Posts Tagged Abdullah Gül

GÜL EMNİYET’İ, EMNİYET ABD’Yİ SUÇLADI

Milliyet’ten Pınar Ersoy’un sorularını yanıtlayan ABD Başkanı Barrack Obama’nın Ankara Büyükelçiliği’ne yönelik canlı bomba saldırısını “Türk-Amerikan ilişkilerine zarar vermek isteyenler başarısız oldu” diye yorumlaması bize dikkat çekici geldi.

Zira saldırıdan sonra Türk devletinin yaptığı resmi açıklamalarda benzer bir değerlendirme yoktu. Tersine hem Başbakan Tayyip Erdoğan hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, saldırının “teröre karşı ortaklığın ne kadar elzem olduğunu gösterdiğini” belirttiler!

Resmi olmayan açıklamalarda ise üç görüş öne çıkıyordu.

1. Suriye ve İran olağan şüpheliydiler ve bu saldırıyla ABD’nin bölge politikalarına tepki göstermiş olabilirlerdi.

2. DHKP-C stepneydi ve Almanya’nın canlı bombayı izleme gereği duymamasından başlayarak, bu örgütü kullanmasına kadar pek çok nedenle Berlin’in saldırıda rolü olabileceği belirtildi.

3. DHKP-C’nin PKK ile ilişkilerini öne çıkaran MİT-Emniyet çevreleri, saldırıyla İmralı sürecinin hedef alındığını söylediler.

SALDIRIYLA İLGİLİ SORU İŞARETLERİ

Obama’nın sözlerini başka olgularla birleştirmeliyiz:

1. Canlı bombanın 95 dakika içinde DHKP-C militanı Ecevit Şanlı olduğu tespit edilmişti ama buna rağmen ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey “Bu DHKP-C’nin yapacağı bir saldırı gibi görünmüyor” diyordu.

2. Saldırı sırasında MOBESE kameralarının bir saat boyunca neden kapalı olduğu gerçek yanıtını bulamadı!

3. Kuşkusuz Cumhurbaşkanı Gül’ün “Emniyet biliyordu ama önleyemedi” demesi özel bir anlam içeriyordu.

4. Saldırganın kimliği nasıl oldu da parçalanmaya rağmen 95 dakika gibi kısa bir zamanda tespit edilebildi? Günler sonra yayımlanan ve bu kuşkuları gidermeye yönelik olduğu anlaşılan Emniyet kaynaklı haberde dikkat çekici bir cümle vardı: “Bu arada ABD Büyükelçiliği’nin, Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne sadece kulübe içindeki güvenlik kamerasının kaydettiği görüntüyü verdiği; Şanlı’nın yürüyerek geldiği Paris Caddesi üzerindeki kameraların kaydettiği görüntüleri vermediği öğrenildi.” (Akşam, 8 Şubat 2013)

Açık ki, Cumhurbaşkanı Gül Emniyet’i suçluyor, Emniyet ise ABD Büyükelçiliği’nin delil gizlediğini belirterek yanıt veriyordu!

BİNGAZİ’DEN ANKARA’YA

ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na yapılan saldırıyla, Ankara Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı arasında bir bağ var. O bağın kaynağı ise ABD’nin nasıl bir küresel strateji izleyeceğine dair süren iç mücadeledir.

12 Eylül 2012’deki Bingazi saldırısıyla 1 Şubat 2013’deki Ankara saldırısı arasında geçen 4,5 aylık sürede Washington’da çok köklü değişiklikler oldu. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Savunma Bakanı Leon Panetta ve CIA Başkanı David Petraeus tasfiye edildi!

Üstelik üçünün ortak noktaları vardı:

1. Üçü de Obama’nın tersine ABD’nin Suriye ve İran konusunda aktif tutum almasını istiyorlardı. Nitekim tasfiyelerinden sonra üçlünün Suriyeli muhaliflere silah sağlamaya yönelik planlarının Beyaz Saray’dan döndüğü basına sızdırıldı!

Yerlerine gelen isimlerin ABD-İran diyaloguna yeşil ışık yakmaları ve Suriye’de diplomatik çözüm için umutlu olduklarını söylemeleri çok şey anlatıyor!

2. Her üç isim de ABD’nin Bingazi Konsolosluğu’na düzenlenen saldırı nedeniyle topun ağzındaydılar. Eski Genelkurmay Başkanı Mike Mullen’in başkanlığındaki ekipçe hazırlanan raporda hem Clinton hem de Petraeus açıkça suçlanıyordu. Senato ikisini de sorgulamayı sabırsızlıkla bekliyordu. Kasım’da CIA Başkanı Petraeus yasadışı evlilik gerekçesiyle istifa etti, Aralık’ta da Clinton beyin sarsıntısı geçirdi ve hastaneye kaldırıldı!

Ancak her ikisi de Senato’ya hesap vermekten kurtulamadılar! Ocak ayında Senato’da sorgulanan Clinton, suçlandığı raporun neden gizli tutulmadığına bir anlam veremiyordu!

CIA SURİYE MUHALEDETİNE İHANET ETTİ

Bingazi Konsolosluğu’nu Ankara Büyükelçiliği’ne bağlayan olgu ise o sorgulamada Senatör Rand Paul’ün Clinton’a bir sorusunda gizliydi. Paul, Libya’dan Türkiye’ye silah sevkiyatına ABD’nin aracı olup olmadığını soruyor, Clinton ise “CIA’ya sorun” diyordu!

Bu köşede daha önce Libya’dan İskenderun’a gelen El Entisar gemisinin öyküsünü anlatmış, Petraeus’un apar topar Türkiye ziyaretine ve Bingazi’de öldürülen ABD Büyükelçisi Chris Stevens’in saldırıdan iki saat önce Türk diplomat ile bu gemi hakkındaki görüşmesine dikkat çekmiştik!

Biz bu satırları yazarken Hürriyet Planet’e düşen “CIA, Suriye muhalefetine ihanet mi etti” başlıklı haber ise bu çatışmanın sonucunu belgeliyordu. Gerisini o muhalefetin koordinatörü olan Ahmet Davutoğlu düşünsün!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
11 Şubat 2013

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

TERÖRİST DEDİRTENİ TARİH AFFETMEZ

Başbakan Erdoğan artık “İlker Başbuğ’a terörist diyeni tarih affetmez” diyor! Böylece Erdoğan, “uzun tutukluluğa” itiraz ederek başlattığı tutumunu, “yargılayanları affetmem” noktasına kadar getirtmiş oldu!

2008’de “Ergenekon davasının savcısıyım” diyen Erdoğan’ın, 2011’de “Ben bu davanın ne savcısıyım, ne hâkimiyim, ne de avukatayım” noktasına gelmesi, 2013’ün başında ise asker sanıkların safına yanaşması önemli.

Kuşkusuz bu köklü dönüşüm, kimi siyasi hesaplar nedeniyledir. O siyasi hedefi de Erdoğan’dan bir gün önce Cumhuriyet gazetesine açıklama yapan Eric Edelman veriyordu. ABD’nin eski Savunma Bakan Yardımcısı ve eski Ankara Büyükelçisi, “Erdoğan, Ergenekon davasından yararlandı ama şimdi davayı açanlarla çatışıyor” diyordu.

Edelman bu sözlerle, aslında F Tipi Cemaat ile Abdullah Gül’ün arkasında olduklarını da ilan ediyordu!

TSK, 1995’TEN SONRA “TERÖRİST”

İlker Başbuğ’a, daha doğrusu Türk Ordusu’na, bu davayla birlikte terörist denmedi kuşkusuz… Bu dava bir sonuçtur. Türk Ordusu, Pentagon’a göre 1995’te düzenlediği Çelik Harekâtı ile birlikte “hizadan çıkıyordu” ve dolayısıyla “terörist” oluyordu!

Hayır, ABD’nin Muavenet’i vurmasını, Kuzey Irak’ta 11 subayımızın kafasına çuval geçmesini anımsatmayacağız size.

Ama bugün Türk Subayının, ABD’nin işbirlikçileri tarafından nasıl terörist ilan edildiğini, tanıklıklarla anlatmamız gerekmektedir.

Tanığımız, Hasdal’da bir Amiral, Semih Çetin. Kaynak Yayınları’ndan çıkan kitabında “Bir İhanetin Öyküsü”nü anlatıyor:

DIŞİŞLERİ BAKANI’NA İTİRAZ

Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu’nun, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı olduğu yıllar. Yani 2006 – 2008 yılları arası. Semih Çetin de Genelkurmay’da Yunanistan Kıbrıs Dairesi Başkanı.

Kıbrıs meselesinin ağırlığıyla gündemde olduğu, hem ABD’nin hem de AB’nin Türkiye’yi sıkıştırdığı günler…

Semih Çetin dönemin Dışişleri Bakanı’na bir toplantıda şöyle der: “Sayın Bakanım, kusura bakmayın ama Annan Planı benzeri bir çözüm önerisine, Genelkurmay Başkanlığı olarak bir daha olumlu görüş vermeyiz!

“Yüzünde devamlı bir gülümsemeyle dolaşan Bakan’ın suratı asılmış, tek bir söz bile etmemiş” bu kuvvetli itiraz karşısında…

Ancak o gün terörist ilan edilmişti Semih Çetin!

TÜRK SUBAYI ARACINI ABD’YE ARATMAZ!

Yine o günlerde ABD Büyükelçiliği’nin verdiği bir resmi resepsiyona gider Semih Çetin. Ancak girişte resmi arabasını aramak isterler. Onurlu Türk subayı tepki gösterir ve orayı terk eder.

Büyükelçi yolda telefonla ulaşır, özürler diler ama Çetin’i resepsiyona geri döndüremez.

Oysa o günlerde, İstanbul’a gelen ABD Başkanı’nın korumaları, sıraya dizilmiş AKP’li Bakanların avuç içlerini “güvenlik” gerekçesiyle kontrol bile edebiliyordu…

SUBAYINA TERÖRİST DEDİRTMENİN AYIBI

Resmi aracını ABD makamlarına aratmayan onuruna düşkün Türk Subayı, sonrasında “silahlı terör örgütü” üyesi olmak iddiasıyla tutuklandı.

Yoksa siz de Çetin’in kimi “komutanları” gibi hukuk mu dediniz? İşte hukuk: Savcı, “Çok uzatmayın avukat hanım, biz ne savunmalar gördük, sonuç değişmedi” dedi. Savcı odadan çıktı. Semih Çetin koridorda bekliyordu. Emir subayı elindeki telefona gelen mesajı gösterdi. Tutuklanma istemiyle mahkemeye sevk edildiğini televizyon alt yazı olarak geçiyordu!

Semih Çetin de, zindandaki 400 subay ve astsubay da neden “terörist” ilan edildiklerini biliyor: “Cezaevinde bulunmamızın nedeni, Doğu Akdeniz’de ABD ve Batı Avrupa’nın çıkarlarına engel teşkil etmemiz ve artık bölgede en güçlü donanmaya sahip olmamızdı.”

Erdoğan şimdi “tarih affetmez” diyorsa da, bu ayıp en başta kendisinindir. Ve Semih Çetin’in Deniz Kuvvetleri Komutanı’na yazdığı mektuptaki şu satırlar, subayına sahip çıkamayan hepimizin utancıdır: “Komutanım, bir asker için en büyük şeref şehit olmaksa, en onur kırıcı olay da herhalde düşmana esir düşmektir. Ancak bu makam ve rütbeyle savaşta düşmana esir düşseydim, inanıyorum ki bana davranışları bu kadar onur kırıcı olmazdı.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
3 Şubat 2013

, , , , , , ,

Yorum bırakın

BÖCEK SAVAŞLARI

Başbakan Erdoğan’ın bir yıl önce bulunan böcekleri ansızın konu edinerek “dinlendiğini” ilan etmesi AKP-Cemaat savaşında yeni bir aşamaya işaret ediyor. Bu tür “böcek savaşlarını” doğru okuyabilmek ve analiz edebilmek, öncelikle tüm olguları masaya yatırmaktan geçiyor. İşte -yerimiz yettiği ölçüde- bu savaşta yaşananlar:

1. Fethullah Gülen, İsrail’le Mavi Marmara krizi sonrasında “İsrail’in onayı olmadan hareket edilmesini otoriteye başkaldırı” olarak niteledi ve İHH üzerinden AKP’yi eleştirdi

2. İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, 1 Ağustos 2010’da “İran destekçisi bir adam Türkiye MOSSAD’ının başına atandı. Onların elinde önemli miktarda sırrımız var” diyerek Hakan Fidan’ı hedef aldı.

3. Başbakan Erdoğan’ın özel temsilcisi olarak PKK ile masaya oturan Hakan Fidan’ın Oslo’daki görüşme ses kaydı internete düştü. Hem MİT hem de PKK, görüşmeyi sızdırmadığını açıkladı!

4. AKP, 12 Haziran 2011 seçimlerinden hemen önce Ergenekon soruşturmasının savcısı Zekeriya Öz ile polisi Ali Fuat Yılmazer’i görevden aldı. Zaman karara sert tepki gösterdi. (AKP bilahare Tufan Ergüder’i de, Hakkâri Emniyet Müdürü yaparak sürgüne gönderdi!)

5. Seçimlerden hemen sonra cemaatin sözcüsü Hüseyin GülerceErdoğan’ın ustalık döneminde iki sınavı olduğunu söyledi. Biri bakanlar kurulunun oluşturulması, diğeri de YAŞ süreciydi.

6. Erdoğan’ın İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı terörle mücadeleden sorumlu başbakan yardımcısı ve ikinci adam yapması, cemaatin tepkisini çekti. Emre Uslu ve Mehmet Baransu gibi yazarlar, hemen her konuda Atalay’ı hedef aldılar, istifasını istediler! İkiliye göre Atalay, Ergenekon soruşturmasını sekteye uğratıyordu!

7. Zaman gazetesi bu süreçte Usta’yı açıkça hedef almaya başladı. Ali Ünal, “Ustalık dönemi ile ilgili üç endişe” başlıklı yazısında Erdoğan’ı “kendini beğenmişlikle” suçladı, böyle giderse hezimete uğrayacağını ima etti. Ardından Zaman yazarı Bülent Korucu da yine Erdoğan’ı hedef alan yazılar kaleme aldı.

8. Zaman gazetesi 23 Kasım 2011 günü Fethullah Gülen’in Sızıntı’daki bir yazısını yayımladı. 2005 tarihli yazıdaki “kibirli hasta” mesajı yerine ulaştı!

9. Şamil Tayyar’ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yazdığı mektupla ortaya çıkan şike yasası kavgasında, cemaat Gül’den yana tavır aldı.

10. Fethullah Gülen, Erdoğan’ın hamleleri karşısında cemaate “Bir kere daha kefeni yırtıp, bir kere daha yeniden gömlek giyin” mesajı verdi.

11. Uludere’de 34 yurttaşımızın bombalanması olayında Cemaat yazarları istihbaratın kaynağının MİT olduğunu yazarak, kurumu hedef alan bir yayın çizgisi izledi.

12. Cemaat, 7 Şubat 2011’de, Oslo görüşmesi ve KCK davası üzerinden Hakan Fidan ile üst düzey MİT yöneticilerini sorgulamaya çalıştı. Erdoğan’ın ameliyat dönemine denk getirilen bu operasyon, karşı operasyonla ve çıkarılan bir yasayla durduruldu.

13. Erdoğan, bu operasyonun ameliyat sürecine denk getirilmesinden şüphelenerek MİT’e ev, araç ve ofislerinde böcek arattı. Erdoğan’ın bugün olduğunu açıkladığı böcekler işte o aramada bulundu.

14. Erdoğan, Başbakanlık korumalarının tümünü birden değiştirdi. Yeni korumalar ile eşyalarını toplayan eski korumalar arasında silah çekmeye kadar varan gerilim yaşandı!

15. Cemaat yazarları bir kez deBaşkanlık Sistemi üzerinden Erdoğan’ı hedef aldılar. Bu dönemde İhsan Dağı gibi yazarların, Erdoğan’ın sık sık referans aldığı Necip Fazıl’ın 12 Eylülcülüğüne gönderme yapması anlamlıydı.

16. Erdoğan Eylül 2012’de dershaneleri kapatma kararı aldı. Dershaneler, Cemaatin en önemli siyasal ve ekonomik faaliyet alanıydı. KPSS başta olmak üzere tüm sınavlarda kopya skandallarının ortaya çıkması, hatta son iki dönemde polis okulu sınav sorularının cemaate verilmemesi de bu savaşın parçasıydı.

17. Cemaat yazarları, dershanelerini kapatma kararı alan Erdoğan’ı “28 Şubat generallerine” benzeten yazılarla hedef aldı. Kimi cemaat yazarları da 4+4+4 sistemi tartışmaları üzerinden karşı atağa geçip, AKP’nin okulları olarak değerlendirilen İmam Hatip’lerin kapatılmasını savundu.

18. Taraf, bertaraf oldu!

19. Cemaat yazarları son günlerde sık sık Erdoğan’ın “tiranlaştığına” vurgu yapan eleştirilerde bulunuyorlar; AKP’nin İslamcılık ile demokrasi sentezinden totalitarizme yakın bir post-otoriterliğin çıktığını savunuyorlar.

ÇÜRÜMENİN GÖSTERGESİ

Böcek savaşları kuşkusuz stratejik piyonluğun sonucudur. ABD’deki iç çarpışmadan ve ABD ile İsrail arasındaki kimi çelişmelerden kaynaklanan bu böcek savaşları, bir yandan çürümenin ve karanlığın göstergesidir fakat diğer yandan da aydınlık yarınların işaretidir!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
26 Aralık 2012

, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

HAVA DÖNÜYOR

19 Mayıs’ta başlayan büyük devrimci atılımla birlikte Türkiye’de hava dönüyor.

BU CEPHEDEN İŞARETLER

240 bin gencin 19 Mayıs’ta Dolmabahçe’ye yürümesi, Hatay halkının 16 Eylül’de Suriye’yi parçalama planına karşı ayağa kalkması, öncülerin 29 Ekim’de Ulus’ta geniş kitlelerle birleşmesi ve 10 Kasım’da Tandoğan’da “Cumhuriyetin yeniden inşası” kararlılığı sergilemesi, aydınlık yarınların işaretiydi.

O işaret 13 Aralık’ta, Silivri kuşatmasında daha da büyüdü…

Havanın döndüğüne dair işaretler sadece bu cephede değil, karşı cephede ve ara cephede de gözleniyor:

KARŞI CEPHEDEN İŞARETLER

1. Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Neşe Düzel ve Murat Belge dörtlüsünün gazetelerinden istifa etmesi ile Taraf çarpışmada bertaraf olmuştur. Ergenekon tertipleri için piyasaya sürülmüş bir gazetenin tam da şimdi çökmesi, havanın döndüğünün ve sürecin artık tersine işleyeceğinin işaretidir.

Alkım’ın 15 milyonluk binasının yasal sorunlarından başlayarak yazılan senaryoların toplamı bile bu gerçeği değiştirmez: Taraf’la birlikte Ergenekon tertibi de çökmüştür!

2. Son dönemde yandaş basının kritik konularda ikiye bölünmesi, birinin ak dediğine diğerinin kara demesi dikkatli okunmalıdır.

3. Tertipte yeni bir hamle yapabilmek için tezgâhladıkları “Özal zehirlendi” komplosunu gerçekleştiremediler. Tüm kışkırtıcı yayınlara, Adli Tıp Kurumu’nun raporundan önce piyasaya sürülen “zehirlendiği doğrulandı” türü yalan haberlere rağmen, sonuç alamadılar!

Bu arada “Özal zehirlendi” iddiasının ve iddiayı kanıtlamak üzere yapılan hamlelerin Başbakanlıktan değil de Cumhurbaşkanlığı katından gelmesini lütfen not ediniz!

4. Ahmet Davutoğlu’nın Fas’ta Aslı Aydıntaşbaş’a “Ben şahsen bu noktadan sonra Esad kalacak olsa bile elini sıkmaktansa istifa etmeyi tercih ederdim” demesi, Gül-Davutoğlu ikilisinin yenildiğinin ilanıdır!

ARA CEPHEDEN İŞARETLER

5. Abdullah Gül’ün Ergenekon tertibindeki rolünü en somut ortaya koyan “Bulun bir savcı, delillendirin” sözlerinden sonra, yeni bir kanıt daha ortaya çıktı.

Can Dündar’ın, Gül’ün 2007 yılında, henüz Ümraniye bombaları iddiası yeni ortaya atıldığında, bir grup gazeteciye, ama “yazılmamak koşuluyla” söylediği “Bu bombalara dikkat edin, bunun arkası gelecek” cümlesini, tam da bu süreçte yazabilmesi “havanın döndüğünü” göstermektedir!

6. Silivri zindanına yapılan gazeteci ziyaretlerinin artması, Ertuğrul Özkök’ün bile korkusuzca bu kervana katılabilmesi, hatta Mehmet Ali Birand’ın Ergenekon davasının bir itibarının kalmadığını yazabilmesi havanın döndüğünü göstermektedir. Zira medyada bu iki isimden daha iyi koku alabilen kimse yoktur!

7. 50 CHP milletvekilinin, yeni CHP’ye rağmen Silivri’ye gelmeleri ve devrimci tutum sergilemeleri hem çok önemlidir hem de havanın döndüğünün somut işaretidir.

NE YAPMALI?

Yeni Anayasa, Eyalet Modeli ve Başkanlık Sistemi dayatmasına karşı yapılan “Milli Anayasa Forumları”, hem en geniş kitlelerle birleşti hem de “milli merkez” ihtiyacını ortaya koydu.

Şimdi bu “milli merkezi” inşa etmek ve Dolmabahçe-Hatay-Ulus-Silivri eksenli bir devrimci kuvvete dönüştürmek, Mustafa Kemal’in askerlerinin görevidir!

Dolmabahçe’deki gençliğin, Hatay’daki halkın ve Ulus’taki milletin Silivri’deki devrimcilikle birleşmesi tarihidir. Bu birleşimin, izleri beliren emekçi hareketiyle buluşması yeni bir Türk devrimini gerçekleştirecektir!

Yakındır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
16 Aralık 2012

, , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

AKP’DE SURİYE ÇATLAĞI

Suriye meselesi her ne kadar bir medya operasyonu ile “insan hakları” meselesi olarak sunulmaya çalışıldıysa da, aslında “Irak’ın kuzeyindeki yapıyı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açma” operasyonu olduğu en başından beri belliydi. Ancak özellikle son birkaç aydır mesele berraklaştı ve “Kürt Koridoru” merkezli bir hâl aldı.

ERDOĞAN-ÖZEL VE GÜL-DAVUTOĞLU AYRILIĞI

Bu durum, Suriye’ye destek veren cephenin kuvvet kazanarak Atlantik cephesini geriletmesiyle birleşince, içeride AKP üzerinde iç basınç oluştu.

Bu iç basıncın AKP’de bir Suriye çatlağı oluşturduğu görülüyor. Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu ikilisine göre daha farklı bir çizgi içine girdiği gözleniyor. Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’le birlikte hareket etmeye başladığını söyleyebiliriz.

Bunun ne anlama geldiğini anlayabilmek için şu olguyu anımsamalıyız: AKP Hükümeti, Atlantik adına Suriye operasyonu başlattığında ve Davutoğlu açıkça Suriye muhalefetini organize etmeye soyunduğunda, Erdoğan kamuoyu önünde “Suriye bizim iç meselemizdir” diyordu. Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel ise “Suriye bizim iç meselemiz değildir” diyerek TSK’nin tutumunu ilan ediyordu.

Aradan geçen 1,5 yıl içinde Erdoğan ile Org. Özel, aynı tutumda birleşmiş oldular. Erdoğan-Özel ile Gül-Davutoğlu ayrılığı bakın hangi açıklamalarla sergileniyor:

1. NATO’DAN PATRİOT TALEBİ

Ayrılığın su yüzüne çıktığı bu alandaki açıklamaları, AKP’ye yakın Yeni Şafak’taki başlıklardan bile net olarak görebiliyoruz: “Davutoğlu: NATO, Patriot vermeye hazırlanıyor”, “Erdoğan’dan ‘patriot füzesi’ne yalanlama”, “Gül Suriye’yi uyardı: Patriot füzeyle vururuz!

2. MÜLTECİ MESELESİ

Ahmet Davutoğlu, henüz Suriye’den gelen mülteci sayısı 50 bin seviyesindeyken, 100 bin rakamını dünyaya “psikolojik eşik” diye ilan etti. Bu aslında AKP Hükümeti’nin savaş eşiğiydi!

Ekim’de mülteci sayısı 100 bine ulaştı! Şu anda da 200 bin sınırına yaklaştı! Sonuçlara bakılınca Davutoğlu’nun eşiğinin çizildiği görülüyor.

Bu süreçte iki dikkat çekici gelişme yaşandı. Birincisi, Türk polisinin ev ev dolaşıp Suriyelilere ya ülkelerine dönmeleri ya da kamplara yerleşmeleri baskısı yaptığı ortaya çıktı. İkincisi de, mülteci sayısının 200 bine yaklaşmaya başlamasıyla birlikte, sınırlar çeşitli gerekçeler gösterilerek fiilen kapatıldı!

3. DEMEÇLER

Cumhurbaşkanı Gül Financial Times’a verdiği demeçte “Suriye, Türkiye’ye karşı kimyasal silah kullanabilir” diyerek kışkırtıcılık yaparken, Başbakan Erdoğan şu açıklamasıyla tansiyonu düşürüyordu: “Türkiye küçük hesaplar yapmayacak kadar büyük bir devlettir. Türkiye birilerinin ısrarla çekmeye çalıştığı tuzağa düşmeyecek kadar tecrübeli bir devlettir. (…) Biz soğukkanlılıkla hareket etmeye çalışıyoruz.”

4. ANGAJMAN KURALLARI

Türk devleti, F4 uçağının NATO yemi olması ve Akçakale’ye faili meçhul top düşmesinin ardından dünyaya angajman kuralları açıklamış ve sınıra 3 mil (5 km) yaklaşacak Suriye hava araçlarının düşürüleceğini ilan etmişti.

Suriye hava kuvvetleri önceki gün sınıra 300 metre mesafede ÖSO’yu bombaladı; Suriye uçağı resmi açıklamaya göre sınıra 2,5 km yaklaşmış, gayri resmi açıklamalara göre de dönüş manevrası yaparken sınırı hafifçe ihlal etmişti. Ancak Türk Ordusu, aklıselim davranarak Suriye uçağını düşürmedi!

Öte yandan dün Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Suriye uçaklarının vurulmasıyla ilgili yetkiyi, Başbakan Erdoğan’ın TSK’ye devrettiğini söyledi!

5. KİMLE HAREKET EDİYORLAR?

Başbakan Erdoğan Bakü’de Rusya Devlet Başkanı Putin’le konuşup masaya “üçlü müzakere sistemi” getirdi ve Türkiye, Rusya, İran, Mısır ve Suudi Arabistan’lı bölgesel çözümü öne çıkardı. Erdoğan, Bali’de de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’la görüştü ve Suriye konusunu Ankara-Tahran eksenli ele aldı. Erdoğan üstelik Bali’de “21. yüzyıl Asya yüzyılı olacak” dedi!

Erdoğan, Suriye krizini son dönemde bölge ülkeleriyle konuşurken, Cumhurbaşkanı Gül NATO’yu ön plana çıkardı, Davutoğlu da Doha’da ABD’yle birlikte hareket etti.

DURUM

Kuşkusuz Erdoğan’ınki, iktidarını sürdürmeye yönelik manevralardır… Ancak “Kürt Koridoru” gerçeğinin Suriye meselesi üzerinden sadece Türkiye’de değil, Irak’ta ve hatta Kuzey Irak’ta da çatlaklar oluşturması önemli. Asya cephesi güçlendikçe ve Atlantik cephesi geriledikçe bu ayrılıklar bölge yararına daha da belirginleşerektir.

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
15 Kasım 2012

, , , , ,

Yorum bırakın

KÜRT MESELESİ VE İSTİHBARAT OPERASYONLARI

Biliyoruz ki İmralı-Diyarbakır-İstanbul üçgeninde yeni bir Oslo süreci başlatıldı. Bu sürece dair görünen temasları beş grupta toplayabiliriz:

1) Abdullah Gül-BDP, Cemil Çiçek-BDP, Mahir Ünal-BDP görüşmeleri. Böylece Cumhurbaşkanlığı, TBMM ve AKP, BDP ile görüşmüş oldu.

2) Başbakan Erdoğan’ın “İmralı ile görüşülür” sözleri Erdoğan-Öcalan müzakeresine yani yeni bir Başbakanlık-PKK pazarlığına işaret etmektedir.

3) “Temas grubu” isimli Diyarbakır merkezli akil adamların görüşmeleri…

4) Mesud Barzani-Leyla Zana görüşmesi de yeni Oslo sürecinin Kuzey Irak ayağına işaret etmektedir.

5) CIA Başkanı, ABD Genelkurmay Başkanı ve Pentagon’un sıralı yetkililerinin Türkiye ziyaretini de doğrudan bu süreç içerisinde değerlendirebiliriz.

Zira Kürt meselesini Türkiye-Irak-Suriye üzerinden “çözmek” ABD’nin planıdır ve hedef, Irak’ın kuzeyini Suriye’nin kuzeyi üzerinden Akdeniz’e açmak ve ardından Türkiye’nin güneydoğusu ile birleştirerek Diyarbakır başkentli Büyük Kürdistan kurmaktır.

EYMÜR NEDEN SAKIK’I HEDEF ALDI?

Sürecin “istihbarat operasyonları” bölümü de elbette yürürlükte. Bakın son günlerde neler oldu:

1) Savcılık, Taraf gazetesi çalışanlarını dinleyen ve izleyen MİT personeli için Başbakanlık’tan soruşturma izni istedi.

İlginçtir, konu hükümet çevrelerince “2. MİT operasyonu” olarak yorumlandı. Anımsayacağınız gibi Savcılık, Cemaat-AKP savaşı olarak değerlendirilen ilk operasyonda, KCK davası kapsamında Müsteşar Hakan Fidan ile birlikte bazı MİT yetkililerini almak istemiş, AKP adamlarını yeni yasa çıkararak kurtarmıştı.

Taraf gazetesi yöneticilerinin izlenmesi davasında MİT’çilerin yeniden soruşturulmak istenmesi ve bunun hükümet çevrelerinde Kürt meselesiyle irtibatlandırılması oldukça anlamlıdır!

2) Eski MİT’çi Mehmet Eymür yine ortaya çıktı ve BDP milletvekili Sırrı Sakık’ı zan altında bırakan kimi açıklamalar yaptı. Ergenekon tertibinde de roller üstlenen Eymür, özetle şunları söyledi: “Sırrı Sakık, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ile görüşürdü. Ağabeyi Şemdin Sakık’ın da teslim olmak istediğini o söyledi…

Sakık, beklenildiği gibi iddiaları çok sert bir üslupla reddetti. Ancak yine de Ankara kulislerinde şu soru soruluyordu: “Diyelim ki Eymür’ün iddiası doğru ve Sırrı Sakık MİT ile irtibatlı. Peki, o zaman Eymür tam da bu zamanda neden Sakık’ı deşifre etti?”

Soruya yanıt oluşturabilecek bilgilere sahip değiliz. Ancak oğlu intihar eden Sırrı Sakık’ın başsağlığı dileyen Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinin ardından, Başbakan’ı Leyla Zana’dan sonra “çözümün” adresi olarak sunan ikinci BDP’li olduğunu belirtmeliyiz.

ABD NEDEN KARAYILAN’I FEDA EDİYOR?

3) Önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Riciardone ardından da birlikte basın toplantısı yapan ABD Savunma Bakanı Leon Panetta ve ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, Türkiye’ye “Bin Ladin usulü” terörle mücadele yöntemi önerdiklerini açıkladılar.

Başbakan Erdoğan, Ricciardone’nin ilk ifşaatından sonra, Bin Ladin ile Murat Karayılan’ın farklı şartlarda yaşadığına dikkat çekmişti. Acaba Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye idam edilmemesi artıyla teslim eden ABD’nin Murat Karayılan’ı Bin Ladin gibi yok etmeyi önermesi ne anlama geliyor?

4) Erdoğan’ın “İmralı’yla görüşülür” açıklaması BDP içinde kimi isimleri karşı karşıya getirdi. Örneğin Hasip Kaplan açıklamadan memnuniyetini dile getirdi fakat Selahattin Demirtaş, Kaplan’ın “şahsi düşüncesine” katılmadığını ilan etti.

5) Suriye’nin Halep şehrinde ilginç bir olay yaşandı. Esad karşıtı Özgür Suriye Ordusu, PYD’nin organize ettiği bir yürüyüşe ateş açtı ve 5 kişiyi öldürdü.

PKK’ye yakınlığıyla bilinen Fırat Haber Ajansı, haberi “hem Beşar Esad, hem de Özgür Suriye Ordusu Kürtleri hedef aldı” diye verdi. Ajansa göre önce Beşar Esad kuvvetleri Halep’te Kürtleri hedef almıştı, ardından ise Özgür Suriye Ordusu, Esad’ı protesto etmek için yürüyüş yapan Kürtlere saldırmıştı!

Tüm bu gelişmelerin ne anlama geldiğini önümüzdeki günlerde de incelemeyi sürdüreceğiz…

Mehmet Ali Güller
Aydınlık gazetesi
28 Ekim 2012

, , , , , , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

ERGENEKON TERTİBİNDEKİ KÜRDİSTAN HEDEFİ

Henri Barkey, “Türkiye, Suriye’deki Kürdistan’a da kendini alıştırmaya başlasın” ana fikirli söyleşisinde, aynı zamanda Ergenekon tertibi ile ABD’nin Büyük Kürdistan hedefi arasındaki bağı ortaya koydu.

İşte Barkey’in o cümlesi: “AKP’nin en önemli başarılarından biri 2007’de askerlerin gücü azaldıktan sonra politik açıdan Kuzey Irak’taki Kürt devleti ile Türkiye arasındaki ilişkiyi resmileştirmesiydi.” (Akşam, 30-31 Temmuz 2012)

Türk Silahlı Kuvvetleri neden hedef alınmış yani? Kürt Devleti’ni Türkiye’ye kabul ettirmek için!

ERDOĞAN’IN AKIL HOCASI

Barkey’in bu sözlerini bir itiraf ya da üçüncü tarafın tespiti olarak görmemek lazım. Zira Barkey, birinci taraftır ve icraatın sahibi olarak söylemektedir.

Henri Barkey, Büyük Kürdistan’ın iki mimarından biridir; diğeri CIA’nın Türkiye istasyon şefi Graham Fuller’dir. İkili aynı projenin mimarı olarak, birlikte aynı kitaplara, aynı raporlara, aynı operasyonlara imza atmıştır!

Henri Barkey, aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ı yönlendiren 7 Amerikalıdan biridir. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’le “teklifsiz bir şekilde ve sık sık görüşen” Barkey, bir konferansta “AKP liderleriyle anlaşarak Türk Ordusu’nu kafeslediklerini” de söylemişti.

ERGENEKON’LA MÜCADELE AÇILIMI

Ergenekon tertibi ile ABD-AKP’nin Kürt Açılımı arasındaki ilişkinin kanıtı, ifşaatı, itirafı sayısız çokluktadır; hem de ilk ağızlardan… Bir kaçını anımsayalım:

Kürt Açılımı’nı dosya yapan “Stratejik Boyut” dergisi Prof. Dr. Doğu Ergil’e soruyor: “Demokratik Açılım şartlarının oluşmasında Ergenekon soruşturmasının bir etkisi var mı? Ergenekon soruşturması başlamasaydı hükümet demokratik açılım sürecini yine de başlatır mıydı?” Açılım’ın etkili isimlerinden Ergil’in yanıtı net: “Başlatamazdı. Başlatsa bile sonuç alamazdı.”

Polis-yazar Önder Aytaç da, aynı dosyada Kürt Açılımı’nı, “Ergenekon ile sonuna kadar mücadele açılımı” olarak niteliyordu.

Dosyaya makale yazan Din ve Hürriyet Araştırmaları Merkezi Direktörü Doç. Dr. Bilal Sambur da Kürt Açılımı’nın İttihatçılıkla mücadele olduğunu savunuyordu: “Kürt Açılımı ya da Demokratik Açılım’la Türkiye tarihinde belki de ilk kez, ülkemizi tekleştirici, baskıcı ve devleti çeteleştirmeyi meşru hale getirmiş olan İttihat ve Terakki zihniyetinin tahakkümünden kurtulabileceği bir yola girmiştir.”

BAAS’IN KÖKLERİNDE İTTİATÇILIK VAR

Kürt Açılımı’nı İttihat ve Terakki karşıtlığı olarak sunmaları anlamlı… Nitekim AKP’nin Baas düşmanlığının gerisinde de İttihat ve Terakki düşmanlığı mevcuttur.

Bugünlerde başta Mehmet Metiner olmak üzere kimi AKP’lilerin Suriye’ye emperyalist müdahaleye karşı çıkanları “Ergenekoncu-Baasçı zihniyet” diye nitelemeleri bundandır. Zira 1940 yılında kurulan Baas’ın ilk üyeleri, 25 yıl önce Osmanlı Ordusu’nda askerdi, çoğu İttihat ve Terakkiciydi…

Kemalizm’in de, Baasçılık’ın da tarihsel kökeni İttihat ve Terakki’ye dayanmaktadır. Hatta İttihat ve Terakki’nin gelişip güncellenerek Türklerde Kemalizm’e, Araplarda Baasçılık’a dönüştüğünü söyleyebiliriz!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
2 Ağustos 2012

, , , , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

GÜL’ÜN ERGENEKON’DAKİ ROLÜ

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sözcüsü Ahmet Sever’in Vatan’dan Ruşen Çakır’a yaptığı açıklamalar, Cumhurbaşkanlığı için Erdoğan-Gül çarpışmasının başladığını gösteriyor.

Gül, Erdoğan’a ve AKP’ye iki mesaj veriyor: Birincisi, adaylığına karşı olduğunu belirten Erdoğancı AKP’lilere açıkça kızgın olduğunu belirtiyor. İkincisi de 2014 için Erdoğan’la karşı karşıya gelmekten çekinmeyeceğini ilan ederek, AKP’deki destekçilerine “hazırlanın” talimatı veriyor.

2014 Türkiye’sinin Erdoğan’a da Gül’e de mecbur kalmayacağını bildiğimizden, bu konuyu geçiyoruz. Ancak Ahmet Sever’in, Gül’ün Ergenekon operasyonundaki rolünü bir kez daha ortaya koyan sözlerindeki ayrıntılara mercek tutuyoruz.

‘GÜL OLMASAYDI, OPERASYON BAŞARILAMAZDI’

Ahmet Sever, Ergenekon soruşturması sürecinin başarısını, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sağlam duruşuna bağlıyor. Ruşen Çakır, Ahmet Sever’den bunu biraz açmasını istiyor.

İşte Sever’in yanıtı: “Eğer bazılarının istediği gibi Abdullah Gül’ün yerine daha düşük profilli bir kişi cumhurbaşkanı olsaydı bu süreç bu kadar başarılı olamazdı. Türkiye, bugünkü Türkiye olmazdı, olamazdı. Her şeyi kendisi çıkıp açıklayamıyor, ben de bazı şeyleri açıklamaya mezun değilim, ama şu kadarını söyleyebilirim: Eğer Abdullah Gül o sancılı sürecin sonucunda cumhurbaşkanı olmasaydı bütün bu gelişmeler, ilerlemeler o kadar kolay gerçekleşemezdi.

GÜL’ÜN “ŞEMAYI DELİLLENDİRİN” TALİMATI

Ahmet Sever haklı; çünkü gerçekten de Abdullah Gül, ABD’nin Türk Ordusu’nu ve milli kesimleri hedef aldığı bu operasyonda, önemli bir rol almıştır. Anımsatalım:

17 Mayıs 2006 Danıştay suikastından üç saat sonra, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin TBMM’de şöyle konuştu: “Bekleyin ve hazırlıklı olun. Sürprizlere şaşıracaksınız. Gladio tipi bir yapılanma var.” Başbakan Erdoğan da “Bu iş başörtüsüyle ilişkili değil. Susurluk, Küre, Sauna bağlantıları var. Saldırı iktidarımıza yöneliktir” diyordu.

Hemen bu bağı kuracak ve Ergenekon tertibini yürütecek bir savcı arandı. İşte o ilk günlerde Abdullah Gül, Başbakan Yardımcısı ve Terörle Mücadele Yüksek Kurulu Başkanı sıfatıyla emniyet ve MİT yöneticilerini topladı. Burada Gül’ün önüne bir şema kondu. Gül inceledi ve İsmet Berkan’ın iki yıl sonra yazdığı şu “açık talimatı” verdi: “Bana anlattıklarınızı delillendirip savcıya da anlatın, hepsi yakalansın, yargılansın.” (Radikal, 4 Temmuz 2008)

İddianamelerdeki tüm dayanaksız suçlamalar, Gül’ün bu açık talimatı nedeniyledir. Zira görevliler, delillendirebilmek için uydurmuşlardır!

Bunun nasıl bir zorluk olduğunu yine İsmet Berkan’dan öğreniyoruz: “Danıştay saldırısı ile çok sonra İstanbul’da başlayacak olan Ergenekon soruşturması arasında somut bir bağlantı kurulamıyor. Emniyet ilk gün getirip Abdullah Gül’e sunduğu istihbari bağlantıları savcıya sunamıyor, delillendiremiyor.” (Radikal, 9 Nisan 2008)

SAVCI NASIL BULUNDU?

Gül’ün “açık talimatı”nı yerine getirecek savcı da öyle kolay bulunamıyor. Hatta Cemaatçi “güvenlik yetkilileri” Radikal’den Murat Yetkin’e “savcı bulunamıyor” diye yakınıyorlar.

Ama en sonunda bir “savcı” bulunuyor. Onun hikâyesini de İsmet Berkan’dan dinleyelim: “Nasıl olduysa İstanbul’da Zekeriya Öz isimli bir savcı bulundu. Bütün bunların 2003 sonu 2004 başında yaşanan darbe girişimleriyle bağını keşfetti.” (Radikal, 4 Temmuz 2008)

“Nasıl olduysa” konusunu ise Fatih Altaylı aydınlattı. Zekeriya Öz, El Kaide soruşturmasında CIA ekibiyle görüşmeler yaptıktan sonra Ergenekon savcılığına getirilmişti! (HaberTürk TV, 3 Eylül 2008)

GÜL’ÜN ABD’YE MESAJI

İşte Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Ahmet Sever’in bugün “Gül olmasaydı operasyon başarılamazdı” dediği meselenin kısa hikâyesi budur.

Peki, Ahmet Sever, Gül adına bunu neden söyleme ihtiyacı duydu? Yoksa Gül ABD’ye, “beni Erdoğan’dan daha iyi değerlendirebilirsiniz” mesajı mı veriyor?

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
31 Temmuz 2102

, , , , ,

Yorum bırakın

AKP TERÖRÜ DESTEKLİYOR

Suriyeli teröristlerle ittifak kurarak Şam rejimini devirmeye soyunan AKP, kamuoyunu kandırmak için iki temel yalana başvuruyordu: Birincisi PKK’nin, ikincisi de İsrail’in Suriye’yi desteklediği yalanı…

Türk halkının PKK ve İsrail karşıtlığını, komşu bir ülkedeki iktidarı devirmeye araç olarak kullanmaya yeltenmek, kuşkusuz öncelikle ahlaki bir sorundur ama bir yanıyla da AKP’nin Atlantik operasyonundaki çaresizliğinin göstergesidir.

Biz ise ısrarla ABD’nin stratejik aletleri konumundaki kuvvetlerin, son tahlilde aynı cephede yer alacağını belirtmiştik. ABD tek tek kullandığı gibi, AKP ile PKK’yi, PKK ile İsrail’i de çıkarları gereği elbette yan yana getirecekti.

AKP-PKK İTTİFAKI

İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın “Suriye’ye operasyon hazırlığına başladık” demesi, AKP yalanlarından birini ortaya çıkartmıştır. İkincisi de açığa düşmüştür:

Mesud Barzani’nin 12 Temmuz’da Suriyeli Kürt partilerle PKK’yi, Esad karşıtlığında ittifaka hazırlaması, kuşkusuz Washington’un talebi ve emriydi. Suriyeli Kürt partilerinin içinde yer aldığı ve AKP’nin çeşitli toplantılarına da katılan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (SKUK) ile PKK’nin Suriye kolu olan PYD’nin kurduğu “Batı Kürdistan Halk Meclisi”, Barzani’nin gözetiminde birleştirilmiş ve “Yüksek Kürt Konseyi”ne dönüştürülmüştü.

Şimdi bu “Yüksek Kürt Konseyi” ama aslında silahlı güce dayandığı için bizzat PYD’nin kendisi, Suriye’nin kuzeyindeki bazı Kürt kentlerinde yönetime el koydu! Afrin, Komani ve Derik gibi yerlerde yönetimi ele geçiren, Kamışlı’yı da almak için yoğun çaba gösteren PKK’nin “Batı Kürdistan otonomisi” kurmaya hazırlandığı belirtiliyor.

PKK’nin bu hamlesinde kısmen başarılı olması, kuşkusuz Şam rejiminin daha güneydeki muhalifleri ezmek üzere başlattığı büyük operasyon dolayısıyla ortaya çıkan güç boşluğundan kaynaklanmaktadır. O nedenle kesin bir sonuç değildir.

Ancak mesele, Suriye kadar Türkiye’yi de ilgilendirmektedir. ABD’nin böldüğü Irak’ın kuzeyindeki Barzanistan’ın yarattığı güvenlik tehdidi ortadayken, bir benzerinin Suriye’de ortaya çıkması, Ankara’nın kabul edebileceği bir durum değildir. Ama Türkiye Ankara’dan değil Washington’dan ve Dolmabahçe’den yönetilmektedir.

Suriye’nin kuzeyindeki Türkiye karşıtı bu gelişmelerin bir numaralı sorumlusu ABD, iki numaralı sorumlusu da AKP’dir. Bu sürece sessiz kalanların sorumluluk sırası başka bir yazının konusudur.

ULUSLARARASI HUKUK TANIMAZLIK

Bu son gelişmeler şu gerçeği artık somutlaştırmıştır. AKP teröre açık destek vermektedir.

1. AKP, Suriye’de PKK’nin müttefikidir. Şam rejimini yıkmaya soyunan AKP, PKK’ye “otonomi” alanı yaratmaktadır.

2. Suriye Ulusal Güvenlik Konseyi’ne yapılan ve Savunma ile İçişleri Bakanları’nın ölümüne sebep olan bombalı saldırı sonrası Abdullah Gül’ün yaptığı açıklama, ülkemizin İsrailleştiğinin işaretidir.

3. AKP yandaşı basının, Suriyeli teröristlerin sınır kapılarını ele geçirmesini sevinçle karşılaması hatta kutlaması ibretliktir! Sınır kapısını savunan Suriyeli 22 askerin teröristlerce katledilmesini ballandırarak anlatmaları, ancak çift meslekli olabilmeleriyle açıklanabilir!

Bu terörist saldırı sırasında 12 Türk TIR’ının yakılmasını gözlerden saklamaları da görevleri gereğidir. Tıpkı geçenlerde Suriyeli teröristlerin ayaklanarak 4 Türk polisini hastanelik etmelerini duyurmadıkları gibi…

SURİYE DEĞİL, AKP YIKILACAK!

Suriye’yi bölmeye soyunanlar, kuşkusuz Türkiye’yi de bölmektedirler. Bu gerçek, AKP’yi Türkiye açısından bir güvenlik sorunu haline getirmiştir.

Denklem artık basit ve sadedir: Ya Suriye yıkılacaktır, ya da AKP.

Suriye’nin direnmesi ve AKP’nin yıkılması, Türkiye’nin çıkarınadır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
23 Temmuz 2012

, , , , , ,

Yorum bırakın

MİT’İN HAYALET KONFERANSI

Milli İstihbarat Teşkilatı MİT, 4-5 Haziran tarihlerinde “İstihbarattan Karar Almaya: Politika Yapımı için İstihbarat Analizi” başlıklı bir konferans düzenledi. Nerede düzenlendiği ve kimlerin katıldığı bir sır gibi saklanan konferansa dair ilk bilgileri, kendisi de katılımcı olan Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi ORSAM Başkanı Hasan Kanbolat’ın yazdıklarından öğrendik.

9’u yabancı 21 istihbarat uzmanının katıldığı konferansa bakanlıklar, Genelkurmay ve Emniyet ile güvenlik bürokrasisinden ve savunma sanayi şirketlerinden üst düzey katılım sağlandı. Konferansta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan birer konuşma yaptı.

DÜZEN KURUCU ROL

Hakan Fidan, “dış politika konusunda dinamik bir süreçte” olunduğunu belirterek, “Türkiye, düzen kurucu roldedir” dedi! Kuşkusuz Fidan’ın sözleri, Davutoğlu’nun üç yıl önce tarif ettiği genel rolleriyle uyumludur: “ABD ile ilişkilerimizde önümüzde altın bir işbirliği dönemi var. Türkiye, küresel yeni düzene, çevresinde alt bölgesel düzenleri yeniden kurarak katkıda bulunacak.” (AA, 21 Mart 2009)

Davutoğlu ise MİT’in hayalet konferansında, istihbarat ile politika arasındaki ilişki üzerinde durdu. Mikro ve makro kelimeleriyle dolu bir konuşma yaptı!

Kanbolat’ın MİT Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç’ten aktardığı “iç ve dış istihbarat birbirine karıştı” şeklindeki sözler, aslında hayalet konferansın esas amacını, Suriye’yle ilgisini ve Davutoğlu’nun konferansta ne aradığını ortaya koymaktadır.

‘SURİYE’DEKİ MUHALİFLERİ MİT SİLAHLANDIRIYOR’

ABD adına “düzen kurma” faaliyetlerinde rol aldığı anlaşılan MİT’in “Uludere’ye bombayı ertesi sabah duymuş” olması şaşırtıcı gelse de aslında bu rolle uyumludur. Zira Milli bir istihbarat teşkilatı, normalde öncesinden, hadi en azından ilk günden ABD’nin Türk Ordusu’nu tuzağa düşürme amaçlı istihbarat verdiğini saptamalıydı!

O nedenle, TBMM Uludere İnceleme Komisyonu’na ulaşan MİT yazısında, Teşkilat’ın 28 Aralık 2011 gecesi Uludere’de gerçekleşen bombalamadan ancak bir gün sonra, “resmi kurumlarca yapılan bilgilendirme üzerine haberdar olduğunu” bildirmesinin üzerinde durmayacağız!

Çünkü çok daha önemli bir durum, Independent gazetesinin dile getirdiği iddiadır. Justin Vela’nın haberine göre Suudi Arabistan ve Katar, Türkiye üzerinden rejim karşıtı “Özgür Suriye Ordusu”na silah temin etmekte ve teslimat MİT tarafından yapılmaktadır. Gazeteye konuşan Batılı bir diplomat, silah yardımının yalnızca Suriyeli Müslüman Kardeşler grubuna yapıldığına dikkat çekiyor!

SİLAH AKIŞINA KİM İZİN VERDİ?

İddia, Ankara’nın yalanlamadığı bir başka açıklama nedeniyle önemlidir. Daha önce bu köşede iki kez dile getirdik:

“ABD’li senatörler John McCain ve Joe Lieberman, Abdullah Gül’le görüştükten sonra Hatay’a gitti ve sınırı teftiş etti! İkili, Suriyeli teröristlerle de içeriği açıklanmayan görüşmeler yaptı. İkilinin Türkiye ziyaretinden sonra Foreign Policy’de yer alan şu satırlar Ankara’da yalanlanmadı: ‘Türk yetkililer, McCain ve Lieberman’a silahların sınırların ötesine akışına izin vermeye gönüllü olduklarını belirttiler’.”

ASIL MESELE

Türkiye’nin ABD adına “düzen kurma” rolüyle bölgesinde attığı adımların siyasi maliyeti gittikçe büyümektedir! Kuşkusuz AKP bu maliyetin altında kalacaktır; mesele ellerindeki benzin bidonunu, şimdiden almaktır!

Mehmet Ali Güller
Aydınlık Gazetesi
14 Haziran 2012

, , , , , , , , , ,

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın