de ortak politika yürütüyorlardı. Mısır’da neden ayrıldılar?
Yanıt: İki ülke arasında mutlaka büyük ya da küçük çıkar çatışması vardır. ABD güçlü iken, bölgedeki aktörleri arasındaki çelişmeleri bastırabiliyordu. Ancak ABD zayıfladıkça, bu aktörler arasındaki çelişmeler yürürlüğe giriyor. Selefi Suudi Arabistan, İhvancı bir Mısır’ın Ortadoğu’da güçlenmesini istemiyor. Tersi de geçerlidir.
7. Soru: Bu durumda Mısır’da olan ne? Darbe mi, devrim mi? Yoksa ordu halkın devrimini mi çaldı?
Yanıt: Mısırda alanlara çıkanlara göre Mursi’yi yıkan 30 Haziran, Mübarek’i yıkan 25 Ocak devrimin yeni bir dalgasıydı. Ordu’nun 3 Temmuz’da devreye girmesi ise darbe değil, halkın devrimine destektir. Zira Ordu, bir seçim yapmıştır: Ya Mursi’nin emrine uyup alanları ezecek, ya da halkla birleşip Mursi’yi yıkacaktı. Üçüncü bir seçeneği yoktu!
8. Soru: Peki Türkiye’de neden Mısır’da darbe olduğu varsayılıyor?
Yanıt: AKP darbe demeye mecbur. Böylece hem bölgedeki bir müttefikinin yenilgisini gayrimeşru göstermiş olacak, hem de Türkiye’ye yansımasını bir parça yumuşatmış olacak!
AKP dışındaki kesimlerden gelen “darbe” saptaması ise saha ziyade bir aydın hastalığı olarak nüksetmiş durumda. Bu aydınlarımıza göre dünyada ABD’nin yönlendirmediği tek bir siyasi gelişme yoktur. ABD her şeye egemendir.
Oysa dünya değişiyor; Atlantik Cephesi iniyor, Asya-Pasifik cephesi yükseliyor. Irak’ta ve Afganistan’da yenilen, Büyük Kürdistan’ı 20 yıldır kuramayan, Suriye’de 2,5 yıldır Esad’ı deviremeyen bir ABD, artık her şeye egemen değildir.
ABD zayıfladıkça, müttefiki olan ordular da hizadan çıkmaktadır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Temmuz 2013
ABD TAHRİR’İN NERESİNDE?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 06/07/2013
Mısır’da ayaklanan 30 milyon halkı yok sayan ve devrimi darbe diye kirletmeye çalışanlara göre Ordu, ABD adına Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirdi.
Bu mantığa göre Mursi ABD karşıtıdır ya da en azından politikaları ABD’nin çıkarlarına aykırıdır.
Peki, öyle mi? Yanıtı gelin en iyisi Tahir versin:
ABD KARŞITI PANKARTLAR
Tahrir Meydanı’nda yer alan onlarca pankarttan aşağıdaki üçü, her aktörü yerli yerine oturtuyor ve niyetlerine göre “analiz” yapanlara en somut yanıtı veriyor:
Pankartlarda Mısır’da terörizmi destekleyen ABD ve Obama’ya tepkiler var.
ABD’nin Kahire Büyükelçisi Ann Paterson’a öfke var. Paterson’a “geçen yaz ne yaptığını biliyoruz” diyen pankartlar var.
Obama’nın diktatör Mursi’nin destekçisi olduğunu belirten pankartlar var.
Özetle Tahrir’de ABD karşıtlığı var.
Peki, Tahrir hem ABD karşıtıysa hem de Mursi’yi devirmek istiyorsa, Mursi nasıl ABD karşıtı olabilir? Yanıt bizim analistlerin karmaşık cümlelerine sığamayacak kadar basit: ABD Mursi’nin arkasındaydı!
Peki, bu durumda Halk ve Ordu, Mursi’yi nasıl ABD adına devirmiş olabilir? Yanıt yine Tahrir’de: Mısır ABD’nin Mursi’sini ve ABD’nin çıkarlarını yıktı!
ABD’NİN MK İLE İLİŞKİSİ
ABD’nin Müslüman Kardeşler (MK) ile ilişkisinde üç kritik aşama var:
1. 2006 yılında MK’in genel mürşidi Muhammed Mehdi Akif’in ABD’yle ilişkiye açık olduklarını ilan etmesi.
2. İki yıl süren temaslara uygun olarak Obama’nın 2009’da Kahire konuşmasında MK’ye sıcak mesaj vermesi.
3. 2011 devrimini yörüngesinden çıkarmak için Mursi’nin Cumhurbaşkanı yapılması.
MK bildiğiniz gibi 25 Ocak 2011’de ivmelenen ve Mübarek’i deviren halk hareketine önce hiç katılmadı. Bilahare ABD Özel Temsilcisi Frank Wisner’in MK ile yaptığı görüşmeden sonra alanlara çıktı.
Çünkü ABD, Mübarek’i kurtaramayacağını anladığı anda halk hareketinin kendisi için en az zararla sonuçlanmasına yöneldi. O noktadan sonra şöyle bir strateji izledi: MK’ye dayanacak, MK’nin üçlü parçasının ABD’ye “uyumlu” olanını liderliğe oynatacak ve “Mübarek’i feda edip, rejimi kurtarmak” amacıyla içindeki Amerikancı yapılar üzerinden Ordu’yla uzlaşacak.
İşte Mursi’nin 2011 devriminden 1 yıl sonra Cumhurbaşkanı yapılmasının sebebi budur, sandık değil!
ABD bu bir yıl içinde de Mısır halk hareketinin tamamen sönümlenmesi için uğraştı ama gücü yetmedi ve 30 Haziran 2013 ayaklanmasına engel olamadı.
Peki, bu bir yıl içerisinde neler yaptı?
İSTENMEYEN ABD ELÇİSİ
Sadece şu üç örnek bile her şeyi özetlemektedir:
1. MK’nin İran’la yakınlaşmak isteyen kanadına baskı uyguladı. CBS kanalına demeç veren ABD’nin Kahire Büyükelçisi Ann Paterson, İran ile Mısır’ın MK hareketi arasında her türlü ilişki kurulmasına karşı olduklarını ilan etti.
2. 30 Haziran’dan beri Tahrir’de Ann Paterson’a karşı çok sert ve öfke kusan pankartlar açan Mısır halkı, geride kalan bir yıl içerisinde de Paterson’un sınır dışı edilmesini istemişti.
Örneğin 10 Mart 2012’de ABD’nin Kahire Büyükelçiliği’ne yakın bir semtte gösteri yapan Mısır Halkı, Ann Paterson’un ülkeden kovulmasını ve ABD’nin Mısır’a yaptığı askeri ve ekonomik yardımların reddedilmesini istedi.
Örneğin 1 Nisan 2012’de yine ABD karşıtı eylem yapan Mısır halkı, Meclis’in dış duvarını da yıkarak yürümüş ve Yüksek Askeri Konsey’den Ann Paterson’u ülkeden kovmasını istemişti.
3. 2011 devriminin en önemli hedeflerinden biri İsrail’in güvenliğini sağlayan Camp David anlaşmasının feshedilmesiydi. Tahrir dinamiği gibi MK’nin bir kanadı da böyle istiyordu. Ancak ABD ile MK’nin halkın devrimini çalmakta uzlaşmasının bir bedeli vardı. O bedeli Ann Paterson şöyle ilan ediyordu: “Kahire ve Tel Aviv, aralarında imzalanan anlaşmalara saygı duyuyor.”
Şu çarpıcı örnek bile aslında süreci net özetliyor: Mübarek devrilmeden önce Gazze’ye açılan tünelleri kapatmıştı. Yani Filistin sadece İsrail’in değil, Mısır’ın da ablukası altındaydı! 2011 devriminden sonra Mısır tünelleri açtı ve Filistin’e el uzattı. Mursi’nin Cumhurbaşkanı olmasından sonra ise o tüneller yeniden Gazze’ye kapandı!
Gelin 3 Temmuz 2013’te Mısır’da ne olduğunu ve ABD’nin nasıl konumlandığını en somut şekilde özetleyen şu haberle bitirelim yazımızı: “Başkan Barack Obama, demokratik yoldan seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ordu tarafından devrilmesi üzerine Mısır’a yapılan Amerikan yardımının gözden geçirilmesi emri verdi.” (Amerika’nın Sesi, 4 Temmuz 2013)
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
6 Temmuz 2013
MADEM CIA KARIŞTIRDI, ‘ONE MİNUTE’ DEYİN!
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 20/06/2013
Türkiye’den sonra Brezilya’da da protesto eylemlerinin başlaması, AKP kurmaylarını sevindirdi. Yeni Şafak’tan Sabah’a kadar tüm yandaş basın, aynı hikâyeye sarıldı:
“Türkiye ve Brezilya IMF’ye borçlarını ödedi. Küresel sermaye, bu iki ülkenin gelişmesinden çok rahatsız, faiz lobisi aynı anda harekete geçti. Washington Türkiye’nin bölgesinde büyümesini ve genişlemesini istemiyor. ABD, CIA üzerinden iki ülkeyi de karıştırdı. CIA belirlediği eylem biçimleriyle gençliği harekete geçirdi. Ağaç eylemi de duran adam eylemi de CIA’nın broşüründe yer alan eylem biçimleri.”
AKP’nin kalemşorları bu saçmalıklara itiraz edenleri “büyük resmi göremeyen ahmaklar” olarak niteliyor!
Peki, gerçekte büyük resim ne?
ERDOĞAN OBAMA’YA REST ÇEKSİN!
AKP’nin yönettiği Türkiye, NATO üyesidir ve Batı’nın bölgedeki ağır topudur. Pentagon adına Afganistan’dadır, Lübnan’dadır. CIA adına Libya’ya saldıran Haçlı Koalisyonuna dâhil olmuştur ve şu anda da Atlantik adına Suriye’de üstü örtülü savaş sürdürmektedir.
AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıdır, Irak’ta Mehmetçiğe çuval geçiren Amerikan askerlerinin sağlığına duacıdır, kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı’yla arasını yapması için Neo-Con Paul Wolfowitz’den aracı olmasını talep etmiştir, Bush’un stratejik Obama’nın da model ortağıdır. Hatta “sesini özleyecek” kadar Obama’ya yakındır!
Protestoların CIA eseri olduğunu iddia edenler, daha bir ay önce Obama ile Erdoğan’ın “yağmurda beraber ıslanmasını” manşet yaptılar, o fotoğrafın iki müttefikin derin dostluğu olduğunu analiz ettiler.
Tüm bunlara rağmen Gezi eylemlerinin CIA eylemi olduğunu savunanlar için basit bir test vardır: Erdoğan Obama’ya “one minute” desin!
AKP’NİN EYLEMLERİ CIA EYLEMİ
Hilal Kaplan’dan Nihal Bengisu Karaca’ya kadar birçok AKP kalemşoru, “duran adam” eyleminin sosyal medyada büyük yankı uyandırdığı gece, milletin karşısına bir “belge” getirdiler ve bu eylemin CIA eylemi olduğunu savundular. Belgelerine göre CIA 198 eylem şekli belirlemişti ve “duran adam” da işte madde 163’de açık açık yazıyordu!
Anlaşılan bu arkadaşlar “ellerinin altında hazır tuttukları” bu kâğıt parçasını tam olarak okumamışlardı… Zira madde 20’ye göre dua ve ibadet de CIA eylemiydi, madde 41’a göre Hac yolculukları da; madde 58’e göre aforoz etme de CIA eylemiydi, madde 159’a göre oruç tutmak da…
Daha doğrusu hemen her şey bu listeye göre CIA eylemiydi ve en müthişi de madde 69’daki “topluca ortadan kaybolma” eylemiydi…
Hayır, şimdilik kimse ortadan kaybolmamıştı ama halkın eylemlerine düşmanlık yapanlarda yine de zekâ ve ahlakı arıyorduk!
Zira o listede yer alanların en az yarısını bu arkadaşlar 28 Şubat’ta uygulamıştı!
ERDOĞAN ÇAPULCU DEDİ, ROUSSEFF GURUR DUYDU
ABD hem Türkiye’yi hem de Brezilya’yı hedef aldığına göre her iki ülkenin de lideri benzer tepki vermeli, değil mi? Bakalım:
Erdoğan eylemci gençlere çapulcu, alkolik, sidikli, boklu gibi seviyesiz yakıştırmalar yaptı. Yetinmedi “aynı yerden emir aldıkları için ulusalcılarla bölücülerin kardeşlik yaptığını, faşistlerle sosyalistlerin muhabbeti artırdığını, sözde dindarlarla din düşmanlarının Gezi’de ittifak yaptığını” iddia etti! Herkes aynı yerden emir almıştı ama nedense o yerin Türkiye temsilcisi kendisiydi!
Peki ya Brezilya Devlet Başkanı Başkanı Dilma Rousseff neler söyledi? Protestocularla gurur duyduğunu belirten Rousseff, “Gösterilerin boyutu demokrasimizin enerjisini gösterdi” dedi!
Yani iki lider arasında 180 derece fark vardı!
Her neyse, uzatmayalım ve şu kadarını söyleyerek bitirelim: CIA’yı Taksim’de arayacağınıza, bakanlıklarda arayın ki memlekete bir hayrınız olsun!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Haziran 2013