Posts Tagged Öcalan

YENİ BİR DÜNYA KURULUYOR

Dün PKK’nin 9. Genel Kurul ile birlikte kabul ettiği yeni stratejisini ve yeni yol haritasını incelemiştik. Bugün genel bir değerlendirme yapacağız.

Ama önce şu dört saptamayı yapalım:

PKK, ABD’YLE VAR!

1. PKK, ABD’nin Ortadoğu’ya gelmesiyle birlikte konumunu açıkça Atlantik cephesi içinde tanımladı. PKK’nin hem ABD’nin 1990 hem de 2003 tarihli Irak saldırılarına karşı tutumu oldukça öğreticidir: PKK için ABD bu süreçte emperyalist olmaktan çıkmış, Kürtlere özgürlük getirecek bir kurtarıcıya dönüşmüştür.

2. PKK, ABD’nin Irak’ı işgal ettiği her iki dönemde de fiziksel olarak büyümüş, siyasal mevziler elde etmiş ve Washington’un kanatları altında Irak’ın kuzeyinde dokunulmazlık kazanmıştır.

3. ABD’nin 3 Kasım 2002 tarihli turuncu darbesiyle hükümet olan AKP, Washington’un belirlediği strateji gereği PKK’ye dört önemli sıçrama yaşattı: Erdoğan’ın 2005 tarihli Diyarbakır Açılımı, 2007 tarihli Ergenekon operasyonları, 2009 tarihli Kürt Açılımı ve 2013 tarihli “barış” süreci…

4. PKK dört parçada, yani Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de var. Geride kalan 30 yıl içerisinde bu dört ülke ABD’nin kanatları altındaki PKK’ye karşı ortak mücadele yürüteceğine, örgütü birbirlerine karşı kullanma eğilimine girdiler. Dönem dönem iki ülkenin “ortak mücadele” yürütebildikleri de oldu ancak çeşitli nedenlerle hep kısa sürdü.

ABD ORTADOĞU’DA YENİLDİ

Tüm bu saptamaları 23 yılı da çok kısaca özetleyerek neden yaptık? Bir dönemin kapandığını ve yeni bir dönemin başladığını anlatabilmek için. Şöyle:

Geride kalan 23 yıl, ABD’nin Ortadoğu’da büyük oranda hâkimiyet kurduğu yıllardı Ancak o 23 yıl da üç aşamalı idi:

1. Yükselme aşaması: ABD 1990 ile 2004 arasındaki 14 yıl boyunca bölgeye hâkimdi. Bu yıllar içinde Irak’ı fiilen ikiye böldü. Irak’ın kuzeyinde Erbil başkentli bir kukla devlet kurdu.

2. Duraklama aşaması: ABD’nin 2003’te işgal ettiği Irak halkı, 2004’te büyük bir direnişe başladı. Bu direnişi 2006’da Hizbullah direnişi ve 2008’de Rusya’nın Gürcistan’da ABD’ye meydan okuması izledi.  Bu üç temel direniş ABD’nin sadece Ortadoğu politikalarında değil, dünya stratejisinde kapsamlı bir değişikliğe yol açtı.

3. Gerileme aşaması: ABD, 2010’da zorunlu olarak Büyük Ortadoğu Projesi merkezli strateji yerine Asya-Pasifik merkezli stratejiye yöneldi ve Irak’tan çekildi! Bölgeyi Türkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsüne dayanarak şekillendirmeye soyundu. Böldüğü Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açmayı ve Diyarbakır merkezli olarak bir Büyük Kürdistan’a dönüştürmeyi hedefledi.

Gerileme aşamasını da tamamlayan ABD, 2013’ün Haziran’ında artık yeni bir aşamaya girmiş bulunuyor: Yenilgi aşaması!

Esad’ın ülkesini böldürtmediği, Maliki’nin Irak’ı yeniden birleştirdiği, Tahran’ın ABD saldırılarını püskürttüğü ve Mursi’nin yıkıldığı, Erdoğan’ın sallandığı, El Tani’nin tahtını terk ettiği bir dönem…

HAZİRAN 2013’ÜN BÜYÜK ANLAMI

Peki, 23 yıldır büyük kuvvetin kanatlarının altına sığınarak mevzi kazanan PKK şimdi ne yapacak? Zira PKK de Atlantik Cephesi’nin yenildiğini, Asya Cephesinin kazandığını görüyor…

İşte dün incelediğimiz strateji bu soruyla birlikte değerlendirildiğinde anlam kazanıyor. O da şu: PKK’nin yeni stratejisi bir taarruz stratejisi değil, tersine savunma ve mevzi korumaya çalışma stratejisidir!

PKK bu süreçte iki yol izleyecek:

1. Suriye’de “üçüncü yol” diyerek oportünistlik yapacak ve kuvvetliden yana olmak adına “tarafsızlığı” oynayacak. Atlantik Cephesi Şam’a doğru ilerlerken ÖSO’yla ittifak yapan PKK, Esad taarruza geçince “üçüncü yol” demeye soyundu bile!

2. Türkiye’de ise müzakere ortağı Erdoğan yıkılmadan, kapabildiği kadar mevzi kapmaya soyunacak. Öcalan’ın talimatıyla Haziran Ayaklanması’nda “grev kırıcı” rol üstlenen ve Erdoğan’a “Apo posterleriyle” yardımcı olan örgüt, çabasının nafile olduğunu gördü ve şimdi tersinden bir yarar sağlamaya çalışıyor. Bu kez Haziran Ayaklanması’nın yarattığı iklimi değerlendirerek masada Erdoğan’dan alabileceklerinin en fazlasını almaya çalışıyor.

Peki, sonuç ne olacak?

Taşeronları da ABD gibi yenilecek!

2013 Haziran’ı ile yeni bir dünya kurulmaya başladı çünkü… 

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
17 Temmuz 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

PKK’NİN YENİ STRATEJİSİ

PKK’nin 9. Genel Kurul sonrasında açıkladığı 10 maddelik “siyasi tutum belgesi” aynı zamanda örgütün yeni döneme ilişkin bölge stratejisini de ortaya koyuyor. Buna göre;

PKK’NİN BÖLGE STRATEJİSİ

PKK, Türkiye’de “gerillayı aktif savunmada” tutacak, gerektiğinde “misilleme” yapacak, “başkaldırı” eylemleri düzenleyecek!

PKK, Suriye’de “üçüncü yol” çizgisini geliştirecek ve “Kürt mahalli idaresini” inşa düzeyine ulaştıracak!

PKK, İran’da mevcut ateşkesin sürdürülmesine çalışacak fakat ateşkes her an bitebilirmiş gibi hazırlık yapacak!

PKK, Irak’ta Barzani yönetimine karşı bir seçenek olmaya ve seçimleri kazanmaya çalışacak!

PKK’NİN TÜRKİYE STRATEJİSİ

Peki, PKK’nin Türkiye’ye ilişkin strateji ve taktikleri nelerdir?  30 Haziran-4 Temmuz tarihli 9. Genel Kurul’un “sonuç bildirgesi” de bunları sıralıyor. Bakın orada neler var:

1. Stratejik bir karar olan AKP’yle “çözüm sürecine” devam.

2. Çözüm sürecinin 1.aşaması tamamlandı, 2. aşaması başladı. AKP “üzerine düşen görevleri” yerine getirmeli. Nedir o görevler? a. Yeni anayasa çalışması: “Anayasa’da Kürt halkının doğal ve demokratik hakları yer almalı, Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan açık bir ifadeyle ortaya koyulmalı.” b. AKP Kürtçe eğitimin önünü açacak, PKK “eğitim akademileri” kuracak! c. Öz yönetim geliştirilecek.

3. PKK’ye göre 15 Şubat 1925 tarihli Şeyh Sait isyanından itibaren tüm süreç “soykırımdır” ve artık buna göre siyaset yapılacaktır. Soykırım nedeniyle dağılanlar, kadim topraklarına geri dönecektir!

4. Demokratik konfederalizm temelinde demokratik özerklik inşa edilecek.

5. Halk Savunma Güçleri büyütülecek.

6. Öcalan’ın özgürlüğü sağlanacak.

7. PKK uluslararası terör listelerinden çıkarılacak.

8. Kürt ulusal konferansı gerçekleştirilecek.

 

AKP YOLU AÇTI, PKK İLERLİYOR

Peki, bu süreçte ortaya çıkan siyasi gelişmeler neler? Gelin onları da kısaca özetleyelim:

1. BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, dört parçadan (Türkiye, Suriye, Irak, İran) oluşan “Büyük Kürdistan’ın” kurulacağını ilan etti!

2. PKK’nin askeri kanadının başına geçen Murat Karayılan, Türkiye’ye bir hafta süre tanıdı, aksi takdirde sürecin tıkacağını söyledi. Bu süreçte AKP’nin aceleyle anayasa çalışmasına sarılması dikkat çekti!

3. KCK Eş Başkanı Bese Hozat, “Öcalan özgürlüğüne kavuşmadan süreç devam edemez” dedi. Bu sırada da Öcalan’ın birincisi evleneceği, ikincisi de 1+1 hücreye geçeceği iddia edildi.

4. Önce Cizre’de sonra Diyarbakır’da PKK’nin kurduğu “asayiş teşkilatları” ortaya çıktı!

5. PKK, yapımına 2 ay önce başladığı Lice’deki bir mezarlığı tamamladı ve PKK şehitliği ilan etti! 170 mezarın bulunduğu şehitlik törenle açıldı!

6. Şırnak’ta bir cenaze silahlı PKK’lilerin omuzlarında taşındı!

7. PKK, kışkırttığı halkı TSK karakollarına sürerek buraları AKP’ye kapattırmaya ve bölgede tek otorite olmaya çalışmaktadır.

AKP YIKILMAZSA, TÜRKİYE BÖLÜNÜR!

Açık ki bu bir “bölünme” tablosudur ve bu tablonun mimarı PKK’den önce AKP’dir! Tüm bu gelişmeler ABD’nin işbirliğine zorladığı Erdoğan-Öcalan ikilisinin müzakerelerinin sonuçlarıdır.

AKP Hükümeti üç komşusunu uzun süredir hedef alıyor: Erdoğan Suriye’de Esad’ı yıkmaya, Irak’ta Barzani’yi himaye edip Bağdat’ı zayıflatmaya ve İran’ı Ortadoğu’da yalnızlaştırmaya çalıştı. Ancak AKP’nin planı tutmadı, bu üç ülke yerine Türkiye yalnızlaştı ve zayıfladı! Ve Suriye ile Irak’tan ziyade Türkiye gerçek bölünme riskiyle karşı karşıya geldi!

ABD’nin AKP ve PKK üzerinden Ortadoğu haritasını yeniden çizmeye çalışması, önce Türkiye’yi vurdu. AKP ile PKK, el birliğiyle bölgesel bir savaş açtı fakat ilk hedef Türkiye oldu!

Türkiye bir an önce komşularıyla birleşip ABD-İsrail-AKP-PKK dörtlüsüne karşı cephe kurmalıdır! Bunun yolu da önce AKP’yi yıkmaktır! Türkiye AKP-PKK ortaklığını bozamazsa ve bu ikisinin ABD ile İsrail’e taşeronluğunu engelleyemezse, açık ki bölüneceği bir bataklığa saplanacaktır!

Haziran Halk Hareketini yükseltmek, artık daha da yakıcı bir ihtiyaçtır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Temmuz 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN TIKANDI, AÇILIM BİTTİ

BOP Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’nin önüne koyduğu bir numaralı görevi şu sözlerle tarif etmişti: “Diyarbakır’ı ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde bir merkez yapacağız.” (Kanal D, 14 Şubat 2004)

Diyarbakır nasıl merkez olacaktı? ABD Irak’ı iki kere işgal ederek Erbil merkezli bir devletçik kurmuştu zaten. AKP, ABD adına Suriye’de Esad’ı yıkarak, Kamışlı merkezli ikinci bir devletçiğe aracılık edecek, ardından Erbil ile Kamışlı birleşerek, Kürdistan Akdeniz’e açılmış olacaktı. Sonra bu yapı ile “demokratik özerklik” ilan edilen Türkiye’deki parça birleşecek, ortaya Diyarbakır merkezli Büyük Kürdistan çıkacaktı.

Bu projenin gerçekleşebilmesi için AKP’nin hem içeride hem de dışarıda yapması gereken ödevleri vardı. İçeride PKK’yle masaya oturmak ve Kürt Açılımı yapmak gibi… Dışarıda Suriye’ye terör ihraç etmek, Kuzey Irak’ı himaye etmek, Sünni mezhepçiliği üzerinden İran’ı kuşatmak ve yalnızlaştırmak, Ortadoğu’ya “model” olarak İhvan diktatörlükleri kurmak…

Erdoğan ve kurmayları, bu projeyi AKP tabanına yutturabilmek için Osmanlıcılık oynadılar. Davutoğlu “100 yıl sonra yeniden buluşmak” diyerek anlatıyordu projeyi… Elbette Osmanlıcı değillerdi; Neo-Osmanlıcı’ydılar, yani BOP’çu!

Erdoğan’ın bu projedeki iş arkadaşları şu isimlerden oluşuyordu: Türkiye’den Öcalan ve Fethullah Gülen. Irak’tan Allawi, Haşimi, Barzani ve Karayılan. Suriye’den El Hatip ve Salih Müslim. Mısır’dan Muhammed Mursi. Katar’dan El Tani. Lübnan’dan Hariri.

Erdoğan önce Bush’un “stratejik ortağı” olarak, ardından da Obama’nın “model ortağı” olarak bu ekipten ve işlerden sorumluydu. Yani Erdoğan Atlantik cephesinin Ortadoğu koordinatörüydü.

Peki, şimdi durum ne?

IRAK’TA BARZANİ SAF DEĞİŞTİRDİ

Atlantik cephesi, Irak’ta Allawi’yi başbakan yapmaya çalıştı. Hatta kabine üyeleri Ankara’da Davutoğlu’nun evinde belirlendi. Ama güçleri yetmedi. Irak’ta Maliki kazandı. Erdoğan ve ekibi daha sonra Haşimi üzerinden Irak’ta saray darbesine soyundu. Ancak Talabani’nin de katkısıyla oyunları bozuldu, maskeleri düştü. Son olarak Erbil’i Bağdat’tan koparma hamlesine soyundular ve fakat yine başaramadılar!

Maliki “Irak’ın birliğini yeniden oluşturmak” için gerekirse silaha başvuracağını Dicle Ordusu kurarak Barzani’ye gösterdi. Moskova ise Suriye’ye peşmerge sevk eden Barzani’yi açık bir şekilde tehdit etti. Ve Barzani mecburen saf değiştirdi.

Maliki ve Barzani’nin hafta sonu Bağdat’ta bir araya gelmesi, hem Irak’ın birliği demekti hem de Esad’ın doğu cephesinin rahatlaması demekti. Ama hepsinden önemlisi Erdoğan’ın yenilgisi demekti!

SURİYE KURTULUŞ SAVAŞINI KAZANIYOR

2 yıl önce AKP hükümetinin 15 gün ömür biçtiği Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad bugün çok daha güçlü. Birkaç ay önce Obama’nın zorlamasıyla Erdoğan ve Netenyahu Suriye hedefli olarak barışmış ve Esad kuzeyden sonra güneyden de kuşatılmıştı.

İsrail Golan tepeleri üzerinden ve hava uçuşlarıyla saldırıya geçmiş, güney cephesinin doğu kanadında ise ABD ile Ürdün küçük manevralar yaparak hazırlıklara başlamıştı. Güney cephesinin gerisindeki Mısır ise son olarak Esad’a karşı cihat ilan etmişti!

Önce Hizbullah’ın devreye girerek İsrail’i yavaşlatması, ardından da Mısır’da Mursi’nin devrilmesi güney cephesini dağıttı! Ürdün de kısa bir süre içerisinde pozisyon değiştirecektir.

Doğu cephesindeki son durumu Irak konusunda işlemiştik. Esas cephe ise AKP’nin abandığı kuzey cephesiydi. Üç dört ay önce Şam’ın dış mahallelerine kadar inebilmiş olan teröristler bu süreç içerisinde adım adım kuzeye sürüldü. Suriye devleti önce Halep’i sonra da Homs’u teröristlerden temizledi ve sınıra doğru ilerlemeyi sürdürüyor. Koltuğunu koruma manevralarıyla uğraşan Erdoğan’ın ise Esad’a karşı hamle yapacak hali yok!

Davutoğlu’nun koordine ettiği SUKO ve Özgür Suriye Ordusu’nun “Ramazan’da ateşkes” çağrısı yapmak zorunda kalması, bu cephedeki durumu en açık şekilde ortaya koyuyor!

ABD KAYBETTİ, ERDOĞAN KAYBETTİ, PKK KAYBETTİ

Peki, tüm bunlar ne anlamına mı geliyor?

1. ABD’nin Büyük Kürdistan projesi çöktü. Basra’dan Doğu Akdeniz’e Kürt Koridoru kurmak hayal oldu.

2. Barzani’yi yanında tutamayan, Esad’ı deviremeyen, Mursi’yi iktidar yapamayan AKP hükümeti, bölgede yalnızlaştı. Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, tüm komşularıyla ve hatta komşularının komşularıyla sorunlu hale geldi.

Peki, şimdi ne olacak? Esad güçlenince yeniden “üçüncü yol” diyerek Suriye’de pozisyon değiştiren PKK, benzerini Türkiye’de de yapabileceğinin sinyalini verdi. Murat Karayılan’ın yerine Cemil Bayık’ın geçmesi bu nedenle önemli.

Gezi eylemleri PKK-BDP içinde yeni bir tartışma başlattı; müzakere yürüttükleri AKP, masadan her an düşebilirdi… Bu nedenle “Açılım tıkandı” diyerek AKP’yi somut adımlar atmaya zorluyorlar. AKP düşmeden, yeni kazanımlar peşindeler.

Ama Türkiye artık şu gerçeği yaşamaktadır: Tıkanan Açılım değil, aslında Erdoğan’ın gücüdür; daha doğrusu Erdoğan’a o gücü veren ABD’dir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Temmuz 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

LİCE OLAYININ PERDE ARKASI

Önce şu iki gerçeği saptayalım: Birincisi; ortada bir ölümüz ve 10 yaralımız varsa, hiç tartışmasız kolluk kuvvetlerinin müdahale tarzında büyük bir yanlışlık vardır. Olay bu yönüyle hızla soruşturulmalıdır. İkincisi; karakolun ek inşaatına yönelik bir süredir devam eden bu tepkilerin bu noktaya gelmeden neden çözülemediği, tekrarından sakınmak için masaya yatırılmalıdır.

Ancak meselenin esas yönü siyasi yönüdür ve o noktayı aydınlatmak hem kışkırtmayı açığa çıkarır hem de kışkırtanların halklar nezdinde yaratmak istediği tabloyu bozar. Siyasi boyut için yapacağımız incelemedeki parametreler ise şunlardır: ABD, AKP, PKK, Cemaat, Halk, Haziran Ayaklanması, Kemalist örgütler…

 ‘HÜKÜMET İSTİFA’DAN ‘ÇÖZÜM’E

27 Mayıs’ta başlayan eylemler 1 Haziran’da halk hareketine dönüştüğü anda ABD şu stratejiyi benimsedi: “Halk hareketinin önüne geçemeyiz ama anti-Amerikancı olmasını engelleyelim.” Washington’un 15 günde 17 “sıcak” mesaj yayınlamasının sebebi bu stratejidir.

AKP Taksim’i polis şiddetiyle zapt edince ABD ikinci bir stratejiye, “Hükümet istifa” hedefli halk hareketinin yatağını değiştirmeye yöneldi. Halk hareketinin “hükümet istifa” noktasından adım adım “çözüm” hedefine yöneltilmesine uğraştı. Böylece hükümet bir süre sonra yıkılsa bile, çok önemli “bölünme” kazanımları elde edecekti. O nedenle şu hızlı trafiği yaşadık:

1. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone AKP Genel Merkezi’nde Erdoğan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan’la görüştü ve ardından “çözüm” için Doğu ve Güneydoğu’ya tur düzenledi.

2. Aynı günlerde 30 AKP milletvekili de “çözüm” ziyaretleri gerçekleştirdi.

3. TÜSİAD Cizre’de “çözümün ekonomisi” toplantısı yaptı.

4. Obama Erdoğan’ı arayıp Gezi’yi ve Açılım’ı konuştu.

5. BDP heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan’ın “2. Aşamaya geçtik” mesajıyla döndü.

6. Fethullah Gülen “anadilde eğitime” destek açıklaması yaptı.

7. Erdoğan Akil Adamlar’la buluştu ve raporlarını aldı.

8. BDP “alanlara, meydanlara, parklara” inme kararı aldı ve “hükümet adım at” kampanyası başlattı.

PKK: DOĞU’DA OTORİTE BENİM!

Lice’de halkın karakola yürümesi ve jandarmanın ateş açması işte bu gelişmelerin yaşandığı düzlemde oldu.

İki konuyu daha hatırlatmak, daha nesnel bir inceleme için şarttır:

1. Lice olayından birkaç gün önce PKK Cizre’de “Asayiş Teşkilatı” kurdu. PKK’nin servis ettiği görüntü ve fotoğraflara göre tek tip üniformalı Asayiş Teşkilatı önce yetkililerden diploma alıyor, sonra da kameralar eşliğinde göreve çıkıyor: Yolda araçları durduruyor, kimlik ve ehliyet soruyor…

Öcalan’ın talimatıyla oluşturulması hedeflenen “öz savunma gücü” tam da budur. PKK’nin ilan ettiği “demokratik özerkliğin” dayanacağı kuvvet de budur! Özetle dağ gerillası şehre inmiş ve asayiş teşkilatı olmuş da diyebiliriz!

2. Gelelim Lice’deki karakol meselesine… Şu bilgiler önemli: Diyarbakır’daki 15 karakolun 9’u “çözüm” süreci nedeniyle kapatıldı, 6’sında ise yenileme ve ek bina yapma çalışmaları sürüyor. Ancak karakolların geçiş yapan PKK’lileri bile görmezden geldiği son altı ayın şartlarına rağmen, örgüt kalanların da kapatılması için ısrar etmiştir.

Hatta son olarak bu talep “Akil Adamların” da talebi haline getirilmiştir!

Zaten var olan bir karakola ek bina yapılmasını protesto etmenin mantığını karakola yürüyen köylülerimiz değil ama onları kışkırtan Akil Adamlar ve PKK-BDP mutlaka açıklamalıdır.

Bu verilerden hareket edildiğinde ortaya çıkan çıplak gerçek, PKK’nin “Lice’ye karakol yaptırtmam. Cizre’de otorite benim.” diyerek egemenlik alanı oluşturmaya çalıştığıdır. PKK’nin Açılım ortağı AKP’ye “batıda sen, doğuda ben otoriteyim” mesajı verdiği anlaşılmaktadır!

Bu gerçeğin üzerinden atlayarak ve meseleye salt adli, idari, kolluk baskısı gibi kavramlar üzerinden bakarak, gerçeğin sadece bir bölümünü görmüş ve eksik çözümleme yapmış oluruz.

AKP VE PKK LİCE YORUMUNDA ORTAK

İktidarın Lice olayından sonraki tavrı da oldukça öğreticidir. AKP sözcüsü Hüseyin Çelik Lice’yi “çözüm istemeyen ulusalcıların işi” diyerek suçladı. PKK yöneticilerinden Beritan Dersim de, tıpkı AKP gibi, saldırının çözüm sürecine vurulan bir darbe olduğunu söyledi!

Öte yandan olayın yaşandığı akşam AKP’li bakanların twitter’da “diren çözüm” diye başlık açarak mesajlar yayınlamaları da oldukça çarpıcı ve öğreticidir.

Sonuç olarak hem AKP’nin hem de PKK’nin “ortak” açıklamaları, ABD’nin halk hareketini “hükümet istifa” noktasından “çözüme” taşıma gayretiyle uyumludur!

PKK ve BDP’nin önce “hükümet adım at” kampanyasını başlatması ardından da aynı akşam Lice olayından sonra “devlet halkı katletti” diyerek tabanını, liberal kesimleri, örgütsüz kitleyi parklarda “diren barış” hedefine yöneltmesi, AKP’nin “diren çözüm” çabalarıyla uyumludur!

Çok açıktır: Lice olayı, ABD-AKP-Cemaat-PKK dörtlüsünün Haziran Ayaklanması’nı Açılım’la boğma girişiminin devamıdır!

PKK’NİN GEZİ POLİTİKASI  

PKK ve BDP’nin Gezi konusundaki tutumlarını anımsamak da Lice olayını çözümlenenin bir başka yoludur.

Hem PKK hem de BDP en başından itibaren Taksim’de gelişen halk hareketine karşı çıktı. Zira halk “hükümet istifa” diye bağırıyordu, oysa PKK ve BDP hükümetle masaya oturmuştu.

Zaten BDP grup başkanvekili İdris Baluken de Taksim’de ulusalcılarla yan yana olamayacaklarını ilan etmişti. Başbakan vekili Bülent Arınç bu açıklama nedeniyle BDP’ye teşekkür etmişti.

Peki ya Sırrı Süreyya Önder? BDP’lilere göre Önder, kişisel olarak eylemlere katılıyordu. Hatta ilerleyen günlerde Sırrı Süreyya Önder, Gezi eylemlerine mesafe koyan, hükümeti yıpratamayacaklarını açıklayan Ahmet Türk’le de tartışmıştı.

Tüm bu süreçte yaşanan kırılma ise Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” mesajıydı. O ana kadar “Gezi çözüme karşı” saptaması yapan Öcalan, Hakan Fidan’ın talebi üzerine BDP’yi Taksim’e girmeye çağırmıştı. Böylece Apo posterleri açılacak ve hem kitle alandan soğutulacak hem de Erdoğan’a kürsülerde bunu diline dolama fırsatı sağlanacaktı!

Taksim’de alanlara çıkan PKK-BDP’nin Diyarbakır’da Gezi’ye destek eylemine katılmaması aslında tezgahı tüm çıplaklığıyla açıklamaktadır.

“Gezi çözüme karşı” noktasından “Gezi’ye çözümü dayatma”, “çözümle Gezi’yi bölme”, “çözümle Gezi’yi asıl hedefinden uzaklaştırma” siyasetinin asıl sahibi kuşkusuz PKK ve BDP değil, ABD’dir.

AKP-PKK ORTAKLIĞI BARIŞ GETİRMEZ

Son olarak bir noktaya daha değinmeliyiz:

Pek çok olay gibi Lice olayı da göstermiştir ki, ABD, AKP ve PKK ile Kürt sorunu gerçek anlamda çözülmez ve gerçek barış gelmez! Çünkü ABD’nin çözümü halklar yararına değil, kendi çıkarına uygundur ve bölgenin yeniden dizayn edilmesini, sınırların yeniden çizilmesini hedeflemektedir!

Dolayısıyla halk hareketinin “hükümet istifa” hedefine sarılmak, artık dünden daha acildir ve önemlidir! Halk hareketi, Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle, yani sistemin ayrıştırarak denetlemeye çalıştığı tüm bileşenleriyle geleceğine sahip çıkmalıdır, çıkmaktadır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
30 Haziran 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

HAZİRAN AYAKLANMASI AKP-PKK’Yİ BÖLDÜ

25 gündür aralıksız süren Haziran Ayaklanması Türkiye’yi bölme projesinin aktörlerini böldü: 1. AKP’yi böldü. 2. PKK’yi böldü. 3. Açılım’ı böldü ve AKP ile PKK’nin arasına girdi.

1. AKP’Yİ BÖLDÜ

a. Cemaat, Gezi eylemleri adım adım Tayyip Erdoğan’ın izlediği “şiddet” politikasını eleştirdi. Erdoğan ise Türkçe Olimpiyatları’na katılarak, Gülen’e “bu süreçte kavga etmeyelim” mesajı verdi.

b. TSK karşıtlığı nedeniyle AKP’ye destek veren liberal, piyasacı kesimler, “yetmez ama evetçiler” ve AB sürecinin destekçileri, son birkaç aydır işaretleri beliren ayrılıklarını, Haziran ayaklanması ile netleştirdiler. Hemen hepsi AKP’nin tramvayından indi.

c. Abdullah Gül, Haziran ayaklanmasını fırsat bilerek ön plana çıktı ve polis şiddetini eleştirdi. Gül, Erdoğan Kuzey Afrika’dayken devlet adına “mesaj alındı” dedi; Erdoğan’ın yanıtı ise özetle “alınacak mesaj yok” şeklindeydi. Gül, bu süreçte Rize, Artvin, Ardahan “seçim” gezisine çıkarak, her gün medya önünde olmaya çabaladı.

d. Erdoğan’a vekâlet eden Arınç’ın Gezi eylemleriyle ilgili kimi “olumlu” mesajları Erdoğan’ı kızdırdı. Erdoğan’ın kapalı kapılar ardında “altının oyulmaya çalışıldığından” şikâyet etmesi ve ardından yaptığı konuşmalarda “partisine nifak sokulmaya” çalışıldığından şikâyet etmesi ve hatta son olarak “içimizdeki hainler” vurgusu yapması durumu göstermesi bakımından önemliydi.

Gerçi yalanlandıysa da, bu süreçte Erdoğan’ın kendisine yönelik ağır sözleri nedeniyle Arınç’ın istifa ettiği fakat Gül’ün ısrarıyla vazgeçtiği de iddia edildi.

Bu süreçte Ertuğrul Günay’ın polis şiddetine tepkisi, Erdal Kalkan’ın “Yeter! Söz gençliğin” çıkışı, İbrahim Yiğit’in “iç savaş uyarısı” yapması partideki kırılmalara işaret ediyordu.

Şamil Tayyar ile Kutalmış Türkeş’in tuvalette kavga etmesi ise partinin içine düştüğü gerilimi yansıtıyordu.

e. AKP’yi destekleyen en önemli örgütlerden Mazlum-Der Haziran ayaklanmasına bakış nedeniyle bölündü. Eski milletvekili olan Dernek Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’ın bir kısım dernek yöneticisi ve üyesiyle birlikte imzaladığı Gezi Parkı bildirisi, Yönetim Kurulu’nu böldü.

2. PKK-BDP-DTK’Yİ BÖLDÜ

a. Haziran ayaklanmasının ilk günlerinde dozer önüne yatan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in girişimi şahsiydi. Nitekim bu köşede daha önce de belirttiğimiz gibi BDP’liler durumu “Sırrı’nın kendi eylemi” diye niteliyordu.

Zaten sonrasında BDP hiç yoktu ve hatta BDP grup başkanvekili İdris Baluken, “BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağız” diyerek partisinin pozisyonunu özetliyordu. Öyle ki Bülent Arınç BDP’ye şöyle sesleniyordu: “BDP’nin olayın ilk anından itibaren takındığı tavrı takdir ediyor ve kendilerine teşekkür ediyoruz.”

Ancak BDP’nin örgütsel tavrına rağmen, Taksim’e gelen ve eylemlere destek veren BDP’liler vardı.

b. İlerleyen günlerde BDP heyeti İmralı’ya gitti ve Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatını getirdi. Ardından BDP Taksim’e çıkmaya ve Apo posteri açmaya başladı. Erdoğan’ın “can simidi” gibi sarıldığı bu görüntüler üzerinden her gün “ulusalcılarla bölücüler yan yana” propagandası yapması, Öcalan’ın talimatının gerçek sahibine işaret ediyordu: Hakan Fidan!

Amaç, Apo posterleri açarak halkın Taksim’e sahip çıkmasının engellenmesiydi. Nitekim BDP İstanbul’da eylemlere katılıyor, İzmir’de katılmaya çabalıyor fakat Diyarbakır’da eylem yapmıyordu! Fakat Fidan’ın hedefinin tutmadığını önemle belirtelim!

c. Haziran ayaklanması Sırrı Süreyya Önder’i DTK ile de karşı karşıya getirdi. Önder Nuçe TV’de açık açık DTK’yi suçladı: “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri… DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı.”

DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, Önder’in sözleri karşısında “Ben ve Aysel Tuğluk Gezi hakkında kişisel açıklamalarda bulunduk” yanıtı verdi.

3. AÇILIM’I BÖLDÜ

a. Halk hareketi ile sallanan Erdoğan, rüzgar karşısında durabilmek için söylem değiştirdi. Kendisinin “İmralı”, kurmaylarının da “barış elçisi” diye isimlendirdiği Öcalan, ansızın bölücü başı ve terörist başı oldu. BDP, Erdoğan’ın asıl niyetini bilse de, tabanda rahatsızlık yarattığı için Erdoğan’ın bu sözlerine tepki göstermek zorunda kaldı.

b. BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere pek çok yetkili, bu süreçte hükümetin Açılım konusunda ev ödevlerini yapmadığını vurgulamaya başladı. Sürecin kesintiye uğradığı hem Ankara’da, hem de Diyarbakır’da fazlasıyla dile getirildi.

c. Daha ilginci şu iki haberdi: PKK, TSK’nin çekildiği bir askeri üsse yerleşmiş ve küçük çaplı bir çatışma yaşanmıştı. PKK, komutanları taşıyan bir helikoptere ateş açmıştı.

d. AKP ve PKK’nin akil adamları da bu süreçte bölündü. Polis şiddetine itiraz edenler olduğu gibi Açılımın tavsadığından şikâyet edenler de vardı. Örneğin Baskın OranErdoğan barış sürecini buruşturup attı” diyordu artık.

Erdoğan’ı Türk bayrağına sarılmaya mecbur eden sürecin farkında olan deneyimli isim Ahmet Türk ise bu tür açıklamalara itiraz etti ve “bu hükümetle barış olmaz” sözlerini şu aşamada gerçekçi bulmadığını söyledi.

Hatta Türk, daha da ileri giderek Erdoğan’ın yardımcısı gibi konuştu ve Gezi eylemlerinde demokrasi talebi olduğu gibi hükümeti yıpratmak isteyen ve çözüm sürecine karşı olan bir senaryonun da devrede olduğunu savundu.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Haziran 2013

, , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ÖCALAN NEDEN DİYARBAKIR’DA YOK, TAKSİM’DE VAR?

Başbakan Erdoğan Kazlıçeşme mitinginde dikkat çeken bir hatırlatma yaptı: “Utanmadan şunu söylüyorlar. ‘Arap baharını gördük, şimdi de Türkiye baharına hazır olun’ diyorlar. Dışarıdaki bazı kendini bilmezler, içeride de onların uzantısı olan bazı kendilerini bilmezler. Türkiye’de Türk baharı 3 Kasım 2002’de oldu ama onlar bunun farkında değil.”

Gezi eylemleri bir “Türk baharı” değildir, dolayısıyla “Arap Baharı’nın” Türk olanı hiç değildir! Peki, 3 Kasım 2002 bir Türk baharı mıdır? 3 Kasım 2002 Soros’un ilk turuncu darbesidir!

Soros 2002’de Türkiye, 2003’te Gürcistan’da, 2004’te Ukrayna’da ve 2005’te de Kırgızistan’da darbe yaptı ve iktidara Amerikancıları getirdi!

2011’de Tunus ve Mısır’da olanlar ise bu dört Soros darbesinden tamamen farklıydı. Tunus ve Mısır’da zaten Amerikancı liderler iktidardı.

TAKSİM AKP’YE BAYRAK DİKTİ

Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitingi sadece bu nedenle değil, Erdoğan’ın başlattığı kampanya nedeniyle de ilginçti. Aslında Erdoğan’ın yalnızlaştığını resmeden bu konuşma, şu çağrıyla bitti: “Türk bayraklarınızı sakın katlayıp koymayın. Balkonlarınıza asmanızı istiyorum. Bu bir bayrak kampanyasıdır. Bunlarla birilerine cevabı çok iyi şekilde vereceksiniz. İstanbul’un her yerinde bunu göreceğim.”

O birileri kim? Taksim eylemcileri ve Türkiye’nin dört bir tarafında “Her yer Taksim, her yer direniş” diyerek Gezi’ye sahip çıkanlardır.

Peki, eylemcilerin ellerindeki bayrak ne? Türk Bayrağı!

Peki, Erdoğan’ın “tencere, tava aynı hava” diyerek aklınca küçümsediği eylemcilerin balkonunda ne asılı? Türk bayrağı!

Peki, AKP hükümetinin yasakladığı 23 Nisanlarda, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde Atatürk’e koşanların, Cumhuriyet diye haykıranlrın ellerinde ne var? Türk bayrağı!

Peki, bu eylemlere katılanlar en çok neye kızıyor? Erdoğan’ın Türk’ü anayasadan çıkarma girişimine, “Türk milliyetçiliğini ayaklarımın altına aldım”  demesine, Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesine karşı çıkmasına, Türk’ü Türkiye yapmaya çalışmasına…

Bakın en somutunu anımsatalım. Daha geçenlerde cümlesinde “Türk bayrağı” geçen BDP milletvekiline ne diye kızmıştı AKP milletvekili Mehmet Metiner: “Türk bayrağı değil, Türkiye bayrağı diyeceksin!”

Peki, tüm bu gerçekler ortadayken, Başbakan Erdoğan neden Türk bayrağını anımsadı, neden kitlesinden Türk bayrağı asmasını istedi?

TOMA’lar neden Tük bayrağı astıysa, Erdoğan da o nedenle Türk bayrağı asıyor! Hem kitleden korunmak için, hem de kitleyi dağıtmak için!

Bu çarpıcı tablo Gezi eylemlerinin bir büyük başarısı daha olarak tarihe kaydolmuştur!

TAKSİM’DE AKP-PKK ORTAKLIĞI

Erdoğan’ın bayrak sevgisinin ilk yönünü, yani “kitleden korunma” amaçlı taşınmasını, beyaz bayrak sallaması olarak da yorumlayabiliriz. Ancak daha kurnaz kullanımı ise “dağıtmak” amaçlı kullanımındadır.

Bakın bu duruma işaret eden ve Erdoğan’ın son birkaç gündür sık sık tekrarladığı şu cümle çok şey anlatmaktadır: “Bölücü başı, yanında Atatürk resmi, yanında Türk bayrağı. Ulusalcılara sesleniyorum. Türk Bayrağı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz?”

Acaba Erdoğan Öcalan adına mı, yoksa Atatürk adına mı rahatsız? Üzerinde durmayacağız, zira Atatürk’le ilgili sözleri arşivlerdedir ve Öcalan’la açılım ortaklığı yürürlüktedir!

Ancak Öcalan’ın neden PKK’ye “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” talimatı verdiği ve neden BDP ile PKK’nin Taksim’e gelerek Apo posterleri açtığı artık daha da netleşmiştir.

Erdoğan’ın “Bölücü başı ve Atatürk’ü nasıl yan yana getirdiniz” sorusunun muhatabı kendisidir! Erdoğan Hakan Fidan’a, Fidan da Öcalan’a iletmiş, AKP Taksim’i Apo posterleriyle bölmeyi denemişti. Ancak başaramamışlardı!

Bu ilişki nedeniyle, geçen haftaki bir yazımızın başlığında “Erdoğan’ın grev kırıcısı Öcalan” ifadesini kullanmış ve somut kanıtlarımızı aktarmıştık. Diyarbakır’dan dönen Rafet Ballı’nın verdiği bir bilgi, bu ilişkiye yeni bir kanıt oldu: Meğer PKK ve BDP Diyarbakır’daki direniş eylemine katılmamış!

Diyarbakır’da eylem yapmayan PKK ve BDP, neden Taksim’de eylem yaptı? Diyarbakır’daki sol grupların Taksim’e destek eylemine gidip Apo posteri açmayanlar, neden Taksim’de açtı?

AKP tabanı, Türkiye’nin geleceği adına bu soruyu yöneticilerine sormalı!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
18 Haziran 2013

 

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

TAKSİM’DE MOSSAD TAKTİĞİ UYGULANDI

Polisin ilk günden beri İsrail zulmünü andıran müdahalelerinin ardından MOSSAD çıktı! Meğer MOSSAD Başkanı Tamir Pardo, çantasında Gezi Parkı dosyasıyla beraber Türkiye’deymiş ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüşmüş! (Hürriyet, 12 Haziran 2013)

MOSSAD’ın varlığı, AKP’nin süreci komplolara bağlama çabasını da, polisin kullandığı orantısız güç yöntemlerini de, Erdoğan’ın açılım ortağı Öcalan’ın alanda asılan posterlerini gerekçe göstererek milleti bölme çabalarını da, aynı taraftakilerin karşı karşıyaymış oyunlarını da, Erdoğan’ın yüzde 50’yi yüzde 50’ye kışkırtma tehditlerini de çok iyi açıklıyor.

İşte bizzat tanığı olduğum son saldırı gününün notları:

TOMA-MOLOTOFÇU ŞOVU

Salı sabahı yaşananları TV’lerden canlı izledik. Polis Taksim’e girdi ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü Tiyatro Grubu’nun hazırladığı şovu sergiledi. Şov özetle şöyleydi:

Kimi oyuncular TOMA’lara molotof kokteyli atıyor, TOMA’lar da o molotofçuların ayaklarına tazyikli su sıkıyordu. TOMA ile molotof atanlar arasındaki bu 20 dakikalık oyun sırasında ise polis asıl yapmak istediğini uyguluyordu: Kitleye yine orantısız saldırıyor, yine gaz bombardımanına tutuyordu.

O molotfçuların kim olduğu hem kaldıysa hukuk devletinin sorumluluğundadır, hem de üyesi gözüktüğü örgütlerin sorumluluğunda…

TAŞLA GÖREV SAATİNİ BEKLEYENLER

Taksim Meydanı direnişçileri bu komploya rağmen Gezi Parkı’nda gün boyu direnişlerini sürdürdüler. Taksim eylemcileri, İstanbulluları akşam saat 19.00’da alana davet ettiler. Metro ve kimi vapur seferlerinin durdurulmasına rağmen, alan 18.00’den itibaren dolmaya başladı.

Saat 18.30’a gelirken, polis meydandan AKM’nin önüne doğru çekilmeye başladı. Bir süre sonra kortej halinde gelen ve Marmara Oteli’nin biraz ilerisine kadar ilerleyen hukukçular, orada basın açıklamalarını okudu, meslektaşlarına Çağlayan Adliyesi’nde uygulanan zulmü kınadı…

Artık alan hızla doluyordu ve alanın her tarafını dolaşmak neredeyse imkânsızlaşıyordu. Bir ara maskeli üç kişi dikkatimizi çekti. Her iki elleri ceviz büyüklüğünde taşlarla doluydu. 15-20 dakika boyunca bulundukları yerde kaldılar. Sonra artık kalabalıktan göremez oldum.

EŞZAMANLI ORTAK SALDIRI

Bulunduğum yer Anıt’tan AKM’ye doğru baktığınızda, AKM’nin hemen sol tarafıydı. Yani Mete Caddesi tarafı… Gezi Parkı’ndan itibaren AKM’ye paralel olarak sol başta İşçi Partisi, TGB en önde, hemen sağ taraflarında ÖDP ve onun da sağında Genç Türk grubu vardı! ÖDP ile Genç Türk arasında ve etrafında, dağınık olarak duran, sık sık yer değiştiren bir de sol bir dergi çevresi vardı.

Saat 20.00’ye doğru Mete Caddesi’nden Çarşı grubu alana giriş yaptı ve TGB de biraz geriye çekilerek onlara yer açtı. O dakikalardan itibaren İşçi Partisi, TGB, Çarşı grubuve bu kitlenin arkasındaki Türk Bayraklı eylemciler ortak sloganlar atmaya başladı. Hatta bir ara gençlerin gençlere özgü sloganları başladı. İşçi Partililer pek katılmasa da TGB ile Çarşı’nın bu ortak muzip ve fırlama sloganlarına ben de eşlik ettim.

Ara ara da polisi kontrol ediyordum. Onlar da sıra sıra dizilmiş, olanı biteni izliyorlardı. Üstelik maskeleri bile takılı değil, ellerinde duruyordu. Yani ortada saldırı işareti hiç gözükmüyordu.

İşte ne olduysa o dakikalarda oldu. Ansızın Çarşı Grubu’nun içinde sarı-kırmızı-yeşil poşulu birini gördüm. Saniyeler içinde şu muhakemeyi yaptım: O maskeli kişi Çarşı grubuna dâhil olamazdı, Çarşı buna geçit vermezdi. Mutlaka o hengâmede araya sızmış ve bir anda cebinden poşuyu çıkarıp “zamanı geldi” mesajı olarak takmıştı. Peki, polis miydi, PKK’li miydi?

Tam o sırada tüm polislerin hızla maskelerini takmaya başladıklarını gördüm. Ve o anda neredeyse eş zamanlı olarak birkaç noktadan polise ceviz büyüklüğünde taş ve polisten alana gaz bombaları atıldı. Anlaşılan taraflardan biri erken hareket etmişti, ya da diğer taraf geç kalmıştı!

Ondan sonrası tufan… Taşı gerekçe göstererek akşam kitleye saldıran polis, gece boyunca da “aranızda provokatörler var” diyerek Gezi Parkı’nın etrafına ve sonra da sabaha doğru içine saldırdı.

Gerçekten de provokatörler vardı ama kimler olduğunu polis alandaki kitleden çok daha iyi biliyordu!

TÜM MEYDANLAR, MİLLETİN!

Akşamki ilk saldırıdan sonra Vali ailelere “çocuklarınızı eve çağırın, parkta can güvenliği yok” mesajları verdi. Bir yandan da sahte hesaplarla sosyal medyadan hemen herkese şu tür mesajlar atılıyordu: “Çevik Kuvvet’teki bir arkadaşım söyledi. Bu gece gezi Parkı’nı dağıtacaklarmış. Tanıdıklarınıza söyleyin, evlerine dönsünler.”

Amaç belliydi; halkı terörize etmek, yıldırmak ve pes ettirmek!

Başarabildiler mi, hayır! Çünkü anlamak istemedikleri şu, diktatörlüğe karşı direnişin tek adresi Taksim değildir, Türkiye’nin tüm meydanları Türk milletinin faşizme karşı direniş yeridir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
13 Haziran 2013

, , ,

Yorum bırakın

NE YAPMALI? NASIL YAPMALI?

Polisin 15. günün sabahında Taksim’e girmesi, bir yenilgi değildir; Erdoğan’ın kuşatmayı yarma hamlesidir.

Dalgalı, inişli, çıkışlı, geri çekilmeli, öne atılmalı ilerleyecek olan halk hareketi, Erdoğan’ın bu hamlesiyle önemli bir eşiğe gelmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu 15 günü masaya yatırıp, yeniden nasıl sıçrayacağımızı saptamaktır.

Ne yapacağımıza, nasıl yapacağımıza dair bir saptama denemesi için değerlendirmelerim şunlardır:

HALK HAREKETİNİN ÖRGÜTÜ

Taksim direnişi bir ağaç, çevre mücadelesiyse eğer, gidip çevre örgütlerine dâhil olalım. Yok, eğer ağacı da, kuşu da, insanı da, toprağı da kapsayan topyekûn bir Cumhuriyet savunmasıysa ve hatta Cumhuriyet’in yeniden inşasıysa, o zaman ona göre konumlanacağız.

O örgüt, tüm Cumhuriyet güçlerinin içinde yer alacağı bir Halk Cephesi, bir Vatan Cephesi, bir Cumhuriyet Cephesi’dir. CHP, İşçi Partisi, DSP, TKP, ÖDP, Bahçeliye rağmen MHP, SP gibi tüm siyasal partiler, ADD, TGB, ÇYDD gibi Demokratik Kitle Örgütleri, Sendikalar, Barolar, Odalar, Üniversiteler…

Cumhuriyet mevziisindeki tüm örgütler bir cephede birleşmeli ve birer temsilciyle, yürütme organı inşa etmelidir. Örgütleri bir cephede birleştirmek, 15 gündür alanlara gelen ve asıl büyük kitle olan örgütsüz güçleri toparlayacaktır.

HALK HAREKETİNİN SEMBOLÜ

Nerede ve hangi semboller altında birleşeceğimizin ipucunu, dünkü grup toplantısında bizzat Erdoğan verdi: “AKM’den paçavralar indirildi, Türk Bayrağı ve Atatürk posteri asıldı.

Öncelikle belirtmeliyiz ki, bu açık bir yalandır. Zira polisin astığı iddia edilen Türk Bayrağı ve Atatürk posteri, 1 Haziran’da halk tarafından oraya asılmıştı!

İkincisi, Erdoğan’ın bugün paçavra dediği resim ve bayraklar, dün mektuplarını okuduğu, uğruna sahte gözyaşları döktüğü 12 Eylül mahkûmlarının örgütlerinin bayraklarıdır, liderleridir…

Erdoğan’ın dün mesafeli olduğu “Atatürk ve Türk Bayrağına” bugün sarılma ihtiyacı, TOMA’ların birkaç gündür Türk Bayrağı asma ihtiyacı gibidir. Erdoğan bu sembollerin altındaki milyonları, “paçavra “ dedikleriyle ürkütmek, ayrıştırmak peşindedir.

Nitekim Öcalan’ın “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” çağrısı da bu nedenle Erdoğan’a bir can simididir.

Erdoğan, Apo posterleriyle Türk Bayraklı kitleyi alandan soğutmayı o kadar arzuluyor ki, dün grup konuşmasında “Öcalan ile Atatürk posteri nasıl yan yana olur” demek ve “Türk Bayrağını yaktılar” yalanına sarılmak zorunda kaldı!

HALK HAREKETİNİN MEVZİLERİ VE SİLAHLARI

Bu bir Cumhuriyet savunmasıysa, mesele Taksim savunması ve direnişi olmanın çok ötesinde olmalıdır. Savunmanın adresi, Türkiye’nin tüm meydanlarıdır, tüm sokaklarıdır, okullarıdır, fabrikalarıdır… Bulunduğumuz her yerdir.

Dün Türkiye’yi Taksim’den savunuyorduk, bugün hem bunu sürdüreceğiz, hem de bu kez Türkiye’den Taksim’i savunacağız!

Cumhuriyet güçlerinin en büyük silahı ise haklılığı ve büyüklüğüdür; ne molotofa ne de taşa ihtiyacı vardır! Cumhuriyet güçleri ellerinde Türk Bayrakları, göğüsleriyle polise direnecektir! 21.00 eylemlerinde tencere ve tavalarıyla, düdükleriyle Cumhuriyet’e sahip çıkacaktır

ERDOĞAN KUŞATMAYI YARAMAYACAK

Ne polisin Taksim’e girmesi, ne de Erdoğan’ın “kontrol bende” mesajı vermeye çalışması kimseyi yanıltmasın. Erdoğan kontrolü kaybetmiştir:

Milyonlar “Tayyip istifa” derken, onun kalkıp “Kılıçdaroğlu istifa” demesi açık bir kontrolsüzlük göstergesidir.

Dün dediklerini unutarak, bugün “Gezi Parkı metrekaresi nedeniyle zaten AVM’ye uygun değildir” demesi kontrolsüzlüğün göstergesidir.

2 saatlik konuşmasında, artık sevenlerini de bıktırarak, yeşilden girip türbandan çıkması, çaresizliğinin göstergesidir!

Erdoğan dünkü konuşmasında en yalın ifadeyle şu görüntüyü verdi: “Direniyorum, yıkılmadım, şimdilik ayaktayım ama zor duruyorum!

Yani Erdoğan, kuşatmayı yaramayacak!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
12 Haziran 2013

, ,

Yorum bırakın

ERDOĞAN’IN GREV KIRICISI ÖCALAN

İktidarı iki haftadır halk hareketi ile sallanan Tayyip Erdoğan, sahaya PKK kartını sürdü! Kartın maça ası Öcalan da BDP’ye talimatı verdi: “Taksim’i ulusalcılara bırakmayın!”

Peki, Taksim nasıl ulusalcılara bırakılmayacak? BDP Taksim’e gidecek, Öcalan posterleri asacak, Kürdistan sloganları atacak…

Sonra? Sonra halk, PKK ile yan yana olmamak adına yavaş yavaş alandan çekilecek! Hesap bu…

Tutar mı, göreceğiz!

Erdoğan, günlerdir biber gazıyla yapamadığını şimdi Öcalan posterleriyle deneyecek. Başarabilecek mi, göreceğiz!

HALK DÜŞMANLIĞINDA ORTAKLIK

Erdoğan ile Öcalan’ı Taksim’i dağıtma ortaklığında buluşturan süreci anımsamalıyız. BDP’nin iki hafta boyunca izlediği çizgi, Erdoğan’ın Hakan Fidan’a, Fidan’ın Öcalan’a talimatı nedeniyle üç farklı aşama geçirdi:

1. Aşama: Sırrı Süreyya Önder’in dozerin önüne yatarak Taksim gezi parkı eylemine motivasyon sağlamasını BDP’nin genel tutumundan ayırmalıyız.

Nitekim konuştuğum bazı BDP’liler, “Sırrı’nın kendi eylemi” değerlendirmesi yaptılar.

2. Aşama: Eylemin dalgalarının 31 Mayıs ve 1 Haziran günleri tüm Türkiye’ye yayılması üzerine, BDP Genel Merkezi Taksim’le arasına kalın bir çizgi çekme ihtiyacı duydu.

BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken şu açıklamasıyla o kalın çizgiyi ilan etti: “Statükoyu güçlendirecek sloganlar ve imgeler bu protestoların başat özneleri konumuna gelmiştir. BDP olarak hiçbir sebep ve durumda biz bu ırkçı, ulusalcı, cinsiyetçi, tekçi, militarist kesimlerle yan yana durmayacağımızı ifade etmek istiyoruz.”

BDP’nin bu tavır ilanı, AKP’den takdir gördü. Başbakan vekili Bülent Arınç kameralar karşısında şöyle sesleniyordu: “BDP’nin olayın ilk anından itibaren takındığı tavrı takdir ediyor ve kendilerine teşekkür ediyoruz.

AKP: GAZLA OLMADI, ÖCALAN’LA DAĞITALIM

3. Aşama: AKP’nin meydanlarda olmadığı için teşekkür ettiği BDP-PKK, Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Afrika’dan Türkiye’ye döneceği gece Taksim’e çıkma kararı aldı!

Sonrasında İmralı’ya giden ve Öcalan’dan talimat alan BDP heyetinin açıklamaları, neden Taksim’e çıktıklarını açıklıyordu. Öcalan şöyle demişti: “Direnişi anlamlı buluyor ve selamlıyorum. Ebetteki bu duruş yeni bir siyasal kırılma yaratmıştır. Ancak hiç kimse ulusalcı, milliyetçi, darbeci çevrelere de kendini kullandırmamalı. Bu hareketin onların denetimine girmesine Türkiyeli demokrat, devrimci, yurtsever ve ilerici çevreler izin vermemelidir.

Mesaj netti: PKK sahaya girecek ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen, Türk bayraklarıyla günlerdir alanlardan “Hükümeti istifaya” çağıran yüzbinlerden Taksim’i alacaktı!

PKK Taksim’de sürekli Öcalan posterleri asacak ve halkı taciz edecek, yıldıracaktı! Diğer yandan Erdoğan’ın medyası propaganda yapacak, “Ağaç bahane, bunlar bölücü”, “Erdoğan’a karşı olanlar, bölücülerle yan yana” diyecek…

Halk da PKK ile yan yana olmamak adına adım adım alandan çekilecek.

4-5 gün boyunca bu taktik uygulanacak!

Ya sonrası?

TAKSİM’İ PKK’YE BIRAKMAYIN!

1. aşama sonrasında sahadan çekilen ve İmralı heyetinden atılarak cezalandırılan Sırrı Süreyya Önder, terbiye edilmiş olarak yeniden sahaya gönderilecek, altına kürsü, eline mikrofon verilecek! Önder de kitleye “tamam, başardık, kazandık, şölenimizi yaptık, hadi evlere dağılalım” diyecek özetle!

Böylece iki haftadır Türkiye çapında milyonların dile getirdiği “Hükümet istifa” talebi, eritilmiş olacak!

Hesap tutar mı? Tutmamalı!

PKK’nin halkın Taksim’i özgürleştiren eylemini çalmasına izin verilmemeli! Meydan, 300 BDP’liye teslim olmamalı!

“Taksim’i ulusalcılara bırakmayın” diyen Öcalan’a verilecek en iyi yanıt, Taksim’i PKK’ye bırakmamaktır!

PKK’ye Taksim’i bırakmayan kuvvet, bu halk hareketine önderlik eder ve kısa vadede zaten başarı kazanmış olan bu hareketi, orta vadede de başarıya götürür!

Mesele bu işi kimin üstleneceğidir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
9 Haziran 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

HİZBULLAH ŞEYTANSA, İSRAİL NE?

İslam dünyasındaki yaygın benzetmeye göre İsrail şeytan, ABD de büyük şeytandır. Ancak AKP Hükümeti, tersine, İsrail’e karşı savaşan Hizbullah’ı şeytan ilan etti! Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Esad’ın firavun, Hizbullah’ın da şeytan olduğunu kaydetti.

Bu durumda başlıktaki sorumuz yerindedir: Hizbullah şeytansa, İsrail ne?

HİZBULLAH: ESAD KAYBEDERSE, FİLİSTİN’İ KAYBEDERİZ

Bekir Bozdağ’ı hem AKP’yi hem de İslam dünyasını karıştıracak bu sözlere sevk eden, hükümetinin Suriye politikasının iflasıdır.

AKP Hükümeti Esad’ı deviremediği için, koordine ettiği Suriyeli terörist gruplar başarı elde edemediği için ve Suriye’de baraj kuran bölge ülkelerini aşamadığı için ayarı kaçırmış durumda.

Yoksa sıradan bir AKP’li bile İsrail’e karşı uzun yıllardır etkili mücadele veren Hizbullah’ı şeytan ilan etmenin nasıl bir siyasi intihar olduğunu görebilir.

Üstelik Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah, neden mevziiye girdiklerini şu somutlukta açıklamışken: “Esad kaybederse, Filistin’i de, Kudüs’ü de kaybederiz.

ESAD KAYBEDERSE, İSRAİL VE PKK KAZANIR

Mesele bu kadar basittir: Esad kaybederse; Suriye kaybeder, Filistin kaybeder, Lübnan kaybeder, Irak kaybeder, İran kaybeder, Türkiye kaybeder, Ortadoğu kaybeder, İslam dünyası kaybeder.

Esad kaybederse; ABD kazanır, İsrail kazanır, AKP hükümeti kazanır, Öcalan ve Barzani kazanır!

Bu gerçeği gören Hizbullah, o nedenle emperyalizmin Suriye’ye açtığı savaşa artık müdahil olmuştur.

Peki, neden 25 ay sonra? Çünkü ABD İsrail’i Suriye cephesine sürünce, Hizbullah da bu gelişmeye göre konumlanma gereği duymuştur!

AKP’DEN İSRAİL VE RUMLARA İŞBİRLİĞİ TEKLİFİ

Oysa AKP Hükümeti’nin eline yanlıştan dönmek için altın bir fırsat geçmişti. AKP Hükümeti Cenevre-2 sürecini bu yanlış politikasını onarmanın bir aracı olarak değerlendirebilirdi. Üstelik İran kendisine el uzatmışken…

İran’ın Ankara Büyükelçisi Ali Rıza Bigdeli, Suriye’deki çatışmaların sona ermesinin yolunun, Türkiye ile Suriye ilişkilerinin düzeltilmesinden geçtiğini savunuyor ve Ankara ile Şam arasında arabuluculuk yapmayı teklif ediyordu.

Her gün ekranlara çıkarak “Suriye’de kan dökülmesini istemiyoruz” diyen AKP, sözlerinde samimiyse, işte fırsat!

Ancak AKP menzile öyle geri dönülmez şekilde sürülmüş ki, ne İran’ın teklifini düşünme, ne de Cenevre-2 sürecini fırsata dönüştürme iradesine sahip değil. Tersine, bölgede İsrail’e daha da sıkı bağlanacağının işaretlerini veriyor.

Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, ABD’deki enerji konulu görüşmelerden sonra İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne enerjide işbirliği teklif etmesi, ABD’nin adım adım “AKP-İsrail-PKK-Rum kesimi” cephesini inşa ettiğini gösteriyor.

AKP’NİN ZORUNLU İNTİHARI

AKP Hükümeti ABD’nin Suriye ve İran görevleri gereği İsrail’le, PKK’yle, Barzani’yle Rumlarla ittifak kurmaya mecbur kalıyor ve bunun doğal sonucu olarak da Hizbullah’a ve Filistin’e arkasını dönmüş oluyor.

Bunun nasıl bir siyasi intihar olduğunu çok yakında göreceğiz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
28 Mayıs 2013

, , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın