Posts Tagged Öcalan

PKK’nin PYD’leşerek devletleşmesi

İki koldan yürüyen müzakerelerin ardından Öcalan çağrısını yaptı: “PKK kongre toplayıp kendisini feshetmeli.“

Öcalan’ın çağrısından pek çok aktör memnun: İçeride Erdoğan memnun, Bahçeli memnun, Özel memnun, Babacan memnun, Davutoğlu memnun, hatta sürece karşı olan Perinçek bile memnun. Kürt aktörler memnun; Mesut Barzani memnun, PYD Eş Başkanı Salih Müslim memnun, YPG Komutanı Mazlum Abdi memnun. Dış faktörler memnun: Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Brian Hughes “sorunlu bölgeye barış getirecek“ dedi, Washington memnun; Almanya Dışişleri Bakanlığı “tarihi fırsat” dedi, Berlin memnun; İngiltere Dışişleri Bakanlığı destek açıkladı, Londra memnun.

Terör örgütünün elindeki silahı bırakmasından ve kendisini lağvetmesinden birbirine karşıt kuvvetlerin memnun olması ender bir durum. Bu da gazeteci olarak bize, arka planını sorgulamayı yüklüyor.

Öcalan’ın çok boyutlu kullanımı

Kürt kökenli bir Türk gazeteci olarak “Kürt sorunu” hep ilgi alanım oldu. Özellikle konuyu bölgesel ve uluslararası boyutlarıyla analiz ederek kitaplar (Büyük Kürdistan, Hükümet-PKK Görüşmeleri, Amerikan Koridoru) yazdım. O nedenle konuya güncelden ve taktik düzlemden çok, geniş tarih aralığından ve stratejik düzlemden bakmaya çalışacağım. 

Önce şu saptamayla başlayalım. Öcalan’ın çağrısında PKK’nin ömrünü tamamlamasına gerekçe yaptığı “reelsosyalizmin 90’larda çökmesi” konusu kritik bir perdelemedir. Zira PKK gerçekte hiçbir zaman sosyalist olmadı, dahası 1980 öncesinde Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda “sosyalist örgütleri temizleme” amacı izlediği için hem Gladyo’nun işine geldi hem de sistem tarafından görmezlikten gelindi.

Bu, birincisi dış faktör olarak PKK’nin daha sonra ABD’yle kuracağı işbirliğinin zeminini anlamak açısından, ikincisi de iç faktör olarak Öcalan’ın siyasette kullanılması bakımından önemlidir.

Erdoğan’ın Öcalan kartı

AKP hükümetinin rejimi ve sistemi erozyona uğratıp devletleşmesiyle, bu süreçlerde Öcalan’ı kullanması arasında önemli bir ilişki vardır. Birkaç örnekle anımsatalım:

– Öcalan Ergenekon operasyonlarında kullanıldı. TSK ve ulusalcılara karşı Kürt hareketinin siyasi desteği alındı.

– Öcalan, Gezi’de “darbe gördüğü” için Taksim’e çıkmayan Kürt siyasi partisine ayar vermekte kullanıldı. Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” mesajıyla Gezi’nin ruhu hedef alındı, Taksim’deki PKK flamalarıyla geniş kitlenin Gezi’ye soğuması sağlandı.

– Öcalan seçimlerde kullanıldı. Örneğin iktidar, İmamoğlu’nun İstanbul seçimini kazanmaması için Öcalan’ı devreye soktu, Kürtlerin oyunu İmamoğlu’na vermemesi istendi.

– Kürt siyasi hareketi içindeki AKP’yi etkileyen çelişmelerde Öcalan kullanıldı. Erdoğan’ın “Edirne’deki (Demirtaş) İmralı’ya hesap verecek” sözü o ilişkinin tipik göstergesidir.

Öcalan’ın anahtarı hangi kapıları açacak?

Daha belirleyici olan ise stratejik düzlemde yaşananlardır. ABD, PKK üzerinden önce Irak Kürdistanı’nı kurdu, şimdi de Suriye Kürdistanı’nı kurmaya çalışıyor. Nasıl mı?

ABD Irak’taki büyük oyunuyla, Türk devletinin PKK’yle mücadele karşılığında Barzanistan’ı tanımasını sağlamış oldu! ABD benzer yöntemle Türk devletini PYD özerkliğini kabul etmeye zorluyor; PKK’nin silah bırakması, kendini lağvetmesi ve Suriye’deki yapının tanınması… (Nitekim YPG Komutanı Mazlum Abdi “Öcalan’ın çağrısı bize değil, PKK’ye” diyor)

Öyle ki PKK’nin feshi “sihirli bir açacak” niteliği kazanmış durumda. Çünkü PKK çok boyutlu ilişkilerde tıkaç niteliği taşıyor; AKP-ABD ilişkilerinin önünde bir tıkaç, Türkiye’nin PYD özerkliğini kabul etmesinin önünde bir tıkaç, hatta Kürt siyasi hareketinin daha geniş zemin kazanmasının önünde bir tıkaç olarak duruyor. İşte Öcalan bu tıkacı çekerek ABD’yi, AKP’yi, PYD’yi, DEM’i, Barzani’yi rahatlatmış oluyor. Artık her aktör “PKK’nin feshi” anahtarıyla kendi yeni kapısını açabilir! 

Erdoğan’ın yeni kapısı da Kürtlerin desteğiyle “sınırsız başkanlık” sağlayan yeni anayasanın kabulü ve seçim desteği…

Demokrasi tramvayından inen siyasal İslamcılıkla Türkiye’nin demokratikleşmesinin mümkün olmadığı, artık daha ağır bir faturayla görülecek.

Asıl mesele ise şudur: PKK zaten PYD’ye dönüştü, konu PKK’nin feshi değil, PYD’leşerek devletleşmesidir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
1 Mart 2025

, , , , , ,

Yorum bırakın

Teröristle pazarlık, muhalife hapis

İktidar bir yandan teröristle pazarlık yapıyor, diğer yandan “terör propagandası yaptığı” iddiasıyla muhaliflerine operasyon düzenliyor. 

Ahmet Türk; hem terörle iltisaklı olduğu iddiasıyla Mardin Belediye Başkanlığı görevinden alınıp yerine kayyum atanıyor, hem de özel istekle DEM’in İmralı heyetine dahil edilip, parti parti dolaştırılıyor. 

Özel istek demişken… DEM Milletvekili Cengiz Çandar açıklıyor: “Ahmet Türk, Irak KDP’sine ve Mesut Barzani’ye eleştirilerde bulunmuştu. Öcalan, ’Kürt toplumunda saygın bir isimdi, o da heyette olsun’ diye ısrarcı olunca, devlet Mesut Barzani’nin olurunu aldı” (Medyascope, 14.1.2025).

AKP-MHP-DEM-İmralı dörtgeninde Açılım yürürken, DEM’in pek çok belediyesine kayyum atandı. DEM’in tepkisi “sıradan açıklama” yapmaktan öteye gitmedi. İlk açılımın yürütücüsü AKP’li Yalçın Akdoğan’ın bu süreçte kayyum atanmasını “kuvvetler ayrılığı var” diye açıklaması (HabertürkTV, 14.1.2025) ise siyasi mizah literatürümüze önemli bir katkı oldu.

Cumhura ’hazmettirme’ yöntemi

İktidarın bu “teröristle pazarlık, muhalife ‘terör propagandası’ soruşturması” tutumunu nasıl yorumlamalıyız peki? Sanırım AKP’nin ilk açılımdan çıkardığı en önemli sonuç, süreç boyunca kamuoyuna “taviz veriliyor” görüntüsü hissettirmemek, süreç boyunca terörle mücadele yapma görüntüsü vermek, olmalı. 

AKP bunu DEM belediyelerine kayyum atayarak ve kimi CHP’lilere “terörle iltisaklı” diye operasyon düzenleyerek yapıyor. 

MHP’nin durumu ise daha zor. Çünkü hem ilk açılıma muhalefet eden bir parti olarak tabanını bu kez tersine ikna etmesi zor hem de genel başkanları Bahçeli’nin “Öcalan umut hakkından yararlansın, TBMM’ye gelip DEM parti grubunda konuşsun” ağırlığındaki sözü tabanın hazmetmesi zor… 

Hazmetme meselesi önemli. Anımsayın, Erdoğan ilk açılımda şöyle demişti: “Hazmettire hazmettire bu süreci devam ettirmemiz lazım” (Milliyet, 25.9.2009).

Bahçeli milliyetçi tabana Öcalan açılımını hazmettirebilmek için “vatan, millet, sakarya” yolunu seçti, grup toplantısında şöyle dedi: “Türkiye, 12 Ada’sız yaşasa bile 12 Ada’nın Türkiye’siz yaşaması tam bir hayaldir” (cumhuriyet.com.tr, 14.1.2025). AKP’nin daha önce de “İnönü’nün ihaneti” diyerek siyasi araç yapmaya çalıştığı bu konu hakkında gerçeği öğrenmek isteyenler için okuma önerisi: Hazal Papuççular, Türkiye ve 12 Ada, İş Bankası Yayınları, 2019.

Sözde milliyetçilik

Yunanistan ile sorunlar, hem “yerli ve milli” AKP’nin hem de “ülkücü milliyetçi” MHP’nin sık sık siyasi kaldıraç olarak kullanmak istediği konudur. Öyle ki hem 147 ada, adacık ve kayalığın işgal edilmesine 22 yıl boyunca göz yumdular, hem anlaşmalara aykırı olarak adaların silahsızlandırılmasını seyrettiler ama hem de Osmanlı döneminde verilen adalar üzerinden CHP’yi suçladılar!

Bu tabloyu tabana hazmettirebilmek için de gün oldu Yunanistan’a “bir gece ansızın gelebiliriz” deyip sonra “o söz size değildi” geri adımı attılar; gün oldu 12 ada dediler… 

Halbuki gerçekte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ifadesiyle “Yunanistan’la tüm sorunları, bir paket olarak kamuoyundan uzakta ele almayı tercih etmiş” durumdalar (AA, 23.11.2024).

‘Öcalan’ın hiçbir talebi yok’ masalı

Taraflar, öncekinden farklı olarak bu kez sürece “çözüm süreci”, “demokratikleşme süreci” gibi bir isim vermekten ve “müzakere” görüntüsünden özenle kaçınıyor. 

AKP, MHP ve DEM sözcülerine bakılırsa ortada değil bir pazarlık, müzakere bile yok; Öcalan’ın hiçbir talebi yok, hatta Abdülkadir Selvi’nin yazdığına bakılırsa Erdoğan milletvekillerine şöyle demiş: “Ev hapsi, mev hapsi diye bir şey yok. Adamın kendisi de çıkmak istemiyor” (Hürriyet, 15.1.2025).

Yani anlatılanlara bakılırsa Öcalan, hiçbir şey istemeden, 50 yıllık örgütünü tasfiye edecek! Madem Öcalan artık bir “barış güvercini”, o zaman heyetlere, partilerle görüşmelere, demeçlere, karşılıklı mesajlare ne gerek var? Madem Öcalan karşılıksız örgütünü tasfiye edecek, neden bir kerede o açıklamayı yapmıyor?

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
16 Ocak 2025

, , , , , ,

1 Yorum

Açılım karşıtlığının 4 nedeni

Bazıları Kürt etnik kimliğime işaret ederek “Neden Kürtlerin yakaladığı bu fırsata karşı olduğumu” sorguluyor, bazıları da sosyalist kimliğime işaret ederek “biz solcuların barışa karşı çıkmaması gerektiğini” söylüyor!

Hatta bazı aydınlarımız da, beklenenin tersine, Devlet Bahçeli’nin öncülüğündeki bu açılımın kolaylaştırılması için çaba gösterilmesini savunuyor!

Bir sosyalist ve Kürt kökenli Türk olarak Erdoğan-Bahçeli‘nin Öcalan Açılımı’na neden karşı olduğumu dört maddede açıklayayım:

1) İktidarın güvenilmezliği

Bir kere 22 yıllık uygulamalarından hareketle, bu iktidarın hiçbir politikasına güvenmiyorum. 22 yılda onlarca kez görüldü; her politikalarının altında bir ajanda, bir başka hedef var. (Bugün de barış ve silah bırakma adı altında içeride “yeni anayasa ile Erdoğan’a sınırsız başkanlık“ sağlama, dışarıda ”Irak ve Suriye Kürtleriyle Türkiye’yi genişletme“ hedefi var.)

Ayrıca Erdoğan 22 yılda 22 çeşit siyasi aktörü, çeşitli biçimlerde kullandı: Batıcı liberalleri, sol liberal aydınları, Kürt örgütlerini, bazı Alevi örgütlerini, MHP’den BBP’ye Türk-İslamcı milliyetçilerini, VP’den DSP’ye ulusalcıları, azınlıkları, sanatçıları, futbolcuları vd. 

Erdoğan bugün de Öcalan Açılımı için Bahçeli’yi koçbaşı yapmış görünüyor; sonucuna göre pozisyonunu elbette güncelleyecektir.

Bu şartlarda, DEM Partisi aktörlerinin kendilerini ikinci kez Erdoğan’ın kullanımına açmış olması, artık siyaset biliminin konusu olmanın ötesindedir.

2) Demokratikleşme hayali

Erdoğan ve Bahçeli’nin merkezinde olduğu bir politikadan, demokratikleşme çıkmasını beklemek, en hafifinden siyasi saflıktır.

Erdoğan’ın muhaliflerini toptan terörist ilan ettiği günler daha dündü. Bahçeli’nin HDP’nin kapatılmasını istemesi daha dündü. Bahçeli’nin HDP’yi kapatmayan Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını istemesi daha dündü. DEM’li belediyelere kayyum atanması daha dündü.

Siyasal İslamcılıktan demokratikleşme beklemek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Siyasal İslamcılıkta demokrasi, iktidara götüren bir tramvaydır, iktidar durağına gelinince inilir!

3) Komşularla savaş riski

Bu Açılımın hedefi barış değildir; tersine aslında savaşın tohumlarını ekiyorlar. 

Çünkü “Irak ve Suriye Kürtleri Osmanlı’daki gibi Türklerle yaşamak istiyor” diyorlar, bu Araplarla savaş tohumudur. 

Çünkü “Esad sonrası konjonktürde İran’a karşı Türk-Kürt-Arap ittifakı” diyorlar, bu Farslarla savaş tohumudur.

Yani Türk-Kürt barışı diye sunulan, aslında Ortadoğu’da yeni savaş riskidir.

4) PKK’nin silahı ABD’nin silahıdır

Kimi ülkelerin terörle nasıl masaya oturduğu, uzun müzakerelerle nasıl barış getirdiği anlatılıyor medyada. Doğru ama arada büyük bir fark var. 

O örgütler, son tahlilde o ülkenin sorunuydu, konusuydu. Ancak PKK, biraz da Türk devletinin yanlış politikaları nedeniyle, sadece Türkiye’nin konusu olmaktan çoktan çıkmış durumda.

PKK, 90’lara kadar Türkiye’nin konusuydu, 2003’e kadar bölgenin konusuydu, ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte uluslararası bir konuya dönüştü. Yani bırakın konunun ülke düzleminde olmasını, artık bölge düzleminde bile değildir; uluslararası düzlemdedir.

Hatta PKK’den silah bırakmasının istenilebileceği adres bırakın İmralı’yı, Kandil bile değildir; doğrudan Washington’dur! 

PKK’nin elindeki silah ABD’nin silahıdır. Dolayısıyla Türkiye PKK’nin silahlarını teslim almak istiyorsa, ABD’yle müzakere, hatta mücadele etmelidir. 

ABD’yle müzakere/mücadele edebilmek için de Türkiye’nin güçlü bir müttefik ağı inşa etmesi gerekiyor. Bunun için de önce “Irak ve Suriye Kürtleriyle Türkiye’yi genişletme” hayalinden çıkılmalıdır.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
11 Ocak 2025

, , , , ,

Yorum bırakın

Osmanlıcılık ile ‘geniş Türkiye’ hayali

AKP-MHP’nin Öcalan Açılımı’nın iki ayağı var: Dış ayağı “Türkiye’yi Irak ve Suriye Kürtleriyle genişletme” hedefini içeriyor. İç ayağı ise yeni anayasa ile Erdoğan’a “sınırsız başkanlık” sağlamayı amaçlıyor. 

Lozan’ı hezimet gören iktidarın Misakı Millicilik yaparak Halep, Kerkük, Musul’a “plaka dağıtması” AKP’nin iktidara gelirken önüne konan “ABD’nin küresel düzeninin altında bir bölgesel alt düzen kurma” hedefiyle ilgilidir. Somutlarsak, Neo-Osmanlıcılık yaparak, İstanbul merkezli “geniş Türkiye” kurmak istiyorlar.

İktidarın “geniş Türkiye” hedefi

İktidarın “Türkiye Türkiye’den büyüktür”, “1. Dünya Savaşı farklı bitse Halep ve Şam bizimdi”, “Gönül coğrafyamız”, “İsteyenin hamisi oluruz” gibi son dönemdeki söylemleri, neo-Osmanlıcı bir bakışla “geniş Türkiye” hedefini yansıtmaktadır.

Bütünü anlamak için öncesini de anımsamalıyız:  

Erdoğan “eyalet sistemine geçilebilir” demişti (Sever, Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları, 1993).

Erdoğan’ın Dışişleri Bakanlarından Abdullah Gül, “Kuzey Irak bizim hinterlandımızdır” diyor (Akşam, 2.12.2005), bir diğer Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da “Kuzey Irak’la entegrasyonu” savunuyordu (Görüş, sayı 63, Ağustos 2010).

Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ise emekli olduktan sonra ulus-devleti sulandırmaya soyunuyordu: “Devlete isim verme konusunda birçok ülke kendilerine göre çözüm bulmuşlar. Mesele Osmanlı demiş, Amerikalı demiş. Genellikle çok etnisiteli ülkeler etnik referans vermekten bazen çekinmişler. Hatta tarafsız olsun diye başka uluslardan kral ödünç alanlara bile rastlamak mümkündür. Ama hepsi şöyle veya böyle bir çözüm bulmuştur. Biz de çözüm bulmalıyız.” (Milliyet, 22.8.2009)

Ahmet Türk’in Osmanlı işareti

Nefes gazetesinden Aytunç Erkin’e açıklama yapan DEM Parti İmralı heyeti başkanı Ahmet Türk, yukarıda özetlediğimiz “Osmanlıcılık ile ‘geniş Türkiye’ hedefi”ni kabul ettiklerini ortaya koymuş, şöyle diyor: “Irak’a da gittim, Suriye’ye de gittim. Bütün Kürtlerin gözü Türkiye’de. Kendilerini hâlâ Osmanlı’dan bu yana Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar. Kürtler sadece Türklerle adil bir yaşam sürebilir, özgürleşir. Başka şansları da yok.” (Nefes, 4.1.2025)

Ahmet Türk’ün “Irak ve Suriye Kürtlerinin sadece Türklerle adil bir yaşam sürebileceğini” ifade etmesi elbette kulağa hoş gelebilir. Ama son tahlilde Irak ve Suriye açısından bölücülüktür! 

Daha tehlikelisi de şudur: Irak ve Suriye Kürtleriyle “genişleyen Türkiye”, “İran Kürtleri” ile daha da genişlemek isterse ne olacak? Tam da ABD’nin istediği gibi bir Türk-Fars savaşı mı? 

Ya Irak ve Suriye Kürtleriyle genişlemiş Türkiye, daha sonra Türkiye Kürtlerinin liderliğiyle ayrı Kürdistan’a yönelirse ne olacak? Geniş Türkiye, daralmış Türkiye’ye dönüşür…

Batı Asya Birliği

O nedenle tarihsel olarak yararlı tutum şudur: Irak ve Suriye Kürtleri ile “geniş Türkiye” kurmak yerine, Batı Asya Birliği’ni hedeflemek. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin bu bölgesel birliği, Kürtlerin “adil bir yaşam sürmesinin” asıl teminatıdır.

Kürtlerin geniş-dar savaşlarında kullanılması sadece Kürtleri değil, Türkleri, Farsları ve Arapları uzun dönemli savaşlara götürecektir. Tersine büyük barış ve halkların gerçek özgürlüğü için Kürtlerin dört ülkedeki varlığını, Batı Asya Birliği’ni kurmanın kolaylaştırıcı fırsatı olarak görmek gerekir.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
6 Ocak 2025

, , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Yeni paradigmanın iflası

Öcalan’ın mesajı üzerinden “yeni paradigma”nın ne olduğu tartışılıyor. Öcalan DEM’lilerle gönderdiği mesajda “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya ben de gerekli katkıyı sunacağım” diyor. Peki Erdoğan ve Bahçeli’nin güç verdiği “yeni paradigma” nedir?

Paradigma, en yalın haliyle ”izlenen mevcut model, yöntem” demektir. Fikret Başkaya’nın ünlü Paradigmanın İflası kitabının alt başlığı “Resmi İdeolojisinin Eleştirisine Giriş” idi ve Başkaya esas olarak Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist olmadığı iddiası üzerinden “paradigmayla” hesaplaşmaya çalışıyordu. 

Kemalist Devlet karşıtlığı cephesi

Hem “Siyasal İslamcılar” hem de ”Ayrılıkçı Kürtler” açısından yıkılmak istenen paradigma “Kemalist Devlet” idi ve ikisi de iki ayrı koldan Kemalist Devlet ile çarpıştı. En önemli müttefikleri de ABD ve AB oldu. (Kemalist görünümlüler ve sermayenin rolü ayrı bir yazı konusu.)

AKP’liler “100 yıllık parantez”, DEM’liler “100 yıllık yıkım süreci” diyerek Kemalist Devlet’ten arta kalanlara karşı fiilen aynı cepheden saldırılarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla Siyasal İslamcı ile Ayrılıkçı Kürt, zaman zaman siyasi kazanç için çatışsa da tarihsel olarak Kemalizme karşı nesnel ittifak halindedir. 

Ülkücü milliyetçiler mi? Kemalist Devrim’in milliyetçiliği etnisiteye dayanmıyordu ve en önemlisi antiemperyalistti. Türkiye’nin yıkım sürecini başlatan NATO’culuk, Türk milliyetçiliğinin bu iki özelliğini, ülkücü milliyetçilik ile adım adım değiştirdi. 12 Eylül ile Türk-İslam sentezciliğinin devlete egemen yapılmaya çalışılması, MHP’den İslamcı-Türkçü BBP’nin çıkması, sonra MHP’nin de İslamcılaşması ve en sonunda Türk-İslam sentezinin AKP-MHP ittifakı eliyle rejim değiştirmesi bir bütün süreçtir.

Türkiye’yi Kürtlerle genişletme

Yeni paradigma dedikleri ise 22 yıldır inişli çıkışlı uygulamaya çalıştıkları “ABD’nin küresel düzeninin altında bir alt bölgesel düzen kurma” hedefidir. Bunun somut ifadesi ise ”Türkiye’yi Kürtlerle genişletme”dir. AKP-MHP koalisyonunun eski Osmanlı vilayetlerine plaka dağıtması da bu yeni paradigmanın karikatür halidir!

Esad yönetiminin yıkılması, AKP-MHP iktidarının yeni paradigmasının yeni aşamasını başlatmış oldu. Suriye’yi yeni paradigmalarının oyun sahası haline getirdiler. Öcalan’ı yeni oyun sahasında yardımcı aktör olarak görüyorlar.

Önceki yazımda belirtmiştim, planları şu: Öcalan PKK’nin kendini tasfiye ettiğini açıklayacak, PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ise Federal Suriye içinde özerkliğin kabulü üzerinden silahlı güçlerini Suriye ordusuna entegre edecek.

Asıl amaç Irak ve Suriye’deki Kürtleri Türkiye himayesine almak elbette… 

ABD’nin İran hedefi

Suriye’deki aktörlerin pozisyonları, mücadeleleri bakımından karışık ama hedefleri bakımından sadedir: ABD ve PYD Suriye’nin kuzeydoğusunda bir cephe. Türkiye ise HTŞ ile yakın ama ABD’nin müttefiki. HTŞ iktidarını aynı zamanda İsrail’e borçlu ve bu nedenle çatışma istemiyor. İsrail hem Suriye’nin güneyini işgal ediyor, hem kuzeydeki PYD’yi kolluyor. HTŞ ise Türkiye’nin desteğine rağmen asıl ABD’nin olurunun peşinde.

Tüm bu güçler Esad’ı devirmede fiilen ittifak yaptılar. Ve hepsi İran’ın Suriye’deki varlığından rahatsızdı. Şimdi direniş ekseninin kara bağlantısının kopmasından topluca memnunlar.

Peki ilerleyen süreçte tüm bu güçler, fiilen İran’a karşı aynı cephede toplanırlar mı? İşte asıl soru ve “yeni paradigmanın son aşaması” budur!

Anımsayın, ABD ve İsrail 90’lardan beri Türkiye’de İran karşıtlığını besliyor. Siyasi cinayetlerde sürekli Tahran’ı işaret ederek kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. ABD ve İsrail, bölgede asıl olarak bir Türk-Fars çatışması arzuluyor. 

Geçen yıllardaki pek çok düşünce merkezi raporundan biliyoruz ki Washington, Ankara’nın “Türkiye’yi Kürtlerle genişletme” hevesini, işte bu amacı doğrultusunda kullanmak isteyecektir. 

Önemle uyaralım: 1639 statükosunu bozmaya çalışmak ise daha baştan “yeni paradigmanın iflası” demektir! 

Türk-Kürt birliğinin paradigması bellidir: Atlantik düzeninde yıkıma uğrattıkları cumhuriyetimizi, devrimle yeniden inşa etmek!

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
2 Ocak 2025

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Bahçeli-Öcalan’ın ABD formülündeki rolü

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un “DEM’lilerin Öcalan’la görüşme talebine olumlu yanıt verdik” açıklamasından sonra Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder İmralı’ya gittiler ve iki saatlik görüşmeden sonra Öcalan’ın “Erdoğan ve Bahçeli’ye olumlu yanıtıyla” döndüler. 

Gerçi Adalet Bakanı “DEM’lilerin talebiyle” diyor ama talebin asıl sahibi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ydi. Önce “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” demişti, ancak bunun doğuracağı siyasi faturayı görünce, talebini “DEM’liler gitsin İmralı’da Öcalan’la görüşsün” şeklinde güncellemişti. 

Bahçeli’nin rolü

O nedenle bugün asıl üzerinde durulması gereken soru şudur: Bahçeli’nin 1 Ekim’de TBMM’de DEM sıralarına gidip tokalaşması ve sonra 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” demesi ile HTŞ’nin 27 Kasım’da başlattığı “Esad yönetimini devirme” harekatı arasında bir ilişki var mı?

Çerçeveyi genişletelim: Ecevit hükümeti, ABD’nin “Irak’a saldırıda Türkiye üzerinden kuzey cephesi açılması” talep ve baskılarına karşı koydu. Başbakan Ecevit’in yardımcısı Bahçeli ise 7 Temmuz 2002’de bırakın koalisyon ortaklarını, kendi parti yöneticilerini bile bilgilendirmeden 3 Kasım 2002 için erken seçim ilan ederek ABD’ye direnen hükümeti dağıttı. Sonuç? ABD’nin kuzey cephesi talebini kabul eden AKP hükümetinin yolu açıldı!

ABD’nin Irak’a harekatının en temel sonucu ise “Federal Irak” ile Barzani devletinin Türkiye’ye komşu yapılması oldu.

Öncesinde, 1999’da, Başbakan Ecevit bile şaşırmış, “ABD Öcalan’ı bize niye teslim etti, anlamadım” demişti. Bahçeli anlamıştı muhtemelen. Kolayca hem “asılmaması şartını” kabul etti, hem de Türkiye’nin AB kapısına bağlanarak kurumlarının çökertilmesini… 

1 Ekim’de düğmeye basıldı

Evet, Bahçeli’nin “Öcalan açılımı”nın elbette Suriye’yle de ilgisi var. Nitekim Öcalan, kendisine gönderdiği yanıtı, “Gazze ve Suriye’de hadiseler göstermiştir ki… “ diyerek şekillendiriyor ve şöyle diyor: “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim. Heyet (Buldan ve Önder) bu yaklaşımımı gerek devletle gerekse siyasi çevrelerle paylaşacaktır. Bunlar ışığında gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım.”

Çağrı? Bahçeli “Öcalan gelsin TBMM’de PKK’yi tasfiye ettiğini açıklasın” demişti ya… 

Kim ne kazanacak?

İlk “çözüm” sürecinin tıkaçlarının başında PKK’nin Suriye’deki özerklik kazanımı geliyordu zaten. Bugünkü “çözüm” süreci ise bu bakımdan “kaldığı yerden devam” anlamına geliyor.

Planları şu: Öcalan PKK’nin kendini tasfiye ettiğini açıklayacak, PKK’nin Suriye kolu PYD/YPG ise Federal Suriye içinde özerkliğin kabulü üzerinden silahlı güçlerini Suriye Savunma Bakanlığına devredecek…

Karşılığında DEM yeni anayasaya destek verip Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açacak. Böylece ilk “çözüm” sürecinin bir başka tıkacı olan Selahattin Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” çizgisi de tamamen silinmiş olacak. 

ABD’nin formülü

Tabloyu daha iyi anlayabilmek için YPG komutanı Mazlum Abdi ile HTŞ lideri Colani’nin son açıklamalarını birlikte değerlendirmemiz gerekiyor. 

YPG komutanı Mazlum Abdi, “yeni Suriye ordusuna entegre olmaya hazırız” diyor, “Suriye’nin birleşik olarak kalmasını ama siyasi sisteminin şeklinin değişmesini” istiyor, “ademi merkeziyetçi ve çoğulcu bir devlet inşası” talep ediyor, “özerk bölge temsilcilerinin söz sahibi olması gerektiğini” belirtiyor. 

HTŞ lideri Colani ise PYD/YPG ile görüştüklerini belirtip, “Kürt güçleri ordu saflarına entegre edilecek. Kürtler Suriye’nin ayrılmaz bir parçasıdır” diyor.

Özetle PKK’nin Suriye kolu, silahlı güçlerini Suriye ordusuna entegre etme karşılığında, Federal Suriye içinde özerk bölgenin tanınmasını amaçlıyor. Bu ABD’nin formülüydü. İşte Bahçeli-Öcalan açılımı, bu formülün gerçekleştirilmesi içindir.

ABD’nin stratejik formülü dün Federal Irak’tı, bugün Federal Suriye; yarın mı?

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
30 Aralık 2024

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

Masadaki üç konu

Biden’ın gitmeye, Trump’ın gelmeye hazırlandığı şu geçiş döneminde, Ankara ile Washington’u yakından ilgilendiren dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. 

O gelişmelere bazı açıklamaları, yalanlanmayan kimi iddiaları ve kulislerde konuşulanları eklediğinizde ister istemez akla şu soru geliyor: Acaba ABD ile AKP arasında bir pazarlık mı olası? 

Bugün bu sorunun peşine düşeceğiz. 

1) S400-F35-F16

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda milletvekillerinin sorularını yanıtladı. Güler bir soruya verdiği yanıtta “Amerikalıların F35 konusunda, bizim KAAN’ı yapabileceğimizi ve uçtuğunu görünce, biraz düşünceleri değişti. Onlar şimdi kendileri F35’i verebileceklerini ifade ediyorlar” dedi (AA, 26.11.2024).

ABD’nin fikri gerçekten KAAN nedeniyle mi değişti, yoksa başka gelişmeler mi var? 

Geçen hafta Bloomberg’in haberiydi: “Türkiye Rusya’dan satın aldığı S400 hava savunma sistemini ‘elden çıkarmadan sınırlı kullanımını kabul edebileceğini‘ ABD’ye iletti, karşılığında F35 programına geri dönülmesini istedi.”

İddia buydu ve Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, bu iddiayı/haberi yalanlamadı.

2) Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliği

Güney Kıbrıs Cumhurkanı Nikos Hristodulidis, 30 Ekim’de Beyaz Saray’da ABD Başkanı Joe Biden ile “Güney Kıbrıs’ın NATO’ya üyeliğini” ele aldı. Yunan Kathimerini gazetesi, “katılım planı”nın ayrıntılarını yazdı. Öncelikle Güney Kıbrıs’ın “NATO’ya üyeliğin başlangıcı sayılan önemli bir organizasyona katılımı” sağlanacaktı. ABD bu süreçte hem Rum askerlerini eğitecek, hem Güney Kıbrıs’ın askeri tesislerini NATO standartlarında modernize edecekti. 

Türkiye’nin vetosu mu? Plana göre vetoyu engellemek için Kıbrıs konusunda olumlu gelişmeler başlatılacak, Rumlar bazı veto ettiği süreçlerin önünü açacak, Türkiye-AB ilişkilerinde ilerleme sağlanacak…

İlginçtir, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan basın temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda, Anadolu Ajansı’nın metnine göre şöyle dedi: “Fidan, Türkiye-Yunanistan ilişkilerine dair, tüm sorunları bir paket olarak kamuoyundan uzakta ele almayı tercih ettiklerini dile getirerek, meselenin aşırı politize edilmesini doğru bulmadıklarını…” (AA, 23.11.2024).

3) ‘Suriyeli Kürtlerin ev ödevi’

Bahçeli 1 Ekim’de DEM’lilerle tokalaştı, ardından 22 Ekim’de “Öcalan gelsin TBMM’de konuşsun” dedi, önceki gün de ”İmralı’yla DEM arasında yüz yüze temasın gecikmeksizin yapılmasını bekliyorum” dedi (AA, 26.11.2024).

Ardından Erdoğan, bir kez daha, “Sayın Bahçeli cesur ve ezberleri bozan bir teklif ortaya koymuştur. Bahçeli ile uyum halindeyiz” dedi, PKK’ye “silahları gömdüğünüz anda önünüz açılır” mesajı verdi (tccb.gov.tr, 27.11.2024).

Ve dikkat çeken bir ifade… Fidan TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda milletvekillerinin sorularını yanıtlarken “Suriye’deki Kürtler Türkiye’ye karşı ev ödevlerini biliyorlar” dedi!

Sonuç: Pazarlık öncesi ön hazırlık 

Evet, masada üç konu var. Bu kritik üç konuda Trump’ın tam olarak nasıl bir çizgi izleyeceği kesin değil. O nedenle üç konudaki gelişmeleri bir pazarlıktan çok, 20 Ocak’ta Beyaz Saray’a oturacak Trump’la yapılacak olan pazarlığın ön hazırlığı diye değerlendirmek daha doğru olacak sanırım. 

Nitekim Yaşar Güler’in “Trump ABD askerlerini bölgeden çekecek” (AA, 13.11.2024) ve Hakan Fidan’ın “Trump ABD’nin PKK/PYD ile ilişkisini gözden geçirecek” (AA, 23.11.2024) değerlendirmesi de bir temenni olarak, pazarlığın ön hazırlığı gibi görünüyor.

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
28 Kasım 2024

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

CHP’yi “plana” zorlama operasyonu

Erdoğan-Bahçeli’nin “Öcalan açılımı” başlattığı şartlarda, CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in KCK’lilerle irtibatı iddiasıyla tutuklanmasının tek anlamı var: AKP-MHP ittifakı CHP’yi “plana” zorlamaya çalışıyor.

Zira CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sürece genel çerçevede bir destek verse de, ”iş anayasa değişikliğine gelecekse biz orada yokuz” diyor. 

Oysa Erdoğan’a asıl lazım olan yeni anayasadır. Kürt sorunu, açılım, çözüm süreci gibi başlıklar talidir, asıl konu Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açacak yeni anayasadır. 

CHP’nin komisyonlarına dahil olmadığı bir yeni anayasa sürecinden sonuç alınabilmesi olası değil. Erdoğan’ın istediği şu: CHP komisyona dahil olup sürece meşruiyet kazandırsın, sonra dilerse tabanı için “hayır” desin. “Nasılsa ondan sonraki süreç Kürtlerin oylarıyla yürütülür” diye düşünülüyor… 

Operasyon aynı zamanda İmamoğlu’na

Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in 10 yıldır PKK/KCK’lilerle irtibatlı olduğu iddia ediliyor. Bu doğruysa devlet açısından durum vahimdir. Zira mesele Özer’in nasıl belediye başkanı adayı olabildiği ile sınırlı değildir, nasıl dekan ve rektör yardımcısı gibi üst düzey devlet memuru olabildiği de vardır…

Bu durumda ya “parti devleti mekanizmaları“ zafiyet içindedir ya da “parti devleti mekanizmaları” sonraki süreçlere koz biriktirmektedir!

Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi bu esas olarak bir “CHP’yi AKP-MHP planına zorlama operasyonudur” ama aynı zamanda CHP içini hedef alan, İmamoğlu’na karşı da bir operasyondur. 

Zira savcılığa ek olarak MHP’li yetkililerin de dillendirdiği “belediyelerin Kandil’e peşkeş çekildiği” iddiası operasyonun merkezindedir ve hedefi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’dur. Açık ki AKP-MHP ikilisi, plana zorlamada CHP içi dengeleri, cumhurbaşkanlığı yarışı gibi konuları da kullanmaktadır. 

Erdoğan’ın planı

Bahçeli’nin “Öcalan’ın tecriti kalksın, umut hakkı verilsin, gelsin TBMM’de konuşsun” çağrısıyla süren “Öcalan açılımı”, daha önce de belirttiğimiz gibi esas olarak “Erdoğan’a sınırsız başkanlık yolu açma” açılımıdır; “Kürt sorunu”, “ABD-İsrail planını engelleme”, ”bölgede yeni oyun kurma” şeklindeki propagandalar, bu esası örtme amaçlıdır.

Diğer yandan Erdoğan’ın bu netameli süreç için sahaya “siyaseten çaresiz” Bahçeli’yi sürdükten sonra bir süre net açıklama yapmaması, gerek AKP içinde, gerek Cumhur İttifakı saflarında farklı yorumlandı, “Erdoğan’ın sürece destek vermediği” şeklinde algılandı. 

Oysa Bahçeli’nin risk alarak başlattığı süreç, Erdoğan’ın sürecidir, Erdoğan içindir. Nitekim Erdoğan, konunun tartışılması ve kamuoyunda normalleştirilmesi durumuna paralel olarak adım adım konuştu, konuşmaktadır. Son olarak Bahçeli’ye büyük övgülerle teşekkür ederek sürece desteğini daha açık şekilde ilan etmiştir.

Başkanlık açılımı

Mesele başkanlıktır, diğer her konu bu konuya endekslidir. Bahçeli’nin “ne Kandil ne Edirne, adres İmralı’dan DEM’e uzansın” diyerek muhatap belirlemesi, meselenin başkanlık olmasıyla ilgilidir.

Anımsayın: İmralı, yani Öcalan 2013’te “başkanlık sistemine” destek vereceğini açıklarken, Edirne, yani Demirtaş 2015’te “seni (Erdoğan’ı) başkan yaptırmayacağız” demişti. 

Yine Erdoğan’ın 2022’de “Edirne’deki (Demirtaş) İmralı’ya (Öcalan’a) hesap verecek” demesi de aynı bağlamdadır. 

Özetle konu dün de Erdoğan’ın başkanlığıydı, bugün de… 

Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet Gazetesi
31 Ekim 2024

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

PKK YOLSUZLUK OPERASYONUNA NASIL BAKIYOR?

Yolsuzluk operasyonu sonrası gelişmelere bakıldığında görülecektir ki, Erdoğan’ın en sıkı müttefiki Öcalan ve PKK’dir!

Nitekim BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş meseleye nasıl baktıklarını açıkça ortaya koydu: “Yolsuzluk operasyonu çözüm sürecini bozar.” (Vatan, Hüseyin Yayman, 26 Aralık 2013)

Zaten BDP’ye göre sadece yolsuzluk operasyonunu değil, AKP aleyhine olan her şey çözüm sürecini bozacaktır. Haklılardır!

Zira AKP ile PKK’nin “çözüm süreci” dediği süreç, Türkiye’nin çözülmesi sürecidir ve Erdoğan ve AKP yıkılırsa, çözülme duracaktır!

O nedenle PKK sadece yolsuzluk operasyonu ile sallanan hükümete destek olmuyor, ona yol bile gösteriyor. Örneğin PKK’nin iki numaralı ismi Cemil Bayık, AKP’nin yolsuzluk operasyonundan kurtulmasının tek yolunun Kürt sorununu çözmesinden geçtiğini açıkladı. (Hürriyet, 20 Aralık 2013)

OSLO’DAKİ AYRIŞMA

Gelin bir saptama yaparak durumu netleştirelim: Aslında AKP, PKK ve Cemaat Oslo sürecine kadar ortaktı! Gladyo’nun bu üç bileşeni de Büyük Kürdistan planına uygun hareket ediyordu. Oslo’da ortaklık bozuldu. Cemaat ile AKP-PKK ayrı düştüler.

Ortaklığın bozulmasının nedeni Cemaatin ABD’nin Büyük Kürdistan planından ayrılması değildi kuşkusuz…

Oslo süreci, Cemaatin Güneydoğu’yu tamamen PKK’ye bırakması yönünde geliştiği için ayrışma yaşandı. Cemaat uzun zamandır Güneydoğu’ya yatırım yapıyordu ve bölgede “Saidi Nursicilik’in ve Gülenizm’in” egemen olmasını istiyordu.

İşte bu ayrışmayla birlikte Oslo mutabakatı satır satır sızdırıldı. Peki, kim sızdırmıştı? Cemaat PKK’yi, PKK de Cemaati suçladı hep.

Kimin sızdırdığı artık daha da somuttur.

PKK’NİN AKP’YE GEZİ’DE VERDİĞİ DESTEK

Oslo’daki bu ayrışma sonrasında AKP ile PKK birbirine daha da sıkı sarıldı. Zaten ikisi de Cumhuriyet’in çözülmesini arzulama açısından birbiriyle yarışır durumdaydı.

AKP ile PKK’nin birbirine yapışması, bir siyasi ittifakın ötesinde bir durumdu. Örneğin Öcalan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’a yönelecek bir tehlikeye karşı kendisini kalkan yapabiliyordu: “Süreci esastan bozan güç kim diye baktım. Savcının 7 Şubat MİT’e darbesi. Ben bir darbeyi sezdim. Cezaevi müdürüne ‘MİT Müsteşarı Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir’ dedim. Sözlü, yazılı iletişime geçtim, 5 ay önce tekrar kanal açıldı, diyalog başladı.” (Milliyet, 28 Şubat 2013)

Öcalan, Paris’te 3 PKK’li kadının öldürülmesini de “7 Şubat darbesi devam ediyor” diyerek değerlendirdi, Haziran Halk Hareketini de “7 Şubat’ın devamı” şeklinde yorumladı.

Dahası, Haziran Halk Hareketi’nin Erdoğan’ı yıkabileceği görüldüğü anda, AKP’ye can simidi attı. “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” diyerek örgütüne hedef gösterdi.

Çünkü BDP ilk günden itibaren Gezi eylemlerini tıpkı AKP gibi, bir darbe girişimi olarak okumuş ve daha 1 Haziran’da BDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, parti olarak eylemlerde yer almayacaklarını ilan etmişti. Öyle ki, Başbakan Vekili olan Bülent Arınç, kendisine canlı yayında teşekkür etmişti.

GLADYO PARÇALANIYOR, ÇÖZÜLME SÜRECİ SONA ERİYOR

Özetle Erdoğan ile Öcalan, AKP ile PKK birbirine herkesten çok muhtaçtır. Birinin olmaması, diğerinin Türkiye’ye dair planı uygulayamamasına yol açar.

BDP’nin normal zamanlarda “muhalefet” yapması fakat en kritik zamanlarda AKP’ye destek çıkması, bundandır.

PKK de bilmektedir ki, çözüm süreci denilen çözülme süreci, en iyi Erdoğan’la uygulanır. İmralı ve Kandil o nedenle “Erdoğan’sız AKP” projelerine de karşı çıkmaktadır.

Ancak Türkiye artık yeni bir rotaya girmiştir ve o rotada Galdyo’nun üç çocuğu olan AKP, PKK ve Cemaat yoktur. Dolayısıyla yeni rotada çözülme değil, birleşme yaşanacaktır.

AKP ile PKK ortaklığının milletimizi ayrıştırdığı süreç, Gladyo parçalanırken, sona ermektedir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Aralık 2013

, , , , ,

1 Yorum

ÖCALAN’IN ARAÇSAL DEĞERİ BİTTİ

Aydınlık’ın “İşte İmralı’daki Apo” yazı dizisi çok öğretici. Sadece Abdullah Öcalan’ın 1999’dan 2013’e nasıl değiştiğini anlamamızı sağlamıyor, aynı zamanda onun varlık nedenini de ortaya koyuyor!

Gelin bugün Öcalan’ın siyasi tarihine kısa bir göz atalım:

ÖCALAN’IN İLK MİT BAĞI

Gazeteci Avni Özgürel, Bakaa’da görüştüğü sırada Öcalan’a, kendisini 1966-1967 yıllarında Fikir Ajansı’ndan anımsadığını söyler. Öcalan’ın yanıtı çarpıcıdır: “Doğru hatırlıyorsun. Ama ben bunları bir müddet sonra açıklayacağım.” Refik Korkut’un yönetimindeki Fikir Ajansı, aslında MİT’in bir yan kuruluşudur.

Bu ilişki orada kalmaz. Örneğin Öcalan 1972’de SBF’de Şafak Bildirisi dağıtmaktan bir grup öğrenciyle birlikte gözaltına alınmış, fakat MİT’in devreye girmesinden sonra Askeri Savcı Baki Tuğ, Öcalan’la ilgili görüşünü duruşmada değiştirmiştir. Öcalan böylece serbest kalmıştır.

Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978’de evlendiği Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu artık biliniyor. Öcalan ve Kesire Yıldırım’ı evlendikten üç ay sonra Ankara’dan Diyarbakır’a götüren isim ise ordudan ayrılma Pilot Necati’ydi.

Öcalan yıllar sonra bu ilişkileri, “MİT’i kullandım” diyerek açıklamaya çalışmıştır.

ÖCALAN FİDAN’A KALKAN!

Ancak Öcalan’ın MİT’i değil, MİT’in Öcalan’ı kullandığı ortadadır. Nitekim Öcalan artık “konumuna araçsal bir değer biçilmesini anlamlandırdığını” söylemektedir. (Özgür Gündem, 18 Ağustos 2013)

Çünkü Öcalan, 2005’ten itibaren de yine MİT’in denetimine girmiş, MİT’in aracı olmuştur! Önce Emre Taner’in, ardından da Hakan Fidan’ın…

Hatta Cemaat’in 7 Şubat operasyonu ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamaya kalkması üzerine Cezaevi Müdürü’ne “Hakan Bey’i yalnız bırakmamak gerekir” demiş ve “araçsal konumunu” yükseltmiştir!

ELDEN ELE DOLAŞAN ARAÇSAL KONUM

Aslında Öcalan’ın siyasi tarihini incelemek, aynı zamanda kimin aracı olduğunu belirlemektir. Zira Öcalan “araçsal konumunu” sürekli yükselen kuvvetlere göre tayin etmektedir.

Örneğin MİT’ten sonra, Suriye’ye geçince Muhaberat’ın aracı olmuştur. 1991’den sonra ise CIA’nın aracı olmaya terfi etmiştir.

1991’den önce kendisine yapılan “ABD emperyalizminin denetimine girme” uyarıları, artık daha anlamlı ve öğreticidir! O uyarılar sadece Kürtler için değil, bugün daha iyi görülmektedir ki, aslında tüm bölge için hayatiydi!

Ancak Öcalan’ın değeri “araçsal konumunu” sürekli yükseltebilmesine bağlıdır ve o bölge ile birlikte olmak yerine, bölgeyi işgale gelen ABD’ye taşeron olmayı yeğlemiştir. Solculuk maskesini de o nedenle atmak durumunda kalmıştır.

AÇILIM’IN ORTAK BÖLENLERİ

1999-2004 yılları arasında İmralı’da TSK’nin denetiminde olması ise onu yeniden ve tam tersi bir çizgiye itmiştir. Öcalan bu kez “araçsal konumunu” Türk Ordusu’na ve onun bölge merkezli dış politikasına göre uyarlamıştır.

Artık Atatürk’ü öven, Kürt isyanlarının bastırılması gerektiğini savunan, Şeyh Sait’i İngiliz ajanı ilan eden, Kürt kimliği talebini gereksiz ve yararsız bulan, birlik mesajları veren bir Öcalan portresi vardır karşımızda…

Sonrasında ise yine yükselen kuvvetin aracı olmayı seçmiştir. AKP, ABD’nin desteğinde Cumhuriyet mevzilerini tek tek ele geçirirken, Öcalan da yeni sürece uyum göstermiş ve bu kez kendisini Erdoğan ile MİT müsteşarlarının kontrolüne bırakmıştır!

Dahası Öcalan yazdığı özel bir mektupla, açıkça Erdoğan’a biat etmiştir. Erdoğan ile Fidan’ın denetiminde Açılım Süreci’nin ortak böleni olmuştur!

ARAÇSIZ ÇÖZÜM DÖNEMİ

Tüm bu özet tablo şu iki gerçeğe işaret etmektedir:

1) Öcalan, zora göre konumlanır ve kuvvetlinin denetimine çabucak girer.

2) Öcalan’ın ABD ve AKP nezdindeki araçsal konumu, şu anda Açılım Süreci adı altında Türkiye’nin parçalanması için kullanılmaktadır.

Türkiye’nin birliği ve Kürtlerin gerçek anlamda özgürlüğü, öncelikle Öcalan’ın araçsal konumunun ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Kürt halkını Öcalan’dan, Türk milletini Erdoğan’dan kurtarmak, yeniden birliğin formülüdür.

İşte Aydınlık bu yazı dizisiyle, enstrümansız çözümü, yani asıl çözümü, yani birlikçi çözümü Türkiye’nin gündemine getirmiştir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Aralık 2013

,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın