Posts Tagged Davutoğlu

PKK’Yİ ARTIK ERDOĞAN YÖNETİYOR

Son bir aydır ısrarla yazıyoruz: AKP-PKK “barışının” sahibi ABD’dir. “Barışın” nedeni ABD ve İsrail’in Ortadoğu çıkarlarıdır. İsrail’den gelen “özür”, “barışa” bölgesel cephe yaratmak içindir. “Barışın” taktik hedefi önce Suriye, sonra da İran’dır. “Barışın” stratejik hedefi Türkiye’dir; Türkiye’nin küçültülüp, Büyük Kürdistan’ın kurulmasıdır.

Yani “Amerikan barışı” aslında bölgeye açılan savaştır. Gerisi laftır, hikâyedir!

Dolayısıyla ortada bir Türk-Kürt barışı ya da kardeşlik projesi yoktur. Ne vardır? Türk ve Kürt’ü Ortadoğu’da ateşe sürmek, Arap ve Fars’a düşman yapmak vardır.

Yazdıklarımıza inanmayanlar, Amerikan barışının sözcülerinden Aysel Tuğluk’un üç gündür Radikal’de yazdıklarını okusunlar.

PKK’YE SURİYE VE İRAN GÖREVİ

Aysel Tuğluk açıkça söylüyor: “Bölge üzerine politika yapan ve bölge gücü olan hiç kimse silahtan arınmış bir PKK seçeneğine hazır değil.”

Tuğluk üstelik basında yazılanların da yalan olduğunu belirtiyor: “Dolayısıyla silahsızlanma meselesi zannedildiğinin aksine İmralı’daki tartışmaların merkezinde değil, böyle bir talep de yok.” (Radikal, 10 Nisan 2013)

Peki, Erdoğan ile Öcalan PKK’nin silahsızlanmasını konuşmuyorsa, neyi konuşuyor? Onu da ertesi gün yazmış Tuğluk: “PKK’nin ne olacağına dair soruya verilecek cevap konusunda açık yürekli olmak gerekiyor. En az önümüzdeki çeyrek asır boyunca Kürtlerin var olduğu her yerde PKK de çeşitli biçimlerde olacak. Suriye’de bir süre daha silahlı; İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı; Avrupa’da kurumsal vs. PKK, Türkiye’de de çeşitli biçimlerde olacak. Ancak Öcalan’ın yeni dönem kurgusunda PKK’nin silahlı güçlerini Türkiye siyasal sahasının dışına geri dönüşsüz biçimde çıkarmak var.” (Radikal, 11 Nisan 2013)

Ne diyordu Öcalan İmralı zabıtlarında: “Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)

Yani anlayacağınız ABD asıl şimdi silahlandırıyor PKK’yi; Suriye’ye ve İran’a saldırması için büyütüyor, Erdoğan’ın denetimine veriyor! (PKK bu nedenle bölünmeye gebedir.)

ERDOĞAN PKK’Yİ SURİYE ÜZERİNE SÜRDÜ

Nitekim PKK’yi silahlandırma ve bölgeye sürme operasyonu aslında çoktan başlatılmıştı. “PKK’nin Esad’ın kartı olduğunda” ısrar edenler, umarız birincisi PYD’nin Suriye güvenlik güçlerine saldırıya geçmesini ve ikincisi de Erdoğan’ın Kırgızistan’dan söylediği şu cümleyi doğru okurlar: “Türkiye’den Suriyeli olan PKK’lilerin bir kısmı Suriye’deki gelişmeler arttıkça geçmişlerdi.” (Hürriyet, 11 Nisan 2013)

Erdoğan çok açıkça PKK’nin, kendisine verilen “Esad’ı yıkma” görevinin bir parçası olduğunu söylemiş oluyor.

Yani artık PKK’yi ABD adına Erdoğan yönetiyor!

TSK’YE İSRAİL SİGORTASI

Kuşkusuz ABD, PKK’nin askeri varlığına dayanarak bölgeyi dizayn edemez! ABD’nin bölge planlarının olmazsa olmaz şartı asıl TSK’nin kullanılmasıdır! ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, bu nedenle Erdoğan ve Davutoğlu’na “Ergenekon ve Balyoz’da kantarın topuzu kaçıyor, Türk Ordusu bize lazım” mesajı vermiştir. (Savaş Süzal, Yeni Çağ, 9 Nisan 2013)

TSK’yi bölgeye sürmeden planlarını gerçekleştiremeyeceğini bilen ABD, anlaşılan Ergenekon tertipleriyle karargâhına diz çöktürülen Ordu’nun kıvama geldiğini ve yeni 1 Mart tezkere sürprizleriyle karşılaşmayacağını düşünmektedir.

Ancak bunun en önemli sigortalarından biri, Türk ve İsrail ordularına “ilişki” sağlamaktır.

İşte ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel de bu ilişkiyi sağlamak üzere Türkiye’ye geliyor: “Hagel’in ziyareti sırasında Türkiye ve İsrail arasındaki askeri işbirliğinin güçlendirilmesi, savunma antlaşmalarının imzalanması ve beraber tatbikat yapması konuşulacak. Suriye’deki iç savaşın da gündemde olması bekleniyor.” (Milliyet.com.tr, 13 Nisan 2013)

PLANI 8 NİSAN BOZAR!

Peki, tablo bu denli karanlık mı? Bu plan yıkılamaz mı?

8 Nisan’dan bakınca ben aydınlık görüyorum… 8 Nisan’da barikatı yıkan millet, Türk’üyle, Kürt’üyle bu planı da er geç yıkacaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Nisan 2013

, , , , , ,

Yorum bırakın

ABD İLE AKP ARASINDAKİ ÇATLAK

ABD ile AKP arasında, başta Irak ve Suriye konusunda olmak üzere bir çatlak oluşmaya başladığı görülüyor. Ancak bu çatlağın esas olarak ABD içi çatlağın bir yansıması olduğunu söylemeliyiz. Bu durum AKP’yi oluşturan koalisyon içinde de kırılmalara dönüşüyor.

Bu çatlağın izleri özellikle ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin son konuşmasında iyice belirginleşti.

ABD’DE İÇ YARILMA

ABD’deki çatlağın kaynağı ekonomik kriz… ABD için krizin en hasar veren sonucu ise Türkiye’nin milli gelirinden bile büyük olan bütçe açığı vermesidir. Bu açık, bütçe kesintilerini zorunlu kılıyor. Bütçe kısıntıları da en çok askeri harcamalara yansıyor.  Bu da haliyle ABD’nin silahlı dış politikasını etkiliyor.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta durumu şu sözlerle özetliyor: “Kongre, 1 Mart’ta otomatik olarak devreye girecek bütçe kesintilerinin önüne geçecek bir adım atamazsa, ordu ciddi zaafa uğrayacak, dünya genelindeki krizlere yanıt verebilme kabiliyeti azalacak.”

Obama yönetimi ekonomik kriz nedeniyle bir süredir içe yönelmiş ve ağırlığı krizin etkilerini azaltmaya vermiş durumda. Bu durum ABD’yi başta Suriye olmak üzere kimi konulara zorunlu olarak “aktif” müdahale edemez hale getiriyor.

Ancak Obama yönetiminin “geri çekilme” hamleleri hâkim sınıflar içinde şiddeti artan bir çarpışmaya da dönüşmüş durumda.

Örneğin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus üçlüsüne ait Suriye planının Obama tarafından reddedildiğinin kamuoyuna duyurulması önemli. Bu hamle üzerine Senato’da Panetta’ya “Suriye muhalefetine silah yardımı yaptık” dedirtildi. Ancak neticede üç isim de değişik yollarla tasfiye edildi.

SURİYE KONUSUNDA FARKLILIK

ABD, Türkiye’nin Suriye’ye aktif müdahale edilmesi çağrısına olumlu yanıt veremiyor. AKP hükümeti ise Beşar Esad’ı tek başına deviremiyor. Erdoğan ABD’nin tutumunu önce Kasım’daki seçimlere bağladı ama durumun değişmeyeceğini gördü. O yüzden Suriye sahnesinden çekilme arayışlarına girdi ve Esad karşıtı sert sözlerine rağmen, Moskova ve Tahran’ın dâhil olduğu çözüm modellerini gözden geçirmeye başladı.

Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu ise Suriye sahnesinde aktif bulunma çizgisinde ısrar ediyorlar.

Öte yanda İsrail’in Suriye’yi vurmasının ardından Erdoğan ile Davutoğlu’nun tepkilerinin içerik farklılığı da dikkat çekiciydi. Erdoğan İsrail’i kınarken, Davutoğlu “Esad neden İsrail’e çakıl taşı bile atmadı” diye soruyordu. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı da Erdoğan’dan ziyade Davutoğlu’na yüklendi ve onu “ortamı kızıştırmaya” çalışmakla suçladı!

ABD’NİN MALİKİ’YE MECBURİYETİ

ABD Büyükelçisi Ricciardone, AKP’nin Irak politikasına yönelik kimi eleştirilere resmiyet kazandırdı. Ricciardone, Türkiye’nin Bağdat’a rağmen Erbil’le yakınlaşmasını ve petrol politikalarını yanlış bulduklarını, Irak’ın bütünlüğünden yana olduklarını belirtti özetle.

Böylece Ankara’da yükselen “Washington neden Nuri El Maliki’ye haddini bildirmiyor” serzenişi de yanıtını bulmuş oldu. Gerçekte Irak’ın birliğini savunmayan ABD, şu aşamada bir alternatifi olmayan ve Irak’ta gücünü artıran Maliki’yi karşısına alamazdı elbette!

RİCCİARDONE İLE ERDOĞAN AYNI ŞEYİ SÖYLEDİ

Ricciardone ayrıca uzun tutukluluğu ve askerlerin terörist ilan edilmesini, toplamda da yargı sistemini eleştirdi.  Kuşkusuz bu sözler normalde bir büyükelçisinin görevi de değildir, haddine de değildir. Ancak yargısının “uyumlulaştırılması” için Adalet Bakanlığı’na ABD’li danışman kabul eden ve polisinin FBI’ya Ergenekon brifingi vermesini isteyen bir hükümet için durum maalesef olağandır, normaldir.

Buna rağmen AKP sözcüsü Hüseyin Çelik çok sert açıklamalar yaptı ve “acemi büyükelçi haddini bilmeyi öğrenememiş” dedi. Oysa Ricciardone’nin eleştirileri Erdoğan’ınkiyle aynıydı ve onu tamamlıyordu. Dahası ABD Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland, Ricciardone’nin sözlerinin daha önce Hillary Clinton tarafından muhataplarına söylendiğini, yeni Bakan John Kerry’nin de aynı şeyleri söyleyeceğini ilan etti.

ERDOĞAN DOĞU’YA BAKIYOR

Sonuç olarak hem ABD’de hem de AKP’de çatlak var. Bu durum ABD’nin bir parçasıyla AKP’nin bir parçasını en temel konularda karşı karşıya getirmeye başladı.

Erdoğan’ın ŞİÖ seçeneği hamlesiyle Batı’ya sırtını dönmeden Doğu’ya da bakması ve bölge kuvvetleriyle ortaklık araması bu nedenle önemli…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Şubat 2013

, , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

KÜRT KORİDORU ÇATIŞMASI

Batı’nın Basra Körfezi’nden Akdeniz’e uzanacak Kürt Koridoru hedefi, aynı zamanda Ortadoğu haritasının yeniden şekillenmesi demek! İşte bu eksende, Doğu ile Batı arasında kıran kırana bir mücadele yaşanıyor. Doğu’nun üstünlüğü ele geçirmesi ise Batı’nın içinde yarılmalara, ABD’de iç çarpışmaya ve ABD’nin bölgedeki kartlarının iç kuvvet mücadelesine dönüşüyor: New York-Tel Aviv cephesi, Obama-Biden-Kerry-Hagel dörtlüsünün Clinton-Petraeus ikilisini tasfiye etmesi üzerine harekete geçti:

9 Ocak 2013: PKK’li 3 kadına Paris’te Kürt Enformasyon Bürosu’nda suikast düzenlendi. PKK çevresine 2 yıl önce giren Ömer Güney, suikastın tetikçisi olduğu iddiasıyla tutuklandı.

MİT elemanı Murat Şahin, Ömer Güney’i tanıdığını açıkladı. Şahin, MİT’te amiri olan Teyze’nin kendisine daha önce Güney’in fotoğrafını gösterdiğini söyledi. Şahin, Devrimci Karargâh operasyonu sırasında tutuklanmış, MİT elemanı olduğu anlaşılınca serbest bırakılmıştı.

Bir iddiaya göre öldürülen kadınlardan PKK kurucusu da olan Sakine Cansız, bir süre önce Milano’da önemli bir dosyaya erişmişti. Dosya, PKK’ye yardım edenlerin listesiydi ve paravan örgütlerin hangi ülke istihbaratına ait olduğu da o dünya tarafından biliniyordu. Brüksel oldukça rahatsızdı. İddiaya göre Cansız Köln’de MİT’le iki kez görüştü ve bu dosyanın pazarlığını yaptı. Ancak MİT dosyayı alabildi mi, bilinmiyor.

16 Ocak 2013: Ded Hasan isimli Kürt asıllı Rus mafya lideri, Moskova’da bir restoran çıkışında suikasta uğradı. Olayın arkasında, halen İspanya’da cezaevinde tutuklu olan Şakro lakaplı Rus mafyası Zahariy Kalaşov’un olduğu açıklandı. Rusya İçişleri Bakanlığı yetkilileri, Ded Hasan’ın PKK’ye silah temin eden isimlerin başında geldiğini duyurdu.

26 Ocak 2013: MİT, CIA’nın verdiği istihbaratla, Ankara’da bir otelde Süleyman M.’ye operasyon yaptı. CIA’nın istihbaratına göre Süleyman M. El Kaide’nin Pakistan’da öldürülen lideri Usame Bin Ladin’in damadıydı ve 11 Eylül 2001 olaylarından sonra İran’da bir kampta saklanmıştı. Tahran yönetimi çıkmaya zorlayınca, sahte Suudi Arabistan pasaportuyla Ankara’ya giriş yapmıştı.

Haber, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne canlı bombayla saldırı düzenlendiği gün Milliyet’in sürmanşetindeydi. Büyükelçilik önünden CNNTürk’ün canlı yayınına katılan Fikret Bila, Bin Ladin’in damadına operasyonun aslında beş gün önce yapıldığını açıklıyordu.

28 Ocak 2013: Suriye’den gelebilecek füzelere karşı olduğu iddia edilen NATO Patriot bataryaları, İncirlik Üssü’nü ve Kürecik Radarını koruyacak şekilde yerleştirilmeye başlandı ve ilk batarya faaliyete hazır hale geldi.

31 Ocak 2013: İsrail, Şam’ı vurdu. Bir iddiaya göre İsrail’in vurduğu hedef İran’ın Devrim Muhafızlarının karargâhıydı, diğer iddiaya göre ise Rus üssüydü.

Şam yönetiminin üstünlüğü tamamen ele geçirdiği, Suriye Ordusu’nun kuzeye doğru taarruza başladığı, Beşşar Esad’ın hemen her gün kamuoyunun önüne çıkarak Suriye halkına büyük moral verdiği ve Suriye muhalefetinin çatı örgütü olan SUKO’nun Başkanı El Hatip’in Şam yönetimiyle diyaloga hazır olduklarını açıkladığı bir sırada İsrail’in Şam’ı vurması ve ülkenin güneyi için tehdit oluşturması, en çok Gül-Davutoğlu cephesine yaradı. Nitekim Erdoğan, İran’ı İsrail’i kışkırtmakla suçladı!

1 Şubat 2013: ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne canlı bomba saldırısı oldu. Eylemi DHKP-C üstlendi! Saldırgan DHKP-C’nin Ahmet Necdet Sezer affıyla salıverilen Ecevit Şanlı isimli bir militanıydı! Ulusalcı isimli saldırgan, laik cumhurbaşkanı tarafından affedilmiş ve bir sol örgüt adına eylem yapmıştı!

Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlar, 18 Ocak 2013’te, DHKP-C’yle ilişkili oldukları iddiasıyla gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Yani Ecevit Şanlı’nın saldırısı, istihbarat dünyasını için değil ama genel kamuoyu açısından olağandı!

2 Şubat 2013: Münih Güvenlik Konferansı sırasında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile SUKO Başkanı El Hatip’le baş başa ve ilk defa görüştü! ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, görüşmenin baş başa olması yerine, kendisiyle birlikte BM Özel Temsilcisi Lahdar Brahimi’nin de katılacağı bir dörtlü zirveye çevrilmesi için uğraştı ama Moskova’nın engelini aşamadı.

Öte yandan ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Minih’te, İran’la doğrudan görüşmelere açık olduklarını da ilan ediyordu.

3 Şubat 2013: Kerkük Emniyet Müdürlüğü’ne intihar eylemi düzenlendi. 33 kişi öldü, 70 kişi yaralandı. Irak’ın düğümü olan Kerkük, Barzani’ye göre Kürdistan’ın kalbiydi; çünkü petrol yatağının tam üzerinde… Barzani’nin nüfus yığdığı Kerkük’ün statüsü için gereken referandum yıllardır yapılamıyor. Ahmet Davutoğlu geçen yıl Kerkük’ü Bağdat’tan izinsiz ziyaret etmiş ve tepki görmüştü. Türkmenler ise, Kerkük’ün Ankara-Erbil ittifakı için Barzani’ye peşkeş çekilmesine itiraz ediyor ve Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yi destekliyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Şubat 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

DAVUTOĞLU TASFİYE Mİ EDİLDİ?

Dolmabahçe fotoğrafı aslında çok şey anlatıyor. 3 Türk ile 3 Rus yetkilinin müzakere görüntüsünden bahsediyoruz… Bu tip heyetler arası görüşmelerde her yetkili kendi mevkidaşının karşısında yer alır. O fotoğrafta ise farklıydı…

Tamam, Putin’in karşısında Erdoğan oturuyordu ama Rusya Dışişleri Bakanı’nın karşısında Ömer Çelik, Putin’in dış politika danışmanının karşısında ise Ahmet Davutoğlu oturuyordu!

Yoksa hükümette adı konmamış bir görev değişikliği mi vardı? Ahmet Davutoğlu danışmanlığa dönmüş, Ömer Çelik de Dışişleri Bakanı mı olmuştu?

ÖMER ÇELİK DENETÇİ Mİ?

Bu tablo aslında bir süredir sergileniyor… AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, yurt dışı gezilerinde Erdoğan’a Dışişleri Bakanı gibi eşlik ediyor! Ya da Davutoğlu’nun gezilerinde Ömer Çelik mutlaka yer alıyor! Denetçi gibi…

Ufuk Ötesi’ni düzenli izleyen okurlarımız, Suriye konusunda son dönemde AKP içinde bir kırılma yaşandığını, Erdoğan ile Davutoğlu-Gül arasında farklılıklar belirdiğini, Erdoğan’ın Suriye sahnesinden çekilmek için İran ve Rusya ile müzakerelere yeşil ışık yaktığını anımsayacaklardır…

İşte bu fotoğraf, anlatmaya çalıştığımız ayrışmayı sergiliyor.

ANKARA-MOSKOVA HATTINA ABD SABOTAJI

Bakın bir ayrışma olduğunu başka nasıl anlıyoruz:

Dikkat ettiyseniz Erdoğan ile Putin’in buluşması aşağı yukarı her gazeteye olumlu yansıdı. Manşetlerde Erdoğan ile Putin’in Suriye konusunda birbirlerine yaklaştığına dikkat çekildi. Kimi gazeteciler konumları gereği Erdoğan’ın Putin’e değil, Putin’in Erdoğan’a yaklaştığını iddia ettiyseler de, ortada bir yakınlaşma vardı nihayetinde!

Tüm gazeteler Suriye konusunda Türkiye ile Rusya arasındaki görüş farklılığı makasının daraldığını saptıyordu. Başlıklar da öyle…

Peki, ideolojik bir araç işlevi olan ünlü Amerika’nın Sesi nasıl verdi bu haberi? İnternet sitelerindeki manşetlerinde başlık şöyleydi: “Putin ve Erdoğan, Suriye konusunda uzlaşamadı!

Bu manşet hem Moskova’dan kalkan Suriye uçağının CIA istihbaratıyla neden zorla Ankara’ya indirildiğini açıklıyor, hem de “füze yerine elektrik teçhizatı çıkan” operasyonun neden Ankara-Moskova hattında soğutulduğunu açıkılıyor!

MOSKOVA’NIN ANKARA’YA TEKLİFİ

Putin basın toplantısında çok açık bir şekilde ”Suriye’de pozisyonlarımız aynı ama hangi metotları kullanacağımız konusunda farklılık var” dedi. Bu söz tescilli Amerikancı gazeteciler tarafından her ne kadar “Esad’ın sandalyesini kim tekmeleyecek” şeklinde sunulduysa da, Ankara ile Moskova’nın “pozisyon yakınlaşması” içinde bulunduklarını dünyaya ilan etmesi çok önemli!

Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 23 Kasım’da Moskova’da yaptığı basın toplantısında çok önemli bir bilgi vermişti: “Biz, Ankara ve Şam arasında doğrudan diyalogun kurulmasını teklif ettik. Maalesef, teklif henüz yerine getirilmedi, ama halen yürürlükte.

Erdoğan ve Putin’in 3 Aralık’taki buluşmasında işte bu teklif de konuşuldu. Nitekim önce Putin “Görüşmede yeni görüşler dile getirildi” dedi, ardından da Erdoğan şu sözlerle tamamladı: “Komşumuz Suriye’de barış ve istikrarın yeniden tesis edilmesi, hiç kuşkusuz hem ülkemiz hem de bölge için hayati bir öneme sahiptir. (…) Suriye’de akan kanın bir an önce durmasını istiyoruz. Dışişleri bakanlarımız bu konuda daha yoğun bir çalışma yolunda adımlar atacaktır.

Peki, daha önce Suriye politikası nedeniyle “Rusya’nın cezalandırılmasını” isteyen Davutoğlu, Erdoğan’ın işaret ettiği bu çalışmayı yürütebilir mi? Ya da Lavrov’un karşısında Davutoğlu yerine Ömer Çelik’in oturmasının sebebi bu mu?

ERDOĞAN PATRİOT’U BASINDAN ÖĞRENDİ!

Suriye konusunda yaşanan bu değişikliğin nedenlerinin başında kuşkusuz “Kürt koridoru” geliyor. Son dönemde Washington’dan Ankara’ya gelen “Suriyeli Kürtlerle anlaşın” baskısı, Suriye sahnesinden çekilme arayışlarını hızlandırdı!

İşte NATO ve Patriot meselesi de aslında bu arayışa Washington’un yanıtıdır. ABD ve Davutoğlu, Patriotlarla Türkiye’yi sahnede kalmaya mecbur etmeye çalışıyor.

Erdoğan ile Davutoğlu’nun basına yansıyan “Patriot istendi, istenmedi” tartışması da bu nedenledir. Türkiye Cumhuriyet Başbakanı, ülkesinin NATO’dan resmen Patriot istediğini basından öğrenmişti!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
5 Aralık 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

ATLANTİK SURİYE’DE BÖLÜNDÜ

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, Türkiye merkezli Suriye Ulusal Konseyi SUK’u “artık muhalefetin lideri görmediğini” ilan etmesi büyük bir kırılmadır. Washington ayrıca Suriye muhalefetinin merkezini Türkiye’den Katar’a taşıyacağını da açıklamıştır.

ŞAM CEPHESİ’NİN BAŞARISI

Clinton’un neden SUK’un muhalefetin lideri olamayacağını açıklarken kullandığı “muhalefet 40 yıldır Suriye’de bulunmayan kişiler tarafından temsil edilemez” argümanı göstermeliktir.

ABD bu açıklamayla 20 aylık başarısızlığı perdelemeye çalışmakta ve sorumluluğu Türkiye ile SUK’a havale etmektedir.

Oysa Atlantik cephesinde bir kırılmaya yol açan bu gelişmenin esas nedeni Rusya-Çin-İran destekli Şam cephesinin direnişi ve politik manevralarla karşı cepheyi daraltmasıdır. Süreç Türkiye’yi bile Suriye sahnesinden çekilme arayışlarına itmiştir. Erdoğan ile Putin’in Bakü’de mutabık kaldıkları “üçlü müzakere” sistemi ile Türkiye, Moskova-Tahran-Kahire eksenli bir çözüme yönelmiştir.

SURİYE’DE KÜRT KIRILMASI

Ankara’yı bu sürece zorlayan en önemli gelişme ise bölgesel Kürt meselesidir.

Suriye meselesinin esasını oluşturan “Irak’ın kuzeyindeki yapıyı Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmak” hedefi, Ankara’da AKP’nin dış politikasına yönelik çoklu bir iç ve dış baskıya dönüştü. Bakü görüşmesi öncesinde Ankara-Moskova ve Ankara-Tahran hattında yaşanan ikili temaslar oldukça önemlidir.

Bu konunun Erdoğan ile Davutoğlu arasında bir kırılma yarattığı da iddialar arasındadır.

Ancak daha önemlisi dün Radikal’den Fehim Taştekin’in de üzerinde durduğu gibi Kürt meselesinin ABD ile SUK arasında büyük probleme dönüşmesidir. SUK’un Suriye’nin üniter yapısında ısrar ederek Kürtlere özerklik garantisi vermeye yanaşmaması hem Kahire’deki 4 Temmuz toplantısında ABD’li yetkili Robert Ford’la SUK kavgasına neden olmuş hem de Kürtler ile Arapların aynı çatıda birleştirilmesini engellemiştir.

DAVUTOĞLU FEDA MI EDİLECEK?

4 Temmuz toplantısından sonra neler olduğuna bir bakalım:

1) Washington, Türkiye’nin Suriye faaliyetlerini açığa düşüren pek çok haberi Washington Post ve New York Times üzerinden servis etti.

2) Barzani’nin girişimiyle 11 Temmuz’da Erbil mutabakatına varıldı ve Suriyeli Kürt gruplar Kürt Yüksek Konseyi çatısında birleştirildi. Bu operasyonda Barzani ile Davutoğlu ortak hareket etti. Hatta KDP’ye yakın Aknews ajansı, Barzani ile Davutoğlu’nun anlaşmanın imzalanacağı toplantıya katılacağını bile duyurdu.

3) Barzani’nin Dışişleri Sorumlusu Sefin Dızai, Davutoğlu Erbil yolundayken “Türkiye PYD ile görüşmeli” açıklaması yaptı.

4) Kürdistan’ın mimarı olan Henri Barkey, Türkiye’yi Suriye’deki Kürdistan’a alışmaya çağırdı.

5) ABD, Washington Büyükelçisi Francis Ricciardone üzerinden operasyonel açıklamalar yaptı. Örneğin son olarak Ricciardone’nin çıkıp “PKK, herkesten fazla Kürt öldürüyor” demesi anlamlıdır.

6) Halep’te ÖSO ile PYD çatıştı.

7) Diyarbakır’ı BOP içinde merkez yapmak isteyen, Bağdat’ı aşarak Erbil’le anlaşmalar imzalayan Başbakan Erdoğan, Almanya dönüşü uçakta dikkat çeken bir açıklama yaptı: “Suriye’nin Irak gibi olacağına ihtimal vermiyorum, biz de burada böyle bir senaryonun oynanmasına müsaade edemeyiz. Bunu Barzani’ye de söyledik, bunu bilmesini istedik. Barzani ise öyle bir şey olmadığını, olamayacağını, hatta PYD’nin PKK olmadığını anlatmaya çalıştı bize. Böyle bir şey olması halinde tavrımız Irak gibi olmaz dedik.

8) Suriye KDP’si, Kürt Yüksek Konseyi’nden çekildi.

9) Erdoğan’a yakın Yeni Şafak gazetesi, ilginçtir, dün Hürriyet’i, PKK-İsrail ve PKK-ABD ilişkisini gizlemekle suçladı!

10) Tüm bu gelişmeler yaşanırken F4 uçağımız Suriye’de “NATO yemi” yapıldı, Akçakale’ye faili meçhul top düştü ve Moskova-Şam uçağı CIA istihbaratıyla zorla Ankara’ya indirildi!

Bakalım Erdoğan nasıl çıkış arayacak? Örneğin Davutoğlu’nu feda edecek mi?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Kasım 2012

, , , , , , , , , , ,

1 Yorum

CLINTON SUK’LA NEDEN GÖRÜŞMEDİ?

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un programında Suriyeli muhaliflerle görüşmek de vardı. Ancak Clinton Suriyeli muhaliflerin çatı örgütü olan Suriye Ulusal Konseyi SUK’la değil, “bağımsız aktivistlerle” görüştü. Peki, bu ne anlama geliyor?

TAMPON BÖLGE GÜNDEMDE DEĞİL

Sorumuza yanıtı iki konudaki gelişmeyi inceleyerek arayalım:

Clinton-Davutoğlu görüşmesinden önce, ABD ve Türkiye’nin “tampon bölge” ya da “uçuşa yasak bölge” konusunu karara bağlayacağı ileri sürüldü. Hatta ikilinin basın toplantısındaki sözlerinden bu anlamı çıkarabilenler bile vardı. Ama gerçekte bu konuda bir adım atılmamıştı.

Örneğin ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone bu görüşmelerden üç gün sonra Türk gazetecilere özellikle vurguluyordu: “Tampon bölge zor!” Üstelik Ricciardone, ülkesinin askeri çözümden yana olmadığını yineliyordu.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da, “uçuşa yasak bölge” konusunun gündemlerinde olmadığını belirtiyordu.

Kaldı ki, AKP Hükümeti de Clinton-Davutoğlu görüşmesinden iki gün sonra gerçeği açıklıyordu. 4 saatlik Bakanlar Kurulu toplantısının ardından basının karşısına çıkan Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “Tampon bölgenin söz konusu olmadığını” belirtiyordu.

SUK KİMİN ÖRGÜTÜ?

Hillary Clinton’un SUK’la görüşmemesinin anlamını, bu kez SUK’un yapısını inceleyerek araştıralım:

SUK’un merkezi İstanbul’dadır ve kurucusu da AKP Hükümeti’dir.

SUK, ilk olarak Antalya’da ve İstanbul’da yapılan iki toplantıda inşa edildi. O zamanki adı Kurtuluş Kongresi’ydi. SUK’un bu ilk hali, yüzde 80’i Müslüman Kardeşler olan bir örgüttü.

AKP’nin oluşturduğu bu yapı, ardından bazı müdahalelerle farklı çevrelere açılmaya çalışıldı. Ancak 20 Ağustos 2011’deki toplantıda, bu kez Müslüman Kardeşler yoktu! Hatta en büyük muhalif grup olan “Şam Deklerasyonu” ile Solcular da yoktu!

Süren pazarlıklar, yapılan görüşmeler, Esad’ı devirmeyi amaçlayan Batı ülkeleriyle süren müzakerelerin ardından 2 Ekim 2011’de Suriye Ulusal Konseyi SUK ilan edildi.

SUK, İKTİDAR ODAĞI OLAMADI

Ancak bu tarihten sonra da SUK içinde sıkıntılar oluştu. Son olarak SUK’a Kürtleri de dâhil etmek için Kürt Başkan bile seçtiler.

Şu anda SUK’un 314 üyesi var. 20 kişilik kontenjanı bulunan Kürtler, Seküler gruplar ve Müslüman Kardeşler, SUK’un en büyük kesimini oluşturuyorlar.

Ancak başa kimin geçeceği ve hangi ülkenin etkin olacağı gibi çıkar çatışmaları nedeniyle bir türlü “birlik” oluşturulamıyor. Bu durum, ABD Kongresi’nde “silahların farklı ellere gidebileceği” tartışmalarına bile dönüşmüş durumda.

Suriye cephesi direndikçe ve Rusya-Çin ikilisi ABD’ye karşı inisiyatif geliştirdikçe, bu birlik çalışması daha da zorlaşıyor!

TARAFLAR BİRBİRİNİ SUÇLUYOR

Aslında SUK sözcüsü Muhammed Sarmini’nin sözleri Clinton’un neden kendileriyle görüşmediğini açıklıyor: “SUK’u bir kenara atıyorlar. Bence bu, Konsey’e, artık Amerikalılar tarafından desteklenmediklerini söylemektir.”

ABD ise durumu daha diplomatik şekilde ifade ediyor. Örneğin Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü’nden Andrew Tabler, “SUK, öngörülen işlevi edinemedi” diyor.

Esad’ı devirmeyi başaramayan Atlantik ülkeleri topu birlik oluşturamayan muhaliflere, muhalifler ise topu, kendilerini yeterince desteklemeyen ve silah vermeyen Atlantik ülkelerine atıyor!

Özgür Suriye Ordusu’nun son açıklaması bu bakımdan anlamlı: “Libya’dan bize gönderilen, parasını Katar’ın verdiği silahlar hâlâ Türkiye’de ve elimize ulaşmadı!”

Bu arada Müslüman Kardeşler’in SUK’tan tamamen ayrıldığı iddia ediliyor. Bu iddia, El Kaide tipi bombalı saldırıların artması ve kontrgerilla faaliyetlerinin öne çıkmasıyla birleşince anlam kazanıyor. Bunu da bir başka yazıda inceleyeceğiz.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Ağustos 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

SURİYE’DE AKP-PKK ANLAŞMASI

ABD, başından beri Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesini istiyor. Ama AKP, 16 aydır TSK’yi buna ikna edemedi. Öyle ki, Morton Abramowitz gibi Erdoğan üzerinde büyük etkisi olan isimler, açıktan “Suriye’de askeri liderliği üstlenemeyen” Türkiye’yi eleştirdi.

Ancak PYD-PKK’nin Suriye’nin kuzeyindeki kimi yerleşim bölgelerinde “otorite” olduğu bu son süreçte, Washington ağız değiştirdi: Örneğin ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Victoria Nuland, Suriye’ye dışarıdan müdahale edilmesini istemediklerini açıkladı. Nuland’dan birkaç gün sonra Kürdistan’ın mimarı olan Henri Barkey sahneye çıktı ve Türkiye’yi Suriye’deki Kürdistan’a alışmaya çağırdı! Son olarak önceki gün ABD Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Patrick Ventrel, Türk tanklarının sınırdaki hareketliliğine değinerek, “Türkiye’nin kendi ulusal güvenlik çıkarlarını anlıyoruz. Ama şu anda durumu daha fazla askerileştirmenin ilerlenecek yol olduğunu düşünmüyoruz” dedi.

Tüm bu olgulara rağmen Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri hâlâ Esad’ın eseri saymak ve PYD’ye Esad’ın kartı muamelesi yapmak gerçekle örtüşmüyor.

Nitekim AKP’nin yayın organı işlevi taşıyan ve Washington’u kıble gören gazeteler yeni duruma göre hizalanmaya ve “PKK’de komuta Suriyelilerde”, “Kuzey Suriye, Esad’ın tuzağı” şeklinde manşetler atmaya başladılar.

FEDERAL SURİYE MUTABAKATI

AKP de bu yeni duruma uygun davranmaya başladı. “Kuzey Suriye’de PKK’ye izin vermeyiz” şeklindeki ilk günkü gaz alıcı konuşmaların yerini, yavaş yavaş Oslovari müzakereler almaya başladı.

Örneğin Barzani’ye yakın AKNews ajansının bildirdiğine göre Davutoğlu’nun koordine ettiği Suriye Ulusal Konseyi SUK ile Barzani’nin koordine ettiği ve 11 Temmuz Erbil mutabakatıyla hareket alanı bulan Kürt Ulusal Konseyi KUK, anlaşmaya varmış. Ajans Barzani ile Ahmet Davutoğlu’nun da anlaşmanın imzalanacağı toplantıya katılacağını belirtiyor. “SUK ile KUK bir araya getirilmeli” raporları, anlaşmanın mimarının ABD olduğunu gösteriyor.

Anlaşmayı AKNews’a yorumlayan bir Kürt lider şöyle diyor: “Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından temsil edilen Türk hükümeti, Esad sonrası Suriye’nin federal bir devlet olmasını ve Kürtlere federal haklar tanınmasını sağlayacak olan anlaşmaya rıza gösterecek.

“Rıza” kelimesi ile Obama’nın Erdoğan’la konuşurken sopa tuttuğu resminin basına servis edilmesi arasında kuşkusuz bir bağ var! Sopa göründü, ya havuç?

DAVUTOĞLU-BARZANİ ANLAŞMASI

Ahmet Davutoğlu’nun Barzani’ye gitmesi de, Washington’un yeni yönelimi gereğidir. Davutoğlu-Barzani görüşmesi sonrası yayımlanan ortak bildirideki şu ifade, “federal Suriye” mutabakatına vardıklarını göstermektedir: “Yeni Suriye’de bütün etnik, dini ve mezhebi kimliklere saygı duyulmalı ve bütün bu toplulukların hak ve özgürlükleri garanti altına alınmalı.”

Ahmet Davutoğlu henüz havadayken, zaten bir mutabakat işareti görülüyordu. Davutoğlu Erbil’e inmeden önce Barzani’nin Dışişleri sorumlusu Sefin Dızai’nin şu mesajı vermesi anlamlıydı: “Türkiye, Suriye’deki muhalefet kesimlerinin hepsine eşit mesafede durmalı. Suriyeli Kürtler de dâhil. Bunun için olumlu ortam var. PYD’nin PKK uzantısı olduğu düşünülüyorsa asıl bunun için Türkiye PYD ile görüşmelidir. PYD’nin lideri görüşmeye hazır.”

AKP FEDERASYON İSTİYOR

Kuşkusuz AKP son sürecin ilk gününden beri böylesi bir mutabakata hazır olduğunun ipuçlarını veriyordu… Örneğin Erdoğan’ın topladığı güvenlik zirvesinden çıkan Ankara’nın 5 maddelik yol haritasında “federasyon mu, yoksa özerk yapılar mı gibi konular, Suriye’de istikrar kurulduktan sonra kararlaştırılmalı” deniyordu.

Ayrıca Ahmet Davutoğlu gazetecilere verdiği iftarda, net olarak “de facto bir durumun oluşmasının kabul edilemeyeceğini, ama tüm kesimlerin ortak kararı olması halinde, ‘bu bizim kırmızıçizgimizdir’ demeyeceklerini” ilan ediyordu.

ABD’NİN ARAÇLARI BİRARADA

Tüm bu özetlediğimiz tabloda aracıları çıkarırsanız, geriye AKP ile PKK’nin Suriye’de de anlaştığı sonucu çıkmaktadır. ABD stratejik araçları olan PKK, AKP ve Barzani’yi aynı cephede buluşturmuştur!

Ama Asya cephesini yenmek için ABD’nin daha çok araca ihtiyacı var! Davutoğlu’nun telaşı bundan!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Ağustos 2012

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

DAVUTOĞLU’NUN STRA-TRAJİK SIĞLIĞI

Radikal’den Deniz Zeyrek yazdı dün; AKP hükümeti Suriye’nin düşürdüğü uçağımızla ilgili söylemlerinde geri adım atmaya hazırlanıyor… Zira Ahmet Davutoğlu’nun tezleri aradan geçen 20 gün sonunda bir türlü kanıtlanamadı! Uçağımızın “uluslararası hava sahasında ve füzeyle vurulduğuna” dair kanıtlar bir türlü ortaya çıkmadı!

Tersine, önce Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, hem de çıkarılan parçaların incelenmesi üzerine “füze ya da başka bir ize rastlanmadı” açıklaması yaptı. Ardından Genelkurmay Başkanlığı İletim Daire Başkanı Tuğg. Baki Kavun belirtti: “Bir füze görüntüsü yok. Radar izleri, diğer bulgular ve parçalar üzerindeki incelemeler devam ediyor.”

EĞİTİM UÇUŞUYSA, TELSİZ KONUŞMASI NEDEN SIR?

Davutoğlu’nun elindeki en somut kanıt(!) olan telsiz konuşmaları da, Cumhuriyet’ten Barkın Şık’ın haberine göre, “güney sınırındaki hava savunma zafiyetinin ortaya çıkmaması için gizli tutuluyor.”

Anımsarsınız, Davutoğlu bütün tezlerini, “düşürülen F4 uçağımızla yapılan telsiz konuşmalarına ve radar görüntülerine” dayandırmıştı. Hatta gerekirse bu kayıtları yayınlayacağını belirtmişti.

F4’ün keşif görevi yapmadığını, sadece eğitim için uçtuğunu dünyaya ilan eden Davutoğlu, artık bu “telsiz sırrı”na bir açıklama aramaya başlamalı! Zira “madem uçuş eğitim maksatlıydı, konuşma neden sır olsun ki” diye sadece biz sormayacağız!

DAVUTOĞLU’NUN “İÇ SAVAŞ” HESABI

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Paris’teki son “Suriye muhaliflerinin dostları” toplantısında söyledikleri, onun toplamda nasıl çuvalladığını ortaya koyuyor.

Davutoğlu, geçen yıl 15 gün süre tanıdığı Beşar Esad’ın 16 aydır nasıl direndiğini hâlâ anlayamamış olmalı ki, Paris’te iki yol öneriyor: 1. İç savaş 2. Rusya ve Çin’e izolasyon.

Hürriyet’ten Yalçın Doğan, Davutoğlu’nun Rusya ve Çin’e izolasyon önerisini yeterince makaraya almış, biz tekrarlamayalım.

Davutoğlu’nun “iç savaş” önerisi ise açık bir uluslararası hukuk ihlalidir ve Türkiye’nin Ortadoğu’da algılanan “ABD taşeronu” rolünü, maalesef iyice pekiştirecektir.

Ne acı ki, dünya, Türk Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan birinden şu sözleri duydu: “Diğer seçenek nedir? Suriyeli kardeşlerimiz, Suriye’de Halep, Lazkiye, Duma’da savaşan kardeşlerimiz burada. Eğer bir ülke, baskılara 15 ay boyunca direnmişse onlara saygı göstermeliyiz. Onlara güven duymamız gerekir, zayıf değiller. Alternatif bir seçenek ortaya koyabilirler.”

Davutoğlu’nun “alternatif seçenek” dediği “iç savaş” çıkarma ve büyütme planı, son dönemde artan “Türkiye, sınırdan silah sevk ediyor” suçlamasını daha da büyütecektir!

ABD TAŞERONLUĞUNUN HAZİN SONU

Davutoğlu’nun ünlü “stratejik derinlik” isimli, ilgisiz kavramlarla dolu, entelektüel görünümlü kalın kitabının özeti, “Türkiye’nin ABD’nin kanatları altında büyüyebileceği” iddiasıydı.

Nitekim Davutoğlu bu perspektifi, Dışişleri Bakanı olduktan sonra daha da pervasız cümlelerle ortaya koydu. Örneğin bu yılın başında Kayseri’de şöyle dedi: “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek, 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız.”

Ancak ortada şöyle bir sorun vardı: ABD’nin kanatları Irak ve Afganistan’da yolunmuştu, ABD ekonomik kriz nedeniyle 2,5 savaş konseptini rafa kaldırmıştı, ABD’nin tek belirleyen olduğu dünya geride kalmış, merkez doğuya kaymıştı.

Yani Asya’nın liderliği başlıyor ama Davutoğlu, Atlantik’in kanatları altında “yeni Osmanlı” hayalleri kuruyordu. Haliyle “stratejik derinliği”, Suriye’de “stra-trajik sığlığa” dönüştü!

Ve taşeronları da ABD’nin yenilgisini yaşamaya başladı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Temmuz 2012

, , , ,

Yorum bırakın

HEPİMİZ İTTİHATÇIYIZ

Zaman yazarı Mümtazer Türköne, “İmam Hatip okulları misyonunu tamamladı mı?” diye sormuş ve yine Zaman yazarı Ali Bulaç başta olmak üzere önemli isimlerle tartışmıştı.

Bu tartışma, Türköne’de “hepimiz biraz İttihatçıyız” fikri uyandırmış! Elbette Türköne kavramı olumsuz anlamda kullanıyor, İttihatçılığı açıklamaya çalışırken negatif kelimeler seçiyor… Ancak ne yaparsa yapsın, İttihatçılık açıklamasında doğrulara yer vermek durumunda kalıyor.

100 YAŞINDAKİ BAYAR, HÂLÂ İTTİHATÇIYDI

Şu cümleler Türköne’ye ait: “Tarih, İttihatçıların açtığı kanalda ilerliyor. Sadece bizim değil, bölgemizin tarihi İttihatçıların eseri. Yüzüncü yılı yaklaşan Ermeni tehciri, İttihatçıların kararı idi. Balkan Savaşları’nda çetelere yenilen orduyu üç yılda yedi cephede yüzünün akıyla savaşacak hale getirenler de İttihatçılardı. Savaş bitip, Enver-Talat-Cemal üçlüsü Alman denizaltısı ile İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, İttihat Terakki’nin taşra şubeleri Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetleri’ne dönüştü. Ankara’da 23 Nisan’da açılan meşhur Meclis binası bile, İttihat Terakki’nin Ankara şubesi olarak inşa edilmişti. Bir yığın siyasî suikast İttihatçı silahşörlerin eseriydi. Salihli hattına silah depoları kurup Kuvva-yı Milliye’yi örgütleyenler de onlardı. Vagon tahsisleriyle millî burjuvazi oluşturmak için çırpınanlar da onlardı. Resmî tarihin yükü azaldığı zaman gençlerimiz, Millî Mücadele’nin İttihatçılar tarafından planlandığını ve yürütüldüğünü daha kolay öğrenecekler. Cumhuriyet’i kuran kadrolar İttihatçıydı. İzmir suikasti ile tasfiye edilenler ise çelik çekirdeğe dâhil olamayan bir hizipten ibaretti. Celal Bayar yüz yaşına yaklaştığı demlerde kendisiyle röportaj yapan Mete Tunçay’ın ‘Siz İttihatçıydınız, değil mi?’ sorusuna, zaman kipini düzelterek şöyle cevap vermişti: ‘Evet İttihatçıyım.’” (Zaman, 8 Temmuz 2012)

DAVUTOĞLU DEĞİL ESAD İTTİHATÇIDIR

Türköne’yi okurken, aklıma iki konu geldi: Birincisi, kimi isimlerin, Ahmet Davutoğlu’nu yeni-Osmanlıcılığından ötürü Enver Paşa’ya benzetmeleriydi… Ki o konuda 2010 yılında Odatv’de “Davutoğlu, Enver Paşa değildir” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Davutoğlu’nu illa tarihten birine benzetmek gerekirse, o kişi Damat Ferit’tir!

İkincisi ise Davutoğlu’nun geçen hafta Paris uçağında kimi köşe yazarlarına söyledikleriydi: “Bizi Envercilikle suçlayanlar, bilmiyorlar mı, Suriye Baasçılığı İttihat Terakki’den esinlenmiştir. (…) Miloseviç‘in yaptıklarını Esad yapınca masum mu göreceğiz? Adı Esadoviç değil diye sessiz mi kalacağız?” (Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 6 Temmuz 2012)

Davutoğlu, söyledikleriyle kendisini Enver Paşa olmakla suçlayanlara da yanıt vermiş oluyor ve kendisinin değil tersine Beşar Esad’ın İttihatçı olduğunu söylüyor; doğrudur.

Doğu Perinçek’in de önemle vurguladığı gibi “Suriye ve Irak, bize benzer. BAAS, orada Arapların Kemalizmini hayata geçirmiş ve çok başarılı olmuştur.” (Aydınlık, 4 Temmuz 2012)

VATAN CEPHESİ

Kemalizm ile İttihatçılık arasında ise kuşkusuz bağ vardır ve Atlantikçi muhafazakarların Mustafa Kemal’e ve Talat Paşa’ya aynı oranda düşmanlıkları bundandır.

Bitirirken Ahmet Davutoğlu’nun Miloseviç’ten hareketle “Esadoviç” benzetmesine de değinelim. Evet, her ikisi de aynı cephedir. Miloseviç de Esad da, emperyalizme karşı vatanlarını savunmuştur. Aralarındaki tek fark Miloseviç’in yenilmesi ve Yugoslavya’nın bugün 6 parçaya bölünmüş olmasıdır.

Enver-Cemal-Talat Paşa üçlüsü, Mustafa Kemal-İnönü-Bayar üçlüsü, Miloseviç-Saddam Hüseyin-Esad üçlüsü aynı cephede, yani emperyalizme karşı vatan savunma cephesindedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Temmuz 2012

, , , , , , , , , , , , ,

1 Yorum

DAVUTOĞLU’NUN YANITLAYAMADIĞI SORULAR

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamaları, Ankara’nın aleyhine olan sorulara yanıt vermediği gibi soruları daha da derinleştirdi! Üzerinde durulması gereken sorular ve çelişkiler şunlardır:
5 DAKİKALIK SINRI İHLALİ
1. Davutoğlu, uçağımızın yanlışlıkla Suriye hava sahasına girdiğini, kendi uyarımızla da çıktığını söylüyor. Oysa Davutoğlu’nun gösterdiği grafiklerde, uçağımız 11:42’de Suriye hava sahasına giriyor ve 11:47’de Suriye hava sahasından çıkıyor. Saatte 900 km hızla gittiği belirtilen F4, bu durumda en az Suriye hava sahasını 75 km. boyunca ihlal etmiş oluyor.
5 dakika boyunca 75 km. kat edilen güzergâh, keşif ve gözetleme için yeterli değil midir?
UÇAK NEYLE VURULDU?
2. Davutoğlu, uçağımızın saat 11:58’de, 13. milde vurulduğunu ancak 5 mil sürüklenerek 8 mile, yani Suriye karasularına düştüğünü belirtiyor.
Milliyet’ten Kadri Gürsel çok önemli bir ayrıntıya dikkat çekti dün. Uçağı 13. milde vuracak dünyada bir uçaksavar topu yok. 13. milde vurulduysa ancak füzeyle vurulmuştur. Füzeyle vurulan uçak ise 5 mil sürüklenmez!
UÇAK NEDEN GERİ DÖNDÜ?
3. “Suriye misyonu olmadığı” söylenen uçağın saat saat rotası şöyle: Uçak 10:30’da Malatya’dan Kıbrıs istikametine gidiyor. Sonra Kıbrıs’tan Türkiye istikametine dönüyor ve 11:37’de Suriye’nin liman kenti Lazkiye açıklarında uçuyor. Oradan kuzey doğu istikametine yönelip 11:42’de Suriye hava sahasına giriyor. Suriye hava sahası boyunca kuzeye ilerleyip, 11:47’de Türk hava sahasına giriyor. 11:52’de Hatay-Samandağ mevkiine varıyor. Sonra tekrar ters dönüp, Suriye hava sahasına paralel olarak güney istikametinde uçuyor. Ve 11:58’de Lazkiye’nin kuzey batısında vuruluyor!
Yanlışlıkla Suriye hava sahasına giren, 5 dakika kalıp çıkan ve Türk hava sahasına ulaşan uçağımız, neden yeniden geri dönüp Suriye istikametine doğru uçtu? Hangi eğitim, böylesi kritik bir güzergâhta böylesi bir rotayı gerektirdi?
4. Davutoğlu, uçağımızın “Suriye’ye karşı bir misyonunun olmadığını”, “test ve eğitim” için o bölgede uçtuğunu söyledi. O bölge eğitim için uçmaya uygun bir yer midir? Suriye’de bir yıldır “savaş” yaşandığının propagandasını en fazla yapan kişi Davutoğlu değil midir?
Gerçek elbette başkadır. Uçağın Hatay – Amanoslar’daki NATO üssünün radarını test ettiği anlaşılmıştır. O radarın da “Suriye misyonu” vardır! Dahası NATO görevi verilen Türk uçağı, Atlantik hesaplarına kurban verilmiştir!

NATO KAFA!
En az bu dört soru kadar önemli bir diğer durum da Genelkurmay’ın zihniyetidir!
Hadi Genelkurmay, Ergenekon operasyonuyla Türk Ordusu’nun hedef alındığını saptayamadı! Hadi Genelkurmay, CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey’in “AKP’yle birlikte Türk Ordusu’nu kafesledik” demesini de analiz edemedi. Hadi Genelkurmay, Uludere’de kendi yurttaşını bombalama tuzağına nasıl düşürüldüğünü de anlayamadı!
Ama Genelkurmay, Türkiye’nin Suriye’ye savaş açabilmesi için bir Türk uçağının NATO yemi yapıldığını da mı görmüyor, göremiyor?
Tüm bunlara kör olan Genelkurmay, başka hesaplar peşinde…
Başbakan Erdoğan, biliyorsunuz kendisine eşlik eden Genelkurmay 2. Başkanı Org. Hulusi Akar ile birlikte, sırasıyla CHP, MHP ve BDP heyetleriyle görüştü.
Resmi Anadolu Ajansı AA üzerinden tüm dünyaya servis edilen fotoğraflarda ilginç bir ayrıntı vardı. Org. Akar CHP’yle yapılan görüşmede Başbakan’ın solunda var. Org. Akar MHP’yle yapılan görüşmede Başbakan’ın solunda var. Ancak AA’ya servis edilen BDP görüşmesinde Başbakan ve BDP’liler var; Org. Akar yok. Çünkü fotoğraf, onu almayan bir açıdan çekilmiş!
Neymiş? TSK, PKK’nin siyasi uzantısı gördüğü BDP’yle bir araya gelmemeye, geldiyse de birlikte görünmemeye özen gösteriyormuş!
Stratejik düşmanının tuzaklarına sessiz kalan, stratejik düşmanının baş piyonuyla “şiir gibi” çalışan Genelkurmay, nedense stratejik düşmanının daha değersiz bir piyonuyla görünmekten utanıyor!
Bu kafayla ancak Bekir Coşkun’dan hesap sormaya kalkarlar elbette!
Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Haziran 2012

, ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın