Posts Tagged Ahmet Davutoğlu
PARİS’E GÖRE DAVUTOĞLU GİDİCİ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 26/01/2013
Suriye krizi konusundaki son Washington ve Paris açıklamaları, Atlantik cephesi adına bu krizi yürüten Ahmet Davutoğlu’nu derinden sarsmış olmalı…
Önce açıklamaları anımsayalım:
ABD: HÜKÜMET İLANINDA ACELECİ DEĞİLİZ
Robert Ford, ABD’nin Suriye muhalefetinin kuracağı geçiş hükümetinde aceleci davranmadığını belirtti. El-Arabiya televizyonunun sorularını yanıtlayan Ford’un şu sözleri Suriye muhalefetinde hayal kırıklığı yarattı: “Mühim olan adım adım ilerlemektir. Biz, hükümetin ilanında acele edilmesinden yana değiliz. İlan edildiği zaman da biz o hükümetle ilişkiye girmeye hazır olacağız” diye konuştu.
Ford isim vermeden Türkiye’yi de uyardı: “Biz, Nusra Cephesi’ni, Irak’taki el-Kaide’yle ilişkisinden ötürü terör listesine ekledik. Dostlarımızın da bu cepheye karşı dikkatli olmalarını istiyoruz.”
Ford’un, ABD’nin eski Şam Büyükelçisi olarak Washington’un Suriye politikasını belirleyen ekipte yer aldığını belirtelim.
FRANSA: ESAD’IN DEVRİLECEĞİ BELİRTİSİ YOK
Reuters haber ajansının bildirdiğine göre Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın devrileceği yönünde hiçbir belirti bulunmadığını söyledi.
Yeni yılda basın mensuplarıyla yaptığı ilk toplantıda Suriye konusuna değinen Fabius gelinen noktayı şu sözlerle özetledi: “Durum değişmiyor, Beşar Esad’ın devrilmesini ve muhalif koalisyonun iktidara gelmesini kastederek söylüyorum, bizim umutlu olduğumuz çözüm yolu, gerçekleşmedi.”
Oysa Fransa, ABD’nin Kasım ayında Doha’da kurduğu Suriye Ulusal Koalisyonu’nu ilk tanıyan ülke olmuş ve Fabius da Aralık ayında, “Esad yolun sonuna geldi” demişti!
Peki, ne değişti?
RUSYA-İRAN-SURİYE CEPHESİNDE KARARLILIK
Değişen şu: Rusya ve İran, Esad’a destek kararlılığını sürdüreceğini ilan etti ve Şam rejimi de Esad’ın arkasında olduğunu bir kez daha vurguladı!
Önce Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov çıkıp “Esad’ın bırakma seçeneği yok hatta bu imkânsız” dedi. Ardından da Ayetullah Hamaney’in uluslararası ilişkiler danışmanı Ali Ekber Velayeti çıkıp “Esad kırmızıçizgimizdir” diyerek İran’ın kararlılığını gösterdi.
Şam rejimi adına da Velid Muallim çıkıp “Esad’ın bırakmasını isteyenler Suriye’de savaşın devam etmesine sebebiyet verirler” diyerek hem rejimin Esad’ın arkasında olduğunu, hem de Faruk Şara’nın çizgisine onay çıkmadığını ilan etti!
Nitekim Esad’ın son dönemde sık sık halkın karşısına çıkması ve “sonuna kadar mücadele edeceğini” belirtmesi, rüzgârın döndüğünün kanıtıydı.
FABİUS VE DAVUTOĞLU ÇUVALLADI
Tüm bu gelişmeler, aynı zamanda “Cenevre Mutabakatına dair Washington-Moskova anlaşmazlığı ABD lehine çözüldü” propagandasının da iflası anlamına geliyor. Şöyle ki, bir süredir ABD ile Rusya’nın “Esad’ın gitmesi” konusunda anlaştığı iddia ediliyordu.
Anımsanacağı gibi Cenevre toplantısında “Suriye’de siyasi çözüme ulaşılması için Şam yönetimi ile muhaliflerin katıldığı bir geçiş hükümeti kurulması” konusunda mutabakata varılmıştı. Üstelik Washington’un “Esad bu süreçte yer almamalı” talebi, Moskova’nın engeli nedeniyle mutabakata girememişti. Ankara da bu mutabakatı imzalamıştı.
Ancak son dönemde Paris ve Ankara merkezli bir iddiayla Moskova’nın tavır değişikliği içinde olduğu iddia edilmişti. Önce Fransa Dışişleri Bakanı Fabius “Moskova’nın Esad’dan uzaklaşarak kendileriyle Esad sonrasını görüşmeye başladığını” söylemiş; Davutoğlu da Rusya’nın kendileri gibi düşünmeye başladığını diline dolamıştı.
Gerçi Lavrov hem Fabius’u hem de Davutoğlu’nu sert bir üslupla yalanlamıştı ancak ikilinin söyledikleri iç kamuoylarında bir etki oluşturmuştu kuşkusuz…
TÜRKİYE GERİ DÖNÜŞLER Mİ YAPIYOR?
İşte ABD ve Fransa’dan gelen son iki açıklamayla hem Esad’ın ayakta olduğunun kabul edilmesi hem de rejim karşıtlarının hükümet kurma hamlesinin frenlenmesi, gerçek tabloyu resmetmiş oldu.
Daha da ötesi, varsa bir Washington-Moskova anlaşması ve çözümü, bunun ABD lehine değil, Moskova lehine olduğu görüldü!
Peki, bu gerçeklik Ankara’ya nasıl yansıyacak?
Lübnan’ın El Sefir gazetesinden Sami Klib’in iddiası çarpıcı: “Devam eden Esad karşıtı yorumlarına rağmen Türkiye, politikasında geri dönüşler yapıyor. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye krizinin içine girdiği çıkmazın boyutundan bahsederken, Paris kaynaklı bilgilere göre Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun önümüzdeki süreçte uzaklaştırılabileceği söyleniyor.”
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Ocak 2013
TC İLE PKK SAVAŞIYOR, AKP İSE TARAFSIZ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 22/12/2012
Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı atanması sonrasında faaliyete geçen bir kurum var: Stratejik Düşünce Enstitüsü SDE.
Bu kurumun kendisini nasıl tanımladığını aktarırsam eğer, sizler de SDE hakkında fikir sahibi olursunuz: “SDE, stratejik derinliğine ve tarihi sorumluluğuna doğru emin adımlarla yol alan Türkiye’nin ulaşmak istediği büyük devlet idealinde önemli bir dönüm noktasıdır.”
Bir kurumun kendisini “büyük devlet idealinde” nasıl önemli bir dönüm noktası görebildiği, kuşkusuz bilimin sınırları dışındadır!
Bir “dönüm noktası” olan bu kurumun Yüksek İstişare Kurulu’ndaki kimi isimler, SDE’nin misyonunu anlamamızı sağlayacaktır: Sacit Adalı, Mustafa Karaalioğlu, Doğu Ergil, Faik Tarımcıoğlu, İhsan Dağı, Osman Can, Salim Uslu, Ümit Fırat…
SDE’nin Başkanı ise televizyonlarda hemen her gün gördüğünüz bir isim: Yasin Aktay. Kendisi son olarak AKP’nin MKYK üyesi oldu!
AKP’NİN BAŞ DÜŞMANI TÜRK ULUSALCILIĞI
Derdimiz size bir kurumu tanıtmak değil elbette; bu kurumun hazırladığı “Türkiye’nin Demokratik Dönüşümü 2002-2012” isimli çalışmayı sorgulayacağız.
Yasin Aktay, SDE’nin 148 sayfalık bu çalışmasıyla ilgili Star gazetesine yaptığı açıklamada üç önemli ve kritik konuda kendisinin, daha doğrusu partisinin görüşlerini ortaya koyuyor:
1. Aktay, öncelikle Türk ulusalcılığını hedef alıyor: “Kürt ulusu diye yola çıktığınızda, zaten Kürtlerin de Türkiye’nin de başına bunca iş açmış olan Türk ulusalcılığına simetrik bir yanlış talebinde bulunmuş oluyorsunuz. Hani ulusalcılık kötü bir şeydi? Türk ulusalcılığı Kürt sorununu doğurdu diyorsak Kürt ulusalcılığının nelere kadir olabileceğini Allah bilir.”
Aktay’ın daha doğrusu AKP’nin “Türk ulusalcılığını” hedef alarak “dönüştürmeye” soyunduğu Türkiye kuşkusuz artık “demokratik” değildir! Nitekim Başbakan Erdoğan açık bir şekilde “kuvvetler ayrılığını” yani demokrasiyi ayak bağı gördüğünü ilan edebilmektedir.
AKP, HEP’İN HEDEFLERİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ
2. Yasin Aktay, Türkiye’yi dönüştürme faaliyetleri sırasında kimin hedefini gerçekleştirdiklerini de açıklıyor!
Aktay’a göre 1993 yılında Halkın Emek Partisi HEP’in “Barış Çağrısı” metni ile talep ettiği 23 maddenin neredeyse tamamı AKP’nin 10 yıllık iktidarı döneminde karşılandı!
Elbette “demokratik haklar” kategorisi içinde değerlendirilebilecek haklara kimsenin itirazı olamaz. Ancak AKP’nin HEP’in hedefini gerçekleştirmiş olması, üzerinde durulması gereken bir konudur! Zira HEP bugün BDP’dir.
AKP, TC VE PKK’YE EŞİT MESAFEDE
3. Yasin Aktay’ın şu görüşleri ise “Türkiye’yi dönüştüren” AKP’nin misyonunu ortaya koymaktadır: “Esasen PKK şiddeti devlet direncini asla geriletebilecek bir unsur olmadı. Aksine iki tarafın şiddeti birbirlerini besliyordu. Bu savaşa dur demek için savaşın dışındaki bir unsurun devreye girmesi gerekiyordu. AK Parti bu sistemin dışında bir parti olarak, iki tarafın şikeli savaşlarını durdurmaya çalışınca her ikisinin silahı da AK Parti’ye döndü. AK Parti kendi tabanı üzerinden halkın klasik devlet anlayışı tarafından işlenmiş bu ulusalcı anlayışını rehabilite etti diyebiliriz.”
Özetle Aktay, “Türk devleti ile PKK’nin savaştığını, tarafsız olan AKP’nin ise bu savaşı durdurmaya soyunduğunu” söylüyor!
Daha açık ne söylesin ki?!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
22 Aralık 2012
HAVA DÖNÜYOR
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 16/12/2012
19 Mayıs’ta başlayan büyük devrimci atılımla birlikte Türkiye’de hava dönüyor.
BU CEPHEDEN İŞARETLER
240 bin gencin 19 Mayıs’ta Dolmabahçe’ye yürümesi, Hatay halkının 16 Eylül’de Suriye’yi parçalama planına karşı ayağa kalkması, öncülerin 29 Ekim’de Ulus’ta geniş kitlelerle birleşmesi ve 10 Kasım’da Tandoğan’da “Cumhuriyetin yeniden inşası” kararlılığı sergilemesi, aydınlık yarınların işaretiydi.
O işaret 13 Aralık’ta, Silivri kuşatmasında daha da büyüdü…
Havanın döndüğüne dair işaretler sadece bu cephede değil, karşı cephede ve ara cephede de gözleniyor:
KARŞI CEPHEDEN İŞARETLER
1. Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Neşe Düzel ve Murat Belge dörtlüsünün gazetelerinden istifa etmesi ile Taraf çarpışmada bertaraf olmuştur. Ergenekon tertipleri için piyasaya sürülmüş bir gazetenin tam da şimdi çökmesi, havanın döndüğünün ve sürecin artık tersine işleyeceğinin işaretidir.
Alkım’ın 15 milyonluk binasının yasal sorunlarından başlayarak yazılan senaryoların toplamı bile bu gerçeği değiştirmez: Taraf’la birlikte Ergenekon tertibi de çökmüştür!
2. Son dönemde yandaş basının kritik konularda ikiye bölünmesi, birinin ak dediğine diğerinin kara demesi dikkatli okunmalıdır.
3. Tertipte yeni bir hamle yapabilmek için tezgâhladıkları “Özal zehirlendi” komplosunu gerçekleştiremediler. Tüm kışkırtıcı yayınlara, Adli Tıp Kurumu’nun raporundan önce piyasaya sürülen “zehirlendiği doğrulandı” türü yalan haberlere rağmen, sonuç alamadılar!
Bu arada “Özal zehirlendi” iddiasının ve iddiayı kanıtlamak üzere yapılan hamlelerin Başbakanlıktan değil de Cumhurbaşkanlığı katından gelmesini lütfen not ediniz!
4. Ahmet Davutoğlu’nın Fas’ta Aslı Aydıntaşbaş’a “Ben şahsen bu noktadan sonra Esad kalacak olsa bile elini sıkmaktansa istifa etmeyi tercih ederdim” demesi, Gül-Davutoğlu ikilisinin yenildiğinin ilanıdır!
ARA CEPHEDEN İŞARETLER
5. Abdullah Gül’ün Ergenekon tertibindeki rolünü en somut ortaya koyan “Bulun bir savcı, delillendirin” sözlerinden sonra, yeni bir kanıt daha ortaya çıktı.
Can Dündar’ın, Gül’ün 2007 yılında, henüz Ümraniye bombaları iddiası yeni ortaya atıldığında, bir grup gazeteciye, ama “yazılmamak koşuluyla” söylediği “Bu bombalara dikkat edin, bunun arkası gelecek” cümlesini, tam da bu süreçte yazabilmesi “havanın döndüğünü” göstermektedir!
6. Silivri zindanına yapılan gazeteci ziyaretlerinin artması, Ertuğrul Özkök’ün bile korkusuzca bu kervana katılabilmesi, hatta Mehmet Ali Birand’ın Ergenekon davasının bir itibarının kalmadığını yazabilmesi havanın döndüğünü göstermektedir. Zira medyada bu iki isimden daha iyi koku alabilen kimse yoktur!
7. 50 CHP milletvekilinin, yeni CHP’ye rağmen Silivri’ye gelmeleri ve devrimci tutum sergilemeleri hem çok önemlidir hem de havanın döndüğünün somut işaretidir.
NE YAPMALI?
Yeni Anayasa, Eyalet Modeli ve Başkanlık Sistemi dayatmasına karşı yapılan “Milli Anayasa Forumları”, hem en geniş kitlelerle birleşti hem de “milli merkez” ihtiyacını ortaya koydu.
Şimdi bu “milli merkezi” inşa etmek ve Dolmabahçe-Hatay-Ulus-Silivri eksenli bir devrimci kuvvete dönüştürmek, Mustafa Kemal’in askerlerinin görevidir!
Dolmabahçe’deki gençliğin, Hatay’daki halkın ve Ulus’taki milletin Silivri’deki devrimcilikle birleşmesi tarihidir. Bu birleşimin, izleri beliren emekçi hareketiyle buluşması yeni bir Türk devrimini gerçekleştirecektir!
Yakındır!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Aralık 2012
OBAMA’DAN SOPA, PKK’DEN HAVUÇ
Posted by Mehmet Ali Güller in Aydınlık Gazetesi Yazıları, Politika Yazıları on 28/11/2012
Dün Pentagon’un havuç olarak Türkiye’nin önüne koyduklarını bugün PKK’nin koyuyor olması, birincisi örgütün ABD’nin stratejik piyonu olduğunu ortaya koyması bakımından, ikincisi de “Büyük Kürdistan’ın” stratejik bir hedef olması bakımından önemi var. Ama daha önemlisi, Türk devletinin ne hallere düşürüldüğünü göstermektedir!
AKP’nin Oslo’da masaya oturduğu üç PKK yöneticisinden biri olan Zübeyr Aydar, havucu Aslı Aydıntaşbaş’la söyleşisinde uzatıyor: “Aslında Suriye’nin Kürt bölgesi de, Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde. Bunları tartışmalıyız. Türkiye’nin Kürtlerle büyümesi lazım.” (Milliyet, 27 Kasım 2012)
Kuşkusuz bu havuç, Obama’nın Erdoğan’a gösterdiği “beyzbol” ve Washington Post’ta dile getirilen “Kürt Baharı” sopasıyla birlikte değerlendirilmelidir.
BARZANİSTAN, KERKÜK HAVUCUYLA İNŞA EDİLDİ
Musul ve Kerkük havucu ilk Turgut Özal’a sunulmuş ve o da bu havucu, “ABD ile hareket edersek, bir koyup üç alacağız” diyerek TSK’ye yedirmeye çalışmıştı.
Bu havuç, 1992’de ABD Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti inşa etmeye başladığında, sık sık Ankara’ya uzatıldı. Washington kimi zaman Kerkük havucuyla, kimi zaman da ekonomik kriz gibi, Gazi provokasyonu gibi, siyasal cinayetler gibi sopalarla bu kukla devleti adım adım oluşturdu.
AKP hükümetleri döneminde ise Kerkük havucuna pek gerek kalmadı. AKP, bir ABD kartı olarak Washington’un “Büyük Kürdistan” stratejik hedefine zaten uyumluydu. BOP eşbaşkanlığı tam da bu “uyum” demekti.
Örneğin son olarak Ahmet Davutoğlu, Bağdat’a cephe açmak üzere Kerkük’e gitmiş ve Araplara karşı Türkmen-Kürt ittifakı arayışına girmişti. Bu kez Kerkük’ün kendisi havuç olmaktan çıkmış, Kerkük’ten döşenecek boru hattı AKP için yeterli olmuştu.
BÜYÜK KÜRDİSTAN’IN 4 AŞAMASI
Zübeyr Aydar’ın Suriye’nin Kürt bölgesini de Musul ve Kerkük gibi Misak-ı Milli sınırları içinde sayarak AKP’ye göz kırpması, “Büyük Kürdistan” stratejik hedefi nedeniyledir.
Çünkü dört aşamalı Büyük Kürdistan hedefinin ikinci aşaması, Irak’ın kuzeyindeki yapının Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılmasıdır. Üçüncü aşamada, bu yapının Türkiye ile birleştirilmesi var. İkinci ve üçüncü aşamalar, iç içe ve paralel ilerleyecektir.
Dördüncü aşama ise Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan ermesi ve Türkiye’den kopması aşamasıdır.
ATLANTİK’İN HAYALİ SÖNÜYOR
AKP’nin, “Türkiye’nin ABD’nin kanatları altında büyüyebileceği” iddiası ABD’nin Büyük Kürdistan stratejik hedefi içindedir. AKP’nin PKK’yle müzakerelerinden tutun, savurduğu “Türkiye ya büyüyecek ya da küçülecek” tehdidine kadar her hamlesi, Washington’un planıyla uyumludur.
Ahmet Davutolu bu yüzden “Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak” demiştir. Hakan Fidan bu yüzden “dış politika konusunda dinamik bir süreçte” olunduğunu belirterek, “Türkiye, düzen kurucu roldedir” demiştir.
Davutoğlu’nun “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız.” demesi, bir Atlantik projesi söylemidir.
AKP, bölgede Türk-Kürt ittifakına dayanarak büyüyecek(!) ve Türkiye’yi genişletecektir! Bağdat’a karşı Erbil’le mutabakatı, PKK’yle müzakereleri ve Esad’a karşı “Kürt koridoru” işlevli “tampon bölge” arayışları bundandır.
Ancak, bu plan düne göre artık daha zordur. Nitekim Büyük Kürdistan hedefinin birinci aşaması olan ve Irak’ın kuzeyinde Erbil merkezli kurulan küçük Kürdistan, bugün Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin taarruzu altındadır.
Ne ABD’nin Çin-Rusya cephesini yarması mümkündür, ne de AKP-PKK-Barzani ittifakının İran-Irak-Suriye hattını aşabilmesi…
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Kasım 2012