Posts Tagged Barrack Obama

GAZZE’DE TÜRKİYE-İRAN ÇARPIŞMASI

İsrail’in Gazze saldırısı 2008’le eş tutularak değerlendiriliyor hep. 2008’de de İsrail, ABD seçimlerinden bir ay sonra ve kendi seçimlerinden bir ay önce Gazze’ye saldırmıştı.

Başbakan Erdoğan da böyle değerlendirdiği için Netenyahu’ya şu mesajı veriyor: “Bilesin ki 2012’nin şartları, 2008’in şartları gibi değildir.”

Bu teze sarılanlara göre İsrail bu zamanlama ile ABD yönetimini baskılamayı ve kendi seçimlerine de siyasi malzeme üretmeyi hedefliyor!

Kuşkusuz İsrail’in böyle bir hedefi vardır elbette ancak Gazze’de İsrail’in hedeflerinden ötesi sahneleniyor!

TÜRKİYE-MISIR, İRAN’IN YERİNE OYNUYOR

Peki, o zaman hedef ne?

Hemen belirtelim: Suriye’de çarpışanlar şimdi de Gazze’de çarpışmaya soyunmuşlardır!

Suriye’de İran-Irak-Suriye cephesiyle karşı karşıya gelen Türkiye-Suudi Arabistan-Katar cephesi, Gazze’de yanlarına bu kez Mısır’ı da almaya çalışarak yeni bir cephe açmaktadırlar.

Bu o kadar açıktır ki, Zaman yazarı Ali Bulaç haklı olarak şu uyarıyı yapmaktadır: “Eğer Filistin direnişinde Türkiye ve Mısır, İran’ın yerini almak istiyorlarsa, maddi karşılığı olmayan retoriklerin ötesinde İran’ın direnişe sağladıklarının fazlasını sağlamaları beklenir.” (Zaman, 19 Kasım 2012)

Bulaç ikinci bir uyarı daha yapmaktadır: “Hangi yönetim bu işe bulaşırsa, eninde sonunda ya Batı ve İsrail’e avantaj sağlamak isterken kendi kamuoyuyla karşı karşıya gelir, meşruiyetini kaybeder; ya da Batı ve İsrail ile bizzarure çatışmaya girer.”

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi FHKC’den Adil Smara da meseleye aynı yerden bakıyor ve Gazze’de Türkiye-Mısır ekseni kurulmaya çalışılmasını “Müslüman Kardeşleri Gazze’ye yerleştiren köprü” olarak değerlendiriyor.

ERDOĞAN’IN İŞİ HAMAS’I DURDURMAK

En iyisi İsrail’in Gazze’ye saldırısından hemen önce meydana gelen kimi olguları sıralayalım:

1) Katar Şeyhi El Tani 23 Ekim’de sürpriz bir şekilde Gazze’yi ziyaret etti. İran’ın Fars Haber Ajansı, El Tani’nin bu ziyarette Hamas liderlerine saat ve dolmakalem hediye ettiğini belirtiyor ve ekliyor: “Bu hediyeler, İsrail uydularına düşük frekanslı sinyaller yolluyor ve bu sayede İsrail uçakları diledikleri Hamasçı’yı kolayca bulup vuruyor.”

İran’a göre İsrail Hamas’ın askeri lideri Cebari’yi bu şekilde öldürdü.

2) Pek çok analist, İsrail’in Hamas’ın lideri Cebari’yi öldürmesine şaşırdı. Zira Cebari son olarak İsrailli esir askerle Filistinlilerin takasını sağlamıştı!

FHKC’den Adil Smara’nın şu sözleri önemli: “Hamas liderlerinden İsmail Haniye’nin, Ramallah hükümeti yolundaki istişarelerinin önünde engel olan Cabari’nin ortadan kalkmasından sanki bir rahatlık duymuş gibi başladığı konuşmasını dinlediğimde, bu gözlemlerden emin oldum.”

3) AKP’nin koruması altında İstanbul’da yaşayan Tarık Haşimi’nin bu ay başında MOSSAD ajanlarıyla görüştüğü ortaya çıktı. Bu görüşmenin AKP bilgisi dışında olması mümkün değil.

4) İsrail Maslahatgüzarı yanında MOSSAD ajanlarıyla birlikte TBMM’de AKP’li Dışişleri Komisyonu Başkanvekili’ni “randevusuz” ziyaret etti.

5) Türkiye, resmi olarak İsrail’in Hayfa Limanı’na Ro-Ro seferleri başlattı.

6) Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel Suudi Arabistan’a gitti.

7) Tamam, Erdoğan “İsrail’in savunma hakkı var” diyen Obama’ya “bu nasıl adalettir” diye seslendi ama Washington’dan gelen “Hamas’a baskı yap” çağırısına da uydu!

Başbakan Erdoğan’ın bu talepten sonra El Fetih’le Hamas’ı birleşmeye çağırması ilginçti. Filistin’in bölünmüş yapısından bugüne kadar hiç rahatsız olmayan Erdoğan’ın çağrısı manidardı.

ABD Başkanı Barrack Obama’nın son olarak “Hamas’ın durdurulması Erdoğan ile Mursi’nin sorumluluğudur” demesi, aynı zamanda bir göreve işaret etmekteydi!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
21 Kasım 2012

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

BİNGAZİ SALDIRISININ ŞİFRELERİ

Kışkırtıcı bir film nedeniyle ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’nun 11 Eylül’de saldırıya uğraması ve büyükelçi ile üç personelin öldürülmesi, kuşkulu açıklamalara sahne oluyor…

Sis perdesini kaldırabilmek için öncelikle olguları alt alta koyalım:

ABD’NİN HABERİ VARDI

İngiliz The Independent gazetesinin diplomatik kaynaklara dayandırdığı haberinde, Kahire ve Bingazi’deki diplomatik misyonların saldırıya uğrayabileceği istihbaratı 48 saat önce ABD Dışişleri Bakanlığı’na bildirilmişti.

