Posts Tagged Tayyip Erdoğan
PKK SİLAH BIRAKIR MI?
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 02/01/2013
Hürriyet’ten Okan Konuralp, Başbakan Erdoğan’ın varlığını açıkladığı Öcalan’la görüşmelerin sonuncusunun 24 Aralık 2012’de gerçekleştiğini yazdı. (Hürriyet, 31 Aralık 2012)
Konuralp’i bilgilendirenlere göre MİT yöneticileri ile Öcalan’ın 4 saatlik pazarlığında devlet “PKK’nin silah bırakmasını” istemiş, Öcalan da karşılığında şu talebi masaya sürmüş: “Örgütle doğrudan temas kurmam sağlanmalı, infaz koşullarım iyileştirilmeli. Bu durumda silah bıraktırmaya paralel olarak PKK’nin ve Kürt halkının PKK’yi destekleyen kesiminin ‘çözüme’ psikolojik ve siyasal olarak ikna olması kolaylaşır.”
Hürriyet’in haber kaynağı oldukça iddialı… Pazarlık bu kez bir takvime endekslenmiş ve taraflar, “2013 yılının ilk aylarında kamuoyunun karşısına sorunun çözümüne ilişkin bir bildirimle çıkılmasını” kararlaştırmış.
Bu kez süreçten o denli eminler ki, örneğin Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan da Erdoğan’ın Urfa’da PKK’ye “silahları bırakın” çağrısı yapmasından sonra şu müjdeyi şimdi açıklama gereği görüyor: “Açlık grevleri sürecinde görüştüğümde ağabeyim, 1-2 ay içinde sorunun çözümü konusunda bazı adımların atılabileceğini söylemişti.” (Hürriyet, 31 Aralık 2012)
AKP: DİYALOG BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR, BİLMİYORUZ
10 yıldır iktidarda olan bir partinin Öcalan’ı ikna ederek PKK’ye silah bıraktıracağını sanması ya çapsızlıktır ya da başka hesaplar vardır. AKP’nin konuyla ilgili uzmanlarının açıklamalarına bakılırsa, her iki seçenek de yan yana ilerliyor…
Örneğin Başbakan Erdoğan’ın danışmanı da olan AKP milletvekili Yalçın Akdoğan, NTV’de konuyla ilgili soruları yanıtlarken şöyle diyor: “Bu diyalog bizi nereye götürür, bilmiyoruz…” (NTV, 31 Aralık 2012)
Meseleye en hâkim olduğu söylenen Yalçın Akdoğan’ın NTV’deki söyleşisinden önce Star’daki köşesinde yazdığı şu satırlar daha da aydınlatıcıdır: “BDP, PKK’den daha şahin.” (Star, 29 Aralık 2012)
Yakında silahların masumiyeti üzerine teori bile yapabileceğinin işaretini veren Akdoğan, zaten bir süredir PKK ile BDP’yi ayrıştırmak amaçlı olsa gerek, PKK’ye daha yakın duruyordu. Son yazısındaki şu ifadeler de o bakışın eseri: “AK Parti, BDP’nin emir eri değildir. Siz bozacaksınız hükümet yapacak, siz yıkacaksınız hükümet tamir edecek, siz sabote edeceksiniz hükümet çözmek için uğraşacak… Hükümet sizin partinizin ve örgütünüzün kölesi mi?”
TARAFLARI MASAYA SOPA OTURTTU
Normalde “ikna yöntemiyle” PKK’ye silah bıraktıramayacağını en iyi AKP’nin biliyor olması gerek. Zira PKK’yle masaya örgütün silahlı gücü nedeniyle oturmak zorunda kaldıklarını biliyorlar.
AKP’ye oy veren yurttaşlarımızın şu soruyu sorması yararlıdır: “PKK silahlı olmasa, terör estirmese, hiç AKP PKK’yi muhatap alır mı?”
Sorunun yanıtı kesindir ve PKK de şundan emindir: “Silaha dayanan gücümüz olmasa, AKP bizi muhatap almaz.”
AKP ile PKK’yi aynı masaya oturtan silahtır, sopadır! Esas olarak da Obama’nın beyzbol sopasıdır!
PKK’DE BÖLÜNME OLASILIĞI
“Madem durum bu, taraflar neyin peşinde” diye soruyor olabilirsiniz. Anlayabildiğimiz kadarıyla Öcalan İmralı’dan kurtulmanın ve eve çıkmanın, Erdoğan da başkanlık öncesi ayağına dolanacak konuları “geçiştirmenin” peşinde…
Ancak artık mesele çok boyutludur ve inisiyatif ABD yerine bölge kuvvetlerindedir. Irak ve Suriye’deki Kürt eksenli gelişmeler ve İran’ın ABD’nin “Kürt Koridoruna” karşı sert mücadelesi tüm aktörleri etkilemektedir.
ABD’nin gerilemesi kuşkusuz merkezkaç kuvvetine bağlı olarak PKK’yi de etkileyecektir. ABD’nin bölgedeki askeri varlığına bağlı olarak sıçramalı büyüyen PKK için şartlar tersine dönmüştür; Washington’un geri çekilmesi ve bölge ülkelerinin inisiyatif kazanması, PKK’ye zemin kaybettirmektedir.
Bu doğal olarak örgütte “emperyalizm” eksenli kırılmaları tetikleyecektir.
Zira kartlar güçlü eli sever!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Ocak 2012
AMERİKAN İSLAMCILARI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 27/12/2012
ABD’nin İran’ı “günümüzün Marks’ı” diye, İran’ın da Tayyip Erdoğan ve AKP’yi “Amerikan İslamcısı” diye nitelemesi çok önemli iki saptamadır.
Birinci saptama, kendisini “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımlayan bir ülkenin ne denli anti-emperyalist olabileceğini, ikinci saptama ise İslamcıların, bölgede emperyalizmin en önemli aracı da olabileceğini ortaya koymaktadır.
İslamcı akımların emperyalizmle ilişkisinin bu kadar birbirine zıt olabilmesi ve emperyalist ABD’nin Müslüman Irak’ı, Afganistan’ı, Libya’yı işgal etmesine, Suriye’ye savaş açmasına İslamcıların neden sessiz kaldığı hatta bir bölümünün açık destek verdiği ayrıca incelenmelidir.
Biz bugün Başbakan Erdoğan’ın neden Amerikan İslamcısı ilan edildiği üzerinde duracağız.
ERDOĞAN – MÜSLÜMAN KARDEŞLER İLİŞKİSİ
Gerçi sorumuzun yanıtı ortadadır. Erdoğan’ın neredeyse tüm politikaları ABD yararınadır ve Washington adınadır. Ama Tahran’dan AKP’ye yöneltilen geçmişteki itirazlarla birleştirilince, meselenin bir de Erdoğan – Müslüman Kardeşler MK ilişkisi olduğu görülmektedir.
Ufuk Ötesi okurları anımsayacaklardır. Biz de 1 Ekim 2011 tarihli “Erdoğan’ın savaş çıkartacak teklifi” başlıklı yazımızda bu ilişkiye değinmiştik. Okumayanlar için kısaca anımsatalım. Erdoğan Beşar Esad’a, kabinenin dörtte birine MK üyelerini almasını istemişti, karşılığında da ayaklanmanın bastırılmasında Şam’a yardımcı olma sözü vermişti.
Çünkü MK örgütünün Türkiye’deki lideri Gazi Mısırlı, Erdoğan’ın arkadaşıydı ve MÜSİAD Yüksek İstişare Heyeti üyesiydi. MK’nin ikinci önemli adamı Cemalettin Kerim de hem MÜSİAD üyesiydi hem de Mazlum-Der ile İHH’nin faaliyet sponsoruydu.
Suriye’nin Ankara Büyükelçisi Nidal Kabalan’ın verdiği bilgiye göre, Suriye Cumhurbaşkanı 2009’da İstanbul’a geldiğinde Erdoğan Gazi Mısırlı’yı Esad’la tanıştırmış ve ondan arkadaşının faaliyetlerine yardımcı olmasını istemişti!
Erdoğan-MK ilişkisi geçmişe dayanıyor. Örneğin İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri raporunda ve DGM hazırlık soruşturması raporunda, MK’nin Ürdün sorumlusu Mohammed Ashmawey ile Mısır sorumlusu Hasan Huvaydi’nin bir otelde gizlice Tayyip Erdoğan’la görüştüğü bilgisi var.
Daha da geriye gidersek tabi, Erdoğan’ın 70’li yıllarda MK’nin kolu olan Dünya Müslüman Gençlik Birliği WAMY üyesi olduğu bilgisiyle karşılaşıyoruz. Örneğin 90’larda MK’nin sözcüsü olan Kemal Helbavi, Erdoğan, Rabbani ve Enver İbrahim gibi isimlerle burada tanıştığını söylüyor ve “Hepimiz işe WAMY’de başladık” diyor!
Jöntürk isimli internet sitesinde yayımlanan şu tablo, yazdıklarımızdan daha fazlasını içermesi bakımından önemlidir:
SAİD RAMAZAN CIA’YE ELEMAN KAYDEDİLDİ!
MK’nin Mısır’da “Özgürlük ve Adalet Partisi” ismiyle iktidar olması, ABD’nin bir halk hareketi karşısında “Mübarek’i verip, rejimi kurtarma” stratejisinin sonucudur. ABD, çok eskiye dayanan MK çalışmasıyla bu örgütün bir kanadını “Amerikan İslamcısı” yapmayı başarmıştır.
Jöntürk internet sitesi bu konuda da dikkat çekici bir bilgi sunuyor. 1928 yılında Hasan El Benna tarafından kurulan örgütün 1950’lerde Benna’nın damadı Said Ramazan aracılığıyla en azından bir kanadının CIA güdümüne sokulduğu anlaşılıyor.
Said Ramazan MK’yi etkinleştirmek ve Kahire’ye karşı kalkan bulmak için 1953 yılında Washington’a gidiyor ve ABD Başkanı Dwight Eisenhower ile görüşüyor.
Sağ başta elinde kâğıt olan Said Ramazan, emperyalizmin desteğini aradığı 4 yılın sonunda, 1957 yılında CIA ajanı Robert Dreher tarafından “şirket”e eleman olarak kaydediliyor!
Nitekim Washington o yıllarda Sol ve Arap Milliyetçiliğine karşı İslamcı akımları kullanmayı planlıyor.
ABD Türkiye’de de Fethullah Gülen gibi isimlere Komünizmle Mücadele Dernekleri kurdurarak ve kimi İslamcı kesimleri Kanlı Pazarlarda kullanarak Sol’la ve Kemalizm’le mücadele etmiştir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Aralık 2012
PKK’NİN 4 KIRMIZI ÇİZGİSİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 27/11/2012
Tüm gelişmeler gösteriyor ki, Abdullah Öcalan’ın hazırladığı ve üzerinde anlaşılan “ikişer sayfalık üç protokol” artık hayata geçiriliyor.
Bu protokollerde yer alan en önemli dört şart şu: 1. Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması. 2. Anadilde eğitim. 3. Kürtlerin özyönetimi. 4. Öcalan’ın tutukluluk şartları.
Bu şartlar, aynı zamanda PKK’nin AKP’ye sunduğu kırmızı çizgilerdir.
ERDOĞAN İLE ÖCALAN YÜZDE 95 ANLAŞTI
2006’dan beri süren AKP-PKK görüşmelerinde parça parça ele alınan bu şartlar üzerinde bir anlaşma olduğunu biliyoruz. Zira Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak Oslo’da hükümeti temsil eden Hakan Fidan, muhatapları olan Mustafa Karasu, Sabri Ok ve Zübeyr Aydar’a “Erdoğan ile Öcalan’ın yüzde 95 anlaştığını” söylüyordu!
Ancak tıpkı Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl New York’ta buluştuğu Celal Talabani’ye “kamuoyu hazır değil” dediği türden zorluklar yaşanıyordu. Adım adım gidilmeliydi. Başbakan Erdoğan, nasıl bir yöntem izleyeceğini 2009 yılında ABD Princeton Üniversitesi’nde verdiği bir konferansa açıklıyordu: “Hazmettire hazmettire bu süreci devam ettirmemiz lazım.”
ÖCALAN’IN PROTOKOLLERİ UYGULANIYOR
Gelin bugün PKK’nin “Öcalan protokollerinde” yer alan 4 kırmızı çizgisinde nasıl ilerlendiğini inceleyelim. AKP’nin ve hatta CHP ile MHP’nin bu kırmızı çizgilerin gerçekleşmesine ne tür katkılar yaptıklarına bakalım:
1. Kürt kimliğinin anayasal güvenceye alınması.
Protokoldeki bu şart, pratikte “Anayasa’dan Türk kimliğinin çıkarılması” şeklinde uygulanıyor.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda yer alan parti taslaklarına bakılırsa, bu konuda AKP, CHP ve BDP arasında bir ölçüde uzlaşma sağlanmış görünüyor.
2. Anadilde eğitim.
Kürtçe yayın yapan devlet televizyonundan sonra, Kürtçe seçmeli ders olarak Milli Eğitim müfredatına girdi.
Kürtçe savunma yapma hakkı da elde edildi. Aynı zamanda “açlık grevlerini” bitirme şartı olan bu konunun AKP kurmaylarınca “biz açlık grevleri öncesinde bu hazırlığa başlamıştık” diyerek savunulması, aslında Öcalan protokollerinin kabul edildiğinin çarpıcı bir itirafıdır.
Son olarak Kürtçenin resmi dairelerde kullanılması için hazırlıklara başlandı!
3. Kürtlerin özyönetimi.
Protokolde “Kürtlerin özyönetimi” denilen şart, BDP’nin 19-20 Haziran 2010’da Diyarbakır’da tartıştığı yerel yönetim modeli toplantısında “demokratik özerklik” olarak bildiride yer aldı ve partinin önüne görev olarak kondu. Ardından Demokratik Toplum Kongresi DTK, 14 Temmuz 2011’de Diyarbakır merkezli demokratik özerklik ilan etti!
Sırada AKP’nin katkıları vardı: Bütünşehir yasası ile “Kürt özerk bölgesinin” temelleri atıldı. Son tuğlayı da “valileri halk seçmeli” diyen Başbakan Erdoğan yerleştirdi!
OPERASYONA MGK’DE KARAR VERİLDİ
4. Öcalan’ın tutukluluk şartları.
“Açlık grevlerini bitiren adam” ilan edilen Öcalan’ın, “bir sözüyle savaşa da son verebileceğinin” topluma enjekte edilmesi, özel bir operasyondur. Operasyona “Öcalan’ın tecrit edildiği 1,5 yıldaki terör olayları ile Öcalan’la diyalogun olduğu sürecin masaya yatırıldığı” son MGK toplantısında karar verildi.
Erdoğan ile Öcalan’ın Türk siyasi hayatının en önemli iki aktörü olduğu şeklindeki yazılar, Öcalan’ı İmralı’dan çıkarma operasyonu hazırlığıdır.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
27 Kasım 2012
AKP’DE SURİYE ÇATLAĞI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 15/11/2012
Suriye meselesi her ne kadar bir medya operasyonu ile “insan hakları” meselesi olarak sunulmaya çalışıldıysa da, aslında “Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açma” operasyonu olduğu en başından beri belliydi. Ancak özellikle son birkaç aydır mesele berraklaştı ve “Kürt Koridoru” merkezli bir hâl aldı.
ERDOĞAN-ÖZEL VE GÜL-DAVUTOĞLU AYRILIĞI
Bu durum, Suriye’ye destek veren cephenin kuvvet kazanarak Atlantik cephesini geriletmesiyle birleşince, içeride AKP üzerinde iç basınç oluştu.
Bu iç basıncın AKP’de bir Suriye çatlağı oluşturduğu görülüyor. Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ikilisine göre daha farklı bir çizgi içine girdiği gözleniyor. Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’le birlikte hareket etmeye başladığını söyleyebiliriz.
Bunun ne anlama geldiğini anlayabilmek için şu olguyu anımsamalıyız: AKP Hükümeti, Atlantik adına Suriye operasyonu başlattığında ve Davutoğlu açıkça Suriye muhalefetini organize etmeye soyunduğunda, Erdoğan kamuoyu önünde “Suriye bizim iç meselemizdir” diyordu. Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel ise “Suriye bizim iç meselemiz değildir” diyerek TSK’nin tutumunu ilan ediyordu.
Aradan geçen 1,5 yıl içinde Erdoğan ile Org. Özel, aynı tutumda birleşmiş oldular. Erdoğan-Özel ile Gül-Davutoğlu ayrılığı bakın hangi açıklamalarla sergileniyor:
1. NATO’DAN PATRİOT TALEBİ
Ayrılığın su yüzüne çıktığı bu alandaki açıklamaları, AKP’ye yakın Yeni Şafak’taki başlıklardan bile net olarak görebiliyoruz: “Davutoğlu: NATO, Patriot vermeye hazırlanıyor”, “Erdoğan’dan ‘patriot füzesi’ne yalanlama”, “Gül Suriye’yi uyardı: Patriot füzeyle vururuz!”
2. MÜLTECİ MESELESİ
Ahmet Davutoğlu, henüz Suriye’den gelen mülteci sayısı 50 bin seviyesindeyken, 100 bin rakamını dünyaya “psikolojik eşik” diye ilan etti. Bu aslında AKP Hükümeti’nin savaş eşiğiydi!
Ekim’de mülteci sayısı 100 bine ulaştı! Şu anda da 200 bin sınırına yaklaştı! Sonuçlara bakılınca Davutoğlu’nun eşiğinin çizildiği görülüyor.
Bu süreçte iki dikkat çekici gelişme yaşandı. Birincisi, Türk polisinin ev ev dolaşıp Suriyelilere ya ülkelerine dönmeleri ya da kamplara yerleşmeleri baskısı yaptığı ortaya çıktı. İkincisi de, mülteci sayısının 200 bine yaklaşmaya başlamasıyla birlikte, sınırlar çeşitli gerekçeler gösterilerek fiilen kapatıldı!
3. DEMEÇLER
Cumhurbaşkanı Gül Financial Times’a verdiği demeçte “Suriye, Türkiye’ye karşı kimyasal silah kullanabilir” diyerek kışkırtıcılık yaparken, Başbakan Erdoğan şu açıklamasıyla tansiyonu düşürüyordu: “Türkiye küçük hesaplar yapmayacak kadar büyük bir devlettir. Türkiye birilerinin ısrarla çekmeye çalıştığı tuzağa düşmeyecek kadar tecrübeli bir devlettir. (…) Biz soğukkanlılıkla hareket etmeye çalışıyoruz.”
4. ANGAJMAN KURALLARI
Türk devleti, F4 uçağının NATO yemi olması ve Akçakale’ye faili meçhul top düşmesinin ardından dünyaya angajman kuralları açıklamış ve sınıra 3 mil (5 km) yaklaşacak Suriye hava araçlarının düşürüleceğini ilan etmişti.
Suriye hava kuvvetleri önceki gün sınıra 300 metre mesafede ÖSO’yu bombaladı; Suriye uçağı resmi açıklamaya göre sınıra 2,5 km yaklaşmış, gayri resmi açıklamalara göre de dönüş manevrası yaparken sınırı hafifçe ihlal etmişti. Ancak Türk Ordusu, aklıselim davranarak Suriye uçağını düşürmedi!
Öte yandan dün Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Suriye uçaklarının vurulmasıyla ilgili yetkiyi, Başbakan Erdoğan’ın TSK’ye devrettiğini söyledi!
5. KİMLE HAREKET EDİYORLAR?
Başbakan Erdoğan Bakü’de Rusya Devlet Başkanı Putin’le konuşup masaya “üçlü müzakere sistemi” getirdi ve Türkiye, Rusya, İran, Mısır ve Suudi Arabistan’lı bölgesel çözümü öne çıkardı. Erdoğan, Bali’de de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’la görüştü ve Suriye konusunu Ankara-Tahran eksenli ele aldı. Erdoğan üstelik Bali’de “21. yüzyıl Asya yüzyılı olacak” dedi!
Erdoğan, Suriye krizini son dönemde bölge ülkeleriyle konuşurken, Cumhurbaşkanı Gül NATO’yu ön plana çıkardı, Davutoğlu da Doha’da ABD’yle birlikte hareket etti.
DURUM
Kuşkusuz Erdoğan’ınki, iktidarını sürdürmeye yönelik manevralardır… Ancak “Kürt Koridoru” gerçeğinin Suriye meselesi üzerinden sadece Türkiye’de değil, Irak’ta ve hatta Kuzey Irak’ta da çatlaklar oluşturması önemli. Asya cephesi güçlendikçe ve Atlantik cephesi geriledikçe bu ayrılıklar bölge yararına daha da belirginleşerektir.
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Kasım 2012
GLADYO – ERGENEKON ÇARPIŞMASI
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 13/11/2012
Kemal Burkay gibi isimlere söyletilen “Ergenekon, NATO tarafından kurulan Gladyo’dur” sözleri, ne genel kamuoyunu ikna eder ne de 2001’den beri yaşanan Ergenekon – Gladyo çarpışmasını perdeler! Ancak Burkay’a Türkiye’de açıktan “federasyonu” savunma olanağı sağlar!
Bir de Mehmet Ağar var elbette… Meclis Darbe Komisyonu’na “Türkiye’de kontrgerilla yok” demesi hem Burkay’ı tamamlamakta hem de “ama JİTEM vardı” diyerek asıl saflaşmaya işaret etmektedir!
O saflaşma şöyledir: Gladyo, Kontrgerilla, Susurluk bir tarafta, Ergenekon ve TSK diğer taraftadır!
Saflaşmanın diğer aktörleri de aslında meydandadır.
İŞTE GLADYO’NUN ELEMANLARI
Eski Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki, açık açık Gladyo’nun elemanı olduğunu söylüyor: “Beni Emniyet Genel Müdürü yapan, Başbakan Süleyman Demirel değildir. Ben, beni keşfeden Amerikan Hükümetinin Ankara temsilcilerince tavsiye üzerine bu göreve atandım.”
Peki, bir Gladyo elemanı olarak ne yapmış Küçüktiryaki? Onu da Emniyet Genel Müdürü olduğu sırada Kenan Evren’e yazdığı ve Cumhurbaşkanlığı arşivinden çıkan imzalı mektubundan öğreniyoruz: “Yavuz Sultan Selim’den sonra en büyük Alevi Kızılbaş düşmanıyım. Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi’ye kan kusturdum. Türkiye’de ilk defa resmi olarak Alevi soykırımını devlet adına başlatan benim.”
Peki, Küçüktiryaki bu görevleri kiminle birlikte yerine getirmiş? Onu da açıklıyor: “76 yılında ben Malatya’da Valiyken Malatya Emniyet Müdürü olan – ki o da en az benim kadar Alevi-Kızılbaş kasabıdır- Abdülkadir Aksu’yu yardımcım yaptım. Ankara’da Alevi-Kızılbaşların oturduğu ‘Kurtarılmış Bölge’ adlı semtlere kan kusturan Reşat Akkaya’yı Ankara Emniyet Müdürü yapan benim.”
Aksu kim? AKP kurucusu, milletvekili, bakanı, genel başkan yardımcısı; hem Özal’ın hem Erdoğan’ın adamı!
ÖZAL-ÇİLLER-ERDOĞAN’IN ORTAK ÖRÜGÜTÜ
Gladyo’yu sergilemeye Mehmet Ağar’ın ifadeleriyle devam edelim.
Mehmet Eymür’den sonra Mehmet Ağar da, Başbakan Tansu Çiller’in MOSSAD’la görüştüğünü açıklıyor! Hani başbakanlar başbakanlarla, istihbaratçılar istihbaratçılarla görüşürdü!? Çiller başbakan mıydı, yoksa istihbaratçı mıydı?
Ağar, devlette kaydı bulunmayan “kayıp silahların” Başbakanlık talimatıyla alındığını da, Çiller ve MİT müsteşarıyla birlikte MOSSAD’la kapalı kapılar ardında görüştüklerini de açıklıyor.
Heyette bulunan ama içeri sokulmayıp kapıda bekletilen İbrahim Şahin’in konumu öğreticidir. Susurluk sürecinde tüm suçların üzerine yıkılmaya çalışıldığı Şahin, şimdi de Ergenekon Davası’nda tutuklu yargılanmaktadır!
Ağar’ın ifadeleri 28 Şubat ve Susurluk karşıtlığını ve aslında Galdyo – Ergenekon çarpışmasını da berraklaştırıyor. Ağar hem Susurlukçu Abdullah Çatlı’yı kullandıklarını, Bucak’lara ihtiyaçları olduğunu açıklıyor, hem de Çiller’in talimatıyla İsrail’den alınan ve Polis Özel Harekât’a dağıtılan silahlara 28 Şubatçıların el koyduğunu belirtiyor.
Evet, bugün Gladyo ile Ergenekon çarpışmaktadır ve gazeteci Can Dündar Ergenekon Davası’nda tanık olarak dinlenirken o nedenle “benim bahsettiğim Ergenekon bu değildi” demiştir!
Çünkü Gladyo diye yargılananlar, Gladyo’ya karşı 40 yıldır savaşanlardır!
AMERİKAN KEŞİFLERİ
Refet Küçüktiryaki, ABD’nin Ankara temsilciliğince keşfedildiğini ve sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğü’ne kadar yükseltildiğini açıklıyor. Galdyo’nun tarihi bu tip ilişkilerle doludur.
Başbakan Tayyip Erdoğan da, daha Refah Partisi’nin Beyoğlu İlçe Başkanı’yken ABD’nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz tarafından keşfedilmişti. Abramowitz’in Ruşen Çakır aracılığıyla temas kurduğu Erdoğan, ardından hızla en yukarıya kadar tırmanmıştı!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Kasım 2012
SURİYE SORUNU YERELLEŞİYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 20/09/2012
AKP Hükümeti’ne “Suriye bataklığından kurtulma” fırsatı sunan Dörtlü Komisyon’un Kahire toplantısı, ilerisi için olumlu sinyaller verdi. Her ne kadar Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı mazeret bildirerek toplantıya katılmadıysa da, Türkiye, İran ve Mısır Dışişleri Bakanları’nın bir arada olması 30 yıl aradan sonra ilkti ve tarihiydi!
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, “anlaşabildiğimiz şeyler anlaşamadıklarımızdan daha fazla” diyerek aslında toplantıyı özetledi. Salihi, toplantı sonrasında yaptığı açıklamada, Suriye’deki krizin bu ülke içerisinde Suriyeliler tarafından çözülmesi gerektiğini belirtti.
İran Dışişleri Bakanı, Mısır televizyonuna verdiği demeçte de Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriye krizinin çözümü için sunduğu planın başarılı olmasına iyimser baktıklarını söyledi.
ULUSLARARASI SAHNEDEN BÖLGE SAHNESİNE
Dörtlü Komisyon toplantılarının başarısının ölçütü, Suriye sorununu uluslararası boyuttan, bölgesel boyuta taşıyabilmesine bağlıdır. İran ile Türkiye’nin Suriye sorunu için bir platformda bir araya gelmesi bu bakımdan çok önemlidir.
Sorun bölgesel boyuta indirgenince “Suriye-Suriye formüllü” çözüm modeli ağırlık kazanacaktır.
Kuşkusuz Rusya’nın inisiyatifiyle oluşan Cenevre platformu da önemlidir ancak İran’ın o platformda yer alamayışı büyük eksikliktir.
İran’ın dâhil olduğu Dörtlü Komisyon, Cenevre Platformu’nun alternatifi değil ama onun bölgeselleştirilmesidir; dahası varlığını aslında o platforma borçludur.
İRAN MUHALEFETLE TEMASA BAŞLADI
İran Meclis Başkanı Ali Laricani’nin “Suriyeli muhaliflerle görüşmeye başladık” demesi “Suriye sorununun yerelleşebilmesi” açısından çok önemli bir gelişmedir.
Laricani, İranlı diplomatların Suriye muhalefeti içinde yer alan Müslüman Kardeşler, Selefi gruplar ve liberal gruplarla bir araya geldiğini ve onları demokratik reformları kabul etmeleri konusunda cesaretlendirdiklerini söyledi.
Tahran aslında en başından beri bu çizgiyi savunuyordu ve Ankara’ya şu formülü önermişti: “Tahran Şam rejimiyle, Ankara da muhalefetle temasta. Tarafları aynı masaya sadece Türkiye ve İran getirebilir.”
Tahran’ın muhalefetle temasa geçmesi, bu formülü geliştirdiklerini ve ilerlettiklerini göstermektedir.
ERDOĞAN’IN İTİRAFI: ETKİLİ OLAN RUSYA’DIR, İRAN’DIR
Uluslararası koşullar, Çin ve Rusya’nın ABD’nin ellini kolunu bağlaması, bölgesel dengeler gibi etkenler, Dörtlü Komisyon’un önünü açmaktadır.
Hafta içinde hem ABD hem de Türkiye cephesinden yapılan iki kritik açıklama, güç dengesinin geldiği boyuta ve sorunun bölgesel çözümünün kaçınılmaz olduğuna işaret ediyordu.
Suriye konusunda en hevesli ABD’li olan Senatör John McCain’in “Esad gidecek, Arizona’ya kar yağacak” demesi bir bakıma havlu atılmasıydı. Zira Arizona çölüne kar yağması olağan değil.
McCain Washington açısından somut durumu da şu sözlerle özetliyordu: “ABD girdiği savaşlardan yorgun ve o yüzden o araziye askerinin botu değsin istemiyor.”
Başbakan Erdoğan’ın Bosna’da yaptığı konuşmadaki şu sözleri de aslında gelinen durumu gayet net resmediyordu: “ABD şu anda işe müdahil olmuş değil. Şu anda etkili olan Rusya’dır, İran’dır. Çin Rusya’nın yanında hareket ediyor. İkisinin takındığı tavır, İran’ın oradaki tutumunu etkiliyor.”
Erdoğan bile tabloyu artık böyle resmedebiliyorsa, izlenen politikanın yenilgisi kaçınılmazdır. Tek çıkış, İranlı Dörtlü Komisyon ile Suriye sahnesinden “onurlu” çekilmektir!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
20 Eylül 2012
BİRKAÇ MEHMET DAHA ÖLDÜ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 04/09/2012
BİRKAÇ MEHMET DAHA ÖLDÜ
PKK’nin Beytüşşebap saldırısının ardından birkaç Mehmet daha ölmüş oldu…
“Birkaç Mehmet öldü diye” toplanmayan TBMM, yine toplanmayacak. Çünkü AKP sözcüleri de ilan ettiler ki, TBMM’nin toplanması, PKK’ye teslimiyet anlamına gelir. Toplanmayarak, teslimiyetlerinin anlaşılmasını engellemiş oluyorlar!?
Başbakan Erdoğan daha köklü bir çözüm emretti: “Medya şehit haberlerini hiç vermesin, yok saysın.” Böylece birkaç Mehmet ölmemiş olacaktı!
Başbakan Erdoğan’ın talimatı medya yöneticilerini harekete geçirdi. Örneğin Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, Şemdinli’de hayatın normal olduğunu göstermek için dağa çıktı, çiçekli bir masa kurdu, sandalyeden manzara izledi…
Bakalım Beytüşşebap’ta birkaç Mehmet’in ölmesi nasıl yok sayılacak? Bakalım hangi medyanın genel yayın yönetmeni, Beytüşşebap dağlarında brunc verecek?!
3 YILDIR UYGULANAN REÇETELER
Son üç yılda, her “birkaç Mehmet öldüğünde”, daha ciddi reçete sunanlar da oldu elbette.
Kimi gerillaya karşı Özel Harekât Polisi önerdi, uygulandı!
Kimi, “düzenli ordu değil, özel birlikler dağa çıkmalı” dedi.
Sonra “profesyonel ordu” dediler, bedelli askerlik çıkardılar, kısmen paralı askerliğe geçtiler. Ancak yine de ölenler birkaç Mehmet’ti, Mehmet beyler değil!
Kimisi, Kandil’i havadan bombalayalım dedi, uygulandı. Jetler kayalıklara periyodik bomba bırakıp bırakıp döndü.
Kimisi “karakolları güçlendirelim” dedi, yakında “duvar örelim” de derler!
Kimisi “ABD’den istihbarat alalım” dedi, uygulandı; daha doğrusu ABD’yle anlık istihbarat paylaşıldı! ABD Türkiye’yle istihbarat paylaşırken, PKK’ye istihbarat sağladı!
ŞEMDİNLİ’DEN ÖCE OSLO’DA KUCAKLAŞILDI
3 yıl boyunca bu reçeteler uygulanırken, Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi Oslo’da PKK şefleriyle kucaklaşıyordu. Erdoğan’ın adamı, PKK şeflerinden, rahatsız oldukları kamu görevlilerinin ismini istiyordu.
PKK şefleri Oslo’da listeyi verirken, PKK itirafçıları da Silivri’de TSK komutanlarını şikâyet ediyordu özel yetkili savcılara, hâkimlere…
Hakan Fidan, Mustafa Karasu ve Sabri Ok’a, Erdoğan ile Öcalan’ın yüzde 95 anlaştığını müjdelerken, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, terör örgütü yönetmekten tutuklanıyordu!
Velhasıl BDP milletvekillerinin Şemdinli’de PKK’li teröristlerle kucaklaşmasından daha önce Erdoğan’ın temsilcisi Oslo’da o teröristlerin şefleriyle kucaklaşıyordu!
TERÖRLE MCÜADELE, ABD’YLE MÜCADELEDİR
Yani aslında “Siyasetle müzakere, teröristle mücadele” diyenler yalan söylüyordu; çünkü mücadele yerine müzakere ediyorlardı.
Çünkü mücadele etmek isteyenlere çözüm reçetesi hazırdı. Anımsatalım:
Tarih 20 Mart 1995. Türk Ordusu, Irak’ın kuzeyine 44 gün süren Çelik Harekâtı düzenledi. ABD, istihbaratını aldığı bu harekâtı önlemek için Gazi mahallesinde Alevi-Sünni çatışması tezgâhlamış ancak 10 gün erteletebilmişti. Bu nedenle Türk Ordusu, Başbakan Tansu Çiller’i bile harekât başladıktan birkaç saat sonra haberdar etmişti!
Sonuç mu? Türk Ordusu ABD’nin kukla devletini dağıttı, PKK’nin belini kırdı, CIA eğittiği beş bin peşmergeyi Guam adasına taşıdı!
Yani terörle mücadele için, ABD’yle mücadele edeceksin! Kendi topraklarında karakolunu savunmayacak, ABD’nin topraklarında PKK’yi vuracaksın!
Ha bunun için önce bağımsız ve milli olman gerekiyor tabi…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Eylül 2012