Posts Tagged PKK
Ankara’nın A ve B planı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 25/11/2024
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, fotoğraflardan anlaşıldığı kadarıyla, geniş bir gazeteci grubuyla basın toplantısı yaptı. Ne yazık ki Türk dış politikasının kapsamlı bir şekilde ele alındığı bu basın toplantısında Cumhuriyet gazetesi yoktu. Ambargonun sadece bakanlık kaynaklı olmadığını, doğrudan saraydan kaynaklandığını önemle belirteyim.
Cumhuriyet’in Fidan’a sorusu
Fidan’ın gazetecilerin sorularına yanıtları, iktidarın temel dış politikalarını ortaya koymuş oldu. Bugün onlardan birini, ABD-PYD-Suriye bağlamında olanı ele alacağım ama öncesinde o basın toplantısında Cumhuriyet adına olsaydık neyi soracağımızı buradan belirteyim, belki Dışişleri kaynakları, ambargoya rağmen yanıtlama nezaketi gösterir…
Fidan Haziran ayında Çin’e yaptığı ziyaret sırasında çok önemli mesajlar verdi; “tek Çin” dedi, “çok kutupluluk” dedi, “yeni düzen” dedi, “küresel faciaya karşı güçlü Çin” dedi. Fidan’ın bu mesajları, iktidara yakın medyada olumlu görülmediği gibi, tersine iktidarın ideolojik amiral gemisi durumundaki gazete Çin’i hedef aldı; Fidan’ın mesajlarının aksine “Çin’in sessiz istilası” manşetini atdı. Dışişleri Bakanı Fidan bu çelişkiyi nasıl açıklıyor? Devlet ile hükümet politikası arasında fark mı var? Hükümet içinde farklılıklar mı var? Yoksa “hem vergiyi artırır hem de yatırım isterim” türünden bir taktik mi bu?
Güler-Fidan’ın Trump değerlendirmesi
Gelelim ele alacağım esas konuya…
Anımsayacaksınız, bu köşede Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in şu değerlendirmesini yorumlamıştım: “Ben, Sayın Trump’ın bölgeden Amerikan askerlerini çekebileceğini değerlendiriyorum” (AA, 13.11.2024).
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu değerlendirmeyi bir seviye daha yukarı taşımış: “Trump yönetiminin, PKK/PYD ile olan ilişkisini gözden geçireceğini değerlendiriyorum” (AA, 23.11.2024).
Öncelikle hep söylediğimi yineleyeyim: ABD girdiği yerden isteyerek çıkmaz, zorla çıkartılır. Dolayısıyla ABD’nin Suriye’den çekilmesi Trump’ın isteğiyle değil, bölge ülkelerinin zor kullanmasıyla sağlanır.
ABD-PKK ilişkisi yanlış yorumlanıyor
Fidan ABD-PKK ilişkisinin stratejik değil, taktik bir ilişki olduğunu varsaydığı için, bir istekle biteceğini sanıyor; zira aynen şöyle diyor: “Geçici olarak başlayan bir şeyin bu kadar uzun sürmesi ve Türkiye gibi bir müttefikin artık başka bir noktaya itilmesi, rasyonel ve stratejik olarak izahı olmayan bir konu.”
Hayır, ABD açısından rasyonel ve stratejik izahı olan bir konudur bu. Çünkü birincisi ilişki iddia edildiği gibi geçici olarak başlamış değil. Dahası ABD’nin “Kürt kartı” Suriye’de PYD ile başlamış da değil. ABD “Türkiye himayesinde Kürdistan planı”nı Ankara’nın önüne ilk kez 1965’te, sonra 1973’te, sonra 1986’da getirdi. İkincisi, PKK ABD için taktik değil, stratejik bir araçtır ve İsrail’in güvenliğini de kapsayan çok geniş anlamlar içermektedir.
Normalleşme yerine açılım
Güler ve Fidan’ın açıklamalarından anlaşılan, Ankara’nın A planı, Trump’ın Suriye’den çekilmesine ve PKK/PYD’yi terketmesine dayanıyor. Dolayısıyla ortaya şu harekat planı çıkıyor: ABD çekilince boşluğu Türkiye dolduracak.
Başka değerlendirmelerden, Ankara’da bir de B planı “tartışıldığı” anlaşılıyor: “ABD’nin çekilmesiyle PYD’nin İran’ın güdümüne ve Suriye istihbaratının kullanımına gireceği, o nedenle ABD’yle anlaşarak PYD’nin kontrolünün birlikte ele alınması…”
Ankara’nın A ve B planları bunlar olduğu için Şam’la normalleşme hamlesi doğru olmayan “Esad istemiyor” gerekçesiyle rafa kalktı ve yerini “döve döve açılım” süreci aldı.
Hedef Erdoğan’a süresiz başkanlık, yol Türkiye’yi Kürtlerle Irak ve Suriye’ye genişletme, araç Misakı Millicilik…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
25 Kasım 2024
CHP’yi “plana” zorlama operasyonu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 31/10/2024
Erdoğan-Bahçeli’nin “Öcalan açılımı” başlattığı şartlarda, CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in KCK’lilerle irtibatı iddiasıyla tutuklanmasının tek anlamı var: AKP-MHP ittifakı CHP’yi “plana” zorlamaya çalışıyor.
Zira CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sürece genel çerçevede bir destek verse de, ”iş anayasa değişikliğine gelecekse biz orada yokuz” diyor.
Oysa Erdoğan’a asıl lazım olan yeni anayasadır. Kürt sorunu, açılım, çözüm süreci gibi başlıklar talidir, asıl konu Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açacak yeni anayasadır.
CHP’nin komisyonlarına dahil olmadığı bir yeni anayasa sürecinden sonuç alınabilmesi olası değil. Erdoğan’ın istediği şu: CHP komisyona dahil olup sürece meşruiyet kazandırsın, sonra dilerse tabanı için “hayır” desin. “Nasılsa ondan sonraki süreç Kürtlerin oylarıyla yürütülür” diye düşünülüyor…
Operasyon aynı zamanda İmamoğlu’na
Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in 10 yıldır PKK/KCK’lilerle irtibatlı olduğu iddia ediliyor. Bu doğruysa devlet açısından durum vahimdir. Zira mesele Özer’in nasıl belediye başkanı adayı olabildiği ile sınırlı değildir, nasıl dekan ve rektör yardımcısı gibi üst düzey devlet memuru olabildiği de vardır…
Bu durumda ya “parti devleti mekanizmaları“ zafiyet içindedir ya da “parti devleti mekanizmaları” sonraki süreçlere koz biriktirmektedir!
Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi bu esas olarak bir “CHP’yi AKP-MHP planına zorlama operasyonudur” ama aynı zamanda CHP içini hedef alan, İmamoğlu’na karşı da bir operasyondur.
Zira savcılığa ek olarak MHP’li yetkililerin de dillendirdiği “belediyelerin Kandil’e peşkeş çekildiği” iddiası operasyonun merkezindedir ve hedefi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’dur. Açık ki AKP-MHP ikilisi, plana zorlamada CHP içi dengeleri, cumhurbaşkanlığı yarışı gibi konuları da kullanmaktadır.
Erdoğan’ın planı
Bahçeli’nin “Öcalan’ın tecriti kalksın, umut hakkı verilsin, gelsin TBMM’de konuşsun” çağrısıyla süren “Öcalan açılımı”, daha önce de belirttiğimiz gibi esas olarak “Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açma” açılımıdır; “Kürt sorunu”, “ABD-İsrail planını engelleme”, ”bölgede yeni oyun kurma” şeklindeki propagandalar, bu esası örtme amaçlıdır.
Diğer yandan Erdoğan’ın bu netameli süreç için sahaya “siyaseten çaresiz” Bahçeli’yi sürdükten sonra bir süre net açıklama yapmaması, gerek AKP içinde, gerek Cumhur İttifakı saflarında farklı yorumlandı, “Erdoğan’ın sürece destek vermediği” şeklinde algılandı.
Oysa Bahçeli’nin risk alarak başlattığı süreç, Erdoğan’ın sürecidir, Erdoğan içindir. Nitekim Erdoğan, konunun tartışılması ve kamuoyunda normalleştirilmesi durumuna paralel olarak adım adım konuştu, konuşmaktadır. Son olarak Bahçeli’ye büyük övgülerle teşekkür ederek sürece desteğini daha açık şekilde ilan etmiştir.
Başkanlık açılımı
Mesele başkanlıktır, diğer her konu bu konuya endekslidir. Bahçeli’nin “ne Kandil ne Edirne, adres İmralı’dan DEM’e uzansın” diyerek muhatap belirlemesi, meselenin başkanlık olmasıyla ilgilidir.
Anımsayın: İmralı, yani Öcalan 2013’te “başkanlık sistemine” destek vereceğini açıklarken, Edirne, yani Demirtaş 2015’te “seni (Erdoğan’ı) başkan yaptırmayacağız” demişti.
Yine Erdoğan’ın 2022’de “Edirne’deki (Demirtaş) İmralı’ya (Öcalan’a) hesap verecek” demesi de aynı bağlamdadır.
Özetle konu dün de Erdoğan’ın başkanlığıydı, bugün de…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
31 Ekim 2024
Erdoğan’ın oyun planı
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 24/10/2024
Bahçeli’nin DEM’lilerle tokalaşarak başlattığı süreç, “Öcalan’ın tecriti kalksın, umut hakkı verilsin, gelsin TBMM’de konuşsun” çağrısıyla sürüyor. Bu hamleler, “Bahçeli, ABD-İsrail’e karşı büyük oyun kurdu” diye pazarlanıyor; hatta “Bahçeli’nin büyük planına Erdoğan’ı da sürüklediği” iddia ediliyor.
Bahçeli’nin kurduğu bir oyun planı yok, kendisi ilk günden beri oyun planlarının küçük-büyük oyuncusu olabilmiştir sadece. “Mehmet Ali Güller” adlı Youtube kanalımdaki “Bahçeli’nin 16 sabıkası” başlıklı yayını izlerseniz, MHP liderinin hangi oyunlarda hangi rolleri aldığını ve birikmiş siyasi sabıkalarının listesini görebilirsiniz.
Burada da Bahçeli 17. siyasi sabıkasına imza atmaktadır. Ve bir oyun planı kuran değil, Erdoğan’ın oyun planında rol alan konumdadır.
Erdoğan’ın başkanlık sorunu
Erdoğan yeni bir oyun planı kuruyor, çünkü yeniden başkan seçilebilme sorunu var. Bu sorunun “sınırsız çözümü” yeni bir anayasa yapmaktan geçiyor. Yeni anayasayı kabul ettirebilmek için de DEM Partisi’nin oylarına ihtiyacı var.
Erdoğan’ın oyun planının içeride iki ayağı var: Birincisi DEM Partisi’ni devreye sokmak üzere zıttını, MHP’yi kullanmak; ikincisi de süreçlere meşruiyet kazandırabilmek için CHP’den yararlanabilmek. Dolayısıyla “normalleşme-yumuşama” süreci de nesnel olarak Erdoğan’ın oyun planını kolaşlaştıran bir boyuta sahip.
“Büyük Ortadoğu” sorunundan faydalanma
Olası geniş kamuoyu baskısına karşı içerideki bu süreci dışarısıyla ve “İsrail’in hedefi Türkiye” söylemiyle dengelemeye çalışacaklar. Şöyle:
– İsrail’in Lübnan’a saldırıları sürüyor: Erdoğan bu nedenle yeniden “sığınmacı kartı” açtı. Geçen hafta Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile ortak basın toplantısında, “Hem Suriye’den hem de Lübnan’dan yeni sığınmacılara kapılarının açık olduğunu” ilan etti.
– İsrail, konjonktürü fırsata çevirebilmek için Suriye’ye saldırılarını artırıyor, Golan’daki durumunu tahkim edecek bir düzenleme arayışında: İktidar bunun savaşı bölgeselleştirme potansiyeli olduğunu, İran’a da sıçrayabileceğini, dahası İsrail’in olası yanıtından sonra İran’ın bu kez savaşa girmek zorunda kalabileceğini, bunun da ABD’yle yeni bir işbirliği dönemini açabileceğini hesaplıyor. Bu durumun hem riskler hem de fırsatlar doğuracağı düşünülüyor: Risk, Türkiye’nin de bölgesel bir savaşın parçası olması, fırsat ise “ABD sponsorlu PYD devleti” sorununun “iki açılı” çözümü:
İki açılı “çözüm”
1) ABD’nin kökleri 1965’e kadar uzanan “Türkiye himayesinde Kürdistan” planıyla uyumlu çözüm: Bu çözüm ile Erdoğan’ın 22 yıllık “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hedefinin hayata geçeceği ve karşılığında siyasi konumunun pekişeceği varsayılıyor.
2) Öcalan’ın çıkışıyla PKK’nin kendini lağvettiği ama PYD olarak Suriye’de Türkiye tarafından kabul edildiği çözüm: Bu çözüm, Fırat’ın doğusundaki Kürdistan’a karşı Fırat’ın batısında Halep’e inen bir nüfuz bölgesinin paylaşılmasını içerecek.
Erdoğan’ın hedefi
Görüleceği üzere bu iki çözüm de Erdoğan’ın “sultanizm” rejimi için kısmi bir çözüm olsa da Türkiye için bir çözüm olmayacaktır ve tersine Türkiye’yi bölgede ciddi sorun haline getirecektir.
Dolayısıyla Erdoğan’ın hedefi Kürt sorununu çözmek ya da komşularla iyi ilişki geliştirerek bölgesel savaş riskini azaltmak değildir. Hedefi, Ortadoğu’da İsrail’in saldırganlığından ve ABD’nin müttefik ihtiyacından yararlanarak yeni toprak kazanmak ve bunu sultanlığını pekiştirmekte ve davasının bayrağını yükseltmekte kullanmaktır.
Elbette bunlar plan ve hayata geçmesini engelleyecek faktörler de yok değil!
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
24 Ekim 2024
AKP’de iki çizgi
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 27/06/2024
Aytunç Erkin son yazısında önemli bir siyasi yorum aktardı: “AKP içinde iki çizgi var. İlkini Mehmet Şimşek temsil ediyor. Batıcı, neoliberal politikaların uygulanması. Diğeriyse Hakan Fidan; daha dengeci, Avrasya’yı yok saymayan ve Çin-Rusya eksenini anlamaya çalışan bir çizgi.” (Sözcü, 26.6.2024)
Evet, AKP’de iki çizgi var ve bu iki çizgi son dönemde sık sık karşıya geliyor, hatta bu karşı karşıya gelişler gittikçe sertleşiyor.
Chatham House’dan verilen mesaj
Anımsayacaksınız: AKP medyası, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyaretini ve orada verdiği çok önemli mesajları görmezden gelmişti. Hatta AKP’nin ideolojik amiral gemisi Yeni Şafak, görmezlikten geldiği gibi, Hakan Fidan’ın mesajlarının tersine Çin’i manşetten hedef alan yayınlar yapmıştı.
Bu köşede “Fidan’a Şafak operasyonu” başlığıyla konuyu ele almıştım. Fidan Çin’de “tek Çin, çok kutupluluk, yeni düzen, küresel faciaya karşı güçlü Çin, BRICS” mesajları veriyor ama Yeni Şafak manşetten “Çin’in sessiz istilası” başlığını atıyordu (Cumhuriyet, 8.6.2024). AKP’nin ideolojik amiral gemisi, Fidan’ın anlattığı Çin’i değil, ABD’nin Çin hakkında yaptığı değerlendirmeleri haber yapıyordu. Tam 6 gün sürdürdüler o yayını.
Bitmedi. CGTN Türk’te yorumladım: Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’daki Chatham House toplantısından yanıt verdi Fidan’a. BRICS’i küçümsedi, “üç asırdır yönümüz Batı” dedi. Ve sanki AB üyesiymişiz gibi de “AB’yle ayrışmayı göze alamayız” mesajı verdi, içeriye, Brüksel’e, Washington’a… (CGTN Türk, 25.6.2024).
Fidan’ın 2.5 ülke listesinde İran yok
Bitmedi. Yeni Şafak bir süredir Türkiye’nin Astana ortağı İran’ı hedef alıyor. Son olarak 22 Haziran’da manşetten suçladılar: “Türkiye Süleymaniye’de PKK’ya silah sevkiyatına göz yummayacak: Vur emri.”
Manşetin spotu da şöyleydi: “ABD ve İran’ın terör örgütü PKK’ya dron ve füze sevkiyatı, sabırları taşırdı. Türkiye, bundan böyle terör örgütüne sevkiyata sessiz kalmayacak. Tespit edilirse yeni sevkiyat anında vurulacak.”
Evet, Yeni Şafak bir süredir ısrarla İran’ın PKK’yi silahlandırdığını haber yapıyor. Peki bu konuda eski MİT Başkanı, yeni Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ne diyor? ”PKK/YPG konusunda problemli olduğumuz 2.5 ülke var” diyor ve isimlerini sıralıyor: “ABD, İngiltere ve biraz da Fransa.” (Habertürk, 24.6.2024). Fidan’ın “müttefik” isimleri sıraladığı listede, Yeni Şafak’ın suçladığı İran yok!
Aydınlık’ın manşeti
Sadece şu örnekler bile AKP’de iki çizginin olduğunu, bir tarafta Hakan Fidan’ın temsil ettiği çizginin, diğer tarafta da Mehmet Şimşek ile Yeni Şafak’ın iki ayrı kol üzerinden paralel sürdürdüğü çizginin olduğu görülüyor.
Hatta Aydınlık’ın yayınlarına bakılırsa, AKP içinde birbiriyle çatışan başka çizgiler de var. Örneğin Aydınlık’ın “AK Parti içinde milli devlet rüzgarı” manşetine göre, Süleyman Soylu, Mehmet Uçum, Metin Külünk, Ayhan Ogan gibi isimler, “AK Parti’yi MHP’den koparma planına” dikkat çekiyorlar (Aydınlık, 26.6.2024).
Normalleşme ile zaman kazanma
Bir kitle partisinde, hele de 22 yıldır iktidar olan bir kitle partisinde iki hatta daha fazla çizginin olmaması anormal olurdu. AKP kurulduğunda da, iktidar yılları boyunca da hep birbiriyle çatışan çizgilere sahip oldu.
Erdoğan, iyi bir taktisyen olarak bu çizgileri kullanma becerisini gösterebildi; hatta rekabet halindeki çizgileri, iç ve dış pazarlıklarda kullandı, iktidarının üzerinde durabildiği sütunlar haline getirdi.
Elbette AKP’nin yükseliş dönemiydi ve çizgilerin kontrolü büyük problem değildi. Ama AKP artık gerileme döneminde, birinci değil ikinci parti. Böyle zamanlarda iki çizgiyi kontrol edebilmek çok güçtür.
İşte Erdoğan’ın “siyasette normalleşme çabamız, aslında muhalefeti normalleştirme çabasıdır” (AA, 26.6.2024) demesi biraz da bundandır; AKP Genel Başkanı, normalleşmeyle CHP’yi yumuşatarak zaman kazanıyor, konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor çünkü…
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
27 Haziran 2024
ABD’yi Suriye’den kovmanın yolu
Posted by Mehmet Ali Güller in Cumhuriyet Gazetesi, Politika Yazıları on 01/06/2024
PKK/YPG, ABD desteğiyle etkin olduğu Suriye’nin kuzeydoğusunda 11 Haziran’da bir seçim yaparak, konumuna “meşruiyet” sağlamaya çalışıyor.
Burdan bir meşruiyet çıkmayacağı ortada. Irak’ın kuzeyindeki bağımsızlık referandumunun bile sonuç vermediği şartlarda, PYD’nin Suriye topraklarında bir devlet kurma şansı hiç yok.
Nitekim ABD de “şartlar uygun değil” diyerek 11 Haziran seçimini uygun görmediğini resmi olarak ilan etti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel, “Suriye’nin kuzeydoğusunda yapılacak seçimlerle ilgili şu anda serbest, adil, şeffaf ve kapsayıcı olma koşullarının sağlandığını düşünmüyoruz” dedi ve ekledi: “Bu görüşümüzü Suriye’nin kuzeydoğusunda aktörlere de ilettik.”
PYD’nin asıl amacı
PYD’nin iki nedenle bu konuda adım atmak istediği anlaşılıyor:
1) Irak hükümeti ABD’yi topraklarından çıkarmak için müzakereleri başlattı. Irak’tan çıkan ABD’nin Suriye’de tutunma şansı zayıf. PYD bu nedenle o an gelmeden kendi pozisyonunu sağlama almaya çalışıyor.
2) İsrail Gazze saldırısı sürecinde zaman zaman Suriye’ye de saldırıyor. PYD, dünyanın baskısı altındaki İsrail’in bir anlaşmaya mecbur kalmasından önce hareket edip, bunu fırsata çevirmek istiyor.
PYD’nin asıl amacı ise seçimi bir meşruiyete çevirebilirse, bunu Şam’la özerklik pazarlığında kullanmak.
Teröristan nasıl önlenir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye, Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde bölücü örgütün bir ‘teröristan’ kurmasına asla izin vermeyecektir” dedi (AA, 30.5.2025).
Güzel, peki nasıl engelleyecek? Suriye’de asker bulundurmayı sürdürerek engellemek olası mı? Teknik olarak evet ama Suriye’de sürekli asker bulundurabilmek mümkün mü? Değil tabii ki…
Bu durumda geriye tek yolun kaldığı ortada: Ankara Şam ile anlaşmalı ve Şam’ın Suriye’nin kuzeydoğusunda yeniden egemen olması sağlanmalı. Suriye topraklarındaki TSK birlikleri de Suriye ordusunun önünü açarak bu süreci kolaylaştırmalı ve bu yolla adım adım Türkiye’ye çekilmeli. Böylece Rusya ve İran’ın desteklediği normalleşme sürecini kilitleyen “çekilme takvimi” konusu da çözülmüş olur.
Bahçeli’nin Şam’la işbirliği mesajı
Diyeceksiniz ki “son 10 yılda ‘Ankara ile Şam anlaşmalı’ diye defalarca yazdınız ama Erdoğan’ın buna hiç niyeti olmadığı görüldü hep.” Haklısınız. Ancak bu kez Erdoğan’ın başortağı Bahçeli’nin de Ankara-Şam işbirliğine işaret ediyor olması, belki en azından güvenlik bürokrasisi üzerinde bir basınç oluşturabilir.
Bahçeli net bir şekilde söyledi: “Şam ile işbirliği kurulmalı. Bölücü terör örgütünün kaynağında Türkiye ile Suriye’nin eşgüdüm halinde yapmalarını önerdiğim askeri operasyonlarla kökü kurutulmalıdır.”
Ankara-Şam karşıtlığı PYD’ye alan açıyor
Ankara’nın çelişkileri şunlar: 1) İtiraz ettiği yapının ana sponsoru, kendisinin de müttefiki. 2) Ankara Washington’un politikasına, Washington da Ankara’nın politikasına itiraz üzerinden Suriye’deki varlığını gerekçelendiriyor.
Ankara’nın kolaylığı şunlar: 1) Irak bile ABD’yi topraklarından atmaya dönük adımlar atıyor. 2) Türkiye’nin Astana ortaklarının temel hedefi ABD’yi Suriye’den çıkarmak.
Dolayısıyla şartlar çok uygun ancak Erdoğan “özel ajandası” nedeniyle süreci ilerletmiyor, Moskova-Tahran arabuluculuğunda yapılan normalleşme sürecinde de görüldüğü üzere işlevsel adım atmıyor.
İşte asıl vahimi de bu: Ankara’nın Şam’la normalleştirmeyi geciktiren tutumu, ABD ve PYD’ye sürekli oyun geliştirme fırsatı veriyor. 11 Haziran seçimi atlatılsa bile, bu anlayışla ABD ve PYD yeni fırsatlar bulacaktır.
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Haziran 2024
PKK YOLSUZLUK OPERASYONUNA NASIL BAKIYOR?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 29/12/2013
Yolsuzluk operasyonu sonrası gelişmelere bakıldığında görülecektir ki, Erdoğan’ın en sıkı müttefiki Öcalan ve PKK’dir!
Nitekim BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş meseleye nasıl baktıklarını açıkça ortaya koydu: “Yolsuzluk operasyonu çözüm sürecini bozar.” (Vatan, Hüseyin Yayman, 26 Aralık 2013)
Zaten BDP’ye göre sadece yolsuzluk operasyonunu değil, AKP aleyhine olan her şey çözüm sürecini bozacaktır. Haklılardır!
Zira AKP ile PKK’nin “çözüm süreci” dediği süreç, Türkiye’nin çözülmesi sürecidir ve Erdoğan ve AKP yıkılırsa, çözülme duracaktır!
O nedenle PKK sadece yolsuzluk operasyonu ile sallanan hükümete destek olmuyor, ona yol bile gösteriyor. Örneğin PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı. (Hürriyet, 20 Aralık 2013)
OSLO’DAKİ AYRIŞMA
Gelin bir saptama yaparak durumu netleştirelim: Aslında AKP, PKK ve Cemaat Oslo sürecine kadar ortaktı! Gladyo’nun bu üç bileşeni de Büyük Kürdistan planına uygun hareket ediyordu. Oslo’da ortaklık bozuldu. Cemaat ile AKP-PKK ayrı düştüler.
Ortaklığın bozulmasının nedeni Cemaatin ABD’nin Büyük Kürdistan planından ayrılması değildi kuşkusuz…
Oslo süreci, Cemaatin Güneydoğu’yu tamamen PKK’ye bırakması yönünde geliştiği için ayrışma yaşandı. Cemaat uzun zamandır Güneydoğu’ya yatırım yapıyordu ve bölgede “Saidi Nursicilik’in ve Gülenizm’in” egemen olmasını istiyordu.
İşte bu ayrışmayla birlikte Oslo mutabakatı satır satır sızdırıldı. Peki, kim sızdırmıştı? Cemaat PKK’yi, PKK de Cemaati suçladı hep.
Kimin sızdırdığı artık daha da somuttur.
PKK’NİN AKP’YE GEZİ’DE VERDİĞİ DESTEK
Oslo’daki bu ayrışma sonrasında AKP ile PKK birbirine daha da sıkı sarıldı. Zaten ikisi de Cumhuriyet’in çözülmesini arzulama açısından birbiriyle yarışır durumdaydı.
AKP ile PKK’nin birbirine yapışması, bir siyasi ittifakın ötesinde bir durumdu. Örneğin Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’a yönelecek bir tehlikeye karşı kendisini kalkan yapabiliyordu: “Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının 7 Şubat MİT’e darbesi. Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘MİT Müsteşarı Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)
Öcalan, Paris’te 3 PKK’li kadının öldürülmesini de “7 Şubat darbesi devam ediyor” diyerek değerlendirdi, Haziran Halk Hareketini de “7 Şubat’ın devamı” şeklinde yorumladı.
Dahası, Haziran Halk Hareketi’nin Erdoğan’ı yıkabileceği görüldüğü anda, AKP’ye can simidi attı. “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” diyerek örgütüne hedef gösterdi.
Çünkü BDP ilk günden itibaren Gezi eylemlerini tıpkı AKP gibi, bir darbe girişimi olarak okumuş ve daha 1 Haziran’da BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, parti olarak eylemlerde yer almayacaklarını ilan etmişti. Öyle ki, Başbakan Vekili olan Bülent Arınç, kendisine canlı yayında teşekkür etmişti.
GLADYO PARÇALANIYOR, ÇÖZÜLME SÜRECİ SONA ERİYOR
Özetle Erdoğan ile Öcalan, AKP ile PKK birbirine herkesten çok muhtaçtır. Birinin olmaması, diğerinin Türkiye’ye dair planı uygulayamamasına yol açar.
BDP’nin normal zamanlarda “muhalefet” yapması fakat en kritik zamanlarda AKP’ye destek çıkması, bundandır.
PKK de bilmektedir ki, çözüm süreci denilen çözülme süreci, en iyi Erdoğan’la uygulanır. İmralı ve Kandil o nedenle “Erdoğan’sız AKP” projelerine de karşı çıkmaktadır.
Ancak Türkiye artık yeni bir rotaya girmiştir ve o rotada Galdyo’nun üç çocuğu olan AKP, PKK ve Cemaat yoktur. Dolayısıyla yeni rotada çözülme değil, birleşme yaşanacaktır.
AKP ile PKK ortaklığının milletimizi ayrıştırdığı süreç, Gladyo parçalanırken, sona ermektedir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Aralık 2013
GLADYO’NUN ÜÇ ÇOCUĞU
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 21/12/2013
PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı.
İlk bakışta insana “ne ilgisi” var dedirten bu açıklama, aslında oldukça önemli olan ve aralarındaki Gladyo bağına işaret eden bir açıklamadır.
OSLO’YLA BAŞLAYAN AYRILIK
Gladyo’nun üç çocuğu olan AKP, Cemaat ve PKK, Oslo sürecine kadar birlikteydi. Oslo’yla birlikte ayrışmaya başladılar. Hatta sızdırılan mutabakat metni nedeniyle PKK Cemaati, Cemaat de PKK’yi suçlamıştı.
Sonrasında Reyhanlı saldırısı, Gaziantep patlaması gibi aydınlatılmayan tüm olaylar ve hatta Paris’teki Sakine Cansız cinayeti bile doğrudan bu üçlü arasındaki çatışmayla ilgiliydi.
Türkiye’deki bu olaylar aydınlatılmadığı gibi, Gladyo meselesi olduğu için Fransa da Paris cinayetlerini aydınlatamamaktadır!
ABD ZAYIFLADIKÇA, AKTÖRLERİYLE BAĞI GEVŞEDİ
Peki, Gladyo’nun üç çocuğu neden ayrıştı?
Bakın bu soruya yanıt verebilmek için önce şu saptamayı yapalım: ABD’nin AKP’yle ilgili tek sorunu Kürt Açılımı’nı olması gerektiği kadar ilerletememesidir. Demokrasi, insan hakları, tutuklu gazeteciler vs. hepsi hikâyedir.
Gelelim sorumuzun yanıtına…
Bakın aslında bu sorunun bölge penceresinden baktığınızda tek yanıtı vardır: Çünkü ABD Ortadoğu’da yenildi ve dünya çapında güç kaybediyor. Güç zafiyeti yaşandıkça da kontrol altında tuttuğu aktörlerde gevşeme yaşanmaktadır.
Türkiye’deki bu durumun benzeri, Suudi Arabistan ve Katar’da da vardır. Katar’da birkaç ay önce saray darbesiyle iktidar değişmişti!
HEM ÇATIŞIYORLAR HEM DE BÖLÜNÜYORLAR
ABD zayıfladıkça, kendisine bağlı Türkiye Gladyosu gevşiyor, Gladyo’nun bileşenleri arasındaki çelişmeler artıyor ve hatta her bileşen kendi içerisinde bölünme eğilimi taşıyor.
Örneğin AKP fiilen iki parçadır; Erdoğan’ın büyük parçası ile Abdullah Gül’ün küçük parçası.
Örneğin Cemaat içinde çatlaklar vardır; F tipi yapının eski Emniyet sorumlusu, şebekenin şemasını Başbakan Erdoğan’ın önüne sermiştir!
Örneğin PKK ikili, hatta üçlü eğilim göstermeye başlamıştır. Öcalan ile Kandil, Kandil ile BDP üst yönetimi arasındaki çelişmeler gittikçe derinleşmektedir.
NATO ÇATIRDIYOR
Bakın ABD’nin güç kaybı nedeniyle yerel Gladyoların gevşediğini ortaya koyan en önemli gelişme, tüm Gladyoların bağlı olduğu NATO’daki erozyondur!
Önceki gün toplanan NATO üyesi AB liderleri zirvesinde, bu erozyon en somut şekilde ortaya çıktı:
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Avrupa’nın savunma bütçesini GSMH’nin en az yüzde 2 oranına çıkarmaması durumunda, ABD’nin NATO üyeliğine ilgisini kaybedebileceğini belirtti ve 28 AB ülkesi liderini uyardı!
KÜÇÜK AMERİKA SÜRECİ SONA ERDİ
NATO çatırdadıkça, NATO’nun gizli örgütü olan Gladyolar, SüperNATO’lar da gevşemektedir.
Bu Türkiye için büyük bir fırsattır. 1946’da başlayan Küçük Amerika süreci, 2013’te kayaya çarpmıştır.
2014 Türkiye’nin yeniden bir devrimle bağımsızlık yoluna gireceği yıl olacaktır.
AKP-Cemaat çatışması ile AKP-PKK ortaklığına sıkıştırılarak bölünen Türkiye’nin çıkışı, Aslanlı Yol’dan başlamıştır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Aralık 2013
ÖCALAN’IN ARAÇSAL DEĞERİ BİTTİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 18/12/2013
Aydınlık’ın “İşte İmralı’daki Apo” yazı dizisi çok öğretici. Sadece Abdullah Öcalan’ın 1999’dan 2013’e nasıl değiştiğini anlamamızı sağlamıyor, aynı zamanda onun varlık nedenini de ortaya koyuyor!
Gelin bugün Öcalan’ın siyasi tarihine kısa bir göz atalım:
ÖCALAN’IN İLK MİT BAĞI
Gazeteci Avni Özgürel, Bakaa’da görüştüğü sırada Öcalan’a, kendisini 1966-1967 yıllarında Fikir Ajansı’ndan anımsadığını söyler. Öcalan’ın yanıtı çarpıcıdır: “Doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım.” Refik Korkut’un yönetimindeki Fikir Ajansı, aslında MİT’in bir yan kuruluşudur.
Bu ilişki orada kalmaz. Örneğin Öcalan 1972’de SBF’de Şafak Bildirisi dağıtmaktan bir grup öğrenciyle birlikte gözaltına alınmış, fakat MİT’in devreye girmesinden sonra Askeri Savcı Baki Tuğ, Öcalan’la ilgili görüşünü duruşmada değiştirmiştir. Öcalan böylece serbest kalmıştır.
Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978’de evlendiği Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu artık biliniyor. Öcalan ve Kesire Yıldırım’ı evlendikten üç ay sonra Ankara’dan Diyarbakır’a götüren isim ise ordudan ayrılma Pilot Necati’ydi.
Öcalan yıllar sonra bu ilişkileri, “MİT’i kullandım” diyerek açıklamaya çalışmıştır.
ÖCALAN FİDAN’A KALKAN!
Ancak Öcalan’ın MİT’i değil, MİT’in Öcalan’ı kullandığı ortadadır. Nitekim Öcalan artık “konumuna araçsal bir değer biçilmesini anlamlandırdığını” söylemektedir. (Özgür Gündem, 18 Ağustos 2013)
Çünkü Öcalan, 2005’ten itibaren de yine MİT’in denetimine girmiş, MİT’in aracı olmuştur! Önce Emre Taner’in, ardından da Hakan Fidan’ın…
Hatta Cemaat’in 7 Şubat operasyonu ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamaya kalkması üzerine Cezaevi Müdürü’ne “Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir” demiş ve “araçsal konumunu” yükseltmiştir!
ELDEN ELE DOLAŞAN ARAÇSAL KONUM
Aslında Öcalan’ın siyasi tarihini incelemek, aynı zamanda kimin aracı olduğunu belirlemektir. Zira Öcalan “araçsal konumunu” sürekli yükselen kuvvetlere göre tayin etmektedir.
Örneğin MİT’ten sonra, Suriye’ye geçince Muhaberat’ın aracı olmuştur. 1991’den sonra ise CIA’nın aracı olmaya terfi etmiştir.
1991’den önce kendisine yapılan “ABD emperyalizminin denetimine girme” uyarıları, artık daha anlamlı ve öğreticidir! O uyarılar sadece Kürtler için değil, bugün daha iyi görülmektedir ki, aslında tüm bölge için hayatiydi!
Ancak Öcalan’ın değeri “araçsal konumunu” sürekli yükseltebilmesine bağlıdır ve o bölge ile birlikte olmak yerine, bölgeyi işgale gelen ABD’ye taşeron olmayı yeğlemiştir. Solculuk maskesini de o nedenle atmak durumunda kalmıştır.
AÇILIM’IN ORTAK BÖLENLERİ
1999-2004 yılları arasında İmralı’da TSK’nin denetiminde olması ise onu yeniden ve tam tersi bir çizgiye itmiştir. Öcalan bu kez “araçsal konumunu” Türk Ordusu’na ve onun bölge merkezli dış politikasına göre uyarlamıştır.
Artık Atatürk’ü öven, Kürt isyanlarının bastırılması gerektiğini savunan, Şeyh Sait’i İngiliz ajanı ilan eden, Kürt kimliği talebini gereksiz ve yararsız bulan, birlik mesajları veren bir Öcalan portresi vardır karşımızda…
Sonrasında ise yine yükselen kuvvetin aracı olmayı seçmiştir. AKP, ABD’nin desteğinde Cumhuriyet mevzilerini tek tek ele geçirirken, Öcalan da yeni sürece uyum göstermiş ve bu kez kendisini Erdoğan ile MİT müsteşarlarının kontrolüne bırakmıştır!
Dahası Öcalan yazdığı özel bir mektupla, açıkça Erdoğan’a biat etmiştir. Erdoğan ile Fidan’ın denetiminde Açılım Süreci’nin ortak böleni olmuştur!
ARAÇSIZ ÇÖZÜM DÖNEMİ
Tüm bu özet tablo şu iki gerçeğe işaret etmektedir:
1) Öcalan, zora göre konumlanır ve kuvvetlinin denetimine çabucak girer.
2) Öcalan’ın ABD ve AKP nezdindeki araçsal konumu, şu anda Açılım Süreci adı altında Türkiye’nin parçalanması için kullanılmaktadır.
Türkiye’nin birliği ve Kürtlerin gerçek anlamda özgürlüğü, öncelikle Öcalan’ın araçsal konumunun ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Kürt halkını Öcalan’dan, Türk milletini Erdoğan’dan kurtarmak, yeniden birliğin formülüdür.
İşte Aydınlık bu yazı dizisiyle, enstrümansız çözümü, yani asıl çözümü, yani birlikçi çözümü Türkiye’nin gündemine getirmiştir.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Aralık 2013
TAKTİK BİRLİKTELİKLER, STRATEJİK CEPHELER
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 30/11/2013
Siyaset ile programın, taktik ile stratejinin karıştırıldığı durumlar, haliyle cepheleşmelerin yanlış tayin edilmesine yol açar. O nedenle taktik düzlemle, stratejik düzlemi birbirinden ayırabilmek, hayatidir.
PKK İLE ESAD’IN STRATEJİK HEDEFLERİ KARŞI KARŞIYA
PKK’nin Suriye kolu olan PYD’nin stratejik hedefi nettir: “Salih Müslim: Esad rejimi sonrası federal yapıya gideceğiz.” (Taraf, 26 Temmuz 2013)
PYD’den federal Suriye yani Suriye’de özerklik isteyen kim? Öcalan, kardeşi Mehmet Öcalan üzerinden PYD’ye şu mesajı iletiyor: “6 ili ele geçirmekle sorun çözülmez, hedefiniz demokratik özerklik olsun.” (Hürriyet, 18 Kasım 2012)
Soru şu: Suriye’yi bölme hedefi olan PKK ile Suriye’yi Batı’ya karşı tek parça olarak savunmaya çalışan Esad, stratejik olarak aynı safta olabilir mi? Kuşkusuz olamaz!
Ya PKK ile Esad, taktik düzlemde yan yana gelebilir mi? Gelebilir ve gelmiştir.
Bir yıl önce 18 Aralık 2012’de, bu köşede şöyle yazmışız: “PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki kimi alanlarda otorite olması, öncelikle merkezin zayıflaması, ardından bu nedenle kuzeyde ortaya çıkan güç boşluğu ve son olarak da Esad’ın ‘topu AKP’nin kucağına bırakması’ nedeniyleydi. Esad, birkaç cephede savaşmaktansa, cephelerden birinin sıkıntısını AKP’nin omuzlarına bıraktı; ABD’nin stratejik kartı PYD’yi, ABD’nin müttefiki Ankara’yla karşı karşıya bırakmış oldu. Neticede Esad, öncelikle Suriye’nin çıkarlarını düşünüyor…”
Esad’ın bu hamlesi, taktik düzlemdedir, stratejik düzlemde değil!
DÜN ÖSO BUGÜN ESAD DİYEREK STRATEJİK ORTAK OLUNMAZ
Nitekim taktikler, yani kısa ve orta vade siyasetler, konjonktüre göre sık sık değişir. Esad ile PKK’yi stratejik ortak sananlar, dün tam tersi taktiklerin uygulandığını not etmelidirler.
Örneğin bu yılın başında PYD lideri Salih Müslim şöyle diyordu: “Kürt bölgesini artık ÖSO’yla ortak savunacağız.” (Milliyet, 19 Şubat 2013) Yani bir yıl önce PYD, Esad’a karşı ÖSO’yla ittifak yapıyordu. Hatta bu açıklamanın öncesindeki sonbahar boyunca, PKK’nin ajansı ANF’de en çok yer alan haberler, “Esad güçleri, Halep’te, Haseki’de PYD’ye saldırdı” şeklindeydi. Özgür Gündem’in Esad düşmanı manşetleri de arşivlerdedir.
Peki, ne değişti? PYD’nin stratejisi değişmedi. O strateji Suriye’de özerklik, Kürt bölgesine otonomidir. Dün bu stratejiye uygun olduğu için Esad’a karşı ÖSO’yla ittifak yapan PYD, bugün Esad’la taktik düzlemde yan yanadır. Çünkü Esad, savaşacak cephe sayısını azaltmak ve AKP’nin kucağına sorun bırakmak için kuzeyden bir ölçüde geri çekilmiştir. Yani Esad’ın taktik adımı ile PYD’nin stratejik hedefi, aynı konjonktürde buluştuğu için, taktik düzlemde yan yana gelmişlerdir. Fakat bu esası değiştirmez.
SURİYE’Yİ BÖLEN, SURİYE’NİN KARTI OLABİLİR Mİ?
Taktik düzlem meselesini anlamamızı sağlayacak bir başka veri ise Öcalan’ın PYD Gençlik Kolu toplantısına gönderdiği mesajdır: “Esad’ın safında olmayın, muhalefetin safında olmayın, Suriye’de üçüncü güç olun. Kürt bölgelerini koruyacak 15 bin asker hazırlayın. Eğer bu stratejiyi izlemezseniz, ezilirsiniz. Her genç Kürt bu güce yazılmaya ve anayurtlarını korumaya hazırlanmalı.”
Öcalan’ın önerisi nettir: Stratejik hedefi gerçekleştirmek için bazen bir tarafla, bazen de diğer tarafla yan yana gelin. Peki, taraf neye göre seçilecek? Güce göre. Hangi taraf güçlüyse, o tarafa yaslanılacak.
Artık soru şudur: Suriye’de özerklik kurmak, yani pratikte Suriye’yi bölmek isteyen bir kuvvet, Suriye’nin stratejik ortağı ya da kartı olabilir mi? Suriye’nin bağımsızlığını değil de, Suriye’den koparılacak bir parçada egemen olmayı hedefleyen bir kuvvet, gerçekte Suriye’nin kartı olabilir mi? Kuşkusuz olamaz.
Son tahlilde Suriye eksenli stratejik cepheleşme şöyledir: Esad, İran, Irak, Rusya ve Türk milleti bu tarafta, ABD, AKP, PKK-PYD, Barzani ve El Kaide diğer tarafta…
TEZLERE YANITLAR
Yanılsamanın yarattığı tezleri inceleyelim şimdi de…
1) AKP-Barzani bir tarafta, Esad-PKK diğer taraftaysa, Erdoğan–Öcalan ortaklığı ne? ABD nerede? PKK ABD’nin kanatları altında olduğuna göre, Esad ile ABD aynı tarafta mı? Ya da AKP ABD’nin taşeronu olduğuna göre aslında PKK ABD’nin düşmanı mı?
2) Barzani ile PKK’nin çelişmesi, taktik gerekçelerledir. Kürt Koridoru gerçekleştikçe, bu çelişme artacaktır. Çünkü Kürdistan salt Irak’ın kuzeyinden ibaretken, Barzani bir numaraydı. Fakat Kürdistan Suriye’ye ya da Türkiye’ye doğru geliştikçe, gücün kanunu gereği, PKK bir numara olmaya başlamıştır ve Barzani de bundan rahatsızdır.
Fakat bu taktik düzlemdeki çatışma, stratejik düzlemdeki Büyük Kürdistan hedefinin dışına taşamayacaktır.
3) Barzani’nin PKK’ye karşı konumunu korumak için AKP’den medet umması taktikseldir. Ya da Kuzey Irak’taki son seçimlerden sonra Goran’ın ikinci parti olmasıyla üçüncülüğe düşen KYB’nin Irak dışı kuvvetlerle ittifak arayarak konumunu korumaya çalışması, taktikseldir.
Bu taktik kuvvet arayışları, stratejik hedefin dışında değildir. Son tahlilde siyasal Kürt hareketlerinin stratejik hedefi, dört parçada da kazanacağı kadar mevzi kazanmaktır: Irak’taki özerkliğin korunması, Suriye’de ve Türkiye’de özerklik elde edilmesi.
4) Taktik düzlemde yan yana gelişi sağlayan en önemli parametre güçtür. Örneğin Türkiye bir güçken ve Türk Ordusu Pentagon raporlarında “hizadan çıktı” diye not edilirken, Barzani ve Talabani, TSK ile birlikte hareket etmiştir. Çünkü TSK 1995’te ABD’nin denetimindeki Irak’ın kuzeyine ve PKK’ye Çelik Harekâtı düzenlemiş bu da haliyle 1996 Ankara sürecini, yani Barzani ile Talabani’nin Ankara ile birlikte hareket etmesini sağlamıştır. Son 20 yılda benzer örnekler de, tersi örnekler de vardır.
5) Salih Müslim’in birbiriyle çelişen ya da Cemil Bayık’ın birbiriyle çelişen açıklamalarından sadece birine dayanarak tahlil yapılmaz. Önemli olan süreçtir, gelinen yerdir.
6) Rusya’nın Cenevre-2’de PYD’yi görmek istemesi, PYD’yi ABD piyonu olmaktan çıkarmaz. Tıpkı Rusya’nın, El Kaide’nin Kafkasya’ya dönmesindense, Suriye’de kalmasını istemesinin El Kaide ortaklığı anlamına gelmeyeceği gibi…
7) Rojava Suriye’nin kuzeyi değildir. Kürtçedir ve PKK’ye göre Büyük Kürdistan’ın batı parçası demektir. O nedenle “Rojava devrimi”, pratikte Suriye’de karşıdevrim demektir.
KÜRT SORUNUNU ABD’NİN İNİSİYATİFİNDEN ALMAK
Artık mesele şudur: ABD Suriye’de yenildi ve bölgede güç dağılımı yeniden şekilleniyor. Üç yıl önce bu gelişmeyi öngörmüş ve ABD zayıfladıkça, Kürtlerin bölge kuvvetleriyle birlikte hareket etme eğilimine gireceğini belirtmiştik.
Fakat bu, iddia edildiği gibi, Kürt sorununun şu anda ABD-İsrail inisiyatifinden çıktığı anlamına gelmemektedir. Buradaki önemli nokta, bölge kuvvetlerinin birlikte hareket edebilmesidir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye birlikte hareket edemediği müddetçe, bölgeselleşmiş Kürt sorunu, ABD’nin sürekli kaşıyacağı ve kullanarak ülkeleri birbirine kırdıracağı bir mesele olacaktır.
Somut belirtirsek: Türkiye’de AKP iktidar olduğu müddetçe, Suriye’nin Kürt’ü ayrılıkçı eğilim taşıyacaktır! Ankara Bağdat’la karşı karşıya oldukça, Barzani Ankara’ya göz kırparak, ayrılık eğilimi gösterecektir.
Bitirirken belirtelim: Ana sorun ülkelerin siyasal birliklerini ve toprak bütünlüklerini koruyabilmesidir. Kürt siyasal örgütleri, bölge ülkelerinin siyasal birliklerini ve toprak bütünlüklerini hedef aldıkça, ABD’nin piyonu ve bölge ülkelerinin düşmanı olarak kalacaktır.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
30 Kasım 2013