Buna rağmen saldırı gerçekleşti, üstelik göstericiler az sayıdaki güvenlik görevlisini hızla, 15 dakikada aştı! Washington açısından daha da vahimi, konsolosluktaki en hassas belgelerin saldırıdan sonra kaybolmuş olması…

ABD: SALDIRI PLANLI DEĞİL

Ancak ABD saldırının planlı olmadığı konusunda ısrarlı…

Son olarak ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Susan Rice, Libya’nın Bingazi kentindeki ABD konsolosluğuna düzenlenen saldırının planlı olmadığını söyledi.

LİBYA: SALDIRI PLANLI

Libya ise saldırının kendiliğinden oluşmadığını, planlı gerçekleştiğini savunuyor.

Örneğin Libya Milli Genel Kongresi Başkanı Muhammed el-Mugaryef saldırının “birkaç ay önce ülkeye giren yabancılar tarafından planlandığının kesin olduğunu” belirtti.

Nitekim El Kaide örgütü de ABD konsolosluğuna düzenlenen saldırının, geçen aylarda öldürülen El Kaide’nin Libyalı lideri Ebu Yahya el-Libi’nin intikamının alınması için düzenlendiğini açıkladı.

MISIR: PROTESTOCULAR PARA ALDI

Saldırının ve sonrasında başka ülkelerde meydana gelen olayların planlı olduğunu iddia edenlerden biri de Mısır Başbakanı Hişam Kandil.

Kandil, BBC’ye verdiği demeçte, İslam’a hakaret eden filmi Kahire’deki ABD büyükelçiliğinin önünde protesto edenlerin bir yerden para aldığını açıkladı. Kandil,  bu konuda ellerinde güçlü kanıtlar olduğunu belirtti.

GÜLEN: SALDIRI SERVİS İŞİ

En dikkat çeken açıklamalardan biri de ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’den geldi.

Gülen, kendi internet sitesinden yaptığı açıklamada, Libya’daki saldırıyı istihbarat servislerinin yaptığını iddia etti.

SALDIRGANLAR SURİYE’YE SEVKEDİLDİ

Tunus’ta yayınlanan Tanitpress gazetesi, Bingazi Konsolosluğu saldırısına katıldığı tespit edilenler arasında Ensar eş-Şeria örgütü üyeleri olduğunu duyurdu.

Ancak Tanitpress’in bizi daha da çok ilgilendiren haberi ise saldırıya katılan bu İslamcı militanların, Suriye’de Beşar Esad’a karşı savaşmak üzere daha sonra Mısır ve Türkiye üzerinden Suriye’ye gönderildiğiydi!

KOMPLODAKİ PARMAK

Meselenin en dikkat çeken yanı ise bir ülkeye saldırmak için yalanlar üreten, sözde kanıtlar uyduran ABD’nin, bu kez saldırıyla o ülkeyi ayırmaya özen göstermesi oldu.

Örneğin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “saldırı Libya halkının işi değil” dedi. Örneğin ABD Başkanı Barrack Obama “saldırı nedeniyle Libya-ABD bağları kopmayacak” dedi.

Tüm bu olgular alt alta koyulduğunda ortaya şu sonuç çıkıyor: Acaba birileri, Bingazi saldırısı ile ABD’yi yeniden Ortadoğu’ya çekmeye mi çalışıyor? Kimin bölgede ABD’ye hayati ihtiyacı var? ABD’ye ihtiyaç duyan kuvvetlerden hangisi bölgesel komplo yapabilecek kapasitedir?

Bu sorulara yanıt aramayı sürdüreceğiz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
19 Eylül 2012

, , , , , , ,

Yorum bırakın

PEKİN-MOSKOVA ORTAKLIĞI

Geçen haftaki Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği APEC zirvesi ABD-Asya çarpışmasına sahne oldu…

Çarpışmayı inceleyeceğiz ama galibi sembolize eden bir ayrıntıyla başlayalım: Rusya’nın doğu ucu Vladivostok’taki APEC toplantılarının son iki gününde, devlet başkanları zirvesi vardı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ev sahipliğindeki zirveye ABD Başkanı Barrack Obama katılmadı! Obama’yı ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton temsil etti.

Gelelim toplantılara, sonuçlara ve çarpışmaya…

ÇÜZÜM AVRASYA’DA

Büyük Okyanus’a kıyısı olan 21 APEC üyesi ülke liderlerinin gündeminde iki temel sorun vardı: Ticari yatırımın serbestleştirilmesi ve bölgesel ekonominin entegrasyonu.

Zirve sonunda yayımlanan APEC ekonomi liderleri bildirisi, “Pekin-Moskova ortaklığının dünyada ağırlığını artırması” ve “Rusya’nın ekonomik programlarının Asya’ya entegrasyonu” olarak yorumlandı.

Vladimir Putin’in, zirve kapanış konuşmasında Rusya’nın ekonomik ağırlığını Asya’ya kaydırmak için özel bir hamlede bulunmadığını, bu sürecin kendiliğinden geliştiğini vurgulaması önemliydi.

Putin ayrıca “Avro Bölgesi’nde sıfır büyüme ya da resesyon var. Asya-Pasifik bölgesinde ise büyüme oldukça pozitif” diyerek, bu bölgenin “ekonomi, para ve ticaret merkezi” olduğunu belirtiyordu. Hatta Putin daha da ileri gidiyor ve krizdeki Avrupa’ya “çözüm Avrasya’da” mesajı veriyordu.

DOĞU ASYA’DA DEV YATIRIM

Zirvede dile getirilen ve Pekin-Moskova ortaklığını büyüten somut olgular ise şunlardı:

Çin, yatırımlarında ağırlığı ülkenin gelişmemiş iç kesimlerine ve Rusya’nın doğu sınırlarında bulunan Jilin eyaletine kaydırmaya başladığını ilan ediyordu. Pekin hükümeti, bu amaç için bölgenin raylı ulaşımına 800 milyar yuanlık yatırım yapacağını açıklıyordu. Liman yatırımıyla birlikte bu miktar 1 trilyon yuanı aşıyordu.

“Bölgedeki altyapıyı günden güne geliştirerek, gelişimin önünü açıyoruz” diyen Rusya Devlet Başkanı Putin de “Trans-Sibirya ve Baykal-Amur Demiryolu’nu geliştirdiklerini, yeni limanlar ve enerji merkezlerini kurduklarını açıklıyordu.

Moskova, Rusya’dan Çin’e petrol ve doğalgaz taşıyacak “Trans-Sibirya boru hattının” ikinci aşamasının tamamlanmak üzere olduğunun da müjdesini veriyordu.

İKİ PROJE ÇARPIŞTI

APEC Zirvesi’nde iki proje çarpıştı. ABD, “Pasifik Stratejik Ekonomik ve Ortaklık Anlaşması” ile üye ülkelerin vergi duvarını eşit biçimde kaldırmasını istiyordu.

Çin ise “Üye ülkeler arasında gelişme farklılığı ve çeşitliliği dikkate alınmalı. Asya-Pasifik Bölgesi’nde ekonomik entegrasyonun adım adım gerçekleştirilmesinden yanayız.” diyor ve çeşitli ülkelere daha gevşek uygulanabilecek “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik ve Ortaklık İlişkiler Anlaşması” istiyordu…

Rusya haliyle Çin’in projesine destek verdi.

HEM EKONOMİK HEM SİYASİ ORTAKLIK

Pekin-Moskova ortaklığı, sadece ekonomik düzlemde değil, siyasi düzlemde de dünyada ağırlığını artırıyor.

Vladimir Putin’in Russia Today televizyonuna yaptığı açıklamada “Çin ile ilişkilerimiz en yüksek seviyede. Siyasi ve ekonomik alanda karşılıklı olarak en güçlü güvene sahibiz” diyerek yeni bir döneme işaret etmesi, Atlantik açısından kaygı yaratıyor.

İki başkentin ortaklığının, Şanghay İşbirliği Örgütü ŞİÖ ve APEC sütunları üzerinden bir merkez yarattığı, bunun da çok kutuplu (merkezli) dünya hedefi için stratejik değerde olduğu, iki ülke basınında önemle dile getiriliyor.

İki ülkenin en somut siyasi ortaklığı ise Atlantik’in Suriye’ye yönelik tehdidine karşı birlikte barikat oluşturmaları ve dış müdahaleye geçit vermemeleridir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Eylül 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

KOD ADI SAKİNLEŞTİRİCİ

Başbakan Erdoğan’ın “Müslümanlara sabırlı olmalarını tavsiye ettiği” konuşma, meğer Obama’nın talebi üzerineymiş…

Kışkırtıcı bir film nedeniyle oluşan tepkilerin giderek büyümesi üzerine ABD Başkanı Barrack Obama, Tayyip Erdoğan’ı aramış ve “Müslümanları sakinleştir” demiş!

Beyaz Saray Sözcüsü Jay Karney’in açıklamasından öğreniyoruz ki, “Obama Erdoğan’a, şiddete karşı yüksek sesle konuşması için kişisel bir mesaj göndermiş.Karney sonucu da şu sözlerle açıklıyor: “Erdoğan’ın bunu yaptığını gördünüz.

Böylece ABD’nin Erdoğan’a son olarak “sakinleştirici” görevi verdiğini öğrenmiş bulunuyoruz…

KOLAYLAŞTIRICI, YUMUŞATICI, SAKİNLEŞTİRİCİ

Washington daha önce de Erdoğan’a bu tür görevler verdi…

Örneğin Obama, Tayyip Erdoğan’ı Şam-Tahran bağını koparması için Suriye’yle yakınlaştırdığı dönemde, ona “kolaylaştırıcı” rolü verdi!

Örneğin Obama, Tayyip Erdoğan’a İran’la uranyum takası sırasında mektupla görev verdiğinde, ona “yumuşatıcı” rolünü verdi!

“Kolaylaştırıcı” ve “yumuşatıcı”, Erdoğan’ı niteleyen kavramlar olarak ABD basınında da açık açık yer aldı! Şimdi bunlara “sakinleştirici” de eklenmiş oldu!

Ama Erdoğan’a verilen ve kendisinin de kırk ayrı yerde ifade ettiği asıl görevi, BOP Eşbaşkanı olmasıdır.

Dolayısıyla Obama’nın Erdoğan’a “Müslümanları sakinleştir” görevi vermesi, onun ABD’nin İslam dünyasını hedef alan Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olmasıyla ilgilidir.

Gelin bu görevin nasıl icra edildiğini ortaya koyan tipik üç örneği inceleyelim:

ERDOĞAN HAÇLI SEFERLERİNİ ÖVDÜ

Haçlı Seferleri’nin İslam dünyası için ne anlama geldiği herkesin malumudur. Ancak Erdoğan, BOP Eşbaşkanlığı görevinden dolayı, Haçlı Seferleri’ni bile övmek durumunda kalmıştır.

Erdoğan 13 Nisan 2011 günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bakın neler söylemişti: “Haçlı Seferleri, iki kültürün, iki medeniyetin, iki dinin karşı karşıya gelmesinden ziyade, birbirini tanıması, birbirini anlaması ve birbirinden etkilenmesi sonucunu da doğurmuştur. Bilimde, sanatta, mimaride, dilde, musikide, günlük yaşam alışkanlıklarında, hatta yeme-içme kültürlerinin transferinde Haçlı Seferleri son derece etkili olmuştur. Haçlı Seferleri’ni derin hafızasından silemeyenler, kendi toplumlarına da bölgelerine de dünyaya da barış ve hoşgörü vaat edemezler.”

‘İSLAM DÜNYASI ÖZELEŞTİRİ YAPMALI’

2011 yılında Müslümanlara “Haçlı Seferleri’ni unutun” çağrısı yapan Erdoğan, 2004 yılında da İslam dünyasını özeleştiri vermeye çağırıyordu.

Erdoğan İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik Konferansı kapsamında 23 Kasım 2004’te düzenlenen İş Forumu’nun açılışında İslam dünyasına sesleniyordu: “Artık bir özeleştiri yapma zamanı gelmiştir ve geçiyor. Bunu gerçekleştirmek durumundayız.”

Evet, Erdoğan’a göre İslam dünyası özeleştiri yapmalıydı, Müslümanlar Haçlı Seferleri’ni unutmalıydı…

Erdoğan, AKP milletvekillerinden İslam dünyası açısından kritik öneme sahip Filistin davasında duygusal davranmamalarını bile istedi!

Erdoğan, 25 Mayıs 2004 günü partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda milletvekillerine şöyle sesleniyordu: “Hassas bir dönemden geçiliyor. Filistin konusunda duygusal davranmayın. Dünya gerçeklerini göz önünde tutun. Biz öyle davranıyoruz.

HAVUÇ VE SOPA

Üç örneği inceledik ama Erdoğan’ın siyasi hayatı benzerleriyle dolu…

Yahudi cesaret madalyası alan tek Müslüman olmasından Irak’ta Müslüman katleden ABD askerlerinin sağlığına duacı olduğunu açıklamasına, Müslüman düşmanı Papa 5. Sixtus heykelinin altında Avrupa Anayasası’na imza atmasından Libya’ya saldıran Haçlı koalisyonuna katılmasına kadar pek çok örnek sıralayabiliriz…

Peki, Erdoğan bu görevi neden kabulleniyor?

Sorumuzun “havuçlu” yanıtı, koltuk!

“Sopalı” yanıt mı? Danışmanı Cüneyt Zapsu’nun ABD’lilere “deliğe süpürmeden önce iyice kullanın” demesi ve kendisiyle telefonda konuşurken Obama’nın beyzbol sopasını tutması mesajı, yeterince açık değil mi?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Eylül 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

2. AÇILIM PAKETİNDEN CHP ÇIKTI

Hüseyin Aygün’ün kendisini kaçıran PKK’liler için kullandığı ifadeler siyasette bir mutabakat tablosu oluşturdu. O tabloda AKP, BDP, Y-CHP ve liberaller var…

AKP milletvekili Galip EnsarioğluAygün’ün barış olsun, kimse ölmesin, dağdakiler insin şeklindeki mesajlarına elbette katılıyoruz” derken, Y-CHP Milletvekili Rıza Türmen daha da ileri gidiyor ve “Dağdakileri terörist olarak görmezsek, o zaman savaşı aşarız” diyordu…

Ahmet Altan’ın “Dağdakiler de bizim çocuğumuz” diyerek katıldığı koronun en dikkat çeken solisti ise istihbarat birimleriydi… Yandaş basına servis ettikleri telsiz “konuşmaları” ibretlikti!

Tamam, “o nasıl bir telsiz ki, Tunceli – Kuzey Irak arasında irtibat kurabiliyor” sorununa girmeyeceğiz ama Bahoz Erdal’ın, Aygün’ü kaçıran PKK’lilere fırçasını kâğıda döken görevliyi tebrik etmeden geçemeyeceğiz. Uzun zamandır kasap olarak sergilemeye çalıştıkları Bahoz Erdal’ı bu kez milletvekili kaçırılmasına itiraz eden, güvenliğinin alınmasını ve derhal serbest bırakılmasını isteyen duyarlı biri olarak resmettiler.

GENÇ PKK’LİLER RAHATSIZ

Hüseyin Aygün’ü kaçıran genç PKK’lilerin dağda bulunmaktan nasıl rahatsız olduğu, demeçlerle, köşe yazılarıyla ballandıra ballandıra anlatılıyor. Neredeyse “haydi onları kurtarmaya gidelim” diyecekler!

Peki, nereden çıktı bu dağdakilere duyulan aşk? Onları terörist olarak değil de insan olarak gördüklerini ilan edenlerin aynı gün hümanist felsefe sahibi olduğuna mı inanacağız?

Gelin birkaç ay geriye gidelim ve bu kampanyanın izlerine bakalım:

‘DİYALOG SÜRECİ YENİDEN BAŞLADI’

AKP’nin 6 maddelik 2. Açılım paketi, 27 Şubat’ta Yeni Şafak’tan duyuruldu: “1. Öcalan kenarda tutulup, sürece sonra eklenecek. 2. İsrail’in arka kapı diplomasi merkezi olan Oslo – Norveç değiştirilecek. 3. Barzani sürece dâhil edilecek. 4.  Türkiye, “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”na koyduğu şerhi kaldıracak. 5. Anadilde eğitim, seçmeli ders olacak. 6. Af.”

Ardından Nisan ayında müzakereler yeniden başlatıldı. Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, 28 Nisan günü “Diyalog süreci yeniden başladı” diyor ve Açılım Koordinatörü Beşir Atalay’ın “çok yoğun görüşmeler oluyor” sözlerini müjdeliyordu…

Müzakerelerin sürdüğünü, son olarak ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone duyurdu…

HAZİRAN TRAFİĞİ            

Müzakerelerin başladığı günlerde sırasıyla hem Barzani, hem de BDP heyeti Washington’a gitti.

Ardından 2. Açılım’ın haziran trafiği başladı: Barrack Obama ile Tayyip Erdoğan, Mesud Barzani ile Kemal Burkay, Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu, , Leyla Zana ile Tayyip Erdoğan

Tüm bu trafik yönetilirken, AKP Açılım’ın içini dolduracak hazırlıklar da yapıyordu…

Bu hazırlıklardan biri, tam da bugün Hüseyin Aygün’ün kaçırılması üzerinden başlayan “dağdakileri şirin gösterme” kampanyası içindi…

GENÇ PKK’LİLERE YENİ KİMLİK

“Dağdan kurtarılacaklara yeni kimlik” şeklindeki bu hazırlık, 27 Temmuz günü Bugün gazetesi üzerinden servis edildi.

Emniyet Genel Müdürlüğü dağdakilerin aileleriyle irtibat kuracak, etkin pişmanlık yasasından yararlanmalarını sağlayacaktı… Devlet bu süreçte maddi, manevi her türlü desteği verecekti. İsteyenin yeni kimliği bile olacaktı! Dağdakiler bu yeni kimlikleri ile sosyal hayata daha kolay adapte olacaktı.

Bugün gazetesi, çalışmaların Adana ve Mersin’de başlatıldığını da duyuruyordu…

ŞEMDİNLİ BULUŞMASI                             

Asıl amacın PKK’yi dağdan indirmek olmadığı, Büyük Kürdistan projesine uygun olarak Kuzey Irak’ın Türkiye’ye genişletilmeye çalışıldığı ortada… Uludere’den Şemdinli’ye uzanan süreç iyi incelenmeli…

Bitirirken belirtelim: 1. Açılım, Habur rezaleti sonrasında oluşan milli tepki nedeniyle hız kaybetmişti… Bakalım 2. Açılım, önceki gün sahnelenen ve Habur’dan daha beter olan PKK-BDP buluşması sonrasında nasıl seyredecek?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi

19 Ağustos 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

PENTAGON’UN ANLATMADIĞI 5 ÇİN GERÇEĞİ

Washington’un Asya-Pasifik merkezli yeni savunma stratejisi, ABD’de Çin konulu yayınların sayısını hızla artırdı. Uluslararası önemdeki strateji ve dış politika dergileri, Çin üzerine analizler yayımlıyor.

Örneğin Foreign Policy, Çin’in askeri gücünün Pentagon’un raporlarınkinden çok daha büyük olduğunu ortaya koyan bir inceleme hazırlamış. Dergi, Pentagon’un son raporunda yer almayan Çin’in askeri durumuyla ilgili 5 maddeyi incelemiş. (Foregn Policy, 5 Things the Pentagon Isn’t Telling Us About the Chinese Military, 23 May 2012)

1.) ÇİN’İN SAVUNMA HARCAMALARI

Pentagon verilerine göre Çin’in savunma harcaması yüzde 11 artarak, 106 milyar doları buldu. Foreign Policy, bunun gerçekte 180 milyar dolar olabileceğini belirtiyor.

Dergiye göre, savunma harcamaları gidişatı, Çin’in ABD’yi 2020’de ya da en geç 2030’da geçeceğini gösteriyor.

2.) ÇİN’İN NÜKLEER STRATEJİSİ

Pentagon raporlarına göre Çin’in nükleer silahları 50 ile 75 arasında. Ancak Pekin’in elindeki savaş başlığı sayısının 3,500 civarında olduğu iddia ediliyor.

Pentagon’a göre Çin’in sadece iki adet nükleer yakıtlı balistik füze denizaltısı var. Foreign Policy’e göre “Bir süper güç için bu elbette bir tehdit değil. Asıl tehdit, Çin’in inşa etmeyi planladığı gerçek filo büyüklüğünün bilinmemesi.”

3.) ÇİN DONANMASI

Pentagon Çin’in donanma üs stratejisini “inci dizimi” kavramıyla tanımlıyor. Bununla birlikte, Çin son dönemde Burma, Pakistan ve Sri Lanka gibi ülkelerde, donanma üsleri inşa etmektedir. Hatta Şeyseller, Çin gemileri için ikmal noktası olmayı teklif etti.

Pentagon raporuna göre Çin, önümüzdeki on yılda yeni uçak gemileri inşa edecek. Ancak Foreign Policy’e göre Çin’in bu atılımı güney denizinde ülke çıkarları için mi, yoksa tıpkı ABD gibi küresel güç misyonu ile mi yapacağı bilinmiyor.

4.) ÇİN’İN UZAY KAPASİTESİ

Çin uzayda giderek yetkinleşiyor. Çin uzaya kendi uydu ağını kurdu, yörüngeye uzay laboratuarı kurdu hatta anti-uydu füze geliştirdi.

Ancak Foreign Policy’e göre ABD’yi asıl tedirgin eden Çin’in yüksek askeri potansiyeli barındıran Shenlong isimli yeni uzay aracı…

5.) KAĞITTAN KAPLAN MI, ATEŞ SOLUYAN EJDERHA MI?

Foreign Policy, Çin’in askeri yeteneklerinin, örneğin siber-casusluk gibi alanlarda da bilinmezlerle dolu olduğunu belirtiyor ve soruyor: “Kuşkusuz askeri endüstri, Çin’in kendi kapasitesinde bir devrim yarattı ama gerçek durum tam olarak ne?”

Foreign Policy, Çin’in askeri gücünün henüz test edilmediğini belirtiyor ve “Acaba Çin Halk Kurtuluş Ordusu, 21. yüzyılda çıkması muhtemel bir büyük ölçekli savaşa uygun mu?” diye soruyor.

Dergi, “Tüm bu soruların yanıtları belki Pentagon’un gizli bölümlerinde gömülüdür ama son raporunda olmadığı ortada” diyerek, Pentagon’un son Çin raporunu değerlendiriyor.

ABD KARTALI MI, ÇİN EJDERHASI MI?

ABD Başkanı Barrack Obama, ülkesinin savaş stratejisinin artık Asya-Pasifik merkezli olduğunu ilan etti. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da, 2020’ye kadar donanmanın yüzde 60’ının Pasifik’e kaydırılacağını açıkladı.

Yani ABD, küresel liderliğini korumak için ve Pekin kendisini geçmeden, Çin’i kuşatmak ve baskılamak istiyor…

ABD ile Çin arasında başlayan “soğuk” savaş, yeni bir dünyayı şekillendiriyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Haziran 2012

, , , , ,

1 Yorum

ÇANKAYA’YA ABD’Lİ SENATÖR AKINI

Bu kez de ABD’li senatör Richard J. Durbin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün konuğuydu. Çankaya’da Salı günü gerçekleşen ziyaret, basına kapalıydı. Yani, ne konuşulduğunu bilmiyoruz!

Çankaya’ya son iki ayda sıra dışı bir ABD’li senatör akını var. Acaba neden?

2 AYDA 7 SENATÖR

Önce gelin bu ziyaretleri anımsayalım:

ABD Temsilciler Meclisi Üyesi Tom Price, 3 Nisan’da Cumhurbaşkanı Gül’ü ziyaret etti.

ABD’li senatörler John McCain, Joe Lieberman ve Lindsey Graham, 9 Nisan’da Gül’ü ziyaret etti.

ABD’li senatörler Carl Levin ve Jack Reed, 3 Mayıs’ta Gül’ü ziyaret etti.

ABD’li senatör Richard J. Durbin, 29 Mayıs’ta Gül’ü ziyaret etti.

SENATÖRLERİN FAALİYET ALANLARI

Cumhurbaşkanlığı sitesinde bu ziyaretlerin sadece olduğuna dair bilgi var. Ama ne söylendiği, ne görüşüldüğü bir sır! Basına kapalı gerçekleşen bu ziyaretlerle ilgili Türk basınında da bir ayrıntı yok.

Biz ayrıntıları, bu ziyaretçilerin öncesi ve sonrasındaki faaliyetlerinde ve ABD basınında aradık:

Tom Price, Suriye’ye uygulanan yaptırımların mimarlarından biri olarak biliniyor. ABD temsilciler Meclisi Üyesi Price, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a yazılan ve 327 Kongre üyesinin imzaladığı “ABD-İsrail kırılmaz bağları” konulu mektubun da yazarı.

ABD’li senatörler John McCain ve Joe Lieberman, Gül’le görüştükten sonra Hatay’a gitti ve sınırı teftiş etti! İkili, Suriyeli teröristlerle de içeriği açıklanmayan görüşmeler yaptı.

İkilinin Türkiye ziyaretinden sonra Foregin Policy’de yer alan şu satırlar Ankara’da yalanlanmadı: “Türk yetkililer, McCain ve Lieberman’a silahların sınırların ötesine akışına izin vermeye gönüllü olduklarını ve Suriye muhalefetine yardım için diğer daha saldırgan adımları tartışacaklarını belirttiler.”

ABD’li senatörler Carl Levin ile Jack Reed, ABD Kongresi’ne Ermeni soykırımı yasa tasarısını getiren ikiliydi. Üstelik Gül, Levin ve Reed’le, bu olaydan çok değil, tam 19 gün sonra görüşmüştü!

ABD Senatosu Silahlı Kuvvetler Komitesi Başkanı da olan Senatör Carl Levin, 7 Mart’ta yaptığı “İsrail’in İran’a saldırmasının muhtemel olduğunu düşünüyorum” açıklamasıyla dünyanın gündemine gelmişti.

Gül’ün son konuğu olan Richard J. Durbin, 19 Şubat 2009’da da özel bir görevle Türkiye’ye gelmişti. Senatör Durbin, ABD Başkanı Barrack Obama’nın Kıbrıs’la ilgili mesajlarını Cumhurbaşkanı Gül’e getirmişti. Durbin, Gül’den sonra Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret etmişti.

7 SENATÖRÜN ÖZELLİĞİ

Abdullah Gül’ün son iki aydaki konuğu olan bu 7 senatörün ortak özelliği, Türkiye karşıtı bölge faaliyetlerinde bulunmaları… İran ve Suriye düşmanı ve tam bir İsrail dostu olan bu senatörler, aynı zamanda Türkiye’yi Ermeni meselesi ve Kıbrıs üzerinden sıkıştıran hamlelerin de mimarları durumundalar…

Peki, tüm bu özelliklere sahip ABD’li senatörleri sık sık Çankaya’ya sevk eden ne? Ya da şöyle soralım: Türkiye Cumhuriyeti’nin başı, bu 7 senatörü neden bu sıklıkta ağırladı?

Yanıt Gül’ün Colin Powell ile imzaladığını itiraf ettiği “2 sayfalık 9 maddelik” hizmet sözleşmesinde gizli!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Mayıs 2012

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AFGANİSTAN’DA BAŞLADI, AFGANİSTAN’DA SONA ERECEK

Barrack Obama’nın sürpriz Afganistan ziyareti, ABD’de öncelikle bir seçim yatırımı olarak nitelendirildi.

Obama’nın ziyaretinin Usame Bin Ladin’in öldürüldüğü tarihe denk getirilmesi, bu yorumun ana dayanağıydı. İkinci önemli unsur ise Obama’nın Afganistan savaşını bitirme sözü vermesiydi. Üçüncü önemli unsur ise Obama ile Karzai arasında imzalanan stratejik ortaklık anlaşmasıydı. Anlaşma “seçim için savaşı bitireceğiz ama Afganistan’la işimizi bitirmeyeceğiz” şeklinde yorumlandı.

OBAMA, SAVAŞI BİTİRME SÖZÜ VERDİ

Gerçekten de Obama, ABD’den de canlı yayımlanan Begram Hava Üssü’ndeki konuşmasında savaşı bitirme sözü verdi: “Bu ülkede daimi üsler inşa etmeyeceğiz, kentleri ve dağlarında devriye gezmeyeceğiz. Bu, Afgan halkının işi olacak. Bizim, El Kaide’nin barınaklarına son vermek ve Afganların egemenliğine saygı göstermenin ötesinde bir planımız yok. Amerikalıları, ulusal güvenliğimizin bir gün bile fazla, risk altında tutmayacağım. Ama Afganistan’da başladığımız işi bitirmek, bu savaşa sorumlu bir şekilde son vermek zorundayız.”

Ancak Obama’nın konuşmasında dikkatimizi çeken çok önemli bir ayrıntı vardı. Geleceğiz ama önce şu geri çekilme konusundaki duruma bir bakalım.

ABD, TALİBAN’LA MÜZAKEREDE

ABD, Afganistan geri çekilme takvimini zaten daha önce açıklamıştı. Şu anda Afganistan’da 88 bin ABD askeri var. Bunların 23 bini bu yaz geri çekilecek. 2014 yılında, ABD Afganistan’dan tamamen çekilmiş olacak.

ABD, Afganistan’a 2001 yılında saldırırken önüne Taliban’ın kökünü kazıma görevi koymuştu… Geri çekilme takvimini açıklamak zorunda kaldığında ise Taliban’la müzakere yolları arıyordu.

Ve bu yılın başında Katar’da ABD heyeti ile Taliban heyetleri arasında müzakereler başlamış oldu!

Bu süreç, ABD’nin geri çekilme takvimini daha da hızlandırabilir. Nitekim Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai bu müzakereleri değerlendirdiği bir konuşmasında, “Eğer süreç hızlanmışsa, çekilme erken gerçekleşebilir. Biz buna hazırız” mesajı vermişti.

BİR DÖNEM KAPANIRKEN…

Obama’nın canlı yayımlanan Begram Hava Üssü konuşmasındaki dikkat çeken ayrıntıya gelebiliriz artık. ABD’nin son savunma stratejisinin ruhuna da yansıyan o cümle şöyleydi: “Savaş dönemi Afganistan’da başladı, Afganistan’da sona erecek!

Obama, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nı da yanına alarak bu yılın başında dünyaya ilan ettiği yeni ABD savunma stratejisinde, ülkesinin 10 yıldır devam eden savaş dönemini kapadığını ve yeni bir sayfa açtığını belirtmişti.

Gerçekten de ABD bir dönemi kapatmış oluyor. Afganistan saldırısıyla başlayan ve Irak işgaliyle süren dönem, ABD gücünün zirveye çıktığı dönemdi…

Ancak ABD bu 10 yıllık dönemde, hem Irak’ta hem de Afganistan’da kaybetti! Tek kutuplu dünyanın yerini altı kutuplu bir dünya almaya başladı. Ve ABD gücü, bu dönemin sonundan itibaren, üstelik beklenenden de hızlı olarak inişe geçti.

Ve ABD artık Asya-Pasifik merkezli bir stratejiye geçti ve Çin’le, Çin kendisini geçmeden hesaplaşmaya yöneldi.

ABD’NİN ÇIKIŞ STRATEJİSİ YOK

Obama, “bir dönemi kapattıklarını ve yeni bir sayfa açtıklarını” belirttiği savunma stratejisinde yeni yönelimi iki ayaklı tarif etmişti: Birincisi, ABD’nin dünyadaki temel gücünün kaynağı ülke içindeki ekonomik güçtü ve Obama bunu yenileyecekti. İkincisi ise ABD artık “daha küçük konvansiyonel güçlere dayalı” bir ulusal güvenlik stratejisi izleyecekti!

Bu ikincisi, ABD’nin hem Türkiye gibi “model ortaklarına” yani taşeronlarının yönetimindeki ülkelere dayanması, hem de gayrı nizami harbe yani kontrgerilla faaliyetine yönelmesi demekti!

Ancak önümüzdeki 10 yılda, bu yöntemin de ABD’nin gerilemesini durduramayacağını hep birlikte görmüş olacağız!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
4 Mayıs 2012

, , , ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN’A RICCIARDONE AYARI

Güney Kore’de ABD Başkanı Barrack Obama ile görüştükten sonra Tahran’a giden Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iki günlük ziyaretinden bölge yararına tek bir sonuç çıkmadı!

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, rahatsızlığı nedeniyle Erdoğan’la görüşmedi ve muhatabını bir gün boyunca Tahran’da bekletti! Ancak Erdoğan’ı sağlık gerekçesiyle bekleten Ahmedinejad, Türkmenistan Petrol Bakan Yardımcısı Hoca Muhammedov’la görüştü! Ahmedinejad’ın açıklanan sağlık sorunu ise ilginçtir, yüksek tansiyondu!

Erdoğan, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’le görüşebilmek için ise bin km uzaktaki bir başka şehre gitmek durumunda kaldı!

Erdoğan’ı çevreleyen İranlı koruma görüntüleri, dahası İranlı korumaların Türk korumalarla birlikte Başbakan’ın aracına binmesi, diplomaside çok şey ifade ediyor!

Ancak daha önemlisi, ikili görüşmeler sonrasında ortak basın toplantısı yapılmamasıydı. Bu durum, ele alınan konularda bir mutabakat sağlanamadığını gösteriyordu.

AKP, TAHRAN’IN MUAMELESİNİ HAKLI ÇIKARTIYOR!

İran’ın çeşitli kademelerden yöneticileri, AKP’yi alenen “NATO’nun Ortadoğu’daki maşası” olarak suçlamaktadır. Bu gerçeğe rağmen, yine de İran’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’na yaptığı muamele kabul edilemez!

Ancak Erdoğan’ın İran’da bulunduğu sırada ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin Ankara – Tahran ilişkilerine dair söyledikleri, maalesef Tahran’ı haklı çıkarıyor!

Uzun zamandır suskun olan ABD Büyükelçisi Ricciardone, tam da Erdoğan İran’dayken iki ülke ilişkilerini torpillemeye kalktı: “Bazı ülkeler, İran’dan petrol ithalatlarını önemli ölçüde azalttı. Türkiye de dâhil diğer ülkelerin de benzer bir adım atmasını bekliyoruz. Türkiye’nin bu konuda bir karara varmasını bekliyoruz.” (Ve maalesef Erdoğan Türkiye’ye döndükten hemen sonra, İran’dan petrol alımında yüzde 20 azaltma yapılacağı açıklandı!)

Ricciardone, Washington’un doğrudan AKP’ye ayarı anlamına gelen çıkışını, Suriye konusunda da sürdürdü. Ricciardone, ABD’nin Suriye konusunda model ortağı Türkiye ile birlikte çalıştığını açıkladı.

HAMANEY’DEN ERDOĞAN’A İSRAİL GÖNDERMESİ

Ricciardone bunları söylerken, İran’ın dini lideri Ali Hamaney de Erdoğan’a Suriye konusundaki tutumlarını değiştirmeyeceklerini anlatıyordu. Hamaney, Erdoğan’a bir kez daha “İsrail’e karşı verdiği mücadeleden dolayı Şam’ı savunmaya” devam edeceklerini söyledi.

Hamaney, böylece Erdoğan’a İsrail’in dolaylı müttefiki olduğunu da anımsatmış oluyordu!

İran’ın dini lideri, ülkesinin ABD tarafından Suriye ile ilgili verilecek her hangi bir plana karşı olduğunu da, özellikle vurguluyordu.

NÜKLEER MÜZAKERENİN YERİ NERESİ?

Ankara ile Tahran’ın en önemli gündem konusu, İran’ın P5+1 ülkeleriyle nükleer müzakereleri nerede yapacağıydı. Ancak bu konuda bile bir mutabakat sağlanamadı. Daha önce gündeme getirilen İstanbul seçeneğine olumlu bakmayan ABD’nin, İran’ın gündeme aldığı Bağdat seçeneğine ise açıkça karşı çıktığı belirtiliyor.

İşte bu nedenle İran’la müzakerelerin yeri, Erdoğan’ın iki günlük temaslarına rağmen netleştirilemedi!

Erdoğan’ın başarısız temaslarından çıkan en ilginç ve ironi yüklü sonuç ise İran Cumhurbaşkanlığı’nın resmi açıklamasında şöyle ifade ediliyordu: “Türkiye hükümeti ve halkı, İran’ın nükleer konumunu her zaman desteklemiştir ve gelecekte de aynı politikayı sıkı bir şekilde izleyecektir.”

NOT: Bugün ve yarın 14.00 – 18.00 saatleri arasında, Ankara Kitap Fuarı’nda okurlarla buluşuyoruz ve kitaplarımızı imzalıyoruz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Mart 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

AKP’NİN SURİYE STRATEJİSİ ÇÖKTÜ

Son 6 aydır, ayda en az bir kez, “birkaç gün içinde Türkiye’nin Suriye’ye müdahale edeceğini” iddia edenlere kaşı, “hayır, kısa vadede Suriye’ye dış müdahale yok” yanıtı veriyoruz. Başbakan Erdoğan’ın Ahmet Davutoğlu aracılığıyla Beşar Esad’a 15 gün süre tanıdığı 9 Eylül görüşmesinden beri, böyle sürüyor…

Bu hafta yeniden savaş tamtamları çalınmaya başlandı… Ayağına postal giyen kimi TSK karşıtları, “Suriye’ye ha girdik, ha gireceğiz” demeye başladılar.

Ancak zaman tersine AKP’nin aleyhine işliyor. Mehmet Ali Birand gibi deneyimli gazeteciler gerçeği görmeye başladılar. Birand, Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl dile getirdiği “Esad birkaç aydan fazla dayanamaz” sözlerini anımsattığı dünkü yazısına şu başlığı atmıştı: “Esad’a biçilen süre 2 yıla çıktı.”

AKP’yi sahaya sürmeye çalışan ABD bile “Kasım 2012 başkanlık seçimlerinden önce benden bir şey istemeyin” dedi açıkça. Washington’un zorluklarını belirtmek durumunda kalmasından çıkar sağlamaya çalışan AKP, yeni bir propagandaya soyundu. Başbakan Erdoğan’ın medyadaki sözcüsü Yalçın Akdoğan, Obama – Erdoğan görüşmesinden bir şey çıkmamasını “Türkiye’nin Suriye politikasını ABD dayatması olarak görenlere” yanıt gibi sunmaya çalıştı.

AKP, SURİYE MUHALEFETİNİ BİRLEŞTİREMEDİ

ABD’nin Çin – Rusya – İran bloğu nedeniyle Suriye’ye dış müdahaleyi rafa kaldırdığı süreçte, AKP’ye verilen strateji özetle şöyleydi: AKP, Suriye muhalefetini birleştirecek, muhalefet Batı tarafından silahlandırılacak, ele geçirilen bir merkez üzerinden Esad’ın üzerine yürünecek, iç çatışma dolayısıyla Türkiye’ye kaçan mülteciler gerekçe gösterilerek “tampon bölge” oluşturulacak ve Suriye’ye müdahale edilecek!

AKP’nin, stratejinin daha ilk basamağını çıkamadığı görülüyor. Hafta sonu yapılacak “Suriye’nin düşmanları” toplantısı öncesi muhalefeti birleştirmeye soyunan AKP’nin Pendik toplantıları fiyaskoyla sonuçlandı. Batı’nın muhalefeti silahlandırmak için öncelikle birleşmeyi ve “Suriye Ulusal Konseyi” ile “Hür Suriye Ordusu” bağının kurulmasını şart koşması üzerine harekete geçen AKP yoğun bir çalışma yürüttü. Ancak hem Barzani’nin önderlik ettiği “Suriye Kürt Ulusal Konseyi” hem de “Suriye Ulusal Koordinasyon Kurulu” toplantıdan çekildi. Üstelik “Özgür Suriye Ordusu” da toplantıya katılmadı. Böylece muhalefeti birleştirmekle görevli AKP’nin elinde bir tek İhvan kaldı!

OBAMA – ERDOĞAN BULUŞMASINDAN TELSİZ ÇIKTI

Erdoğan’ın Seul’deki Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde görüştüğü ABD Başkanı Barrack Obama da, muhalefete sadece haberleşme ve koordinasyon kurulması için telsiz verebileceklerini söyledi.

Tampon bölge kurulması için gereken mülteci çoğunluğu da bir türlü sağlanamadı! AKP’nin kurduğu çadır kentler hâlâ boş… Toplam 17 bin Suriyeli Türkiye’de.

Diğer yandan “rejim muhaliflerini Esad ile müzakereye zorlayanAnnan Planı’nın Şam tarafından kabul edilmesi, AKP’yi iyice çıkmaza soktu. Annan Planı’nın Rus – Arap Birliği ve Çin inisiyatifinin yarattığı iklimde oluştuğunu anımsatalım. AKP’nin Annan Planı’nı Kıbrıs’ta desteklemesi, Suriye de ise kösteklemesi bu nedenledir…

Diğer yandan Bağdat’ta toplanacak Arap Birliği Zirvesi’ de AKP’yi telaşlandırıyor. Zira Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil El Arabi, “Bağdat’tan Esad’a git çağrısının çıkmayacağını” zirve öncesinde ilan etti!

TÜRKİYE YALNIZLAŞIYOR!

Tüm bu gelişmeler, AKP’nin “stratejik derinlik”te çıkmaza girdiğini gösteriyor. İran’ın  “NATO’nun Ortadoğu’daki maşası” olarak nitelediği AKP’nin politikaları, Türkiye’yi hem komşuları İran – Irak – Suriye hattıyla, hem de Rusya ve Çin ile gittikçe daha çok karşı karşıya getiriyor.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
29 Mart 2012

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

%d blogcu bunu beğendi: