Posts Tagged Atatürk

Cumhuriyet devrimle yaşar

Cumhuriyet 101 yaşında; genç ama yorgun… 

Çünkü Cumhuriyet tehdit altında ve tehlikede… 

Çünkü birinci yüzyılda ortaya çıkan ve ikinci yüzyılda mutlaka çözülmesi gereken sorunlarla karşı karşıya…

Bağımsızlık Cumhuriyetin karakteridir

Mustafa Kemal, “bağımsızlık benim karakterim” derken, kişisel bir özelliğine değil, kurucu öznesi olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi karakterine işaret ediyordu. 

Kurtuluş Savaşı, sadece bir işgalden kurtulma savaşı değil, çeşitli düzlemlerdeki bağımlılık ilişkilerini ortadan kaldırma savaşıydı: 

a) İstanbul’un siyaseten son elli yılda önce Londra’ya, sonra Berlin’e bağımlı olmasının kesilmesidir.

b) Ekonominin Düyûn-ı Umûmiye ve benzeri mekanizmalarla büyük devletlere bağımlılığının kesilmesidir.

c) Kul-hanedan ilişkisinin kesilmesi ve çağdaş devlet-yurttaşlık ilişkisinin inşa edilmesidir.

Ancak Cumhuriyet’in birinci yüzyılında, Kemalist Devrim’in sürdürülememesi sonucunda Türkiye tüm bunları yitirmeye başladı:

a) Ankara, NATO üzerinden Washington’a bağlandı; Atlantik kampı içinde ve blok siyasetleri düzleminde tam bağımsızlığını kaybetti. AB üyeliği gibi tam bağımsızlık ilkesine aykırı bir “hayal” hedef, hâlâ Ankara’nın stratejik hedefi. 

b) Türkiye, ekonomide önce IMF’ye, ardından Londra tefecileri ile New York bankerlerine bağlandı. Türkiye’de lira değil dolar egemen oldu. Üreten değil satın alan, parası bitince borçlanan ülkeye dönüşüldü.

c) Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olmasının siyasi mekanizması olan meclis pek çok işlevini yitirdi ve birinci yüzyılın sonunda bu topraklarda yeni tür bir saray rejimi oluştu. 

Laiklik Cumhuriyetin temelidir

Kurtuluş Savaşı ve devrimci Cumhuriyet ile kul vatandaşa/yurttaşa, ümmet millete/ulusa dönüştü. Kulun ve ümmetin hanedanla ve hilafetle ilişkisi yerine yurttaşın ve ulusun laik devletle ilişkisi inşa edildi. 

Ancak Atlantik kampı içinde bağımsızlığın yitirilmesiyle birlikte, laiklik de aşındırılmaya başlandı. Çünkü Ankara’nın çağdaşlaşma hedefinin yerini, Ankara’nın bağlandığı emperyalist merkezin stratejik hedefi almaya başladı. Emperyalizmin stratejik hedefi, komünizmle mücadeleydi ve SSCB’yi İslamcılıkla kuşatmaktı. 

Türkiye o çizginin devamında adım adım siyasal İslamcılığa teslim oldu ve ne yazık ki rejim değişiklikleriyle bugün bir “proto-Sünni İslam devleti” haline gelmeye başladı. Yarın için de ulusun ümmetleştirilmesi ve “federal bir din/ümmet devleti” kurulması hedefleniyor.

Devrimci olma zamanı

Dolayısıyla hepimiz için karar zamanıdır: Cumhuriyet’in birinci yüzyılının başındaki bağımsızlık ve laiklik hedeflerine mi sahip çıkılacak, yoksa birinci yüzyılın ortasında başlatılan ve sonuna doğru hızlandırılan ve yarın “federal din/ümmet devleti“ olması planlanan hedefe mi teslim olunacak?

Altı ok bir parti logosu değildir, programdır, stratejidir.

Altı ok, bir bütündür; eksik okla program uygulanamaz.

Devrimcilik, altı okun içinde en önemlisidir. Çünkü o ok olmayınca, diğer okların ulaşacağı mesafe kısalmaktadır. 

Mustafa Kemal’i diğer kuruculardan ayıran en temel özelliği devrimciliğidir. O devrimci olduğu için devirebildi ve kurabildi. 

Günümüzde de geçerlidir: Gerçekten Cumhuriyetçi olmak için önce devrimci olunmalıdır.

Mehmet Ali Güller
CGTN Türk
29 Ekim 2024

, , , ,

1 Yorum

BRICS meselesi

Binlerce yıldır uygarlığa lokomotiflik yapan kuvvetler sürekli yer değiştiriyor. Kuvvetler yükseliyor, düşüyor, yerini yeni kuvvetler alıyor. Batı’nın üstünlüğüyle geçen 500 yıllık döngü sona eriyor. Bunu saptayan son Batılı devlet adamlarından biri Portekiz Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa’ydı: “ABD seçimlerinden sonra kim kazanırsa kazansın farklı bir dünya olacak. Rusya ve Güney Afrika, Brezilya, Türkiye’deki yükselen güçlerin konumlanışı da aynı olmayacak. Hindistan da aynı olmayacak. Yeni bir tarihi döngünün başlangıcındayız.”

Evet, yeni gerçek budur; yeni bir tarihi döngü başlıyor. Asya, Küresel Güney’e liderlik ederek yükseliyor. Dolayısıyla siyasal ve ekonomik analizleri bu gerçeğe göre yapmalıyız. BRICS meselesine de böyle bakmalıyız.

İktidarın pazarlıkçı yaklaşımı

İktidar, BRICS’e yaklaşımını “utangaç, pazarlıkçı ve ikili” bir şekilde yürütüyor. Resmi bir başvuru var mı yok mu, tam belli değil. Bloomberg’e konuşan Türk yetkili var diyor, Rusya Devlet Başkanı Yardımcısı Yuri Uşakov var diyor ama AKP hükümeti “var” demiyor!

Aslında sadece bu durum bile iktidarın BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ile ilişkilerini stratejik bir anlayışla değil, taktik bir bakışla yürüttüğünü gösteriyor. Özetle ŞİÖ’yle ilişkiyi NATO’yla, BRICS’le ilişkiyi AB’yle pazarlıkta bir kart olarak kullanmaya çalışıyorlar. 

Haliyle kendi tabanlarının da kafası karışıyor. Üstelik birbirlerinin muadili olmayan kurumları karşı karşıya getiren denklemler kurarak, “şurdan ayrılmadan buraya giremeyiz” gibi sonuçlar çıkarılmasını sağlıyorlar.

Ana muhalefet iktidardan daha geride 

Ana muhalefet partisi ise bu konuda ne yazık ki iktidardan bile daha geri mevzide. AB kapısında beklenilmesini istiyor, tabanını “Ya AB ya ŞİÖ” diyerek Batıcılığa teslim olmaya zorluyor. 

Ana muhalefet partisi liderliğinin iddia ettiği gibi Atatürk hep Batı’yı işaret etmiş değil, dolayısıyla BRICS’e “yönümüz hep Batı, değiştiremeyiz” diye karşı çıkmalarının hiçbir tarihsel geçerliliği yoktur.

Atatürk Batı’yı değil, “çağdaş uygarlık seviyesini” işaret etti. Ve büyük devrimci Atatürk, çağdaş uygarlığın yerinin sürekli kalıcı olmadığını en iyi bilenlerdendi.

Kuzey-Güney mücadelesi

Durum şudur: Ticaretin ve ekonominin merkezi Atlantik’ten Pasifik’e kaydı, siyasetin merkezi de kayıyor. Çok kutuplu yeni bir dünya inşa oluyor. 

Küresel Güney, Küresel Kuzey’in (Atlantik’in) dünya egemenliği için oluşturduğu düzeni adım adım zorluyor. Atlantik kuvvetleri ise bu süreci engelleyebilmek için yaptırımlar uyguluyor, darbeler ve suikastler düzenliyor, rezervlere el koyuyor, petrol çalıyor, savaşlar kışkırtıyor. 

Elbette nafile! Küresel Güney düzeni iki yönlü zorluyor: 1) Kurallarını ABD’nin yazdığı düzende reform istiyor. 2) ABD’nin dünya egemenliğini sürdürmek üzere kurduğu kurumların karşısında kendi kurumlarını inşa ediyor.

Türkiye’nin konumu

İşte BRICS bu düzeni zorlama sürecinin en önemli organizasyonlarından biridir. Çünkü BRICS’in iki temel hedefi var: Uluslararası düzenin ve mali sistemin demokratikleştirilmesi. Yani belli başlı ülkelerin kararlar aldığı ve uyguladığı değil, daha çok ülkenin eşit ilişkilerle kararlar aldığı ve uyguladığı bir düzen. 

BRICS bu amaçla Küresel Güney ülkelerinin uluslararası düzende söz sahibi olmasına çalışıyor, örneğin BM Güvenlik Konseyi’nin genişletilmesini savunuyor. BRICS, doları egemen kılan mali sisteme karşı işbirliği yapıyor; dolar yerine ulusal paralarla ticareti yükseltiyor, IMF ve Dünya Bankası’nın karşısına Yeni Kalkınma Bankası’nı koyuyor.

Sonuç olarak Küresel Kuzey/Batı dönemi bitiyor, Küresel Güney/Doğu dönemi başlıyor. ABD ve AB’nin bu gerçeği görerek önlemler almaya çalıştığı şartlarda, nesnel olarak bir Küresel Güney ülkesi olan Türkiye’nin kendisini bu yüzyılda da yine Atlantikçi (Küresel Kuzeyci) sanarak yanlış konumlanması, bu kez Batıcılara rağmen mümkün olmayacaktır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
7 Eylül 2024

, , , , , , , , , , , , ,

3 Yorum

Altı Ok devrim programıdır

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Altı Ok’taki devletçilik okunun renginin değişeceğini belirtti. Devletçilik okunun çevreciliğe işaret etmesi için yeşil ve kadın-erkek eşitliğine işaret etmesi için mor renklerle yenileneceği belirtiliyor.

Bunu Altı Ok’un sulandırılması olarak görenler, Özel’e tepki gösteriyor. 

CHP özelleştirmecidir

Altı Ok’un devletçilik okunun renginin değiştirilmesinde hiçbir problem yok, çünkü “yeni CHP” zaten devletçi değildir. CHP özelleştirmeci bir partidir. Üstelik Kemalist devletin inşa ettiği Kamu İktisadi Teşekküllerin (KİT) bir kısmının özelleştirmesinden doğrudan sorumludur. 

Demirel-İnönü Hükümeti’nin (1991-1993) sattıklarından bazıları şunlardır: İpragaz, Şekerbank, Şeker Sigorta, Türk Traktör, Çukurova Elektrik, Netaş, Gima, Gaziantep’ten Niğde’ye toplam 12 çimento fabrikası, Sümer Holding’in 291 mağazası ve 40 arsası.

Çiller-Karayalçın Hükümeti’nin (1993-1995) sattıklarından bazıları şunlardır: AEG-ETİ, İstanbul Demir Çelik, Sivas Demir Çelik, Teletaş, Güneysu, Toros İlaç, Çanakkale Seramik, Fruko-Tamek, Pancar Motor, Konya Şeker Fabrikası, Adıyaman Çimento Fabrikası, Havaş, Çinkur, Köyteks, Turban Turizm, Kars’tan Bursa’ya toplam 29 yem fabrikası, Ankara’dan Ağrı’ya toplam 12 et kombinası, Adana’dan Trabzon’a toplam 28 SEK, 

Çiller-Baykal Hükümeti’nin (1995-1886) sattıklarından bazıları şunlardır: Diyarbakır’dan Kastamonu’ya 6 SEK, 9 ORÜS işletmesi, Sümerbank, Sümer Holding’in kalan 88 mağazası.

Atatürk’ün devletçiliği

Tablo budur ve CHP bu tablodan pişman değildir. CHP her ne kadar programında hâlâ devletçi yazsa da devletçi değildir, serbest piyasacıdır, özelcidir, özelleştirmecidir.

Bu çelişki nedeniyle de parti programındaki devletçilik maddesi şu hale getirilmiştir: “CHP’nin devletçiliği, devletin halka hizmet için yapılanmasını, katılımcı yönetimi, demokratik hukuk devletini öngörür.” (CHP Programı, s.15.)

Halbuki devletçilik bunlar değildir; katılımcı yönetim, demokratik hukuk devleti başka şeydir. Devletçilik iktisadi bir konudur. Mustafa Kemal’in Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 1931 Programı, Devletçilik ilkesini şöyle açıklar: “Ferdi faaliyeti ve çalışmayı esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde -özellikle iktisadi alanda- devleti fiilen alakadar etmek önemli esaslarımızdandır.”

Ve Atatürk 1937 yılında şu değerlendirmeyi yapar: “Türkiye’nin uyguladığı devlet sistemi, … sosyalizmden alınmış alelade bir nakil değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğma, Türkiye’ye has bir sistemdir. … Kişisel girişimi desteklemek, fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve yerine getirilmemiş vazifelerini gözönünde tutarak vatanın iktisadiyetini devletin eline bırakmak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kısa bir zaman içerisinde … kişisel ve özel girişimin yüzyıllarca başarmaya muktedir olmadığı şeyi yapmayı başarmıştır.” (Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, Kaynak Yayınları, s.266.)

Altı Ok bayrak değildir

Asıl sorun şuradadır: Altı Ok, CHP’nin bayrağı ya da logosundan ibaret değildir. Altı Ok Türk Devrimi’nin programıdır, o nedenle bu programın ilkeleri hem Anayasa’ya hem de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programına girmişti. 

Ancak CHP’nin devrimci barutu tükenirken, önce Anayasa’dan çıkarıldı, 90’ların başından beri de partinin programından fiilen çıkmış ve sembol olarak bayrağında kalmış oldu. Dolayısıyla “Yeni CHP” liderliğinin, devletçilik okunun rengini değiştirmek istemesi, zaten değişmiş olan bir anlayışı resmiyete dökmekten başka bir şey değildir. 

Ve önemle belirtelim: Altı Ok, Türk Devrimi’nin programı olarak, bugün de ihtiyaçtır. “Yeni CHP” o programdan vazgeçmiş olsa bile Türk ulusu o programı yeniden cisimleştirecektir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
12 Ağustos 2024

, , , , , , , , ,

2 Yorum

Kurşun asker

Türk-İslam sentezli ideoloji, varlığını topluma kabul ettirebilmek için başından beri aynı yöntemi uyguluyor: 1) Ne ise tersinin olduğunu iddia ediyor. 2) Tersinin olduğunu iddia etmekte zorlandığı durumlarda, konumunu maskeliyor.

Örneğin başından beri Batıcı bir harekettirler ama tersini iddia ederler, karşıtlarının Batıcı olduğunu savunurlar. “Biz Batının teknolojisini alırız ama kültürüne karşıyız” deyip, solcuları Batıcılıkla suçlamaya kalkarlar. 

Nedir dayanakları? Çünkü solcular Batı’nın aydınlanma kültürüne işaret ediyorlardır; örneğin Fransız Devrimi’nin eşitlik, özgürlük, kardeşlik şiarını savunuyorlardır, örneğin Marksizmi devrimci bir eylem kılavuzu görüyorlardır, örneğin Batı’nın aydınlanmacı filozoflarının ve Batı’nın bilimsel katkılarının öneminin altını çiziyorlardır.

Böylece ABD’yi, AB’yi, NATO’yu savunan Türk-İslam sentezi güya Batı karşıtı olmuş olacak, ABD’ye, AB’ye, NATO’ya karşı mücadele eden solcu ise Batıcı olmuş olacak!

Utanmaz kalem

Amerikancı Soğuk Savaş kültürünün gri propaganda yöntemidir bu. Çünkü neredeyse hiçbir sağcı gururla “ben sağcıyım” diyemez. Ancak gururla solcu olduğunu söyleyenlere karşı her türlü kirli savaşı yürütürler. 

İşte son örneği: Bazı solcu gazetecileri ABD ve AB’nin dolma kalemi olmakla suçlayıp, sosyal medyadan “kurşun” kalemli tehditler savuruyorlar! Oysa asıl dolma kalem kendileridir; dahası ABD’nin, AB’nin, NATO’nun gönüllü kurşun askeridirler.

“Batı’nın dolma kalemi” diye çamur attıkları o kalemler, ABD’nin FETÖ eliyle yürüttüğü Ergenekon kumpaslarına karşı kalemleriyle mücadele ederken, kendileri “utanmaz kalem”di.

En utanmazları da bu Batıcılık tartışmasında “Kemalizm İngilizdir” diyerek, feslisinden kumarbazına sözde ideologlarının kalemşörlüğünü yapanlardır kuşkusuz.

Bozkurt meselesi

Bozkurt tartışması da böyledir. Türk-İslam sentezi yine yaptığının tersini savunmakta, savunduğunun tersini yapmaktadır. 

Kısaca tarihlerine bakarsak: Türk-İslam sentezcileri NATO’cudurlar, Amerikancıdırlar, AB’yi stratejik hedef ilan ederler, “her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına alırız” derler, Andımız’ı kaldırırlar, tabelalardan T.C.’yi sökerler, ümmetçilik yaparlar… 

Sonra, işte şimdi olduğu gibi, ihtiyaca göre Bozkurtçuluk yaparlar…

Çünkü besledikleri cihatçı aparatlar Türk bayrağını yırtarak kendilerini zor durumda bırakmıştır; futbolcunun bozkurt selamı o tabloyu perdelemek için bulunmaz fırsattır. 

Dolayısıyla Türk-İslamcıların tuzağına düşmemek gerekir. Bu tür tartışmaları günlük dar siyaset koridorunda değil, geniş ideolojik alanda ve sınıfsal düzlemde yapmak gerekir.

Atatürk’ün ülkesinden Mao’nun ülkesine

Ah güzel ülkem… 

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün çeşitli toplantıları için bulunduğum Şanghay’da, Beijing’de, Qingdao’da ayın arka yüzünden otomasyonlu limanlara, yapay zekadan yeşil enerjiye çeşitli konular ele alınırken, ülkemde bu konuların tartışılıyor olması ne acı… 

Oysa Mao’nun mozolesini ziyaretimde deftere “Büyük devrimci Atatürk’ün ülkesinden büyük devrimci Mao’nun ülkesine dostluk ve dayanışma duygularıyla geldim” diye başlamıştım sözlerime…

”Kemalizm İngilizdir” çamuruyla ellerini kirletenlerle mücadele ede ede, büyük devrimci Atatürk’ün ülkesinde elbette yeniden bilimi kılavuz edineceğiz bir gün… 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
8 Temmuz 2024

, , , , ,

2 Yorum

Menderes’ten Erdoğan’a Patrikhane

Fener-Rum Patriği Dimitri Bartholomeos’un İsviçre’deki Ukrayna konferansına “ekümenik” sıfatı ile katılması ve gözlemci olarak katılımcı ülke temsilcileriyle birlikte ortak bildiriyi imzalaması, 200 yıllık “emperyalizm-patrikhane” ilişkisinin beşinci evresi ile ilgilidir. 

Yani Patrikhane meselesi, sadece bir din meselesi değil, öncelikle bir siyaset meselesidir. Zaten devrimci Atatürk’ün laikliği, tüm tarikat ve cemaatleri olduğu gibi, Patrikhane’yi de siyasal araç olmaktan çıkarmanın gereğiydi.

Kurtuluş Savaşı’na karşı Patrikhane

Patrikhane, 19. yüzyıl boyunca İngiliz, Fransız ve Rus emperyalizminin siyasal aracı oldu. 1821’de Mora İsyanı ile başlayan bu birinci evre, I. Dünya Savaşı’na kadar sürdü.

Patrikhane’nin emperyalizmle ilişkisi açısından ikinci evresi, İngiltere ve Yunanistan adına Kurtuluş Savaşı’na karşı pozisyon aldığı 1919-1922 dönemidir. Öyle ki Patrikhane Rum çetelerinin silahlandırılması ve organizasyonunda önemli bir rol oynamıştır.

Bu iki evre, Atatürk’ün devrimci tutumu ve laik anlayışıyla kesintiye uğradı. Fatih Kaymakamlığına bağlanan Fener-Rum Patrikhanesi, siyasal bir merkez olmaktan çıkarılıp, Ortodoks Rumların dini kurumuna indirgendi. 

Komünizme karşı mücadelede Patrikhane

II. Dünya Savaşı sırasında başlayan Türkiye’nin Atlantik kampına dahil olma çizgisi, Cumhuriyet’in Patrikhane politikasını da bozdu ve ne yazık ki Patrikhane’yi yeniden emperyalizmin kullanımına bıraktı. Böylece üçüncü evre başladı.

Fener-Rum Patrikhanesi, ABD emperyalizminin  SSCB’ye karşı başlattığı çevremele doktrininin bir uygulama aracı olacaktı; hem SSCB’nin Balkan/Slav halkları üzerindeki etkisini dengelemekte hem de Balkanlarda komünizmle mücadelede kullanılacaktı. ABD bu amaçla Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Athenagoras’ı Fener-Rum Patriği yaparak 1 Kasım 1948’de Türkiye’ye gönderdi. Patrik olabilmenin şartı Türk vatandaşlığını gerektirdiğinden, Athenagoras daha uçaktayken vatandaşlığa kabul edildi!

Ve ABD Patrikhane’yi 1950’de başlayan Bayar-Menderes döneminde SSCB’ye ve komünizme karşı kullandı. Patriği “ekümenik” kabul ettirmeye çalışarak tüm Ortodoks kiliselerinin başı yapmaya çalıştı. Başbakan Adnan Menderes, 5 Haziran 1952’de Patrik Athenagorası ziyaret ederek, II. Dünya Savaşı’nın ardından aşınmaya başlayan Atatürk’ün patrikhane politikasını değiştirmeye soyundu. 27 Mayıs bu süreci kesintiye uğrattı, Türk devleti ABD’nin Patrikhane politikasına direndi.

ABD’nin Ukrayna stratejisinde Patrikhane

Emperyalizm-Patrikhane ilişkisi açısından dördüncü evre, SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla başladı. Yugoslavya’nın parçalanması, Doğu Avrupa ve Balkanların Batı kampına dahil edilmesi sürecinde Patrikhane, AB ve ABD’nin bir aracına dönüştü. Bu dönem Ankara’ya yeniden “ekümenik” baskılarının uygulandığı yıllar  oldu.

Emperyalizm-Patrikhane ilişkisi açısından beşinci evre ise ABD’nin Ukrayna stratejisi ile başladı. 17 Aralık 2018’de bu köşede “Ortodoks kiliselerinin kavgası” başlığı ile konuyu incelemiştim: “Kiev Patrikhanesi, Rusya’dan ayrılarak bağımsız Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin kurulduğunu ilan etti. Kiev bu kararı, İstanbul Fener-Rum Patrikhanesi’nin desteğiyle aldı.”

İşte Patrik Bartholomeos’un İsviçre’deki Ukrayna konferansına “ekümenik” sıfatı ile katılması ve bildiri imzalaması, ABD’nin Rusya’ya karşı sürdürdüğü topyekün mücadelenin bir parçasıdır. Fatih Kaymakamlığına bağlı bir din adamının küresel güç mücadelesinde yardımcı aktör olarak rahatça kullanılabilmesi ise AKP iktidarının emperyalizmle ilişkisinden kaynaklanmaktadır.

Patriğin geçmiş yıllarda yaptığı “Erdoğan söz verdi” türünden açıklamaları gazete ve TV arşivlerindedir. O gün Erdoğan’a verdiği sözü tutturmayan siyasal iklim, yine tutturmayacaktır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
22 Haziran 2024

, , , , , , , , , , ,

3 Yorum

HESAPLAŞMAK

Silivri’de hukukun olmadığı, Ergenekon’un bir dava değil bir tertip olduğu acaba 5 Ağustos’tan sonra anlaşılabildi mi?

Halk bakımından sormuyorum elbette…

Türk halkı en başından beri tertiple ve operasyonlarla ilgili hükmünü vermişti.

Sorum, medya gücünü elinde bulunduran gazetecilere, aydınlara, sanatçılara…

AKP: SİLİVRİ’DE HESAPLAŞTIK

5 Ağustos sonrası hükümet çevrelerinden gelen açıklama ve yorumlar, hâlâ tereddüdü olanlar için artık her şeyi daha net ortaya koymaktadır.

Örneğin Başbakan Erdoğan’ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan olanı “hesaplaşmak” ve “tüm darbelerin hesabının sorulması” diye koyarak, Silivri’de hukukun değil siyasi çarpışmanın olduğunu belirtmiş oldu.

Örneğin AKP’nin operasyonel kalemşorları iki gündür “Ergenekon daha bitmedi” diye yazıyorlar. Açık açık sadece içeridekilerle değil, dışarıdakilerle ve hatta ölüp gidenlerle de hesaplaşacaklarını belirtiyorlar.

Örneğin Başbakan Erdoğan’ın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut, Silivri’dekilerin saha elemanı olduğunu, asıl Ergenekon’la, yani ekonomiyi elinde tutanlarla henüz hesaplaşılmadığını yazıyor.

SİLİVRİ’DE TALAT PAŞA, MUSTAFA KEMAL YARGILANDI!

Ve aslında tarihle, Türk tarihiyle, Türk’ün devrimci mücadele tarihiyle hesaplaşıyorlar!

Doğu Perinçek ile birlikte onun şahsında Talat Paşa yargılanıyor!

Tuncay Özkan ile birlikte onun şahsında Namık Kemal yargılanıyor!

İlker Başbuğ ile birlikte onun şahsında Mustafa Kemal yargılanıyor!

Hikmet Çiçek ile birlikte onun şahsında Bahattin Şakir yargılanıyor!

Deniz Yıldırım ile birlikte onun şahsında Hasan Tahsin yargılanıyor!

Silivri’deki kahramanlarla birlikte onlarında şahsında İttihat ve Terakki’nin İngiliz emperyalizmi ve Rus çarlığına direnen devrimcileri, Çanakkale’de şehit düşen Mehmetçikleri, Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı yurdunu savunan milliyetçileri, iç ayaklanmaları bastıran Kemalistleri yargılanıyor!

Silivri’de 275 kahramanla birlikte, Türk milleti yargılanıyor!

Artık sadece biz değil, yargılayanlar da bunu açık açık söylüyorlar…

ATATÜRK GİBİ YAPMALI

Peki, ne yapmalı?

Çözüm belli: Atatürk gibi yapmalı!

Padişahın idam fetvasını yok saymalı, Anadolu’ya çıkıp halkla birleşmeli, örgüt kurmalı, kurtuluşu örgütlemeli…

Üstelik Atatürk’ten çok daha şanslıyız: Zira örgüt var, halk var, imkânlar var…

5 Ağustos’ta Silivri’de gördük: Halk AKP’nin yasaklarını tanımadı ve akın akın yürüdü.

6 Ağustos gecesi Fenerbahçe stadyumunda gördük: Halk AKP’nin yasaklarını tanımadı ve Haziran direnişindeki sloganları gümbür gümbür attı.

Önce Silivri, sonra da Kadıköy’ün verdiği mesaj açıktır: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
8 Ağustos 2013

, , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KADINLAR, ERDOĞAN’IN G.TÜNÜN KILI OLMAYACAK!

Haziran Ayaklanması’nda neden kadınlar daha çok ve daha önde? Ya da neden önce “kırmızılı kadın” öne çıktı da “siyahlı adam” değil?

Hatta son iki yılın kimi önemli eylemlerine bakarak şu soruya da bir yanıt bulmalıyız: Kadınlar neden daha cesur?

Mutlaka biyolojik nedeni vardır. Örneğin kaslı bir erkeğe göre daha cesur olmaları, doğanın onlara bahşettiği doğurganlık özelliğindendir.

Peki, sosyal bir nedeni var mı?

Gelin bu sorunun yanıtı için önce bazı olguları anımsayalım ve inceleyelim:

AKP’NİN KADINA BAKIŞI

1. Muhafazakâr dünyanın önemli isimlerinden Ali Bulaç’ın işsizlik sorununa çözümü çok aydınlatıcı. Bulaç özetle, çalışan kadınların ait oldukları evlere dönmesi durumunda işsiz erkeklerin işe kavuşacağını ve işsizlik sorununun ortadan kalkacağını savunuyor.

2. AKP’nin Gölcük-Düzağaç Mahallesi Kadın Kolu Başkanı Nuran Yıldız’ın şu sözleri o dünyada hiç de marjinal değil: “AK Parti’ye üye olmak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a nikahla bağlanmaktır.

3. AKP’nin Kazlıçeşme mitinginde küçük Zeynep Serra’nın eline verilen “ayyaş koca değil, dindar koca istiyorum” pankartı, muhafazakâr dünyada kadına biçilen rolü resmediyor. 7 yaşındaki bir kız çocuğunun nasıl yetiştirildiği ve daha önemlisi o dünyada ne anlam ifade ettiği, ciddi bir sosyolojik problemdir.

4. O probleme işaret eden sözlerden birini Başbakan Erdoğan “Ak Kadınlar Ormanı” projesinin fidan dikim töreninde dile getirmişti: “Bunlar fidan olmaktan çıkmış, ağaç olmuş. 15 yaşındaymış, yakında evlendireceğiz.”

5. Nitekim Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye genelindeki “çocuk gelin” sayısı bu yıl 181 bini aştı ve bir önceki yıla göre yüzde 94,2’lik bir artış sergiledi.

6. Orman Bakanı Veysel Eroğlu, AKP’nin önemli bir rolünü katıldığı bir nikâhta açıkladı: “Teşkilatın görevi, evlenecek yaştakilere uygun aday bulmaktır.

8. Bir Bakanın yolda mola esnasında erkeklerle bir masada otururken, karısının tek başına ayrı bir masada oturması istisnai bir durum değildir. AKP mitinglerinde ve salon toplantılarında kadınlar için ayrı bölge oluşturulması, kimi AKP’li belediyelerin sadece kadın taşıyan otobüsleri sefere sokması, kız-erkek karışık okulların adım adım ayrıştırılması, karışık ilköğretim okullarında kız ve erkeklerin ayrı sıralara oturtulması…

Sadece bu örnekler bile nasıl bir gelecek tasarladıklarını ortaya koymaktadır.

7. Akdeniz Oyunları’nın açılışında pantolonlarıyla dans eden kadınlarımız, AKP’nin sporcu kadına, dansçı kadına, sanatçı kadına,çalışan kadına ne oranda tahammül edebileceğinin de açık işaretlerini veriyor. Zira dans ve sporun doğal kıyafetlerinden adım adım çıkarılan kadınlara, dans ve spor fiilen yasaklanmış demektir!

8. Uzatmayalım… AKP’de kadının yeri, o kadınlardan birinin Kazlıçeşme mitinginde en somut şekilde özetlediği gibidir maalesef: “Erdoğan’ın g.tünün kılıyım.”

FAŞİZM ÖNCE KADINI HEDEF ALDI

11 yıllık AKP iktidarının özellikle son bir yılı, buna benzer örneklerle dolu…

Erdoğan açıkça “dindar bir nesil”, “kindar bir nesil” arzu ettiğini söylerken, erkeklerden çok kadınları hedef almış oluyor. Daha doğrusu kadınlar, AKP’nin “dindar” adı altında oluşturmaya çalıştığı toplum modelinin esas kurbanı olacaklarını daha somut görüyor.

Ve kadınlarımız ne kendilerini, ne de çocuklarını öyle bir dünyaya layık görmüyor!

Atatürk’ün kadını özgürleştiren Cumhuriyeti’ni yeniden inşa etmek için elinde bayrağıyla barikatlara koşuyor!

Gerekirse “kırmızılı kadın” oluyor, gerekirse “tencere tavalarıyla” ayağa kalkıyor, gerekirse elinde Türk Bayrağı’yla TOMA’nın önüne dikiliyor…

Ve sayıları oldukça çok olan başörtülü kadınlarımız da Haziran Ayaklanması’nda yerini alıyor. Çünkü kadınlarımız “Erdoğan’ın g.tünün kılı” değil, Atatürk’ün Cumhuriyetinin eşit yurttaşı olmak istiyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
25 Haziran 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

ÖCALAN NEDEN DİYARBAKIR’DA YOK, TAKSİM’DE VAR?

Başbakan Erdoğan Kazlıçeşme mitinginde dikkat çeken bir hatırlatma yaptı: “Utanmadan şunu söylüyorlar. ‘Arap baharını gördük, şimdi de Türkiye baharına hazır olun’ diyorlar. Dışarıdaki bazı kendini bilmezler, içeride de onların uzantısı olan bazı kendilerini bilmezler. Türkiye’de Türk baharı 3 Kasım 2002’de oldu ama onlar bunun farkında değil.”

Gezi eylemleri bir “Türk baharı” değildir, dolayısıyla “Arap Baharı’nın” Türk olanı hiç değildir! Peki, 3 Kasım 2002 bir Türk baharı mıdır? 3 Kasım 2002 Soros’un ilk turuncu darbesidir!

Soros 2002’de Türkiye, 2003’te Gürcistan’da, 2004’te Ukrayna’da ve 2005’te de Kırgızistan’da darbe yaptı ve iktidara Amerikancıları getirdi!

2011’de Tunus ve Mısır’da olanlar ise bu dört Soros darbesinden tamamen farklıydı. Tunus ve Mısır’da zaten Amerikancı liderler iktidardı.

TAKSİM AKP’YE BAYRAK DİKTİ

Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitingi sadece bu nedenle değil, Erdoğan’ın başlattığı kampanya nedeniyle de ilginçti. Aslında Erdoğan’ın yalnızlaştığını resmeden bu konuşma, şu çağrıyla bitti: “Türk bayraklarınızı sakın katlayıp koymayın. Balkonlarınıza asmanızı istiyorum. Bu bir bayrak kampanyasıdır. Bunlarla birilerine cevabı çok iyi şekilde vereceksiniz. İstanbul’un her yerinde bunu göreceğim.”

O birileri kim? Taksim eylemcileri ve Türkiye’nin dört bir tarafında “Her yer Taksim, her yer direniş” diyerek Gezi’ye sahip çıkanlardır.

Peki, eylemcilerin ellerindeki bayrak ne? Türk Bayrağı!

Peki, Erdoğan’ın “tencere, tava aynı hava” diyerek aklınca küçümsediği eylemcilerin balkonunda ne asılı? Türk bayrağı!

Peki, AKP hükümetinin yasakladığı 23 Nisanlarda, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde Atatürk’e koşanların, Cumhuriyet diye haykıranlrın ellerinde ne var? Türk bayrağı!

Peki, bu eylemlere katılanlar en çok neye kızıyor? Erdoğan’ın Türk’ü anayasadan çıkarma girişimine, “Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım”  demesine, Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesine karşı çıkmasına, Türk’ü Türkiye yapmaya çalışmasına…

Bakın en somutunu anımsatalım. Daha geçenlerde cümlesinde “Türk bayrağı” geçen BDP milletvekiline ne diye kızmıştı AKP milletvekili Mehmet Metiner: “Türk bayrağı değil, Türkiye bayrağı diyeceksin!”

Peki, tüm bu gerçekler ortadayken, Başbakan Erdoğan neden Türk bayrağını anımsadı, neden kitlesinden Türk bayrağı asmasını istedi?

TOMA’lar neden Tük bayrağı astıysa, Erdoğan da o nedenle Türk bayrağı asıyor! Hem kitleden korunmak için, hem de kitleyi dağıtmak için!

Bu çarpıcı tablo Gezi eylemlerinin bir büyük başarısı daha olarak tarihe kaydolmuştur!

TAKSİM’DE AKP-PKK ORTAKLIĞI

Erdoğan’ın bayrak sevgisinin ilk yönünü, yani “kitleden korunma” amaçlı taşınmasını, beyaz bayrak sallaması olarak da yorumlayabiliriz. Ancak daha kurnaz kullanımı ise “dağıtmak” amaçlı kullanımındadır.

Bakın bu duruma işaret eden ve Erdoğan’ın son birkaç gündür sık sık tekrarladığı şu cümle çok şey anlatmaktadır: “Bölücü başı, yanında Atatürk resmi, yanında Türk bayrağı. Ulusalcılara sesleniyorum. Türk Bayrağı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz?”

Acaba Erdoğan Öcalan adına mı, yoksa Atatürk adına mı rahatsız? Üzerinde durmayacağız, zira Atatürk’le ilgili sözleri arşivlerdedir ve Öcalan’la açılım ortaklığı yürürlüktedir!

Ancak Öcalan’ın neden PKK’ye “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı verdiği ve neden BDP ile PKK’nin Taksim’e gelerek Apo posterleri açtığı artık daha da netleşmiştir.

Erdoğan’ın “Bölücü başı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz” sorusunun muhatabı kendisidir! Erdoğan Hakan Fidan’a, Fidan da Öcalan’a iletmiş, AKP Taksim’i Apo posterleriyle bölmeyi denemişti. Ancak başaramamışlardı!

Bu ilişki nedeniyle, geçen haftaki bir yazımızın başlığında “Erdoğan’ın grev kırıcısı Öcalan” ifadesini kullanmış ve somut kanıtlarımızı aktarmıştık. Diyarbakır’dan dönen Rafet Ballı’nın verdiği bir bilgi, bu ilişkiye yeni bir kanıt oldu: Meğer PKK ve BDP Diyarbakır’daki direniş eylemine katılmamış!

Diyarbakır’da eylem yapmayan PKK ve BDP, neden Taksim’de eylem yaptı? Diyarbakır’daki sol grupların Taksim’e destek eylemine gidip Apo posteri açmayanlar, neden Taksim’de açtı?

AKP tabanı, Türkiye’nin geleceği adına bu soruyu yöneticilerine sormalı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Haziran 2013

 

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ESAD’IN ERDOĞAN’DAN 10 FARKI

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Başbakan Erdoğan’ı Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a benzetmesi, Avrupa Parlamentosu (AP) Sosyalist Grubu’nda kriz çıkardı. AP Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda toplantıyı terk etti ve Kılıçdaroğlu’yla yapacağı baş başa görüşmeyi iptal etti.

Swoboda twitter üzerinden “CHP liderinin, benim davetlim  olarak, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ı Esad’la kıyaslamasını kabul edemem. Bu kabul edilemez.” mesajı yayımladı. (Hürriyet, 16 Mayıs 2013).

ESAD ABD’NİN HEDEFİ, ERDOĞAN İSE ASKERİ

İki gündür herkes Kemal Kılıdaroğlu’na yükleniyor. Ağzına mikrofon uzatılan, “Kılıçdaroğlu nasıl olur da Başbakanımızı bir diktatörle aynı kefeye koyar” diye köpürüyor.

Biz de Kılıçdaroğlu’nun benzetmesini yanlış buluyor ve Erdoğan ile Esad’ın aynı kefeye konulamayacağını düşünüyoruz. İşte nedenlerimizde bazıları:

1. Esad vatanını savunuyor. Erdoğan ise başkasının vatanının (ABD) çıkarı için komşusunun vatanına göz dikiyor!

2. Esad halkını terörden ve emperyalist baskılardan koruyor. Erdoğan ise Suriye’de terör estiren gruplara açık destek veriyor.

3. Esad ABD’nin hedefi, Erdoğan ise ABD’nin askeri.

4. Esad, ülkesini NATO saldırısından korumaya çabalıyor. Erdoğan ise NATO’yu Suriye’ye müdahaleye çağırıyor.

5. Esad bölgenin çıkarlarını, Erdoğan ise ABD’nin bölge çıkarlarını savunuyor.

6. Esad bölgede barış istiyor, Erdoğan ise savaş.

7. Esad bölge ülkeleriyle aynı cephede, Erdoğan ise Atlantik cephesinde ve bölge ülkelerine karşı siperde.

8. Esad mazlumlar dünyasında, Erdoğan ise zalimler dünyasında konumlanıyor.

9. Esad İsrail’e karşı, Erdoğan ise dost. Esad, İsrail’e karşı topraklarını savunuyor, Erdoğan ise Kürecik Radarı ile İsrail’e kalkan oluyor. İsrail Esad’a bomba atıyor, Erdoğan’a “cesaret madalyası” takıyor.

10. Esad, ABD’nin komşusu Irak’a saldırmasına karşı çıktı, Erdoğan destekledi. Esad Batı’nın İran’ı hedef almasına karşı duruyor, Erdoğan Batı’nın İran düşmanlığına ortak oluyor.

ÜLKESİNİ ŞİKÂYETTE, LİDER ERDOĞAN’DIR!

Ülkesinin başbakanını yabancılara şikâyet ettiği için Kılıçdaroğlu’na kızan Sabah’ın başyazarı Mehmet Barlas dün köşesinden şöyle sesleniyor: “Yine de şükredelim. Ya dün Beyaz Saray’da Obama ile Başbakan Erdoğan yerine ana muhalefet lideri olarak Kılıçdaroğlu görüşseydi. Mesela Türkiye’deki rejimin Suriye’deki Esad rejiminden daha baskıcı olduğunu söyleyip, Obama’ya ‘Artık bir şeyler yapmalısınız’ deseydi.”

Erdoğan’ın iktidar olduğu 10 yıl boyunca ülkesinin yetkililerini, özellikle Türk subaylarını ABD’ye kaç kez şikâyet ettiğini anlatmaya, kuşkusuz bu köşe yetmez.

Ama özellikle birini vurgulayalım: Ergenekon Operasyonu’nun dalga dalga büyütülmesi ve Türk subaylarının esir edilmesi kararı, Erdoğan’ın 5 Kasım 2007 tarihinde Bush’u ziyaretinde alındı. Bunu Erdoğan ve Gül’ün kader arkadaşı Fehmi Koru’dan öğreniyoruz. (Kanal 7, 28 Ocak 2008 ve Yeni Şafak, 1 Şubat 2008).

EMPERYAL SOL: SOSYAL DEMOKRASİ

Bu meselenin umarız bir yararı olur ve CHP, Batı Sol’unun yani sosyal demokrasinin ne olduğunu görmüş olur. Atatürk’ün 6 Ok’u yerine Batı’nın sosyal demokrasisine sarılan CHP, umarız o tür bir Sol’un ezen-ezilen çelişmesinde nerede yer aldığını bu olaydan hareketle kavramış olur.

Yüz yıl önce büyük paylaşım savaşına (1. Dünya Savaşı) imza atan sosyal demokrat hükümetlerin yönettiği Avrupa ülkeleri, geleneğini sürdürüyor. Yugoslavya’nın parçalanmasında, Irak’ın işgalinde sosyal demokrasinin emperyalizme açık desteği vardı.

Bugün de Avrupa sosyal demokratları, Libya’yı, Suriye’yi ve İran’ı hedef almayı sürdürüyor!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Mayıs 2013

, , , , , , , , ,

Yorum bırakın

DEVİRME HAKKI

Doğu Perinçek’ten hem dinlemiş hem de okumuştum. Hocası Tahsin Bekir Balta’nın Atatürk’ün 1924 Anayasası’nın değiştirilmesine ve 27 Mayıs Anayasası’nın Altı Ok’suz yapılmasına itirazlarını büyük bir teorik miras olarak anlatır hep. Tahsin Bekir Balta, hazırladığı Anayasa Taslağı’nın 2. maddesine şöyle yazar: “Türkiye Devleti, (…) devrimlere bağlı bir Cumhuriyettir.”

Türk’süz Anayasa’ya itiraz eden 300 aydın arasındaki İlber Ortaylı da, hocası Tahsin Bekir Balta’nın bu itirazına büyük önem verenlerden. Son olarak Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında bu konuya değindi yine. (HaberTürk TV, 2 Nisan 2013)

İlber Ortaylı Milliyet’te yazarken de dikkat çekmişti bu önemli itiraza: “ Değerli hocamız Tahsin Bekir Balta’nın, 1924 Anayasası’nın bazı değişikliklerle muhafazası teklifini sadece dinleyip fazla itibar etmediler. Bu bir talihsizliktir.” (Milliyet, 9 Ekim 2011)

ATATÜRK, ÖLENE KADAR DİRENME HAKKINI KULLANDI!

Neden mi anımsatıyorum bu örnekleri?

Direnme hakkı konusunun tartışılması ve hukukçu Rıza Türmen’in, bu hakkı anarşi sayan Taha Akyol’a verdiği hukuk dersi nedeniyle. (Milliyet, 18 Nisan 2013)

Bize göre Atatürk’ün “devrimcilik” ilkesiyle “direnme hakkı” arasında doğrudan bir bağ vardır. Öyle ki, Atatürk’ün büyük mücadelesinin tarihi, aynı zamanda onun “direnme hakkını” nasıl kullandığının da tarihidir: Padişaha isyan ederek, emperyalizme karşı savaşarak ve gericiliğe karşı mücadele ederek direnme hakkını kullanmıştır hep.

O’nun, Büyük Nutku’nun sonunda Türk gençliğine seslenmesi ya da Bursa Nutku, Genç Türklere yaptığı “direnme hakkınızı kullanın” çağrısıdır her şeyden önce!

Atatürk’te “direnme hakkı”, eskiyi devirme ve yenisini kurma hakkıdır öncelikle!

DİRENME HAKKININ KÖKLERİ

Direnme hakkının kökleri için Amerikan İnsan Hakları Beyannamesi, Amerikan Anayasası, Fransız İnsan Hakları Beyannamesi, Büyük Fransız İhtilali Anayasası, yani hep Batı gösterilir…

Oysa “direnme hakkının” asıl kökü Doğu’dadır ve tarihte en doğudan adım adım gelişerek batıya kaymıştır:

Çin filozofu Konfiçyüs (M.Ö.521-479) tanrısal buyruklara, ahlak ve erdem ilkelerine uymayan otoritenin Tanrı’dan aldığı yetkiyi kaybedeceğini ve bu durumda halkın ayaklanmasının kutsal bir görev olduğunu savunmuştur.

İki yüzyıl sonra Yunan filozofu Epiküros (M.Ö. 342-271) devleti kuranların istedikleri yararı bulamadıkları ya da yitirdikleri andan itibaren devletin varlığına son verebileceklerini savunmuştur.

Ortaçağın ünlü filozoflarından Thomas Aquinas (1225-1274), iktidarın adil olmaması halinde, halkın iktidara itaat zorunluluğu olmadığını ve ayaklanma hakkı doğduğunu savunmuştur.

Toplumsal Sözleşme teorisyeni John Locke (1632-1704) ise direnme hakkını en temel haklardan biri saymıştır!

‘DEVLETSE DE, KANUNSA DA, ARTIK YETER!’

Peki, bugün Atatürk’ün Cumhuriyeti yerine bir Türk-Kürt Federasyonu ile eşsultanlık kurmak için uğraşanlar nasıl bakıyor “direnme hakkına?”

Haliyle onlar kendilerine direnilmesini değil, itaat edilmesini bekliyorlar. O nedenle de kavramlarla oynuyorlar: Örneğin Ergenekon savcıları, mütalaalarında da görüleceği üzere, “demokratik mücadeleyi” bile “darbe” sayarak hükümete kalkan oluyor. Nitekim Türk Dil Kurumu da “darbe” kavramını şöyle açıklıyor: “Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi.”

Böylece AKP’yi sandıkla indirmeyi bile “darbe” diyerek suç sayıyorlar!

Tarihsel seyri izlendiğinde, aslında “direnme hakkının” tam da bu gerekçeler için var olduğu görülür.

Biz en iyisi, Atatürk’ün fikirlerinin oluşumunda en önemli yere sahip Tevfik Fikret’le “direnme hakkını” savunalım: “Haksızlığın envâını gördük… bu mu kaanûn? / En gamlı sefaletlere düştük… bu mu devlet? / Devletse de, kaanûnsa da artık yeter olsun; / Artık yeter olsun bu denî zulm ü cehalet…”

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Nisan 2013

, , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın